23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 18 OCAK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL ‘Nobel Ödülünü Reddeden Bir Bilim Dehasõ’ Nikola Tesla ( *) “1943’te bugün, Yogoslav asõllõ Amerikalõ elektrik mü- hendisi ve buluşçu Nikola Tesla ölmüştü. Elektrik ve man- yetik alanlarda birçok yeniliğin sahibi olan Tesla, alternatif akõ- mõn kullanõlmasõnda da öncülük yapmõştõ. Amerika’da doğ- ru akõmõ kabul ettirmeye çalõşan Thomas Edison’a karşõ, al- ternatif akõmõn savunucucu olmuştu. Bir süre sonra, elektrik motorlarõnda ve santrallarõnda Tesla’nõn sistemi yeğlenince hak- lõlõğõ anlaşõlmõştõ. 1912’de Nobel Fizik Ödülü’nü Edison’la pay- laşmayõ reddeden Tesla buluşlarõndan çok az para kazanmõş- tõ. Alõşõlmadõk davranõşlarõ ve gösterişli deneyleriyle ilginç bir deha olarak tanõnmõştõ.” (*) Kaynak: Cumhuriyet: Mümtaz Arõkan, Tarihte Bügün, 8 Ocak 2010 Çevrenizde bir araştõrma yapar da Yugoslav asõllõ bir Ame- rikalõ olan Nikola Tesla’nõn adõnõ duyanlarõn sayõsõnõn, hemen hemen , “yok denecek kadar az” olduğunu görürseniz sakõn şaşõrmayõn. Nedeni ise, Nicola Tesla’nõn, “birtakım egemen çevrelerce bilim dünyasından adeta silinmeye çalışılmasıdır”. Bazõ kay- naklar onun için “Tesla o kadar çok ve önemli bilimsel ge- lişmeye imza atmış bir şahsiyet ki kendisi ancak Edison ile kıyaslanabilir. Hatta ondan bile daha önemli işler yaptı- ğını söylemek asla yanlış olmayacaktır” yorumunu da yapmaktadõr. Bugün radyonun Marconi’nin buluşu olduğu bilinmektedir. Oysaki bazõ kaynaklarda bu bilginin yanlõş olduğu anlatõl- maktadõr. Marconi’nin “radyoyu bulan benim” savõnõ ortaya at- masõndan yaklaşõk 10 yõl önce, radyonun temel çalõşma prensiplerini ortaya koyanõn, Nikola Tesla olduğu aktarõl- maktadõr. Aslõnda,Tesla’nõn öldüğü yõl olan 1943’te, ABD Yüksek Mahkemesi Tesla’nõn radyo dalgalarõ üzerinde yaptõğõ deney ve buluşlarla “radyoyu” bulduğunu kanõtlayan çalõşmalarõ- nõ gerekçe göstererek, “Marconi’nin patentlerini iptal eder” Ancak bu konu da nedense “hasıraltı edilir” ve hemen hemen hiçbir zaman gündeme getirilmez. Halâ birçok başvuru kaynağõnda Marconi radyonun baba- sõ olarak gösterilirken Tesla’nõn adõndan hiç söz edilmez. Şu- nu da belirtmekte fayda var: Marconi’nin radyosu ses iletmi- yor sadece sinyal yayabiliyordu. Oysa bu, Tesla’nõn Marco- ni’den seneler önce gerçekleştirdiği bir şeydi. Tesla öyle büyük bir bilim insanõydõ ki daha dünya floresan ampulle tanõşmadan 40 sene önce kendi laboratuvarõnõ flore- san ampullerle aydõnlatõğõ söylenmektedir. O günlerde, Tes- la, “çeşitli dünya fuarlarında ve sergilerde cam tüpleri alıp ünlü bilim insanlarının adını oluşturan ampuller yapıyordu. Günümüzdeki neon ampullerin ilk örnekleriydi bunlar”. Tesla’nõn dünyanõn ilk hidroelektrik santralõnõn mucidi ol- duğu da aktarõlanlar arasõndadõr. “Niagara Şelalesi’nin üze- rinde kurulu olan ilk hidroelektrik santral, ‘Tesla’ imza- sını taşıyordu.” 1. Dünya Savaşõ’nda ABD Alman denizal- tõlarõnõn yerini saptayacak bir sistem geliştirme çabasõna gi- rişir ve bunun için de Edison’dan yardõm istenir. Tesla’nõn bu konudaki önerisi enerji dalgalarõ kullanmak olur... Bugün bu sisteme radar denilmektedir. Edison, Tesla’nõn önerisini “çok saçma” ve kabul edilemez bulur ve geri çevirir. “Dün- ya, bu nedenle radarın icadını 25 sene beklemek zorunda” kalmõştõr. Tesla, ölümünden önceki yaklaşõk 20 yõl, toplum- dan soyutlanmõş bir yaşam sürer ve 1943’te, 86 yaşõnda ne- redeyse beş parasõz bir şekilde ölür. “Teorilerini deneyecek mali kaynaklardan yoksun olduğu için sadece not tutabi- liyordu. Arkasında tonlarca not defteri bıraktı. Bu defterler FBI tarafından hasıraltı edildi.” Amerika, fõrsatlar ve “işini bilenler” ülkesidir. Amerika is- terse işini bilmeyen bir devi “cüce”, isterse, işini bilen bir cü- ceyi “dev” yapar. Kõsaca, Nicola Tesla, bilim insanlarõnca yeniden ele alõnmasõ ve tartõşmaya açõlmasõ gereken bir konudur. Derneğin Konur Sokak’taki binasını yıkmakta kararlı Mülkiyeliler Başkanı, Cumhuriyet Ankara ekine “Birliğin sosyal ve kültürel olarak yeniden yapılandırılması gerekliydi” demiş. Bu “yeniden yapılandırma” sözünün ne anlama geldiğini artık çok iyi biliyoruz. Yeni sağcı (neoliberal) her uygulamanın önüne süslü bir “yeniden yapılanma” konuyor, ardından sosyal olan, kültürel olan, kamusal olan her şey yıkılıyor. Birlik başkanı, binayı yeniden yapılandırılınca “sosyalliğe ve kültüre geri dönüş yapacaklarını” söylemiş. Anladığımız kadarıyla, başkana göre, sosyal olabilmek, kültürel olabilmek, yurt sorunları ile ilgilenmek, topluma yararlı olabilmek için yeni bina yapmak gerekiyor. Madem öyle, Çankaya ya da Yenimahalle Belediyesi’ne öneriyoruz. Yeniden yapılandırıcı birlik başkanına yer göstersinler, oraya yeni bir bina yapsın. Konur Sokak binası da Mülkiyelilere kalsın! CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın CHP Çankaya İl Kongresi konuşmasından: “Açılarak, açıldıklarını düşünerek bir yere geldiklerini sananlar, bir yere geldiler. Doğrudur. 10 yıl önce yargı huzurunda ‘Ne isterseniz yaparım’ demeye hazır olan Apo, bugün bu siyasal iktidarın tutumu sayesinde masanın bir kenarında duracak unsur haline getirildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bazı şeyleri dikte edecek noktaya getirildi. Bir özel televizyon kanalında bir genç ‘Atatürk sizin için neyse Apo da bizim için odur’ diyebilecek kadar cesaret sahibi kılındı. Siyasal iktidarın Türk ulusunu getirdiği nokta budur. İktidardakiler, ömürlerinin sonuna kadar, Lloyd George’un ‘Yüzyılın Dehası’ dediği Atatürk’ü, bir gencin ağzından Apo’yla eşdeğer hale düşürmenin ayıbı ve utancı içinde yaşayacaklar.” Şu anda bile utandıklarını sanmıyoruz. Utanç Tek Örnek Değilmiş Gazeteci dostumuz Yılmaz Polat, Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’a İsrail’de uygulanan “alçak koltuk” taktiğinin aslında bir Amerikan neo-con (yeni mu- hafazakâr) taktiği olduğunu anımsattı: “25 Ekim 2002 tarihinde Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik Danış- manı Condoleezza Rice’ın oda- sında ünlü neo-con Yahudi asıllı Paul Wolfowitz tarafından Türki- ye’nin Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu’na uygulanmıştır. Büyükelçi Loğoğlu, berabe- rinde Müsteşar Yunus Demirer ve İkinci Kâtip Gürcan Balık (şu anda Davutoğlu’nun danış- manı) Irak konusunda davet üze- rine Beyaz Saray’a gitti. Salon- daki çalışma masasının çevre- sindeki sandalyelerde 7 kişi otu- ruyordu. Ulusal Güvenlik Danış- man Yardımcısı Stefen Hadley, Savunma Bakan Yardımcısı Wol- fowitz, Dışişleri Bakan Yardımcı- sı Marc Grosmann, Genelkur- may Başkan Yardımcısı Orge- neral Peter Pace, Başkan Yar- dımcısı Dick Cheney’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı Scooter Lewis Libby ve Hazine Bakan Yardımcısı John Taylor masanın etrafına dizilmişti. Üç kişilik Türk ekibine Amerikan ekibinin karşı- sına konulan üç koltuk gösteril- di. Türklerin oturduğu sandalye- lerin ayak boylarının kısa olduğu hemen anlaşılıyordu. Amerikalı- lar yüksekteydi. Yüksekte otur- mak psikolojik olarak karşısın- dakini etkileyebilirdi. Wolfowitz hemen konuya girdi. Başkan Bush’un Irak konusunda henüz kararını vermediğini ancak karar alırsa Türkiye’nin asker dahil tam desteğini beklediğini söyledi.” Görünen o ki, İsrail’de yaşa- nanlar bile bile lades olmuş. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, göreve geldiğinde YÖK Genel Kurulu’nun toplanamadığını belirterek “O zamanki Cumhurbaşkanımız Genel Kurul üyelerinin atamalarını yapmıyordu. 1.5 ay boyunca gidip geldim” açıklamasını yapmıştı geçen hafta... Eski YÖK üyesi Bülent Serim, olayın hiç de öyle olmadığını aktardı bize: “Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, görevi 28 Ağustos 2007 günü devretmiştir. YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in görev süresi 9 Aralık 2007 günü bitmiş; yerine Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından seçilip atanmıştır. YÖK Başkanı göreve başladığında, istifa ederek ayrılan Prof. Dr. Aybar Ertepınar dışında, tüm üyeler görevlerinin başındaydı. Yani, 19 ya da 20 üye görevlerini sürdürüyordu. YÖK Genel Kurulu’nun toplantı yeter sayısı yasaya göre 14 olduğu için Genel Kurul’un toplanamaması söz konusu değildi. Genel Kurul, YÖK Başkanı’nca bilinçli olarak toplantıya çağrılmadı ve Prof. Dr. Ergin Nami Nomer ile Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin 19 Ocak 2008 günü görev süresi dolacağı için, bunların yerine atanacaklar beklendi. Çünkü, karar yetersayısı 11 idi ve bu üyelerin yerine yenileri atanınca çoğunluk iktidar yanlısı üyelere geçiyordu. Nitekim, 5 Şubat 2008 gününde, Prof. Dr. Berrak Kurtuluş, Prof. Dr. Durmuş Günay ve Doç. Dr. Ömer Demir, Cumhurbaşkanı tarafından YÖK üyeliğine atandı ve YÖK Genel Kurulu bu tarihten sonra YÖK Başkanı tarafından toplantıya çağrıldı.” Doğru, mum değil ki, yatsıya kadar yansın, sonra da sönsün. Hangisi Doğru? PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU İnsan Hakları Üzerine Notlar İnsan hakları kavramının olgunlaşarak evrensel kabul görmesinin uzun bir tarihi vardır. Bu bağlamda atılan ilk adım, devlete egemen olan baskıcı anlayışa son vermek amacıyla hazırlanan ve 1215 yılında İngiltere Kralı’na kabul ettirilen bildiri olan Magna Carta’dır. Bunu 1689 tarihli İngiliz Yurttaş Hakları Beyannamesi izlemiştir. İnsan hakları konusunda önemli bir diğer bildiri de Amerika’da yayımlanan Virginia Haklar Beyannamesi’dir. “Özgürlük”, “eşitlik”, “kardeşlik” gibi kavramlara ise 1789 Fransız Devrimi’nden sonra kaleme alınan İnsan Hakları Bildirisi’nde yer verilmiştir. 20. yüzyıl tarihi, emperyalist paylaşım ve sömürge halklarının sömürgecilere karşı verdikleri kurtuluş savaşlarının tarihi olduğu kadar insan hakları savaşımlarının da tarihidir. İnsanlığın bu yüzyıldaki en önemli kazanımlarından biri de 50 milyon cana malolan II. Dünya Savaşı’nın bitiminden üç yıl sonra, 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan, insan temel hak ve özgürlüklerinin belirlendiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir. Çağdaş demokrasilerin tümünde kabul gören bu Bildirge, Türkiye için de bağlayıcı olmasına karşın neredeyse tüm maddeleri 60 yıl boyunca devleti yöneten iktidarlar tarafından defalarca çiğnenmiştir ve çiğnenmektedir. Güncel bir konu olduğu için Bildirge’nin 19. maddesini ele alalım. Madde 19 şöyle diyor: “Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.” Görüldüğü gibi “düşünce ve anlatım özgürlüğü” İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde anlaşılır bir biçimde belirtilmiş temel insan haklarından biridir. Ne var ki 6 Nisan 1949 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun 9119 sayılı kararı ile Türkiye Cumhuriyeti adına onaylanan Bildirge’nin bu maddesi işbaşına gelen tüm iktidarlar tarafından her olanakta çiğnenmiştir. Bu utanç verici hukuk tanımazlık AKP iktidarı döneminde giderek sıklaşmaktadır. Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun geçtiğimiz aralık ayında yaptığı açıklamaya göre, Türkiye’de 2005 yılı aralık ayında 9 olan tutuklu gazeteci sayısı 2009’un aynı ayında dört kat artarak 35’e ulaşmıştır. Bu sayının büyük bölümünü sol kesimden haberciler, yazıişleri müdürleri ve gazete sahipleri oluşturmaktadır. Bu bir iktidar-devlet ayıbıdır. Bir de yapılan “sivil ayıplar” vardır ki bunlar daha da vahimdir. Bilindiği gibi insan hakları da aynen demokrasi ve özgürlük gibi parçalanamayan, “Tuh, yazık oldu!” ile “Oh, iyi oldu!” seçenekleri arasında gidip gelmelere izin vermeyen insanlığın ortak, evensel değerleridir. Bizim “liberal” (özgürlükçü) geçinen kalem/köşe sahipleri ise kendilerine yakın buldukları bir gazetecinin ya da yazarın başı dara düştüğünde hop oturup hop kalkarlarken, “kendilerinden olmayan” bir gazeteci ya da yazar soruşturmaya uğradığında, tutuklanıp cezaevine konulduğunda kaptıkları köşelerinde suspus oturmaktadırlar. Bir kalem/köşe sahibinin en daniskasından özgürlükçülük taslarken bile genlerine sinmiş ikiyüzlülüğüne, çifte ölçülülüğüne sahtekârlıktan başka hangi ad verilebilir? Sosyalist Hikmet Çetinkaya aralarında en ufak bir siyasal/ideolojik yakınlık bulunmayan, birçok yazısında eleştirdiği Şamil Tayyar’a verilen cezayı kınar, onu bir meslektaş olarak savunurken, nevzuhur liberallerden hiçbiri tüm eylemi gazetecilikle sınırlı olan ve aylardır cezaevinde tutulan Mustafa Balbay’ı savunma erdemini gösteremiyor. Demokratlarmış, özgürlükçülermiş, insan haklarından yanaymışlar… Hadi canım sen de! [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Bir cismin hareketinin öl- çülmesinde te- mel alõnan ni- celik. 2/ Üre- nin kanda bi- rikmesi sonucu ortaya çõkan hastalõk... İçi- ne başka bir sõ- võ karõştõrõlma- mõş içki. 3/ Ek- vator bölgesin- deki büyük sularõn geçtiği havzalarda bulunan geniş ve bal- ta girmemiş orman- lara verilen ad. 4/ Pa- letli ve zõrhlõ bir savaş aracõ... “Delice” de denilen, taneleri ze- hirli olan ve ekin tar- lalarõnõ saran bir ot. 5/ Kabadayõ... Kansõz- lõk. 6/ Küçük tekke... Utanç duyma. 7/ Bir şeyi ki- raya veren... Judo ve karatedeki en üst derecelere verilen ad. 8/ Uzaklõk işareti... Yanõcõ, renksiz ve az kokulu bir gaz. 9/ Eski dilde tuz... Tellür ele- mentinin simgesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Divan edebiyatõnda, her dizesine bir küçük dize eklenmiş şiir türü. 2/ Siper, hendek... Zeki ve ya- ramaz çocuk. 3/ Divan edebiyatõnõn en uzun şiir tü- rü. 4/ Uzun ve yorucu çalõşma... Cennet bahçesi. 5/ Afrika’da bir õrmak... Bir zaman birimi... Bir cet- vel türü. 6/ İtalya’da bir kent. 7/ Özsu... “Ben ha- vada uçar idim / --- ile tuttun beni” (Türkü). 8/ Ku- zu sesi... Bir kimse ile birine gönderilen şey. 9/ Köy muhtarõ yardõmcõsõ... Bir soru sözü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 F A K T O R İ N G A T A R A K O R L E M İ S İ T İ U T K U A Z P A S O T A M U A L N A A T Y A L T R A K E A Z İ M İ R İ N M A R K E T İ N G 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yeniden Yapılandırma
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle