25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 25 OCAK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL Hukukun Evrensel Bir Bilgesi: Hõfzõ Veldet Velidedeoğlu “Tarih Baba”nõn kitabõnda hem aydõnlõk hem de ka- ranlõk sayfalar vardõr. Aydõnlõk sayfalar, insanlõğa, top- luma aydõnlõk işler yapmõş ve yararlõ yapõtlar vermiş olan- lara, karanlõk sayfalar ise topluma ve insanlõğa yarar ye- rine zarar vermiş olanlara ayrõlmõştõr. Türkiye Cumhuri- yeti tarihinin 1923 ile 1950 yõllarõ arasõndaki döneminde, Türk yurttaşlarõ, ülkeyi daha ileri götürmek ve tarih ki- tabõnõn aydõnlõk sayfalarõnda yer almak için yarõşõrdõ. 1950’den sonra, bu yarõş durduruldu ve “karşıdevrim sü- reci” başlatõldõ. 1956’dan bugüne kadar, 54 yõldõr “içinde” yer aldõğõm Cumhuriyet gazetesi 1924 yõlõndan bu yana, uygarlõk ve aydõnlõk yarõşõnõn en önlerinde, hiçbir kuruma, hiçbir ki- şiye ödün vermeden, Atatürk devrim ve ilkelerinin ya- nõnda yer almõştõr. Bugüne kadar da Türk basõnõnõn “yüz akı” olarak kalmõştõr. Günümüzdeki hukuk uygulamalarõna bakõnca aklõma ilk gelen isim, “hukukun evrensel bir bilgesi”, hukuk bil- gini Ordinaryüs Profesör Doktor Hıfzı Veldet Velide- deoğlu olur. Velidedeoğlu çok uzun yõllar bir yazarõ olarak, yazõla- rõyla Cumhuriyet’in de başarõsõna katkõ sağlamõştõr. 1992’de yitirdiğimiz Velidedeoğlu, bir hukuk bilgini ol- masõnõn ötesinde bir “bilge”dir... Velidedeoğlu, hukukun evrensel boyutlarõnõ yakalamõş ve yaşamõ boyunca bu ev- rensel hukuk boyutunda kalmõştõr. Uzun yõllar boyu, “Türk Yurttaşlar Yasası”nõn (Türk Medeni Kanunu) gerek içeriği gerekse dili yönünden çağõmõza uygun olmasõ için büyük çaba harcamõştõr. 4 Ekim 1926 günü yürürlüğe giren, 743 sayõlõ “Türk Kanunu Medenisi”, 22 Kasõm 2001 günlü Resmi Ga- zete’de yayõmlanan 4721 sayõlõ Türk Medeni Kanunu ile yürürlükten kaldõrõlmõş ve yerini, 1 Ocak 2002’de yü- rürlüğe giren 4771 sayõlõ bu yasaya bõrakmõştõr. 4771 sayõlõ yasanõn anlatõmõnda Türkçe sözcüklere bü- yük ölçüde yer verilmiştir. Bugünün Türk Medeni Kanunu’nda öz Türkçe söz- cüklerin yer almasõnõ, bir bilge ve hukuk bilgini olan Or- dinaryüs Prof. Dr. Hõfzõ Veldet Velidedeoğlu’na borçlu- yuz. Bu konudaki son sözü, bir başka bilgin ve bilge ki- şiye, “bir dil bilgini” olan Ömer Asım Aksoy’a bõrakõ- yoruz: (*) “Yüzyıllar boyunca yabancı dillerin egemenliği al- tında ezilip kısırlaştırılmış ve yazı dilindeki varlığı yüz- de 15-20’ye kadar düşmüş olan Türkçemizi bu dille- rin boyunduruğundan kurtarmak gerektiğini, Atatürk 1930’daki ünlü uyarısıyla ulusa duyurmuş ve 1932’de Türk Dil Kurumu’nu kurmuştu. Kurum o tarihten be- ri dilimizin özleşmesini ve gelişmesini sağlamaya ça- lışmakta, bu çalışmalarını devrimci bir anlayışın ve bi- lim yöntemlerinin ışığı altında yürütmektedir. (...) Sa- yın Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Mede- ni Kanun ile Borçlar Kanunu’nu -anlam ve hüküm- lerini değiştirmeksizin- Türkçeleştirmekle bize birçok Türkçe hukuk terimi kazandırmış; herkesin anlaya- cağı yasa diline güzel bir örnek vermiş; öğretimde, ya- samada, mahkemelerde, resmi kuruluşlarda yararla- nılacak pek önemli bir kaynak koymuştur. Bu tarihi değeri büyük bir hizmettir. (...)” (*) Kaynak: Hõfzõ Veldet Velidedeoğlu, Türk Medeni Ka- nunu, 1979, Üçüncü Baskõ, Türk Dil Kurumu Yayõnlarõ: Ömer Asõm Aksoy’un “Sunuş”undan. “Tarih Baba”nõn biri hukuk, diğeri dil bilgini olan bu iki “bilge”ye, uygar ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük katkõlarõ nedeniyle, kitabõnõn aydõnlõk sayfalarõn- da hak ettikleri yeri verdiğinden hiç kuşkumuz yoktur. Sağlık fabrikaları Dokuz Eylül Üniversitesi öğre- tim üyesi Dr. Ata Soyer’e göre; tam gün, sağlık işletmeleri yasa- sı filan derken “sağlık fabrikaları”na doğru doludizgin bir koşu için- deyiz: “Artık, hekimlerin öyle düşün- meye, hastalığı anlamaya ayıracak çok zamanları yok. Şimdi ‘klinik kı- lavuzlarımız’ var. ‘Akış şemaları- mız’ var. Her şeye, bunlara göre karar veriyoruz. Çünkü, hekimler, çalıştıkları ku- rumların (devlet veya özel) bü- rokrasisi tarafından, bu kurallara göre denetlenmeye başlandı. Kı- lavuzda ne yazıyorsa, o! ‘Uygun ol- mayan’ işlemler, ‘verimsiz’ bulu- nan uygulamalar, ‘gereksiz mas- raflar’ ayıklanıyor. En ‘hatasız’ ve ‘verimli’ üretim -tabii ki en kârlı- sağlanmaya çabalanıyor. Hekim- ler, böylece performansla tanışmış oldu. Yani, ücretlerini artık kaç hasta baktıklarına, kaç reçete yaz- dıklarına, kaç operasyon yaptık- larına, kaç sevk yaptıklarına vb. gö- re almaktalar. Geçtiğimiz yüzyılın başlangıcında fabrikalarda uygu- lanmaya başlayan bilimsel yöne- tim, yani Taylorizm, artık sağlık sektörüne de girmeye başladı. Hekimler ve sağlık çalışanları, uzun süredir içinde bulundukları ilişkiler yüzünden, idari ve mali özerkliklerini yitirmeye başlamış- lardı. Yani, ne kadar para alacak- larına, nerede çalışacaklarına ken- dileri ve örgütleri değil, yöneten- ler karar veriyor. Ama, asıl tehlike şimdi geliyor; artık mesleklerini na- sıl yapacaklarına da kendileri de- ğil, başkaları karar vermeye baş- lıyor. Bu klinik özerkliğin de yiti- rilmesidir. Mesleğin en olmazsa ol- mazı da, hekimlerin ellerinden gitmektedir. Bürokrasinin ya da şirketin yö- neticileri, artık çok kolay hale ge- len izleme yöntemleri ile, özellik- le de performans üzerinden, he- kimlerin ve sağlık çalışanlarının yaptığı işlemleri, kolaylıkla izle- mekte, ‘verimli olmayan’ işlemle- ri, ‘gereksiz’ masrafları denetle- mektedirler. Hangi hastaya hangi tedavinin, hangi ilacın uygulana- cağı, hastanın ait olduğu sosyal güvenlik durumu ile çok ilişkili hale getirildiğinden, yapılan ha- talar, sağlık kurumuna, dolayısı ile hekime ödenecek parayı oldukça etkiliyor. Böyle hassas bir du- rum, haliyle kurum yönetimleriy- le ‘uyumlu’ hekimliği dayatıyor. ‘Hekimlik etiği, meslek adabı’ gi- bi ‘takıntılar’ı olanların hoş karşı- lanmadığı bir süreç yani.” Başta hekimler olmak üzere tüm sağlık personeli, fabrikanın yalnızca birer dişlisi artık. Hastayla birlikte öğütülen... Çankaya ya da Yenimahalle Beledi- yesi’ne, Mülkiyeliler Birliği binasını yık- makta kararlı dernek başkanına yeni bir bina yapmak için yer göstermesini, Konur Sokak’taki merkezin de Mülki- yelilere kalmasını önermiştik. Mülkiyeli Ekrem Güner, önerimize ki- mi bilgilerle karşılık vermiş: “Çankaya, İncek’te 85 dönümlük, ye- ni bina yapacağı yeri bulunan Mülkiye- liler Birliği Vakfı, proje vermediği için, bu yerden de olmuştur. Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü, bu yere ilişkin tahsisi iptal etmiştir. İstanbul, Nakkaştepe’de bulunan, yine Milli Em- lak Genel Müdürlüğü’nden alınan 10 dö- nümlük taşınmaz, çivi çakılamaz noktaya getirilmiştir. 500 bin lira bulamayan yö- netim kurulu, Antalya’da yapılacak ye- ri, Eczacılar Odası’yla ortak yapmakta- dır. Ayrıca, Mülkiyeliler Birliği’nin İstan- bul Mecidiyeköy’de bulunan, yaklaşık 450 bin liralık dairesini 300 bin liraya sat- mak için de karar çıkartmıştır.” Bu bilgilerden sonra, önerimizi geri çekiyoruz! Ağaç ve orman dostu Yücel Çağlar’dan uyarı: “Manavgat-Serik yöresinde önceki yıl yanan 200 bin dönüm alandaki ağaçlandırma çalış- maları da, Ağaçlandırma Yönetmeliği’ne daya- nılarak özel kişi ve kuruluşlara yaptırtılacak. Ne var ki, bu işlem, ağaçlandırma işlerinin özel ki- şi ve kuruluşlara yaptırılması değildir: Söz ko- nusu olan, özel kişi ve kuruluşların ‘devlet or- manı’ sayılan alanları bedelsiz olarak alabilme- leri ve buralarda özel ormanları gibi işletebile- cekleri ormanlar kurabilmeleridir. Öyle ki, ‘dev- let ormanı’ sayılan alanlar, özel kişi ve kuruluş- lara yalnızca bedelsiz olarak tahsis edilmeyecek, bu kişi ve kuruluşlar Çevre ve Orman Bakanlı- ğı’nın kredi ve hibe desteklerinden, teknik hiz- met yardımlarından da yararlanabilecek, bu alan- larda meyvelikler de kurabileceklerdir. Bu, ateşle oynamaktır. Çünkü yanan ormanların ye- rinde özel kişi ve kuruluşların özel ormanları gi- bi işletebilecekleri ormanlar, bu çalışmaları sı- rasında da doğal orman ekosistemlerine ya- bancı, özellikle de meyvelerinden yararlanıla- bilecek ağaç ve ağaççık türleriyle meyvelikler ku- rabilmeleri; sonradan çözümlenemeyecek eko- lojik yıkımlara, yöre halkının çevrelerindeki or- man alanlarına daha da yabancılaşmalarına, gi- derek, bu alanlardaki ormanlara zarar veren ey- lemler ve süreçler karşısında duyarsız kalmala- rına, rantı yüksek ancak yangına duyarlı başka yörelerdeki orman alanlarında da yangını çıkarma eylemlerinin özendirilmesine yol açabilecektir.” Çağlar’a göre, anayasaya da aykırı olan bu uygulama; hem görev savsaklaması, hem iş bil- mezlik hem devlet orman işletmeciliği düzeni- nin başarılarının görmezden gelinmesi; üstelik yurtsever, bilgili, deneyimli ve özverili orman- cılara saygısızlık... Yangın körüğü... PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Kar ve Kent Dünkü yazımı kar nedeniyle evime ulaşamama kor- kumu sizlerle paylaşarak noktalamıştım. Bindiğim İzmir- İstanbul uçağı “hava trafiğindeki yoğunluk” nedeniyle 1.5 saatlik bir gecikmeyle kalkmış olsa da korktuğum ba- şıma gelmedi. Temizlenmiş ana yollardan geçerek Ye- şilköy-Moda arasında üzerinde durmaya değer bir sı- kıntı yaşamaksızın vakitlice evime ulaştım. Televizyonu açtım. Yüzünü korku kaplamış bir spiker kardan söz ediyor, İstanbulluları “zorunlu olmadıkça” ev- den çıkmamaları konusunda uyarıyordu. Bu tür uyarı- ları kar ilk yağmaya başladığında da çok kez duymuş- tum televizyon kanallarında, her seferinde de anlamakta güçlük çekmiştim. Dünyanın tüm metropollerinde eğer kar yağışı, bir “afete” dönüşmemişse o metropollerde yaşayanların özlem giderdikleri hoş bir doğa olayıydı. Yağan karın altında parklarda yürüyüşler yapılır, atılan her adımda çıkan, yalnızca çiğnenen taze kara özgü o “kırt” sesi dinlenir, çocuklar kartopu oynarlar, kızak ka- yarlardı. En azından bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda karlı günler böyle yaşanır, kulaklar radyolarda olur, eğer okullar tatil olmuşsa sevinç çığlıkları atılırdı. Şimdiyse insanlar kardan korkuyorlar, kent yönetici- leri de yönettikleri kentin insanlarının bu korkularını yap- tıkları açıklamalarla, uyarılarla pekiştiriyorlar. Bugünün çocukları da kar tatiline seviniyorlar, fakat kar haylaz- lıkları için değil, evde kalıp karı pencereden seyrede- bilmek için. Bu satırları yazarken karın ve soğuğun kent yoksul- ları için barınma, ısınma, çalışma koşullarından kay- naklanan haklı bir korku nedeni olduğunu aklıma ge- tirmediğim sanılmasın. Okurlarım Türkiye’yi ve insanlarımızı başka ülkelerle ve o ülkelerin insanlarıyla karşılaştırmaktan hoşlanma- dığımı bilirler. Ne var ki iki gün yağan ve akıldışı korku- lara yol açan kar beni bir karşılaştırma yapmaya zorlu- yor. İki yıl Almanya’nın en çok kar alan bölgeleri arasın- da yer alan Karaormanlar’ın hemen yakınındaki Tübin- gen’de yaşadım. Küçük bir üniversite kentiydi. Ilıman bir iklimi olan Heidelberg’i bir yana bırakacak olursam 12 yılım da karı ve soğuğuyla ünlü bir kuzey kenti olan Ham- burg’da geçti. Her iki kentte de yağan karın haftalarca kalkmadığı kışlar geçirdim, fakat iki günlük İstanbul ka- rının yol açtığı korkuların benzerine hiç tanık olmadım. Orada kar, insanların evlerine çekilip kendi başlarının çaresine bakma eğilimlerinin tersine aslında pek de var olmayan komşuluk ilişkilerinin doğup güçlenmesine yol açardı. Örneğin, kaldırımlardaki karları kürelemek be- lediye işçilerinin değil, kapıları o kaldırımlara açılan ev- lerde oturanların göreviydi. Karı kürelemek ilk yağdığı gün apartmanın giriş katında oturanların göreviydi; ikin- ci gün sıra ikinci kattakilere, üçüncü gün üçüncü kat- takilere gelir, bu böyle sürer, sonra sıra yeniden birin- ci kata gelirdi. Eğer komşuda yaşlılık, hastalık gibi en- geller söz konusu ise onun işini üst kat komşusu üst- lenirdi. Esas olan gündüz ve gece, 24 saat kaldırımın te- mizlenmiş olmasıydı. Bu, Almanya genelinde geçerli bir kuraldı ve söz konusu kaldırımda bir yayanın karda ka- yıp bir yanını kırması ya da giysisinin kirlenmesi, yırtıl- ması bir tazminat nedeniydi. Küreleme sırası o gün ya da gece kimdeyse tazminatı ödemekle o yükümlüydü. Bu kural nedeniyle en yoğun tipi sonrasında ara so- kaklardaki kaldırımlar bile hemen temizlenirdi. Bu satırları okurken, “Bizde olmaz!” diye mırıldandı- ğınızı duyar gibi oluyorum. Dünyanın her yerinde kent yaşamı insanları daha devingen, daha dinamik kılarken biz de -tuhaftır- insanları tembelleştirip durağanlaştırı- yor. Köyündeki annesi hâlâ sırtında, iki büklüm çalı çır- pı taşırken, evlenip kente gelen, “ev hanımı” olan kadın da, evin her zaman yorgun erkeği de karşı köşedeki bak- kala iki ekmek için kapıcıyı gönderecek, eğer yoksa te- lefonla sipariş verecek ölçüde tembelleşiyor. Belki de tersini örneklemek için ille de yurtdışına git- meye gerek yok, Türkiye ekvator kuşağında bir ülke de- ğil, Doğu’da, Güneydoğu’da yağan karın aylarca kalk- madığı oluyor. Orada insanlar korkmuyorlar, karla ya- şıyorlar. Salt İstanbul’da yaşamak da, İstanbul’u yönetmek de “İstanbullu” olmaya yetmiyor galiba. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Eti pişirdikten sonra yufka içine yerleştirip fõrõnda kõzartarak yapõlan yemek. 2/ Maden- leri yontmak için kullanõlan çelik araç... Davul zurna eşliğinde toplu ola- rak oynanan bir halk oyunu. 3/ Bil- lurlaşmõş silisin do- ğada çok yaygõn bir türü... Sodyum elementi- nin simgesi. 4/ Pamukka- le örneğinde olduğu gibi, kimi kaynak sularõnõn yõğ- dõğõ kalker tortu. 5/ Vila- yet... Soyundan gelinen kimse... Bir nota. 6/ Al- manya’da bir sanayi böl- gesi... Resmi bir erkek giysisi. 7/ Avuç içi... Ulus- lararasõ Standartlar Örgü- tü’nün simgesi. 9/ Açõk mor renk. 9/ Halk dilin- de ayrana verilen ad... İri taneli bezelye. YUKARIDANAŞAĞlYA: 1/ Soğan, et ve havuçla birlikte pişirilen bir tür pilav. 2/ İyilik getirdiği- ne inanõlan, kutlu... Bir nota. 3/ Bulgaristan’õn para birimi... Yaratma, yoktan var etme. 4/ Bir deniz yolculuğunda ge- minin ya da yükünün gördüğü zarar. 5/ Öbür dünya... Hediye, bağõş. 6/ Harcanan para... Tümör. 7/ Arnavutluk’un plaka imi... “Tır- pana”da denilen iri bir balõk. 8/ Bizans döneminde, İs- tanbul’da siyasal suçlularõn kapatõldõğõ ünlü zindan. 9/ An- talya’nõn Demre ilçesinde yaşadõğõna ve Noel Baba ol- duğuna inanõlan efsanevi aziz. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 F O C O C U L U K E D İ P Z U L A S A N E M T E K A R İ F M A K E S E A R A Ç U R T İ R E L A T S İ N A N A T E H Z E T A K O L O R A T U R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Teknik bir hatadan dolayõ 23 Ocak tarihli bulmacanõn çözümü çõkmamõştõr, tekrar yayõmlõyoruz. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ç A N D I R M İ A Y A R A B A N N A L A M E T D A L A K B İ Z I R A K B E Z E R A M B A R R B E B E R U H İ M A T İ Z H A N İ N Z E R İ N E dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Varmış da, yokmuş Gazetecilik mi? Gazetecilik ile komplo teorisyenli- ği arasında dağlar kadar fark vardır. O yüzden... Yazılmış senaryoları gerçekmiş gibi senaryolaştıran se- naryoculara dikkat! UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle