18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 4 OCAK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Ekonomide ‘Suskunluk’ Bilimde ‘Sansür’ Yılı Bir değerlendirmesi yapıldığında görülüyor ki geride kalan 2009 yılının en önemli özelliği ülkemizde ekonomi konularının yeterince tartışılmamasıdır. Ekonomi, toplam mal ve hizmet üretimi bakımından, 2009’da eksi yüzde 6.5 ile istatistiklere geçen en derin küçülmesini yaşıyor. İşsizlik oranı, istatistiklere sığmıyor; rekorlar kırıyor. En ağır yıkımların yaşandığı böyle bir yılda üstelik bir yerel seçim geçiriliyor. Ancak ekonomi konuşulmuyor. Ekonomi, siyasetin gündeminden çıkmış bulunuyor. Politika ile ekonomi arasındaki ilişki 2009’da tümüyle kesiliyor; bunların birliği sona erdirilmek isteniyor. Ekonomi politiğin, “politik” ayağının tamamıyla bir tarafa bırakılması yeni bir özlem ve uygulama değil. Kendilerini ekonomik liberal yani sermaye yanlısı olarak tanımlayanların bu görüşü yıllardır, gerek düşünce düzleminde gerekse uygulamada hep vardır. Ancak ağır ekonomik bunalım ortamında gelişmiş ülkelerin en aşırı liberalleri tıpkı 1929 Büyük Bunalımı sırasında yaptıkları gibi, siyaseti, daha etkin iş görmesi, ekonomiyi düzlüğe çıkarması için göreve çağırıyor. Oralarda hükümet harcamalarının bunalımdan çıkış için arttırılmasını sağlamak amacıyla kamuoyu, basın-yayınıyla, bilim dünyasıyla ve sendikalarıyla ayağa kalkıyor; siyaseti gerçek görevini yapmaya zorluyor ve bunu başarıyor! Demokrasinin işlediği o ülkelerde, üretim düşüşleri ve işsizlik bizdekine göre çok daha hafif atlatılıyor. Bizde ise başta hükümet olmak üzere siyaset, ekonomi konusunda tam bir duyarsızlık içindedir. Kuşkusuz bu durum hükümetin işine geliyor. Peki, muhalefet? Onlar da “işçinin varlığını” özelleştirme kurbanı işçilerin Ankara’ya gelmelerinden sonra keşfediyor! Tekel işçileri Ankara’ya gelmese muhalefet de işçi görmeyecek! Çiftçi ve esnaf zaten gündemden düşmüş! Hükümet, hiç çekinmeden, emeğiyle geçinenlerin değil, açıkça sermayenin yanında yer alıyor; “yapma” diyeni yok; kendisine bu konuda muhalefet edilmeyeceğini biliyor. Bunun somut kanıtları, 2009’un sonunda iki olayla yaşandı. Biri asgari ücret; 2010’da geçerli olacak asgari ücreti, sermaye ve hükümet el ele vererek saptadı; işçi kesimi ortalıkta yok; sürece sendikalar katılmadı; ancak “Ne oluyor” diye soran da yok! Bu konu basında “asgari ücrete 41 simit alacak kadar zam yapıldı” biçiminde küçük bir haber konusu olabiliyor; o kadar! Ne diyelim; hepsine “41 kere maşallah”! Oysa asgari ücret, emekçi gelirlerinin en önemli göstergesidir. İkincisi vergiler. Hükümet, yoksul-varsıl ayrımı yapılmadan alındığı için en haksız vergi türü sayılan dolaylı vergileri ağırlaştırdıkça ağırlaştırıyor. Ulaştırma, haberleşme ve enerji gibi temel kullanım ürünlerine zam üstüne zam yapılıyor. Kimi yabancı maliye ders kitaplarında, tarihte en acımasız ya da zalim vergi koyucu hükümdarları anlatmak için bizim Timurlenk örnek gösterilir. Hükümet, Timur’u aratıyor! Açıktır ki 2009 tarihe en ağır olumsuzlukların yaşanmasına karşın “ekonomik suskunluk” özelliğiyle geçecektir. Aslında 2009’un kesinlikle değinilmesi gereken çok önemli bir “susturma” özelliği var. 2009, C. Darwin’in doğumunun 200., Türlerin Kökeni yapıtının yayımının da 150. yılıydı. Tüm dünyada 2009 Darwin Yılı olarak kutlandı; evrimci kuram yeniden yorumlandı. Türkiye hariç. Türkiye, Darwin’i sansür etti. Ülkenin, en üst ve üstelik kamuya ait olan bilimsel araştırma kurumu TÜBİTAK, kendisinin yayımladığı Bilim ve Teknik dergisinde çıkacak olan Darwin konulu bir bilimsel yazıyı, sansür etti; yayımlatmadı. Kuşkusuz TÜBİTAK’ın bilimi sansür etmesi, buzulun görünen kısmıdır; sansürleme yükseköğretime ve genel olarak eğitime çok daha derinlemesine yansıyor. Daha da ilginci, “2009’da neler oldu?” konulu yazılı ve görsel yorumlarda bu korkunç sansürleme olayının adı bile geçmedi. Ne dersiniz? Bilimi sansürlemek ile ekonomik suskunluk arasında “uzun dönemde” bir nedensellik bağı olabilir mi? [email protected] Obama’nın “yeni” dış politikasının bir sonuç üretmediğine ilişkin tartışmalar yoğunlaşırken ilginç bir rastlantıyla, El Kaide eylemleri, uzun bir aradan sonra yeniden başladı. ABD medyası da ABD halkına, Yemen’i El Kaide’ye yataklık yapan, yeni bir “başarısız devlet” olarak sunuyor. İnsan ister istemez, “Bush döneminin, ‘karanlık operasyonlarına’, ‘terorizmle savaş’ bahanesiyle ‘başarısız devletlere’ yönelik operasyonlarla, stratejik bölgelere yerleşme taktiklerine geri dönüş mü başladı?” diye düşünmeden edemiyor. Obama ve ‘sahte gerçekçilik’ Obama başkan seçildiğinde, ABD’nin Bush politikalarının etkisiyle yıpranan saygınlığını, uluslararası liderliğini restore edeceğine ilişkin, hem ABD’de hem de dünyada (bizim liberal eğilimli dış politika “uzmanı” yazarlarımız arasında da) güçlü ve yaygın bir inanç şekillenmişti. Diğer bir deyişle Obama, artık iflas etmiş imparatorluk stratejisini terk ederek, adeta tarihin tekerleğini geriye çevirerek, ABD hegemonyasını restore edecekti. Ancak birinci yılın sonuna geldiğimizde, dün Obama’ya umut bağlayanlarda, Obamania’ya kapılanlarda bir düş kırıklığı görülüyor. Yıl sonuna doğru yoğunlaşan tartışmaları bir araya toplayan The American Interest’in Ocak - Şubat 2010 sayısından şöyle özetleyebilirim sanıyorum. Obama’nın dış politikasının yönü doğru, ama henüz bir sonuç almadı (Nye, Ikenberry); yeni politikalar sonuç vermiyor (Clemons). Büyük güçlerin uzlaşmaz çelişkileri olmadığı, işbirliğine dayalı bir uluslararası düzenin kurulabileceğine ilişkin yanlış bir varsayıma dayanıyor (Kagan, Barone). Hâlâ şekillenemedi (Joffe). İnşallah bilerek yapmıyordur, yoksa halimiz fena (Perle). Analiz becerisi, politika anlamına gelmiyor (Gelb). Sorunlar birikmeye devam ederken çözümler hâlâ ortada yok. Eleştiriler haklı (Russell Mead). Başından beri Obama’yı destekleyen Fareed Zakharia bile “sahte bir gerçekçilik” kavramını kullanıyor. Diğer bir deyişle, hegemonya restorasyonu projesinin işe yaramadığı algısı giderek yoğunlaşıyor. Ben de bu algıya katılıyor, Kasım 2001’den bu yana birçok kez vurguladığım gibi, imparatorluk seçeneğinin zorunlu, hegemonya restorasyonunun olanaksız olduğuna inanıyorum. ABD’nin, kendisinden sonra gelen 12 büyük ülkenin toplam askeri harcamalarından iki kat büyük savunma bütçesine dayanarak, küresel çapta stratejik coğrafyalar üzerinde denetimi ele geçirmeye; kaynaklara, pazarlara ulaşım üstünlüğünü korumaya çalışmaktan başka çaresi yok. “Parite” oluşana ve bir güçler dengesi kurulana kadar… Dolayısıyla ABD’nin Bush döneminde gündeme gelen imparatorluk politikalarına geri dönmesi, bunun için de kamuoyunun yeniden şekillendirilmesi gerekiyor. Yukarıda değindiğim tartışmalar yoğunlaşırken bu yeniden şekillendirme sürecinin de başlamış olduğunu görüyoruz. 2009’da, eylülden bu yana terörist saldırılarda bir artış var. Bu saldırıların öykülerinin hepsi, Yemen-Somali, diğer bir deyişle, dünyanın en stratejik noktalarından biri olan Aden Körfezi hinterlandını işaret ediyor. El Kaide yine sahnede Bush’un ilk dönemini anımsatan gelişmelerin ilk belirtisi, 16 Eylül 2008 günü ortaya çıktı denebilir. O gün ABD Yemen Konsolosluğu’na yönelik bir silahlı, bombalı saldırıda saldırganlarla birlikte hepsi yerli 16 kişi öldü. Bu “son yıllardaki en büyük saldırı” olarak nitelenen olayı, El Kaide bağlantılı İslami Cihad örgütü üstlendi. Guantanamo’da yattıktan sonra Suudilere teslim edilen Said Ali el Şiriri’nin, orada aldığı “rehabilitasyon eğitimine” karşın saldırıyı düzenleyenler arasında yer almasıysa ayrıca ilginçti (New York Times 23/01/09). Bu yıl ortasında eylemler bu kez, ABD’ye sıçrayarak yoğunlaşmaya başladı. Haziran ayında Arkansas Litlle Rock’ta askere alma bürosuna yönelik bir silahlı saldırıda bir askeri öldüren, bir başkasını yaralayan Abdulhakim Mujahid Muhammad, CNN’e göre Yemen’de eğitim görmüştü. 5 Kasım günü dünya, Teksas’taki Fort Hood Askeri Üssü’nde gerçekleşen katliamla sarsıldı. Katliama ilişkin haberlerin kısa sürede, 11 Eylül saldırısının ardından yaşanan karışıklığı anımsatmasıysa özellikle dikkat çekiyordu. İlk gelen haberlere göre, askerlerin sağlık bakımı için sıra bekledikleri bölümde gerçekleşen saldırıda 13 kişi ölmüş, 30 kişi yaralanmıştı. Garnizon komutanlığı sözcüsü, Albay Nathan Banks üç saldırgandan birinin, Nisal Malik Hasan adlı Müslüman bir psikiyatr olduğunu, diğer ikisinin de yakalandığını bildiriyordu (Dow Jones, AP). Ancak ertesi gün haberler hızla değişti. Dikkatler Malik Hasan üzerinde yoğunlaştı. Yakalan diğer iki kişiye ilişkin duyumlar ekranlardan kayboldu. Medya da Malik Hasan’ın bir Müslüman fanatik olduğu, zaten görüşlerini de birçok kez açıkça ifade ettiği, Yemen’deki El Kaide ile bağlantıları vurgulanıyordu. Ancak, çok önemli sorular cevapsız kalıyordu: “Saldırganlar kaç kişiydi?” “Bir doktor asker, savaş deneyimli onlarca askerin bulunduğu bir odada, nasıl olup da kimse tarafından engellenmeden iki tabancayla 100 kurşun yakabilmişti?” “Malik Hasan ve diğer askerler yaşananları başlangıçta bir eğitim senaryosu mu sanmışlardı?” “Fanatik, görüşler açıklayan bir personel nasıl görevde kalabilmişti?” Noel günü Detroit üzerinde bir uçakta bomba patlatmaya çalışan Nijerya doğumlu, ama rivayete göre Yemen’de eğitilmiş, Ömer Faruk’la da ilgili birçok cevapsız soru var. Babası Ömer’i, “potansiyel terörist” olarak ABD konsolosluğuna ihbar etmişti. Ömer İngiltere’ye ve ABD’ye girmek için vize alamamıştı. Nasıl olmuş da uçağa binebilmişti? Uçağın yolcuları arasında bulunan Kurt Haskell ve eşi, Amsterdam Havaalanı’nda çok iyi giyimli bir Hintlinin, uçağa giden kapıdaki memuru, Ömer’in Sudanlı bir sığınmacı olduğunu iddia ederek uçağa pasaportsuz binmesine izin verilmesi için ikna etmeye çalıştığına şahit olduklarını söylüyorlardı (Metro Detroit, 31/12/09). Yemen sorunu Medya ise bu sorularla ilgilenmeyip dikkatleri Yemen üzerine çekmeye çalışıyordu. Fort Hood ve Noel’deki bombalı saldırı girişimi, “Yemen’de yeni bir cephe açılmakta olduğunu gösteren bir kalk borusu olmuştu”. CNN’e göre “Yemen sorunu, Yemen’de kalmayacaktı”… “Yemen’de devlet ve toplum çözülürken El Kaide militanları burada toplanmaya başlamıştı”. New York Times başyazısında “Şimdi Yemen” diyor, Obama yönetiminin Yemen hükümetiyle askeri ve istihbarat işbirliğini derinleştirmeyi amaçladığını bildiriyordu. Afganistan-Pakistan örneğini ima ederek, ABD ve ittifaklarının Yemen’de daha geniş çaplı strateji geliştirmeleri gerektiğini vurguluyordu. Christian Sceince Monitor, 22 milyon nüfuslu Yemen’de işsizliğin yüzde 40’ı geçtiğine, ülkenin en önemli kaynağı petrolün tükenmekte olduğuna dikkat çekiyordu: “Obama yönetimi çoktan Yemen hükümetine asker, para, silah yardımı yapmaya başlamıştı”. Muhafazakâr senatör Liberman’a göre, “Irak’ dünkü, Afganistan bugünkü, Yemen ise yarınki savaştı”. ABD ile “terorizme karşı” işbirliği yapan Yemen hükümetiyse aldığı silahları, kuzeyde iç savaşta Şiilere, güneyde Somali ile yakın bağları olan ayrılıkçılara karşı kullanmak istiyordu. Böylece gelişmeler, ABD’nin Afganistan-Pakistan örneğine benzer bir Yemen-Somali geniş cephesi açmak üzere olduğunu düşündürüyordu. 2010: ‘Geleceğe Dönüş’ DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com MURAT KIŞLALI ANKARA - Enerji ve Tabii Kay- naklar Bakanõ Taner Yıldız, Türki- ye’nin enerjide dõşa bağõmlõlõğõyla il- gili “Birincil enerjide dışa bağım- lılık oranı 2007 için yüzde 74.5 ola- rak gerçekleşmiştir” itirafõnda bu- lundu. 2008’de yüzde 48.4 olarak ger- çekleşen elektrik üretimindeki do- ğalgaz payõnõn 2023’te yüzde 30’un altõna düşürülmesinin hedeflendiği- ni belirten Yõldõz, buna karşõlõk BO- TAŞ’õn 4 milyar metreküplük do- ğalgaz sözleşmesini devretmesinin “BOTAŞ’ın imkânlarının devri anlamına gelmediğini” ileri sürdü. Yõldõz, Plan ve Bütçe Komisyo- nu’nda 2010 yõlõ bütçesine ilişkin 17 milletvekilinin 122 sorusuna yazõlõ yanõt verdi. Yõldõz, bir milletvekili- nin “2008 itibarıyla Türkiye’de sanayide kullanılan elektriğin yüz- de 64’ü doğalgazla çalışan çevrim santrallarından üretilen elektrik ol- duğu düşünüldüğünde, yaşanacak arz krizinin ülke sanayisini ne öl- çüde etkileyeceği vahim bir şekil- de ortaya çıkmaktadır” değerlen- dirmesine “Birincil enerjide dışa ba- ğımlılık oranı 2007 için yüzde 74.5 olarak gerçekleşmiştir” itirafõyla karşõlõk verdi. Yõldõz, dõşa bağõmlõlõk oranõnõn kabul edilebilir düzeye gel- mesi için hedef olarak 2023’ü gös- tererek, bu alanda yapõlmasõ planlan “Elektrik Enerjisi Piyasasõ ve Arz Gü- venliği’ strateji belgesinde, rüz- gâr enerjisi kurulu gücünün 20 bin MegaWatt olması, 2008’de yüzde 48.4 olarak gerçekleşen elektrik üretimindeki doğalgaz payının yüzde 30’un altına düşürülmesi ve 2020’ye kadar nükleerin payının yüzde 5 seviyesine ulaşması he- deflenmektedir” şeklinde sõraladõ. Türkiye’nin enerjide dõşa bağõmlõlõğõ giderek artõyor. Bakan Yõldõz bağõmlõlõk oranõnõn makul düzeye gelmesi için 2023 yõlõnõn beklenmesini önerdi. İTİRAF GİBİ YANIT Yõldõz, bir başka milletvekilinin, “2008 itibarõyla doğalgaz talebinin 35 milyar metreküpten 2020’de 66 milyar metreküpe çõkacaktõr. BOTAŞ ihaleye çõkarak yerli enerji şirketi Bosphorus Gaz AŞ ile Rusya’nõn gaz satõşõ şirketi Gazprom Export LLC’ye 750 milyon metreküplük kontrat devretmiştir. Daha sonra Bosphorus Gaz hisselerinin büyük bölümü Gazprom’a devredilmiştir. Böylece Rusya kendi gazõnõ Türkiye’ye doğrudan satma imkânõna kavuşmuşu” değerlendirmesine şu yanõtõ verdi: “Toplam 16 lot karşõlõğõ 4 milyar metkeküp/yõl miktarõnda doğalgazõn sözleşme devri gerçekleştirilmiş olup, BOTAŞ’õn imkânlarõnõn belirli kişi ve kuruluşlara devri gibi bir husus söz konusu değildir.” Yõldõz, bir başka soruyu da yanõtlarken “BOTAŞ, taraf olduğu bütün doğalgaz alõm-satõm sözleşmelerinde fiyat revizyonu çalõşmalarõnõ yürütmektedir.” Ekonomi Servisi - Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikasõ (TES-İŞ) 2010’da Türkiye’nin doğalgaza bağõmlõlõğõnõn ar- tacağõ tahmininde bulundu. TES-İŞ, it- hal kaynaklara bağõmlõlõk ve Orta Vadeli Program hedefleri nedeniyle 2010’da elek- trik ve doğalgazda ciddi bir zam riski bu- lunduğunu da vurguladõ. TES-İŞ Enerji Araştõrmalarõ Birimi tarafõndan, ‘Türkiye Elektrik Sektö- ründe 2009 Yılı Nasıl Geçti, 2010 Yılı Ne Vaat Ediyor?’ raporuna göre Türkiye elektrik sektöründe bu yõl ekonomik kri- ze bağlõ olarak elektrik talebinde daralma yaşan- dõğõ, son 30 yõlda elektrik talebindeki ikinci ve en yüksek düşüşün 2001 krizi sonrasõnda bu sene ger- çekleştiği kaydedildi. Bu etkinin 2010’da da bel- li oranlarda sürmesi beklendiği de vurgulandõ. Ra- porda 2010’da birincil enerji talebindeki kõsmi ar- tõşta en yüksek payõ yüzde 9.2 ile yine doğalgazõn alacağõ belirtildi. Rapora göre, geçen yõl gerek yõl- lardõr yapõlmayõ bekleyen rüzgâr santral lisansla- rõnõn sonuçlandõrõlamamasõ, gerekse bilhassa hid- roelektrik santral projeleri ile ilgili yaşanan önem- li sorunlar açõsõndan yenilenebilir enerji kaynak- larõ için kayõp bir yõl oldu. Sigaraya yüzde 15 zam Ekonomi Servisi - Yõlbaşõ önce- sinde vergi oranlarõnda yapõlan artõş- la beklenen sigara zamlarõ dün res- miyete dönüştü. Sigara üreticisi Phi- lip Morris Sabancõ sigara zamlarõnõ açõkladõ. Şirketten yapõlan açõklama- da zammõn gerekçesi şöyle: “Bakan- lar Kurulu’nun, Resmi Gazete’nin 31 Aralık 2009 tarihli sayısında yayımlanan kararı ile sigaraya uy- gulanan vergi yüzde 30’un üzerin- de bir oranla arttırılmıştır. Mali- yetlerimize doğrudan yansıyan bu durum karşısında ürünlerimizin fiyatlarının yeniden belirlenmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu doğrul- tuda, Philsa, Philip Morris Saban- cı Sigara ve Tütüncülük Sanayi ve Ticaret AŞ tarafından İzmir Tor- balı tesislerinde üretilen ürünleri- mizin perakende satış fiyatlarında, 4 Ocak 2010 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yüzde 15’ler- den başlayan oranlarda artış ya- pılmıştır.” Philip Morris Sabancõ şirketince üretilen sigaralarõn yeni fi- yatlarõ, “Uzun ve Marlboro 7, Par- liament türleri 7.50 ile 7.25, Mu- ratti 5.50, LM türleri paket 5.25, Chesterfiled 6, Lark türleri 4.50, Lider türleri, 4.25, Bond türleri ise 4.50 lira” olarak belirlendi. MURAT GÜLDEREN Türkiye’de obez sayõsõnõn 20 milyona yaklaştõğõnõ belirten Tür- kiye Obezite Araştõrma Derneği Başkanõ Prof. Dr. Nazif Bağrıa- çık, bir kişinin obezite tedavi masrafõnõn en az 800 dolar oldu- ğunu söyledi. Bağrõaçõk 70 mil- yonun üzerinde aşõrõ obez olan ABD’de de obezite için yapõlan toplam harcamanõn 100 milyar do- larõ aştõğõnõ kaydetti. Türkiye ve dünya ortalamasõna bakõldõğõnda kadõnlarda obezite oranõnõn yüzde 65’lere kadar çõk- tõğõnõ kaydeden Bağrõaçõk, obe- zitenin en büyük sebebinin den- gesiz beslenme ve aşõrõ fast food’a yönelme olduğunu söyledi. Dün- yada en çok zayõf insanõn yaşadõ- ğõ Çin’de bile fast food’un yay- gõnlaşmasõyla obezite oranõnõn hõzla arttõğõnõ dile getiren Bağ- rõaçõk, şimdiden bu rakamõn 5 milyonun üzerinde olduğuna dik- kat çekti. Yapõlan son araştõrmalara göre Türkiye nüfusunun yüzde 66’sõnõn obezite tehlikesi altõnda olduğunu belirten Bağrõaçõk, masa başõnda oturan, düzensiz beslenen ve yo- ğun stres altõnda çalõşan kişilerin yüksek risk taşõdõğõnõ ifade etti. Türkiye’de yaptõklarõ araştõrma so- nucu obezite sõklõğõnõn erkekler- de yüzde 24 kadõnlarda da yüzde 31 oranõnda görüldüğünü söyleyen Bağrõaçõk, “Obezite sıklığı yüz- de 61 oranıyla en çok Güney- doğu Anadolu bölgesinde gö- rülüyor, bunu yüzde 55-60 ile İç Anadolu, yüzde 50 ile Marma- ra ve yüzde 15 ile de Ege ve Ka- radeniz bölgeleri izliyor. Obezite sorununun çözümü için ilk ola- rak ilk ve orta dereceli okul kan- tinleri kontrol altına alınmalı. Çünkü bu hastalıkla daha çok ergenlik dönemlerinde karşı- laşılıyor” dedi. Genel Cerrahi Uzmanõ Doç. Dr. Sadık Yıldırım da Türkiye’de 30 yaşõn üzerinde- ki erkeklerde obezite oranõnõn yüzde 21, kadõnlarda ise yüzde 43 olduğunu belirterek “Avrupa’nın en obez ülkesi maalesef Türki- ye” diye konuştu. Hareketsiz ortamlarda çalõşmak, düzensiz beslenmek, spordan uzak yaşamak Türkiye’yi obezitenin pençesine itti. 20 milyon kişinin obezitenin pençesinde olduğu Türkiye’de toplam yõllõk tedavi masrafõ 5 milyar dolara yaklaştõ. Meslek liseliler işgücüne daha fazla katılıyor ANKARA (AA) - Türkiye’de, 15-34 yaşlarõ arasõndaki kurumsal olmayan nüfus içinde işgücüne katõlma oranõ genel lisede yüzde 49.9 iken lise dengi meslek liselerinde yüzde 71.1 oldu. Türkiye’de halen 15-34 yaşlarõ arasõnda 12 milyon 272 bin olan işgücü nüfusunun 1 milyon 758 bini genel liseden mezun olurken bunun yüzde 77.5’i olan 1 milyon 414 bin kişi istihdam edildi. Lise dengi meslek okullarõnda da 1 milyon 733 bin olan mezun konumda olan işgücünün yüzde 81’inin (1 milyon 414 bin) istihdamõ sağlandõ. 15-34 yaş arasõ kurumsal olmayan erkek nüfusun 1 milyon 925 bini genel lisede, 1 milyon 484 bini lise dengi meslek lisesinde eğitim görüyor. 15-34 yaş arasõ grupta genel liseden mezun olan kadõn sayõsõ 1 milyon 596 bin, lise dengi meslek okullarõndan mezun sayõsõ 955 bin olarak belirlendi. ELEKTRİK VE DOĞALGAZA CİDDİ ZAM GELECEK Enerji Bakanõ Taner Yõldõz, Türkiye’nin enerjide dõşa bağõmlõlõk oranõnõn yüzde 74.5 olduğunu açõkladõ Bakan’dan bağõmlõlõk itirafõ Doğal Tıp Derneği verilerine göre Türkiye’de de hızla büyüyen diyet sektörüyle birlikte zayıflatıcı kozmetikler; kremler, losyonlar, diyet kitapları pazarının da 5 milyar dolara yaklaştığı kaydediliyor. Yapılan tedavi masraflarına diyet ürünleri de eklendiğinde bu rakam sektörde yatırım için ayrıca iştah kabartıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde obezite oranı Almanya: Yüzde 33 İtalya: Yüzde 24 İspanya: Yüzde 26 İsviçre: Yüzde 37 Yunanistan: Yüzde 35 Obezitenin en fazla yaşandõğõ bölgeler sõrasõyla Güneydoğu, İç Anadolu ve Marmara Türkiye’de obezite patlaması Philip Morris açõkladõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle