16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
A dalet ve Kal kınma Partisi AKP , 2002 yılında ikti dara geldi ğinden beri, Türkiye, Or tadoğu politikasında Tah ran gibi rejimlere sıcak ba kıyor. Parti, Ortadoğu da kilit ülke olmanın hayalini kurduğunu söylüyor. AKP, öte yandan da Batı nın, İran ın nükleer programına karşı yaptırımlarını des teklemeyi reddediyor ve bu yaptırımları eleştiriyor. Peki Ankara nın İran poli tikası, Türkiye nin ve de AKP nin Türkiye yi böl gesel güç yapma politika sının yararına mı? İlk bakışta, AKP nin Türkiye yi bölgesel bir güç yapma iddiasında olan dış politika stratejisi Türkiye için olumlu bir gelişme olarak görünüyor. Fakat Türkiye İran ın nükleer si lahlanmasına katkıda bu lunursa bölgesel bir güç olamaz. Tam tersine, İran nükleer silahlanmaya de vam ederse, Türkiye nin bölgesel güç olma hayalleri suya düşer ve İran bölgeye egemen olur. Bir başka de yişle, AKP nin İran politi kasıyla dış politika retoriği arasında çok ciddi bir çe lişki var. O zaman AKP nin dış politikası için iki varsa yımda bulunabiliriz. Birin cisi, AKP, Türkiye nin İran ve Batı arasında arabulu culuğa soyunarak bölge sel bir güç olacağını düşü necek kadar naif. Fakat 2002 yılından beri iktidar da olan, 4 seçim kazanmış ve Irak savaşından bu yana ABD ile hassas bir dengeyi sürdürmek gibi birçok zor dış politika konusunda ba şarılı olmuş olan AKP yi saf olarak nitelendirmek doğru olmaz. İkinci varsa yımsa dile getirilen İran politikasının, gerçekte takip edilen İran politikasından farklı olması. Belki de An kara, İran ın nükleer bir güç olmasını gerçekte önemsemiyor. Ankara nın İran politi kasının görünür açıklama sı, Türkiye ve İran arasın da yüzyıllardır süren eşit güç dengesini sürdürebil mek. AKP, 1639 da Os manlılar ve Safeviler ara sında imzalanan Kasrı Şi rin Antlaşması ndan bu ya na İran la Türkiye nin sa vaşmadığını öne sürerek, İran ın nükleer politikasına karşı çıkmayı reddediyor. Bu yaklaşım ilk başta mantıklı. Türkiye ve İran arasındaki güç dengesi böl ge için istikrar sağlayıcı olabilir. Fakat aynı mantı ğı takip edersek, Osman lılar ve Safeviler 1473 Ot lukbeli Savaşı ndan itibaren 1639 Kasrı Şirin Antlaş ması na kadar 166 yıl ara lıksız savaştılar. İki yüzyıllık savaştan sonra, ekonomik ve askeri açıdan tükenmiş halde da ha fazla savaşmanın karşı lıklı olarak yok edici ola cağını düşünerek savaşa son verdiler. Yani, Türk İran barışı, bir satranç teri mi kullanacak olurasak, si yasi pat üzerine inşa edilmiş durumda. AKP, İran politikasıyla işte bu pat dengesini korumaya çalıştığını söylüyor. Fakat parti, aslında İran ın nük leer projesine gizli destek vererek bu tarihi denkliği de sonlandırma riskini öne çıkartıyor. Eğer İran nük leer silahlanmaya giderse bölgeye h kim olur ve 1639 dan bu yana hiç sahip olamadığı Türkiye ye kafa tutma gücüne sahip olur. Türkiyeİran pat ı sona erer. Her ne kadar AKP, ta rihi güç dengesini koru maya çalıştığını söylese de partinin politikaları aslında iki ülke arasındaki 371 yıl lık güç dengesini İran ın le hine bozacak. CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 10 EK M 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET HAYIR OKTAY AKBAL Biraz Dinlenmek mi? Bir hafta geçti. Topu topu yedi gün! Birkaç gün dinleneyim, dedim. Hemen her yaz İlhan Selçuk la birlikte olduğumuz, Akyaka nın ünlü Yücelen Oteli nde kaldım. Düşler, hayaller, anılar bırakmadı. Ekim güneşinde denizde yüzenlerin içinde İlhan ı aradım. O küçük selvinin gölgesinde yatan İlhan ı görür gibi oldum. Dinlenmek mi, yoksa capcanlı bir düş de yaşayamamak mı? Yazmak benim işim. Vazgeçemediğim bir tutku! Varlık nedenim! On beş yaşından bu yana dergiler, kitaplar, gazetelerle içli dışlı olmak, kişiye başka bir nitelik veriyor. Ama direndim, birkaç gün elime gazete almadım, aldımsa da şöyle göz gezdirdim. Bir ara kendimi 1919 larda genç bir gazeteci saydım. İşgal altındaki bir yurtta saydım kendimi. Yok 2010 yılındaydık. Ama gazete başlıkları, bazı yazılar, bazı konuşmalar, TV lerde sergilenen haritalar, iktidar sahibi kişilerin sözleri, tutumları... Beni seksen doksan yıl önceki günlere sürüklüyordu ister istemez!.. Bir başbakan yardımcısı, hem de Atatürk Cumhuriyetine bağlılığına ant içmiş biri, Saidi Nursi nin bir cumhuriyetçi olduğunu söylüyor ve diyordu ki; Nursi planlı olarak yok edilmeye çalışılan vicdanın sesidir . Bir eski milli eğitim bakanı, şimdi de başbakan yardımcısı daha ileri gidiyor: Bediüzzaman gibiler hapishanelere, zindanlara atılsalar, zehirlenseler, işkence görseler bile her zaman gömülen bir hazine gibi değerlerini korurlar. Şimdi ona eziyet edenler tarihin çöplüğüne gömülmüştür. Kimdir çöplüğe gömülen, ya da gömülmeye uygun görülen? Mustafa Kemal mi? Kim? Açık konuş arkadaş!.. Nurcu Sait mi, Türkiye nin, Türklüğün kurtarıcısı Mustafa Kemal mi? Bir anayasa Prof u da kalkmış, Üniversitelerde inkılap tarihi dersleri okunmasın buyurmuş. Başbakan Tayyip Bey dört gözle bekliyor. CHP liderinin de başörtülü kızlardan yana bir tavır alıp, laiklik ilkesini yok saymasını!.. Öyle demişti o kişi de laikliğe karşı bir tavır yok gibi bir şeyler? Birkaç yıl önce Anayasa Mahkemesi, laikliğe karşıt davranışlarından ötürü AKP hükümetine ceza vermemiş miydi? Bir iki oy daha olsa parti kapatılacaktı! Ama bir ders olmadı bu uyarı, AKP eski yolunda yürümesini sürdürdü. Şimdi de yanına CHP yi alarak laiklik karşıtlığında yardımcı arıyor! CHP liderinin laiklik tehlikede değil sözüne de dört elle sarılıyor! Bir hafta dinleneyim dedim! Ülke tam bir karışıklığa giderken dinlenmek mi? PENCERE Çankaya ve Osmanlı... Ertuğrul Özkök ün köşesinde okudum; Viyana gezisinde Cumhurbaşkanı Demirel: Atatürk benim için kişi değil bir kavramdır demiş, Atatürk kavramını zedelemeden geçmişle barışmak lazım. Osmanlı sadece hanedan değil. Vahdettin dışında 36 sultan var. Bunlar kahramandır. Hanedan Kanuni Süleyman la bitmiyor. Üçüncü Mehmet de Viyana kapısına dayanmış. Sultan Vahdettin e kızıp bütün geçmişe kızmak olmaz. Hürriyet, 20 Kasım 1998 Özkök ün haber başlığı: Ata yı incitmeden Osmanlı ile barış 5 Kasım 1998 günü bu köşede Osmanlı ve Cumhuriyet başlığıyla yayımlanan yazım şöyle başlıyor: Sordu: Bir toplum, bir ulus, bir halk geçmişinden kopuk yaşayabilir mi?.. Anlamadım. Atatürk Cumhuriyeti diyorsunuz, 600 yıllık Osmanlı yı siliyorsunuz, olur mu?.. Olmaz. Yüzüme şaşkınlıkla baktı: Ben seni, başka türlü düşünüyorsun diye bilirdim. Yanlışın var. Nedir yanlışım?.. Osmanlı tarihine Cumhuriyet ten sonra sahip çıkılmaya başlandı; 1923 öncesinde bu yoldaki çabalar yok denecek kadar az; belki de sıfıra sıfır, elde var sıfır. Demirel in okulda çalışkan bir öğrenci olduğu biliniyor; tarih dersinde de iyi imiş... Cumhurbaşkanı belleğini tazelerse anımsayabilir, okul tarih kitapları padişahların övgüleriyle dolup taşar; Osmanlı fetihlerini yere göğe koyamayız; ilkokul, ortaokul, lisede okuyan çocuklarımız şanlı geçmişimiz le koşullanarak diplomalarını alırlar. Peki, gerçek böyleyken geçmişimizle barışmak ne anlama geliyor?.. Kimileri bu deyişi belli bir politika yolunda özellikle kullanıyorlar; İslamcı kesimlerin işi gücü Vahdettin in vatan haini değil, kahraman olduğu propagandasını yapmaktır, amaçları da belli değil mi!.. Geçmişimizle barışmak bunların sloganıdır. Oysa bir halk, bir ulus, bir yurttaş tarihine ne küsebilir, ne de tarihiyle barışabilir!.. Çünkü tarih çağdaş dünyada bilimsel yöntemlerle saptanıyor; bu alanda ne palavraya yer var, ne de duyguya... Yukarda sözünü ettiğim Osmanlı ve Cumhuriyet başlıklı yazımdan alıntılar yapmak istiyorum: Bir insanın tarihine sahip çıkabilmesi için bilinçlenmesi ilk koşuldur. Matbaa Osmanlı ya 250 yıllık gecikmeyle girdi. Yazı devrimi 1928 de gerçekleştiği zaman kitaplığımızda 25 bin kitap vardı; bunların da çoğu ıvır zıvırdan oluşur. Osmanlı da üniversite yoktu. Üniversitesiz toplum beyinsiz insan gibidir; ne tarihini bilir, ne geleceğini düşünebilir. Osmanlı okullarında doğru dürüst tarih kitabı da yoktu; geçmişe söylencelerle yönelirdik. Osmanlı tarihine yönelik ciddi çalışmalar cumhuriyetten sonradır. Yalnız Osmanlı ya değil, Anadolu da boy atmış bütün uygarlıklara cumhuriyet devriminden sonra bilimsel yöntemlerle sahip çıkılıyor. Sayın Demirel cumhurbaşkanıdır; tarih bilinci tüm ülke için önemlidir. Çankaya nın geçmişe bilimsel yöntemle eğilmesi, Ata yı incitmez, Atatürk kavramını zedelemez. Mustafa Kemal Yaşamda gerçek yol gösterici bilimdir dememiş miydi!.. 22 Kasım 1998 tarihli yazısı T oplumsal tarihe ma teryalist görüş açısın dan yaklaşan herkes şöylesi bir sonuçla yüz yüze gelir: İster eko nomik, politik, ekinsel olsun, ta rihsel öneme sahip tüm toplumsal olguların kökeninde yatan ana neden ancak sınıf savaşımları gerçeği ile açıklanabilir. Yine buna koşut olarak, olguların yön lendirilmesinde sınıfların rolü denli önderlerin de büyük payı bu lunduğu unutulmamalıdır. Bir başka anlatımla önder, adına dav randığı sınıfın tek kişide yoğun laşmış bir biçimi olarak da be timlenebilir. Tarihte nice olgular vardır ki, önderin istenciyle yürüyüp git miştir. Örneğin Spartaküs, Atti la, İskender, Fatih, Lenin, Mus tafa Kemal, Mao, Fidel Castro bu konuda usa ilk gelenlerdir. Bunlara toplumsal ilerlemenin öncüleri de diyebiliriz. Kimi ön derler de tarihin akışını tersine çe virmiştir. Çevirmekle de kalma mış içinde yaşadığı toplumu ka ranlığa süreklemiş ve hatta tüm dünyaya cehennem azabı yaşat mıştır. İtalya da Benito Musso lini, Almanya da Adolf Hitler bu na en canlı örneklerdir. Tarihsel sürecin kimi evrele rinde sınıfların öndersiz kaldığı, bu alanda da bir kısırlık yaşandı ğı olmuştur. Bizde 80 sonrası hem sağda, özellikle hem de solda si yasal önderlik konusunda ortaya çıkan boşlukla birlikte toplumsal, ekonomik, politik alanlarda da uzun süreli bir bunalım yaşan mıştır. Böylesi bir ara dönem or tamının tozu dumanı içinde ön celeri Özal ın başını çektiği ANAP, giderek de AKP ve onun genel başkanı Recep Tayyip Er doğan tarih sahnesine çıkmıştır. Tıpkı Avrupa da I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında çıkan ekonomik bunalım sonucunda İtalya da faşizmin, Almanya da Nazizmin ortaya çıkışı gibi... Bu kısa ve genel açıklamadan sonra gelelim yazımızın asıl ko nusu olan soldaki öndersizlik so runsalına. Türkiye de 12 Eylül fa şizminden en büyük yara alan kuşkusuz sol kesim olmuştur. 80 öncesi Türk solunun en güçlü ve örgütlü legal partilerinden biri olan Türkiye İşçi Partisi TİP , 12 Eylül de kapatılıp genel başkanı Behice Boran yurtdışına çıkmak zorunda kalınca yurtiçinde ya rattığı boşluk tüm zorlamalara karşın bugün bile doldurulama mıştır. Boran sürgünde yaşamını yitirince bu boşluğun daha da de rinleştiği görülmüştür. Behice Boran ın ölümünün üze rinden 23 yıl geçmesine karşın solda ortaya çıkan bu boşluğun neden doldurulamadığı sorgulan malıdır elbet. Bunu yaparken ki mi gerçekler de yüreklice vurgu lanmalıdır. Çünkü siyasal önder ler öyle fırından ekmek çıkar gi bi çıkmıyor. Acılar, çileler, ayrılıklarla do lu bir savaşım koşullarının sına vından adım adım geçerek, tıpkı bir dağcının tırmanışı gibi gelip doruğa yerleşiliyor. Bürokrat ata ması gibi gelenler ise uzun ömür lü olmak şöyle dursun, kısa za manda tarih sahnesinden silinip gidiyorlar. Sonrasında da ne adları kalıyor uslarda ne de anımsanacak ürün ve etkinlikleri... Sınıf savaşı Türkiye işçi sınıfının başöğ retmeni, legal sosyalist savaşımın önderi Behice Boran yaşasaydı bugün 100 yaşında olacaktı. Ve belleklerde h l bütün canlılığı ile dipdiri duruyorsa, bunun nedeni ni siyasal tutumundaki kararlılığı denli, bu uğurda verdiği sınıf sa vaşımının derinliklerinde aramak gerekir öncelikle. 1942 de girdi ği Türkiye Komünist Partisi saf larından başlayıp 1962 sonların da TİP e katılmasıyla süren poli tik süreçte neler yaşamadı ki... İş kenceler, cezaevleri, sürgünler onu yıldırmak şöyle dursun, örs ile çekiç arasında dövüle dövüle çe likleşmesinin birer gereçlerini oluşturdu sadece. Bir siyasetçi olmanın yanı sıra bir bilim insanı ve barışsever olan Boran, 1939 yılında DTCF sosyoloji doçenti olarak atandı ğında aynı fakültede öğretim üye si olan Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav gibi artık bir kür sü sahibiydi. Ama çok sürmeye cek, siyasal nedenlerle bu kürsü den de ayrılacaktı. Türkiye nin Kore ye asker göndermesine kar şı çıkacak, bu konuda bildiriler da ğıtarak halkı aydınlatmaya çalı şacak ve bir barışsever olarak bunun bedelini 1951 de ilk tu tuklanmasıyla ödeyecekti. O yüzünü salt Türkiye ye de dönmemiş, Selam Türkiye nin ve dünyanın aydınlık geleceği ne söylemiyle politik yaklaşı mına evrensel bir boyut getir mişti. Şili de 1970 yılında serbest se çimlerle iktidara gelen ilk Mark sist devlet başkan Salvador Al lende nin 11 Eylül l973 günü fa şist general Pinochet tarafından bir darbeyle devrilip öldürülme sinden büyük acı duydu. Partisi nin düzenlemiş olduğu Şili Hal kıyla Dayanışma gecelerinde yaptığı konuşmalarda bu acısını dile getirmekle yetinmeyip, fa şizmin çizmeleri altında ezilen Şi li halkına sahip çıkmıştı. Bu tutumu onun dünya dev rimlerine nasıl baktığının da bir göstergesiydi. Çünkü Behice Bo ran, bilimsel sosyalist iktidar sa vaşımında her türlü legal olanak ların sonuna değin kullanılması ve zorlanmasından yanaydı. Burju vazinin, Anayasayı bir kere delsek ne olur örneğinde oldu ğu gibi, koyduğu yasa ve yasak lara çoğu kez kendisinin bile uy madığı gerçeğini çok öncelerden görüp, sosyalistlerin de bu ya sakları delerek legal örgütlenme konusunda bir çıkış yolu aran masını sürekli gündemde tuttu. 12 Mart askersel karışmasıyla genel başkanı olduğu TİP kapa tılmış ve kendisi de 15 yıl hapse mahkum olmuştu. 1974 te aftan yararlanıp cezaevinden çıkınca hemen kolları sıvadı ve kendinin de doğum günü olan 1 Mayıs 1910 1 Mayıs 1975 te ikinci TİP i kurdu ve ölene değin bu par tinin genel başkanı olarak yaşadı. 1970 li yıllarda Türkiye de bi limsel sosyalist devinme çok par çalıydı. Gerek legal, gerekse ille gal alanda birden fazla parti ayrı kulvarlardan ama aynı amaçlar için savaşım vermekteydi. Bu kitlelerde güvensizliğe, sosyalist savaşımda zayıflığa neden olu yordu. 1980 den sonra yurtdışındaki zorunlu sürgün yıllarında bu so runun çözümüne ilişkin çalışma lara da önderlik etti. Artık tek kul vardan yürümenin zamanı gel mişti, belki geçiyordu bile... Aslında bu süreç TİP içinde da ha 1979 yılında başlamış, Tek Parti Tek Cephe kararlarıyla bu istem kendini açığa vurmuştu. 12 Eylül 1980 Askersel Devirmesi olmasaydı, en azından TİP ile TKP nin birleşmesi daha o yıl larda gerçekleşme şansı bulacak tı. Avrupa daki sürgün günlerinde çalışmalarını bu konu üzerine yo ğunlaştırdı. 1987 yılında Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Komünist Partisi nin birleşerek Türkiye Bir leşik Komünist Partisi nin oluş masında son görevini de tamam lamış oldu. Bu oluşumu Brük sel de yaptığı bir basın toplantı sında açıklamaya giderken son de rece hastaydı. Nitekim bu top lantıdan üç gün sonra, 10 Ekim 1987 yılında yaşama gözlerini yumdu. Dava arkadaşları onu unutma dılar. Her yıl düzenledikleri an ma toplantılarıyla onun siyasal ge leneğini yaşatmayı sürdürdüler. Bu yıl Behice Boran ın doğumu nun 100. yılı olması nedeniyle en yakın dava arkadaşı Nihat Sar gın ın ne yazık ki Sargın da bu gün ölüm döşeğinde yaşam sava şı veriyor evinde bir araya gele rek, 2010 yılını Behice Boran Yılı yılı olarak kararlaştırıp son radan düzenledikleri bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyur dular. Bu bağlamda hazırladıkları iz lencesi doğrultusunda yıl boyu sü recek çeşitli etkinlikler düzenle mekteler. Bunların başında da Boran ı tüm yönleriyle anlatan üç ciltlik bir kitabın TÜSTAV Ya yınları arasında yakında okurlar la buluşacağı beklentisi var. Ölümünün 23 Yılında Behice Boran Sönmez TARGAN O yüzünü salt Türkiye ye de dönmemiş, Selam Türkiye nin ve dünyanın aydınlık geleceğine söylemiyle politik yaklaşımına evrensel bir boyut getirmişti. AKP nin İran Politikası Türkiye ninYararınamı? Soner ÇAĞAPTAY A dalet ve Kal kınma Partisi AKP , 2002 yılında ikti dara geldi ğinden beri, Türkiye, Or tadoğu politikasında Tah ran gibi rejimlere sıcak ba kıyor. Parti, Ortadoğu da kilit ülke olmanın hayalini kurduğunu söylüyor. AKP, öte yandan da Batı nın, İran ın nükleer programına karşı yaptırımlarını des teklemeyi reddediyor ve bu yaptırımları eleştiriyor. Peki Ankara nın İran poli tikası, Türkiye nin ve de AKP nin Türkiye yi böl gesel güç yapma politika sının yararına mı? İlk bakışta, AKP nin Türkiye yi bölgesel bir güç yapma iddiasında olan dış politika stratejisi Türkiye için olumlu bir gelişme olarak görünüyor. Fakat Türkiye İran ın nükleer si lahlanmasına katkıda bu lunursa bölgesel bir güç olamaz. Tam tersine, İran nükleer silahlanmaya de vam ederse, Türkiye nin bölgesel güç olma hayalleri suya düşer ve İran bölgeye egemen olur. Bir başka de yişle, AKP nin İran politi kasıyla dış politika retoriği arasında çok ciddi bir çe lişki var. O zaman AKP nin dış politikası için iki varsa yımda bulunabiliriz. Birin cisi, AKP, Türkiye nin İran ve Batı arasında arabulu culuğa soyunarak bölge sel bir güç olacağını düşü necek kadar naif. Fakat 2002 yılından beri iktidar da olan, 4 seçim kazanmış ve Irak savaşından bu yana ABD ile hassas bir dengeyi sürdürmek gibi birçok zor dış politika konusunda ba şarılı olmuş olan AKP yi saf olarak nitelendirmek doğru olmaz. İkinci varsa yımsa dile getirilen İran politikasının, gerçekte takip edilen İran politikasından farklı olması. Belki de An kara, İran ın nükleer bir güç olmasını gerçekte önemsemiyor. Ankara nın İran politi kasının görünür açıklama sı, Türkiye ve İran arasın da yüzyıllardır süren eşit güç dengesini sürdürebil mek. AKP, 1639 da Os manlılar ve Safeviler ara sında imzalanan Kasrı Şi rin Antlaşması ndan bu ya na İran la Türkiye n
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle