25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 2010 PAZARTESİ 12 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Haiti! Deprem gibi önlenmesi olanaksız doğal felaketlerin yoksul ülkelerde neden olduğu yıkım, zengin ülkelerdeki yıkıma benzemez. Tıpkı taşkın, kasırga türü doğal felaketlerde olduğu gibi deprem felaketi de yoksul ülkeler için çok daha can alıcı ve yıkıcıdır. Bir zamanlar “Antiller’in incisi” olarak adlandırılan Haiti’de yedi büyüklüğündeki bir deprem resmi verilere göre en az elli bin cana, yüz binlerce insanın evsiz kalmasına mal olmuştur. Haiti, tarihin en çok soyguna ve talana uğrayan ülkesi olması yanında aynı zamanda dünyanın en yoksul ülkelerinden biridir. BM ve büyük komşusu Birleşik Devletler başta olmak üzere Haiti’yi yerle bir eden deprem felaketine, dünyanın hemen tüm ülkeleri gereken duyarlılığı ve dayanışmayı neredeyse anında göstermişler ve gıda, su, sağlık hizmetleri başta olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin de etkin çabalarıyla gerçekleştirmişlerdir. Yardımlar şu anda çok yönlü olarak artarak sürmekte, kısa, orta ve uzun erimde ülkenin ve halkın yaraları sarılmaya çalışılmaktadır. BM Genel Sekreteri Ban-ki Moon ilk ağızda üyelerinden 500 milyon dolar yardım sözüyle başkent Porte-Au Prince’in yolunu tutmuştur. Başkan Obama, ülkesinin Haiti’ye yardımda öncülüğünü ilan etmiş, ülkeye yardımların örgütlenmesi ve asayiş için on bin deniz piyadesi, 19 helikopterli bir uçak gemisi göndermenin yanı sıra acil gereksinmeler için 100 milyon dolar yardım sağlamıştır. Dünya ülkelerinin hemen tümünde de aynı yönde çabaların olduğu, çok sayıda sivil toplum kuruluşunun da yardımların örgütlenmesinde etkin katkılar sağladıkları gözlenmektedir. Ama yine de önemli olan yardımların saman alevi gibi parlayıp sönmemesi, ülkenin gerçekten toparlanmasına kadar aksamadan sürmesidir. Özetle, uzun bir süredir unutulmuş görünen, neredeyse bir daha geri gelmemek üzere gündemden düşen dayanışma refleksi sanki yeniden filizlenmiş gibidir. Bu gelecek için umut verici bir durumdur. Haiti’deki deprem felaketi 50 bin cana mal olmasının yanında üç milyon insanın, ülkenin nüfusunun üçte birinin yaralanmasına ve ciddi zararlara uğramasına yol açmıştır. Haiti halkı salt deprem sonrasında değil deprem öncesinde de uzun süredir günde 1 dolarlık gelirle, dünyanın 1 milyar sınırını aşan açları arasında ön sıralarda yer almaktadır. Çamur katkılı ekmeğe muhtaç, bir bardak suyun özlemindedir. Ve kaderin cilvesine bakın ki, ülkenin içinde devindiği açlık ve yoksulluk denilen insan yapısı felaketin ayırdına varılması için bir başka büyük doğal felaketin ülkenin üstüne çökmesi gerekmiştir. Dileğimiz şu anda çığ gibi büyüme eğiliminde olan yardım ve dayanışmanın ülkenin toparlanıp ayağa kalkmasına kadar sürmesi ve bu vesile ile dünyadaki açlık felaketinin de aynı şekilde, bu kez başka bir doğal felaket kapıyı çalmadan dünyanın bütün açlarının farkına varılması ve bu yaşamsal dönemdeki soruna da ciddi bir biçimde eğilinmesidir. Gerçek şu ki, başta Fransa ve Birleşik Devletler olmak üzere Batı’nın zengin ülkelerinin Haiti’ye olduğu gibi dünyanın yoksul ülkelerinin tümüne de ödenecek büyük borçları var. Haiti’nin zenginliklerinin talanı Fransa’nın ünlü devlet adamı Richelieu ve köle ticaretiyle başlamıştır. Ve kısa sürede dünyanın en çok soyulan ve talana uğrayan ülkesi konumuna getirilmiştir. Ardından devreye Birleşik Amerika girmiş ve onun desteğiyle işbaşına gelen diktatör Duvalier ve IMF’nin dayattığı “reformlarla” soygun eskisi gibi sürüp gitmiştir. Bugünkü doğal felaketin onca yıkıma ve can kaybına yol açmasında ve ülkenin yoksullaşmasında ABD’nin güdümündeki IMF’nin sözü edilen yapısal “reformlarının” payı büyüktür. Nitekim Fransa’da yaşayan Haiti kökenli tarih profesörü ve felsefeci Auguste Leon Philippe zengin ülkelerin yardımları konusuna kuşkuyla yanaşmaktadır. Profesöre göre aslolan gerçek bir kalkınma projesinin ve onu gerçekleştirecek insanların varlığıdır. Azgelişmiş ülkelerin kalkınmaları büyük güçlerin çıkarlarına uygun olmaktan uzaktır. Zira bir ülkenin kalkınmasına gerçekten yardım etmek, yardım eden zengin ülkelerin pazar, ucuz işgücü, hammadde kaynaklarını kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bu temel nedenle ABD, Fransa ve Batılı zenginler tıpkı Afrika’da, Latin Amerika’da yaptıkları gibi hammadde kaynağı ülkelerin kalkınmaları için hiçbir şey yapmadıkları gibi o ülkeleri sadece talan edip soymuşlardır. Başkan Obama ne denli iyi niyetli olursa olsun, Haiti’nin gerçekten kalkınmasına yönelik yardımları, ülkenin “establishment” denilen duvarına çarpacak, en azından bu ülkenin temel ekonomik ve politik sistemi uyarınca, korkarız sınırlı kalacaktır. Profesör Leon Philippe, Haiti’nin onca yoksulluğunu şöyle özetliyor: “Başlangıçta ilerici görülen Aristide’i desteklemiştim. Sokağa dökülen halkın ve yabancıların müdahalesiyle iktidardan uzaklaştırılarak ABD’ye sığındı. Ne var ki, 1994-95’te Amerika’dan döndüğünde bu kez bir haydut gibi davranmaya başladı. Paris Konferansı’nda IMF’nin yapısal uyum planlarını bütünüyle kabullendi, gümrük duvarını yüzde 55’ten yüzde 5’e çekerek Haiti’nin dünyanın en çok talana uğrayan ülkesi haline gelmesini sağladı. Miami pirincine rakip görülen ülkenin pirinç üretimini ve ülkenin pirinç üreten bölgesini çökertti. Kamunun nesi var nesi yoksa ‘babalar gibi’ satıp savdı. Son başkan Perval ise aynı yolda devam etti. Son olarak devletin Posta idaresini özelleştirdi.” (Prof. Auguste Leon Philippe ile söyleşi. L’Humanite 16 Ocak 2010) Haiti felaketi onca yıkımın yanında, anlamak isteyen için aynı zamanda büyük dersleri de içeriyor. Haiti:‘akõllõ’gücünilkişgali ANGEL GUERRA CABRERA ABD, Haiti’nin yaşadõğõ son trajediyi bu Karayib ülkesine askeri olarak yerleşmek için kullanõyor. Washinton’un ilk açõklamalarõndan böyle olacağõ belliydi: Yaralõ ülkeye hemen çok sayõda asker gönderileceği açõklanmõştõ. İnsani yardõm yerine doğru tanõmõyla bir işgal gücü yollandõ. Obama döneminin sloganõ “akıllı” güç (*) taktiklerinin altõnõ çizmek için (silahlõ gücü yumuşatmak amacõyla) televizyonlar Haitililerin acõsõnõ gösteren korkunç görüntüleri gösteriyor, sanki bu durumun nedeni yüzyõllar boyu süren emperyal yağma ve zulüm değilmiş gibi. Görüntüler, şimdi daha ağõrlaşmõş kõyamet tablosunu gösterirken, aslõnda durumun deprem öncesi de çok kötü olduğunu su yüzüne çõkarõyor. Televizyonlarõn yakaladõğõ görüntüler uluslararasõ bir dayanõşma dalgasõnõ harekete geçirirken yardõm maskesi altõnda askeri işgal sürüyor. Süper uçak gemisi Carl Vinson, içinde 3 çõkarma gemisi, füze rampalõ gemiler, sahil güvenlik helikopterleri ve Panama, Granada ve Dominik Cumhuriyeti işgallerini de gerçekleştiren 82. Hava Tümeni’ne bağlõ 3.500 asker ve 2 bin deniz piyadesiyle Haiti’ye vardõ. Sonunda ABD’nin, Pentagon’un bidirdiğine göre, 9-10 bin kadar askeri Haiti’de. Havaalanõ ve hava trafiği ABD hava kuvvetlerinin kontrolü altõnda ve Birleşmiş Milletler gücü ikinci plana atõlmõş durumda. Fransa, Brezilya, Venezüella ve CARICOM bu durumu protesto ettiler. Bu ülkelerin uçaklarõ Yankilerden iniş izni alamadõ. Bu korkunç askeri konuşlanma belli ki geçici değil. ‘Acil yardımın militarizasyonu’ Haiti’yi ziyaretinde Hillary Clinton’õn açõklamalarõ, “Orada uzun bir süre kalacağız” diyen Dõşişleri Bakanlõğõ’nõn sözcüsü Philip Crowley’nin sözleri ve Güney Komutanlõğõ’nõn generallerinden General Douglas Frazer’in “yardım” görevine atanmasõ bunu gösteriyor. Kanadalõ akademisyen ve jeostrateji uzmanõ Michell Chossudovsky, Global Research’teki “Haiti’ye acil yardımın militarizasyonu. Bu insani bir yardım mı, yoksa bir işgal mi?” başlõklõ yazõsõnda bu konuyu irdeliyor. Chossudovsky, ABD’nin Haiti’deki bu yenilenmiş askeri gücünün aynõ zamanda Karayib havzasõndaki büyük ölçüde Küba ve Venezüella’ya yönelik jeostratejik amaçlarõ doğrultusunda kullanõlacağõnõ söylüyor. Küba, 11 yõldõr Haiti’de Venezüella’nõn teknik desteğine sahip bir sağlõk ekibi ABD’nin yaklaşık 10 bin askeri Haiti’de. Havaalanı ve hava trafiği ABD kuvvetlerinin kontrolünde ve BM gücü ikinci plana atılmış durumda... Bu askeri konuşlanma belli ki geçici değil. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün “orada uzun bir süre kalacağız” yönündeki açıklamaları ve Güney Komutanlığı’ndan General Frazer’in “yardım” görevine atanması bunu gösteriyor. Kanadalı akademisyen Chossudovsky, ABD’nin Haiti’deki bu yenilenmiş askeri gücünün aynı zamanda Karayib havzasındaki büyük ölçüde Küba ve Venezüella’ya yönelik jeostratejik amaçları doğrultusunda kullanılacağını söylüyor. Depremin ardõndan ABD yönetimi, yaralõ ülkeye yardõm maskesi altõnda asker yõğõyor bulunduruyor, deprem sõrasõnda 227 kasabada halkõn yardõmõna ilk onlar koştu. Küba’nõn üniversitelerinde 548 Haitili hekim yetiştirildi. Kübalõ meslektaşlarõyla birlikte bin kişilik bir ekip oluşturdular ve öncelikli olarak Port-au Prince’te deprem mağdurlarõna sağlõk hizmeti veriyorlar. Havaalanõndaki “engel”, yardõmlarõn ulaşmasõna izin vermiyor ama sahra hastanelerinde Kübalõ hekimler yüzlerce Haitiliyi tedavi ettiler. Şimdiye dek Haiti ile pek çok işbirliği programõ geliştirildi. Okuryazarlõk seferberliği gibi. Venezüella ALBA’nõn dayanõşma ilkeleri doğrultusunda Petrocaribe aracõlõğõyla uygun fiyatlarla petrol gönderdi. Tüm bunlar 20. yüzyõlõn başõndan beri askeri işgallerle acõmasõzca Haiti’yi sömürmüş olan ABD’nin canõnõ sõkmõştõ. Benzer biçimde Washington Honduras’õ da, insanlar Küba’daki, Venezüella’daki gibi ayaklarõ üstünde duramasõnlar, diye boğmaya çalõştõ. Haiti, sömürgeci dünyanõn ilk devrimci özgürlük feneriydi, 19. yüzyõlda onun açtõğõ yoldan 20. yüzyõlda Küba ilerledi. Eski sömürgeciler ve ABD, tarihin ilk köle savaşõnõn galiplerine, Latin Amerika’nõn bağõmsõzlõğõnõn öncülerine yani Haitililere bu devrimci cüretlerini pahalõya ödettiler. Washington, Haiti’nin özgürlüğü ve esenliği için hiçbir şey yapmayacak. Yaşayõp göreceğiz. (*) Akıllı güç (smart power), Obama döneminde ABD Dışişleri politikasının yeni sloganı. İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (La Jornada, Meksika, 21 Ocak 2010) Türkiye, Karadeniz’de liderlik çabasında MİHAİL SAMUS Türkiye’nin yeni Kiev Büyükelçisi Ahmet Bülent Meriç’in, Ukrayna Savunma Bakan Yardõmcõsõ Valeriy İvaşenko ile görüşmesinde, Türkiye’nin Ukrayna Deniz Kuvvetleri’nin Karadeniz’de etkinliğini arttõrmasõndan yana olduğunu söylemesi, Ukrayna’da şaşkõnlõk yarattõ. Geniş çaplõ jeopolitik ve askeri-politik emelleri olan ve bu nedenle, Karadeniz’de kendisi dõşõndaki bir ülkenin deniz kuvvetlerinin güçlenmesine geçmişten bugüne hiç de olumlu yaklaşmayan Türkiye neden Ukrayna donanmasõnõn Karadeniz’de etkin olmasõnõ savunuyordu? Yukarõdaki sorunun yanõtõnõ, Meriç’in kendisi verdi. Büyükelçi, Ukrayna’nõn Karadeniz’de güvenliği sağlamaya yönelik Blackseafor ve “Karadeniz Uyumu” adlõ oluşumlara gelecekte de destek vermesini umduklarõnõ söylüyordu. Bu yanõt aslõnda pek çok noktaya õşõk tutuyor. Zira, sözü edilen iki oluşum da Ankara’nõn inisiyatifiyle doğmuştu ve bölge devletlerinin bunlara etkin destek vermesi, her şeyden önce Türkiye’nin Karadeniz’deki askeri ağõrlõğõnõn artmasõ ve bu bölgedeki başoyuncu olmasõ anlamõna gelecek. Blackseafor olarak adlandõrõlan oluşum 2001 yõlõnõn nisan ayõnda İstanbul’da, Karadeniz’e kõyõdaş ülkeler olan Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya, Gürcistan ve Türkiye tarafõndan imzalanan anlaşmayla ortaya çõkmõştõ. İnsani yardõm, arama kurtarma çalõşmalarõ ve sahil güvenliği alanlarõnda etkinlik gösteren bu oluşuma, anlaşma gereğince üçüncü ülkelerin katõlma hakkõ var. Fakat bu katõlõm, üye ülkelerin ancak hepsinin birden onay vermesi halinde mümkün oluyor. Yani bir tek ülkenin itirazõ bile bunu önlemeye yetiyor. Bu da şüphesiz en çok Rusya ve Türkiye’nin işine geliyor. Bu iki ülke, kendi konumlarõndan yararlanarak, Karadeniz’e kõyõdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerinin bölgedeki etkinliklerinin önüne rahatça geçebiliyorlar. Diğer oluşum olan Karadeniz Uyumu’nun ise çok daha Türk merkezli olduğunu belirtmek gerekiyor. Türkiye bu mekanizmalar aracõlõğõyla, Karadeniz’de başoyuncu olma çabasõna girişti. Aslõnda 2000’lerin başlarõnda gerek Rusya gerekse diğer kõyõdaş ülkeler, giderek eskiyen savaş gemilerinden oluşan deniz kuvvetlerini yenilemeyerek, Ankara’nõn amacõna epeyce hizmet etmiş oldular. Rusya-Türkiye romantizmi Türkiye’nin 2000’lerin başlarõnda Karadeniz’de yürüttüğü bu girişimler, ABD tarafõndan, NATO’nun ileri karakolu olan ülkenin, Rusya’nõn hassas karnõ olan Karadeniz’de etkinliğini arttõrmasõ olarak görülüyordu. Fakat Türkiye, Karadeniz’de tamamen kendi politikalarõnõ yürütme niyetinde olduğunu, en etkin biçimde, Ağustos 2008’de, Rus- Gürcü savaşõ sõrasõnda gösterdi. O dönemde Türkiye, ne Rusya’nõn ne de başka ülkenin tahmin edeceği bir tavõr göstererek, ABD savaş gemilerinin Montrö Antlaşmasõ’nõn öngördüğü miktardan daha fazla sayõda ve antlaşmada öngörülenden daha uzun süreliğine Boğazlar’dan geçerek Karadeniz’de kalmasõ konusundaki Amerikan talebini reddetti. Türkiye böylelikle bölgede ABD’nin çõkarlarõ ile çatõşma pahasõna da olsa kendi dõş politikasõnõ yürütme isteğinde olduğunu, diğer taraftan da, Rusya’nõn “yeniden doğduğu” şartlarda Moskova yönetimi ile yakõn işbirliği yapmak istediğini göstermiş oldu. Rusya da, Türkiye’nin bu tavrõnõ yanõtsõz bõrakmayarak, Irak sorunundan enerji alanõna kadar pek çok alanda Türkiye ile işbirliğine gitti. Türkiye ile Rusya arasõndaki bu romantizmin daha ne kadar süreceği bilinmez. Açõk olan nokta Türkiye’nin, Rusya’nõn Karadeniz’de ağõrlõğõnõn artmasõnõ hiç de arzulamadõğõdõr. Rusya’nõn çağõn gereklerine yanõt vermekte her geçen gün daha da zorlanan Karadeniz Filosu’na karşõlõk Türk Deniz Kuvvetleri giderek güçleniyor ve bünyesine modern savaş gemileri katõyor. Başka bir deyişle, Moskova, Ukrayna’nõn Sivastopol Deniz Üssü’nü kullanõm anlaşmasõnõn sona ereceği 2017 tarihinden sonra da Kiev yönetimini anlaşmayõ uzatmaya ikna etse de bu, Rus Deniz Kuvvetleri’nin Karadeniz’deki başat konumunu korumaya yetmeyecek. Ukrayna’nõn gücü önümüzdeki dönemde Türkiye’yi tedirgin etmeye yetecek boyutta artmayacak. Ukrayna deniz kuvvetlerinin güçlenmesinden asõl rahatsõzlõk duyacak olan ülkelerden biri Rusya, diğeri ise Ukrayna ile kõta sahanlõğõ sorunu yaşayan Romanya’dõr. Böylelikle Karadeniz’de en güçlü donanmaya sahip olan dört ülkeden üçü arasõnda, yakõn gelecekte sürtüşmeler ve rekabet yaşanabilir. Böylelikle Türkiye, Karadeniz’de kendisi dõşõndaki güçlü ülkelerin kendi aralarõndaki gerginliklerden yararlanarak Karadeniz’de başat güç olacak. Bütün bunlar, Türkiye’nin neden Ukrayna Deniz Kuvvetleri’nin güçlenmesi ve Karadeniz’de daha etkin olmasõnõ arzuladõğõnõ ortaya koyuyor. Rusçadan Çeviren: Deniz Berktay (Kommentarii dergisi, Ukrayna, 22 Aralık 2010)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle