22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 6 EK M 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İKTİDARIN, daha doğrusu Başbakan ın ortaya koyduğu strateji karşısında ana muhalefetin, daha doğrusu CHP liderinin tutumunu anlamak kolay değil. Başbakan genel seçime kadarki sürede halkoylamasıyla ortaya çıkan yeni anayasa hükümlerinin uygulama yasalarını çıkarmak istiyor ve bütün vaktini buna vereceğini söylüyor. CHP lideri ise anayasa tartışmasına hemen yeniden başlanmasını ve seçime kadarki zamanın böyle tüketilmesini ister gibi bir tutum içinde. Muhalefetin bu tavrına karşı Başbakan ın hiç de akılsızca olmayan bir yanıtı var. Diyor ki: Tamam sizin dediğinizi de yapmaya başlayalım, temsilcilerinizi ve uzmanlarınızı belirleyin. Bir araya gelsinler ve gerekli anayasa değişiklikleri için çalışmaları başlatsınlar. Ama genel seçimden önce kesinlikle bir anayasa değişikliğine gitmekten yana değiliz . Böyle bir tablo karşısında Başbakan a hak vermemek çok zor. Halkın büyük çoğunluğunun da böyle düşüneceğini tahmin etmek çok kolay. Ana muhalefet niçin böyle bir taktiği benimsemiş olabilir? Olsa olsa zaman kazanmak ve arada anayasa tartışmalarıyla iktidarı biraz daha yıpratmak ve sanki halkoylamasında yarım kalmış, iyi anlatılamamış, gerçekleştirilememiş bir iş varmış da o tamamlanacakmış gibi bir çalışkanlık gösterisi. Bunun Başbakan ın ekmeğine yağ sürdüğü kesin. Nitekim o, çalışmaları başlatmakla CHP yi daha da meşgul edecek ve kamuoyunu oyalamaya devam edecek bir ortamı kolaylıkla bulmuş olacaktır. Buradaki siyasal hatayı görmemek doğrusu siyasetçilere yakışır bir anlayış değil. Oysa ufuktaki tehlike herkesi yakından ilgilendiren ve ülkenin neredeyse geleceğini karartan bir ağırlık taşıyor. Belli ki Başbakan kendisine daha yakışacağını düşündüğü başkanlık sistemi için bir geçiş olmak üzere genel seçimin hemen sonrasında anayasa konusunu kendisi gündeme getirecek. Bunu da açıkça söylüyor. Hatta halkoylamasının hemen ertesinde kendi uzmanlarına ya da uzman bildiği kişilere bunun çalışmasını ısmarladı da. Yarı başkanlık sistemine böyle bir geçiş hem ülkeyi hem de dünya kamuoyuna itici bir hava yaratmadan inandırıcılık verecek ve sanki Türkiye kendine en uygun demokratik rejimi arıyormuş gibi bir görüntü sergilemiş olacak. Bu tehlike genel seçim öncesinde yeterince etkili bir kampanya yürütmeyi tek başına gerektiriyor bile. Seçim öncesinde yalnız bununla yetinmeyip geniş halk yığınlarının günlük sıkıntılarını giderecek bir biçimde gerçekçi çözümlerle somut vaatleri de buna katarak pek l sonuç alınabilir. Zaten halkoylamasında ortaya çıkan yüzde 42 lik potansiyel eskinin yüzde 30 larını geride bırakarak böyle bir zemini hazırlamış durumdaydı. Bu zemin varken tekrar anayasa sahasına dönmek pek akıl k rı sayılmaz. Şu aşamada yapılacak en akılcı iş, yalnız CHP ile yetinmeyip cumhuriyetçi bir çoğunluğu oylarıyla sağlamaya elverişli geniş bir cephe oluşturmak ve çabaları bu noktada yoğunlaştırmaktır. PENCERE Pazarlık... Yalınayak başı kabak bir derviş Hicaz kervanına katılıp yola çıkmış, sağa sola salınarak yürürken sürekli söyleniyormuş: Ne devenin üstündeyim, ne eşek gibi yük altındayım; ne ilin sultanıyım, ne padişahın kölesiyim; malım mülküm yok ki gamını taşıyayım, yok olan bir şey için olsaydı diye keder etmiyorum; rahat soluk alıyorum, her nefesim bir ömür yerine geçiyor. Deveye binmiş zengin yolculardan biri yaya dervişi görünce uyarmış: Derviş!.. Geri dön, yolculuk zahmetlidir, zora dayanamaz ölürsün. Derviş dinlememiş, yürüyerek çöle dalmış, Kufe den sonra üçüncü konakta zenginin eceli gelmiş, adamcağız ölünce derviş başı ucuna gelip konuşmuş: Biz yaya ölmedik, sen, deve üstünde öldün. Şeyh Sadi diyor ki: Nice rahvan at yolda kalır, Topal eşek menzile varır. İnsanlara eziyet etmekten hoşlanan zalim, yoksul bir dervişin kafasını taşla yardı. Zavallı derviş sesini çıkarmadı, ama, başını yaran taşı alıp sakladı. Gel zaman git zaman, günlerden bir gün, padişah öfkelenip zalimi kuyuya attırdı. Derviş kuyunun başına vardı, sakladığı taşı kafasına atınca, zalim sordu: Sen kimsin?.. Derviş kendini tanıttı; zalim merak etti: Bugüne kadar neredeydin?.. Derviş: Korkumdan yanına uğramadım, fırsat şimdi çıktı. Şeyh Sadi diyor ki: Keskin tırnağın yoksa, sabırlı ol, tırnağının çıkmasını bekle!.. Zalimin biri yoksulları korkutarak odunlarını alır, zenginlere zorla satardı. Bilge: Sen, dedi, bir yılansın ki kimi görsen sokarsın, bir baykuşsun ki nereye konsan viran edersin. Bir gece zalimin odun ambarı yandı; kıvılcım, konağına sıçradı; neyi var neyi yok kül oldu; zalim yumuşak döşekten kızgın külün üstüne düştü; ağlayıp dövünüyordu: Bilmiyorum, bu ateş benim konağıma nereden sıçradı?.. Bilge yanıtladı: Fakirlerin gönüllerinde yaktığın ateşin dumanından... Şeyh Sadi diyor ki: Yoksulun bir ahı, cihanı altüst eder. Padişah korkunç bir illete yakalanmıştı, devasını bulamadılar, Yunan hekimlerinden biri dedi ki: Bu illetin bir küçük çocuğun ödünü yemekten gayrı ilacı yoktur. Padişah buyurdu, bir çocukbuldular anasını babasını huzura, çıkardılar; sultan para, altın, mücevher vererek onları razı etti; sonra çocuğun idamı için kadıdan fetva çıkarttı. Cellat kılıcını bilerken çocuk gülüyordu; sultan etkilenip nedenini sorunca dedi ki: Çocukların nazı anasına babasına geçer, benimkiler beni Azrail e teslim ettiler; davası olan, kadıya gider, kadı benim için ölüm fetvası çıkardı; padişahlar adalet dağıtırlar, siz sağlığınızı benim ölümümde görüyorsunuz; göğe baktım, Allah ın beni bağışlayacağını anlayınca güldüm. Padişah çocuğu bağışladı. Şeyh Sadi diyor ki: Padişah bir yoksuldan bir yumurta alırsa, padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirirler. 6 Aralık 1998 Pazar tarihli yazısı T ürkiyemizi tehdit eden fa şizmden söz ederken önce likle birtakım benzerlikle re atıfta bulunmaktan ka çınmak ve olayın tekilliği ni iyi saptamak gerekiyor. Tayyip Erdoğan ı Hitler e benzetmek, olsa olsa bir retorik yakıştırma olabilir. Çünkü günümüz Türkiyesi ile 1930 lar Almanyası nın hiçbir benzerliği bu lunmadığı gibi, Tayyip ve hempaları ile Hitler ve Nazi ileri gelenleri arasında da bir benzerlik yoktur. Başka türlü söylersem: Tarih elbette tekerrür eder; nitekim iki büyük savaş arası dö nemde Avrupa da yükselen faşizm bugün Türkiyemizi tehdit ediyor. Ama tarihi oluşturan olaylar tekerrür etmez; onlar kendi dönemlerinin özgül koşullarında ortaya çıkan tekil olu şumlardır. AKP faşizminin benzersizliği, ken dini İslam aracılığıyla dayatmasın da ortaya çıkıyor. Ve tehlikenin bü yüklüğü de burada. Cumhuriyet kurulduğundan beri, bu ülkede, dini inançlardan destek alma ya çalışan siyasetçiler hep var oldu. Bunlar önce çok partili demokrasi ye geçiş uğruna hoş görüldüler. DP ve AP, seçmenin dini bütün kesimini ve onun hoşuna gidecek dini söylemi ih mal etmeyen siyasetleriyle bu dönemin partileridir. Ardından Necmettin Er bakan ın İslamcılığı gündeme geldi. Hazret, Cumhuriyeti kuran CHP nin yeni ve karizmatik lide ri Karaoğlan tarafından hükümete ortak edildiği için fazla tehlikeli gö rülmedi; esasen mitomanlığı ve ne olduğu anlaşılmayan milli görüş saf satasıyla ciddiye de alınmıyordu. Kal dı ki, 27 Mayıs devriminin ardından, Cumhuriyet yandaşlarının, Marksist olduğunu söyleyen bir kısım solcu lar da dahil olmak üzere, oldukça büyük bir kesiminde, Cumhuriye tin nasıl olsa ordu gibi bir bekçisi var fikri, bir rahatlatıcı güvence olarak yerleşmişti. Ve 12 Mart ile 12 Eylül askeri müdahale ve darbelerinin gösterdiği gibi, Erbakan ın kurduğu si yasi partiler, Anayasa Mahkemesi eliyle kolayca siyaset sahnesinden dışlanabiliyordu. Cumhuriyetin güvencesi asker inancının ülkeyi nasıl bir badireye sü rüklediğini görmek için AKP nin Tür kiye ye egemen olması gerekiyormuş! Cumhuriyet ve psödoliberaller Türkiye ye sağduyularından sal gıladıkları hukuk felsefeleriyle ! rejim, şekil ve sınır biçmeye çalışan psödo liberallerimiz, zaten hanidir guguk a dönmüş olan hukuk sistemimizi sos yal realite ve tarihi veriler doğ rultusunda reforma tabi tutmak için kendilerini paralıyorlar. Bu doğ rultuda fetvalar veren bir hukukçu Prof , bir söyleşisinde, hukuk felse fesinin, hukuk düzeni kurulurken meşruiyet temeli oluşturacak ana il kelerle bağ kurma operasyonu şek lindeki bir tanımını veriyordu. O za man, bu tanımdan yola çıkarak man da lığa hukuki giysi biçmeye çalı şanlara birkaç şey söylemek farzdır: 1. Adına Türkiye Cumhuriyeti de nilen hukuk düzeni kurulurken hangi ana ilkelerin meşruiyet te meli kabul edildiği gözden kaçırıl mamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti de sosyal realiteden ve tarihin ve rilerinden hareket edilerek kurul muştur. Yeryüzündeki bütün hukuki siyasi düzenlerde olduğu gibi... 2. Ama hukuk düzenini kuran sos yal realite ve tarihi veriler ile hu kuk devletinin hukuka uygun işleyi şinde dikkate alınması gereken sos yal realite ve tarihi veriler aynı kefeye konamaz. Çünkü önce, sosyal realite değişken bir şeydir; sonra da tarihin verileri denilen şey, gün celliğin hayhuyu içinde, birtakım so yutlamalar marifetiyle somut siyasi amaçlara ölçü kılınmaya tıpkı bugün Türkiye de yapıldığı gibi pek elve rişlidir. Bu da hukuku ve hukuk fel sefesi ni karakuşileştiren şeydir. 3. Sosyal realitenin değişkenliği, bu sosyal realitenin, hukuk düzeninin kuruluş constitution aşamasında meşruiyete temel olacak ana ilke lerden biri olarak düşünülmesindeki yerindeliği ortadan kaldırmaz. Buna koşut olarak, kurulan düzeninin belir leyici vasfının yani hukuk düzeni olma vasfının sürdürülebilmesi için de bu değişkenliğin tarihi süreç içinde si yaset tarafından dürüstçe izlenip günün koşullarına uyarlanması gerekir. Ya sama faaliyeti diye adlandırılan şey de budur. Ve hukuk ancak o zaman in sandaki adalet duygusunu tatmin ede bilir. 4. Ama tarihin verileri ve sos yal realite diye tanımlanan olgular, tarihi süreç içinde, tarihi veriler ola rak sosyal realitenin geçirdiği somut değişimlerin keyfi yorumlarına ge rekçe yapılırsa tıpkı bugün Türkiye de yapıldığı gibi ortada ne hukuk ne de hukuk felsefesi kalır. Bu tür yorum lardan yola çıkan hukuk felsefesi ya da hukuk sosyolojisi fetvaları, pes tenkerani lafazanlıklar olmaktan öte ye gitmez. 5. Bir ülkeyi yönetenlerin sosyal realite nin değişkenliğine ilgisiz kal malarını, bu değişkenliği günün ko şullarına uygun reformlara tabi tuta mamalarını ya da tutmamalarını eleş tirmek yerinde bir tavırdır. Ama ku ruluş aşamasındaki tarihi verileri bugünün verileriyle değerlendirerek, yani çarpıtarak, kurucuyu constituant sosyal realiteyi göz ardı etmiş olmak la suçlamak ve hukuk düzenindeki Ne Yapmalı? I Turhan ILGAZ mevcut çarpıklıkların ne deninin, kurucunun kuru luş aşamasındaki sosyal realite ve tarihi verileri bugünün perspektif ve ger çekleri açısından göreme mesinden kaynaklandığını ileri sürmek düpedüz mu galatadır. Siyasi şablon çoktan değişti İslamcılar ufak ufak ve çok ustaca ilerlediler. Du ruma göre geri çekilmesi ni, uygun fırsatı kollama sını bildiler. 1973 te, Ec evit in, tarihi hata ve cizesiyle basit bir yanlış anlama gibi göstermeye çalıştığı laikdinci zıtlaş masını güya ortadan kal dırmak üzere meşruiyet kazandırdığı ve CHPMSP koalisyonu ile demokratik Cumhuriyete nüfuz eden dinci partinin ilk icraatı, Karaköy deki Güzel İs tanbul heykelini müs tehcen gerekçesiyle kal dırtmak olmuştu. Ondan beri, almadığı taviz kal madı ve bugün ülke kade rine el koymuş durumda. Rahmetli Ecevit, ayakları suya erdiğinde, Laiklik Türkiye nin Aşil topu ğudur diye çok doğru bir laf etmişti. Ne var ki iş işten geçmişti. AKP, bi dayetten beri dinci söy lem ve eyleme verilen ufak tavizlerin sonucu dur. Çünkü sahayı o ufak tavizler hazırladı. Bu gelişmelerin sonu cu yalnızca AKP nin yük selişi değil, Türkiye deki siyasi sağ ve solun da eri yişi oldu. Ve bunun asıl suçluları, içlerinden bazı ları belki de nasılsa ordu Cumhuriyeti korur re haveti içinde olan sözüm ona laik siyaset bezir g nlarıdır. Adnan Menderes, par ti grubuna, Siz isterseniz hilafeti bile geri getire bilirsiniz derken; Süley man Demirel, cuma na mazlarını siyasi şova dön üştürürken; Kenan Evren ve karga kılavuzları, Türkİslam sentezi zır vasını eğitim sistemine ya marken; Turgut Özal, kö şe dönmeciliği her türlü etik kaygıya ikame eder ken; Bayan Şaibe laka bıyla maruf Tansu Çil ler, aklını fersah fersah aşan siyasi ihtirasıyla irti canın başını Başbakanlığa taşırken Ecevit in bu yol daki büyük katkısını yu karda belirttiğim için tek rarlamıyorum , dinci si yasetin iktidarına giden yolun taşlarını döşüyor lardı. Önceki gün yitirdiğimiz Turhan Ilgaz ın gazetemizdeki son yazısı... mumtazsoysal@gmail.com AÇI MÜMTAZ SOYSAL Öncelik CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 6 EK M 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İKTİDARIN, daha doğrusu Başbakan ın ortaya koyduğu strateji karşısında ana muhalefetin, daha doğrusu CHP liderinin tutumunu anlamak kolay değil. Başbakan genel seçime kadarki sürede halkoylamasıyla ortaya çıkan yeni anayasa hükümlerinin uygulama yasalarını çıkarmak istiyor ve bütün vaktini buna vereceğini söylüyor. CHP lideri ise anayasa tartışmasına hemen yeniden başlanmasını ve seçime kadarki zamanın böyle tüketilmesini ister gibi bir tutum içinde. Muhalefetin bu tavrına karşı Başbakan ın hiç de akılsızca olmayan bir yanıtı var. Diyor ki: Tamam sizin dediğinizi de yapmaya başlayalım, temsilcilerinizi ve uzmanlarınızı belirleyin. Bir araya gelsinler ve gerekli anayasa değişiklikleri için çalışmaları başlatsınlar. Ama genel seçimden önce kesinlikle bir anayasa değişikliğine gitmekten yana değiliz . Böyle bir tablo karşısında Başbakan a hak vermemek çok zor. Halkın büyük çoğunluğunun da böyle düşüneceğini tahmin etmek çok kolay. Ana muhalefet niçin böyle bir taktiği benimsemiş olabilir? Olsa olsa zaman kazanmak ve arada anayasa tartışmalarıyla iktidarı biraz daha yıpratmak ve sanki halkoylamasında yarım kalmış, iyi anlatılamamış, gerçekleştirilememiş bir iş varmış da o tamamlanacakmış gibi bir çalışkanlık gösterisi. Bunun Başbakan ın ekmeğine yağ sürdüğü kesin. Nitekim o, çalışm
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle