Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
18 OCAK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
‘Düşmemek’ İçin...
Cumhuriyet’in cuma günkü manşeti “Tüm
partiler düşüşe geçti...” biçimindeydi. Fırat
Kozok arkadaşımızın ayrıntılı haberi, bu
düşüşün nedenlerini ve partilerin azalan oy
dağılımlarını sıralıyordu.
Siyasetin bu fotoğrafı doğru okunmalıdır.
Çünkü toplumun geleceğinin düğümlendiği ve
çözümü gereken temel nokta budur.
Seçimlere gidilirken, iktidar da muhalefet de
halkın desteğini kaybediyor!
Siyaset için bundan daha olumsuz ne
olabilir?
Siyaset, bu sonucun “sorumluluğunu” kural
olarak kendinde aramalıdır. Ve düzeltmek için
gerekeni yapmalıdır.
Partilerin düşüşe geçmelerinin temel nedeni
“yapısaldır”; yani, kendi yapılarıdır. Bu köşede
neredeyse sürekli olarak ve ayrıntılarıyla
vurgulandığı gibi, partilerin iç işleyişi hiç de
demokratik değildir.
Bu yapılanmanın bir sonucu olarak
milletvekili adaylarının tamamını genel başkan
tek başına saptıyor. Bu, Türkiye siyasi yapısının
temel belirleyici özelliğidir. Hiçbir demokratik
ülkede böyle tek kişi demokrasisi olmaz. Acı
gerçek şudur: Vekilini millet değil, genel
başkan seçiyor!
Son aylarda iktidar partisi bağlamında oluşan
“sivil dikta” kaygıları hiç de nedensiz değildir ve
aslında bu noktadan kaynaklanıyor. Gerçekte,
neredeyse tüm partilerin iç yapısı ve işleyişi
tam bir sivil dikta örneğidir.
Diğer çok önemli olumsuzlukları yanında bu
olgu, siyasi partileri toplumun sorunları
karşısında “duyarsızlaştırıyor” ve politika
üretmelerini güdükleştiriyor. Sonuçta “hep
birlikte düşüşe” geçiyorlar.
Yapılması gereken “ilk iş” partilerin katılımcı
demokratik bir yapıya kavuşturulmasının
anayasal ve yasal altyapısını oluşturmak ve
milletvekili adaylarının saptanmasından
başlayarak yukarıdan aşağıya, parti genel
başkanlarının “mutlak” yetkilerini, önce
anayasa sonra da Siyasi Partiler ve Seçim
yasalarıyla sınırlamaktır.
Kuraldır, partisi içinde demokratik bir tutum
sergileyemeyen parti genel başkanı, ülkede
“demokrasiyi” de yalnızca dudaklarında taşıyor!
Tüm partilerin “düşüşe geçmiş” olması
hemen her seçim öncesinde olduğu gibi “yeni
arayışları” gündeme getiriyor. Nitekim
Kozok’un haberinin alt başlıkları şöyleydi: Ülke
kötüye gidiyor ve Sarıgül yükselişte.
Yeni arayışlar, bunlar ister eski parti
yapılarının üzerinde yükselsin, istenirse
tümüyle yeni parti girişimi olsun, başarılı
olmaları, “her şeyden önce” var olan siyasi
parti yapılarını “reddetmelerine” ve bunun
yerine siyasi katılımı ve demokratik bir işleyişi
öne çıkarmalarına, topluma önermelerine ve
uygulamalarına bağlıdır.
Kullanılması gereken bir olanak var.
Hükümet halkoylamasına sunulmak üzere
yeni bir anayasa hazırlıyor. Genel seçimlere
anayasa tartışmalarıyla gidileceği görülüyor. Bu
çok önemli süreçte, anayasa değişikliği, parti
yapılarının demokratikleştirilmesini mutlaka
sağlamalıdır.
En önemli ve ülkenin geleceği açısından
giderek yaşamsal “demokratik açılım” parti
yapılarının demokratikleşmesidir.
Seçim barajının düşürülmesi, parti içi
seçimlerde yargı denetiminin sağlanması ve
siyasetin finansmanı gibi önemli konular da
anayasa değişikliği gündemine girmelidir.
Ancak, öyle görülüyor ki ne iktidarın anayasa
taslağında ne de muhalefetten gelecek öneriler
arasında partilerin iç yapılarının
demokratikleşmesinin sözü edilecektir. Oysa
kendileri tarafından istenirse, siyasi partilerin
düşüşü önlenebilir.
Bu durumda görev yine genel kamuoyuna
düşüyor.
Kamuoyu, siyasetin önderlerini, “eskisiyle ve
yenisiyle tüm siyasetle uğraşanları” “parti içi
demokrasi düzlemine” çekmeyi ve bu alanın
demokratikleşmesini sağlamayı başarmalıdır.
Siyaset, kendisini demokratikleştirmenin
anayasal dayanağını oluşturmaya
zorlanmalıdır.
Özetle, siyasetin düşüşü önlenmelidir. Çünkü
“düşen” sonuçta yalnız siyaset olmuyor; “ülke”
kötüye gidiyor; demokratikleşemiyor ve
gerçekten “düşüyor!”
yakupkepenek06@hotmail.com
Haiti’de geçen hafta gerçekleşen deprem,
salt Haiti’nin değil, “uluslararası topluluğun”
“demokrasi” anlayışının da “gerçeğini” gözler
önüne serdi.
Felaket ve fırsat
Jeologlar, yıllardır, Güney Haiti’de güçlü bir
deprem bekliyorlardı. 2008’de gazeteler çok
büyük bir depremin gelmekte olduğunu
yazmıştı (CNN 12/01/10). Geçen hafta iki
milyon nüfuslu Porte-au-Prince tam anlamıyla
yerle bir oldu. Depremde ölenlerin sayısının
yüz binlere ulaşacağı söyleniyor. Başta ABD
olmak üzere dünya medyası Haiti’ye
odaklandı. Felaketin boyutları, “uluslararası
topluluğun” yardım elini uzatmasının gerektiği,
Haiti’nin yoksulluğu vurgulandı. Ölümlerin
büyük çoğunluğunun binaların
dayanıksızlığından, denetimsiz inşaatlardan,
deprem yıllardır bekleniyor olmasına karşı
gereken tedbirlerin alınmamasından
kaynaklandığında hemen herkes anlaşıyordu.
Ama halkının yüzde 75’i günde 2 dolar gelirle
geçinmek zorunda kalan, GSMH’si 7 milyar
doları aşamayan, yaklaşık iki milyar dolar dış
borçla boğuşan bir ülkede depreme karşı nasıl
tedbir alınabilirdi ki?
Bu sırada, ilk aşamada ABD’nin, Haiti’ye
yardımdan çok asker (12.000’den fazla deniz
komandosu, Carl S. Vilson uçak gemisi, USS
Bataan amfibik taarruz gemisi, USS Higgins
Destroyer: P. Martin, WSWS, 15/01/10)
gönderdiği dikkat çekiyor. Heritage
Foundation analistleriyse “bu depremin,
ABD’ye Haiti’nin uzun süredir işlemez hale
gelmiş ekonomisini ve siyasetini yeniden
yapılandırmak için bir fırsat yarattığını”
düşünüyor. Daha sonra “fırsat” sözcüğünü,
yazısında çıkaran Jim Roberts, “ABD’nin Haiti
hükümetine, birlikte çalışmak için baskı
yapmaya hazır olması... Bu çabaların ABD’nin
bölgede iyi amaçlı büyük bir güç olduğunu
kanıtlaması gerektiğini”
(http://blog.heritage.org/2010/01/13/things-to-
remember-while-helping-haiti/) hatırlatıyordu.
Jim’in bu uyarıları da ister istemez birçok
yorumcuya, Naomi Klein’in Felaket Kapitalizmi
çalışmasında sergilenen, büyük güçlerin
ülkeleri, şokların halklarda yarattığı
travmalardan yararlanarak, şekillendirdiğine
ilişkin savlarını anımsatıyordu...
‘Şeytanla anlaştılar, böyle oldu’
Başkan Obama da Haiti’yi yalnız
bırakmayacaklarını, “iki ülkeyi birbirine
bağlayan uzun tarihsel bağları” vurguladı.
Haiti’nin yoksulluğunu, devletin hazırlıksızlığını
vurgulayan ABD medyası ise, ne bunların
nedenlerini ne de bu “uzun tarihi bağların”
anlamını tartışmaya niyetli görünüyor.
Amerikalı, Evangelist Pat Robertson ise Haiti
halkını kastederek, “çok uzun zaman önce bir
şey oldu... Hep bir araya gelip Şeytan’la bir
anlaşma yaptılar. Bizi Fransızlardan kurtarırsan
biz de sana hizmet ederiz
dediler. Ve Şeytan da kabul
etti” dediği için medyada
alay konusu oluyor.
Ancak, Pat Robertson’un
bu “utanç verici demeci”
“gerçeğe”, sanılandan çok
daha yakın. Çünkü Haiti
halkı, ki esas olarak
kölelerden oluşuyordu,
1791’de Fransız
sömürgeciliğine (beyaz ve
Hıristiyan) karşı
ayaklanmıştı. Bu, etnik kültürel kaygılarla,
sömürgecilik öncesi, otantik köklerine dönmeyi
değil, Fransız Devrimi’nden esinlenen,
gerçekten evrensel özgürlüğü hedefleyen bir
ayaklanmaydı. Fransa’da iktidardaki Jacobein
devrimciler (diğer bir deyişle allahsız Şeytan)
bunun bir köle ayaklanması olduğunu
anladılar, hemen adaya bir delegasyon
gönderdiler. 1793 yılında Fransız Ulusal
Meclisi önce Haiti’de sonra da tüm
sömürgelerde köleciliğe son verdi.
Jacobein’ler Haitiden gelen bir delegasyonu
özgür insanların kardeşliği adına mecliste
misafir edip kucaklaştılar. Thermidor’dan
sonra Napoleon, adayı yeniden sömürgeci
denetim altına almak istediyse de başarılı
olamadı. Haiti 1804’te tam bağımsızlığını
kazandı.
Haiti, kölelerin ilk ayaklanması, beyaz,
Hıristiyan adamı yenerek kendi kaderini
belirlemeyi, bir ülkeyi, üstelik de ilk devlet
başkanı Toussaint Ouverture’un döneminde,
Aydınlanma ilkelerine göre, komşularıyla
ticaret yaparak, plantasyonları özgür işçileri
çalıştırmak kaydıyla yabancı sermayeye
açarak, hatta eski sahiplerine vererek, barış ve
istikrar içinde yönetebileceğini kanıtladı. Haiti,
beyaz adamın tüm bağnaz önyargılarını
yalanladı. Bu yüzden tüm dünyanın kölelerine,
emekçilerine, ezilenlerine ilham kaynağı oldu.
Emperyalistler, beyaz Hıristiyan adam için ise
o, yok edilmesi, dize getirilmesi gereken bir
nefret nesnesiydi. Talleyrand, Haiti “tüm
beyaz uluslar açısından iğrenç bir görüntü
oluşturuyor” diyordu.
Haiti halkı,
“Şeytanla işbirliği
yaptığı için”, sürekli
ambargolara, saldırı,
işgal, destabilizasyon
çabalarına hedef
oldu. Fransa, 1825’te
Haiti’ye uyguladığı
ambargoyu kaldırmak
için, kaybettiği
kölelere karşı 150
milyon Franklık
(Fransa bütçesi kadar) bir tazminat istedi. Haiti
bu tazminatı 1947’ye kadar ödedi. Haiti halkı
1957-86 arasında ABD’nin adamı, ülkeyi
emperyalizmin çiftliğine çeviren, Duvalier’in
kanlı rejimine karşın, hep özgürlüğü için
savaştı, geleneğini terk etmedi.
Bu günün tarihi…
Bu gün, Aralık 1990 seçimlerinde, Jean-
Bertrand Aristide’in oyların yüzde 75’ini
alarak devlet başkanı seçilmesiyle başlıyor.
Aristide, Duvalier diktatörlüğünü deviren
Lavalas (sel) hareketinin, toprak reformunu,
yeniden ağaçlandırmayı, halkın gereksinimi
olan altyapı hizmetlerini, asgari ücretin
yükseltilmesini, sendikalaşma hakkını
içeren platformuyla seçildi. Duvalier
döneminde, neoliberal politikalar, ABD’den
gelen ithalat, kırsal üretimi yıkmış, Porte au-
Prince gibi kentlerde, yok pahasına, hiç iş
güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan,
derme çatma gecekondularda, denetimsiz inşa
edilen çürük evlerde yaşamaya mahkûm
yoksul bir halk tabakası yaratmıştı.
ABD, 2001’de Haiti işbirlikçi burjuvazisinin
Aristide hükümetine karşı düzenlediği darbeyi
destekledi, ancak Lavalas hareketini pasifize
edemeyince, 1994’te neoliberal bir programı
uygulamayı kabul etmesi koşuluyla Aristide’in
iktidara dönmesine izin verdi. Aristide bir
taraftan neoliberal programa direnmeye, öbür
taraftan sınırlı da olsa reformları uygulamaya,
bir şeyler yapmaya çalışıyordu, en azından
asgari ücreti arttırdı. Ancak bu ülkedeki
yabancı yatırımcıların, ihracatçıların işine
gelmiyordu. Aristide geçmişte Fransa’nın aldığı
tazminatı geri isteyince, 2004’te ikinci bir
darbe düzenlendi, ABD bu darbeyi doğrudan
destekledi, Aristide’i kaçırarak ülke dışına
sürgüne götürdü. 2006 seçimlerini yine yüzde
70 oyla Lavalas’ın adayı kazandı. Ancak, ABD,
“uluslararası topluluk” Haiti’yi, kişi başına en
çok sivil toplum örgütü olan ülkeye
dönüştürmüştü, bunlara akıttıkları fonlarla
hükümeti etkisiz bırakıyordu.
Lavalas hareketinin en önemli özelliği,
Zizek’in de vurguladığı gibi, hükümete
gelmekle birlikte halk tabanıyla,
örgütlenmesiyle bağlarını asla kesmemiş, ona
hizmet vermek için çabalamış olmasıydı. Bu
halkla bağları kopuk, yalnızca sermayeye
hizmet veren “normal demokrasi” anlayışıyla
uyuşmuyordu. Bu yüzden Irak savaşında
ABD’yi yalnız bırakan Fransa, 2004 darbesini
destekledi. Dahası, post modern solun, “sivil
toplum” örgütlerinin, Brezilya’da Lula
hükümetinin de Lavalas hareketine,
“uluslararası topluluğun” demokrasi anlayışına,
seçilmiş bir hükümeti deviren darbeye destek
verdiklerini gördük. Ayrıntılı bilgi için Peter
Hallward, Damming the Flood: Haiti, Aristide
and the Politics of Containment, Verso, 2008)
Haiti felaketi, hem emperyalizmin işleyişini
ve hem de ülkemizde sürmekte olan “darbe” -
“demokrasi” tartışmalarını anlamak açısından
çok yararlı bir örnek oluşturuyor.
Haiti’nin (ve Sistemin) Gerçeği
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
Kayıtdışılık yüzde 60 Türkiye’de 9 milyon 808 bin
kişinin herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kay-
dõ olmadan çalõştõğõ belirlendi. Kadõn istihdamõnõn yüz-
de 59.8’i kayõtdõşõ olurken, erkeklerde kayõtdõşõ is-
tihdam yüzde 38.6 oldu.
Soğan ekmek lüks oldu Türkiye üretimi 2 mil-
yon ton civarõnda olan ancak düşük fiyat seyri ne-
deniyle geçen yõl ekim alanlarõ azalan kuru soğanõn
semt pazarõndaki kilogram fiyatõ Adana’da 1.5-2
liraya ulaştõ.
Elektrik can yakacak Enerji ve Tabii Kaynaklar
Müsteşarõ Metin Kilci, Türkiye’de enerji kõtlõğõ ol-
masõna rağmen bunun fiyatlara yansõtõlmadõğõnõ
belirterek “Tasarrufu teşvik etmek için elektrik fiya-
tõnõn tüketicinin canõnõ acõtmasõ lazõm” dedi.
İkinci elde sürpriz İkinci el otomobil fiyatlarõ kõş
aylarõ olmasõna rağmen son 3 ay içinde, 1500 - 2 bin
lira arasõnda artõş gösterdi. Alõnabilir düzeydeki oto-
mobilin taban fiyatõ yaklaşõk 8 bin liraya çõktõ.
Hangar Ayakkabı 9 ilde 19 bayide gerçekleştir-
diği ‘kiloyla satõş’ kampanyasõyla 100 ton ayakkabõ
sattõ. Firma, bu kampanyayla 500 bin liraya yakõn za-
rara uğrasa da, Çin ayakkabõlarõnõn Türkiye’ye gi-
rişini yavaşlattõ ve ölü sezonda eleman çõkarmadõ.
CLIO 4
Türkiye’de
üretim daha
avantajlı
Yeni bir büyüme rotası şart
Ekonomi Servisi - Fransõz
otomobil şirketi Renault, Clio 4
modelinin önemli bir bölümünü
Türkiye’de, diğer bir bölümünü
de Fransa’da üretmesinin kesin-
leşmesiyle ilgili bir açõklama
yaptõ. Renault, 2013 yõlõnda üre-
time başlayacak Clio 4 modeli-
nin Türkiye’de üretilmesinin ma-
liyet olarak çok avantajlõ oldu-
ğunu vurgularken, Türkiye’de
üretimin, Fransa’ya göre birim
başõna en az 2 bin dolar daha
ucuz olduğunu dile getirdi.
Açõklamaya göre Renault,
Fransa’daki Flins fabrikasõnda
2012’de, Zoe adlõ elektrikli oto-
mobil ve akü ile Clio 4’ün bir kõs-
mõnõ üretecek. Bursa’daki üretim
de 2013’te başlayacak.
Öte yandan Sanayi ve Ticaret
Bakanõ Nihat Ergün, İranlõlarõn
Samand markasõ için Türkiye’de
bir fabrika kurup, Türkiye’de
üretim yapõp, Türkiye’den dün-
ya pazarlarõna açõlmak istedik-
lerini açõkladõ.
Clio 4 konusunda da hükü-
metlerin şirketlere baskõlar yap-
mamasõ gerektiğini belirten Er-
gün, bunun hem Gümrük Birliği
anlaşmalarõna hem de Avrupa
Birliği kurucu anlaşmalarõna ay-
kõrõ olduğuna vurgu yaptõ.
Rotasõz gidilebilecek son noktaya gelindiğini
anlatan Karamercan, büyüme stratejisinin
oluşturulmamasõ halinde Türkiye’nin işinin
zor olacağõnõ söyledi.
İSTANBUL (AA) - Eczacõbaşõ Topluluğu Üst Yöne-
ticisi (CEO) Erdal Karamercan, Türkiye’de yeni bir bü-
yüme ve sanayileşme rotasõ olmadan gidilebilecek son nok-
taya varõldõğõnõ savunarak “Özellikle büyüme stratejimizi
dışsatım odaklı, sanayi ve hizmet üretiminde katma
değer yaratabilecek sektör ve işkollarına des-
tek sağlamaz ve yüksek açık, düşük kur, yük-
sek faiz sarmalından kurtulamazsak işimiz
güç olacak” dedi.
Hükümetin orta vadeli programõnda kamu
açõklarõnõ önümüzdeki yõllarda tedricen azal-
tarak 2011’den itibaren tekrar faiz dõşõ kamu
fazlasõ yaratmayõ öngördüğünü hatõrlatan
Karamercan, “Ancak mali cephede belir-
sizlikler oldukça fazla. Kamu maliyesinde
eski disiplinin tekrar yakalanıp yakala-
namayacağı soru işareti... Bu konuda
şimdiden endişeler arttı” diye konuştu.
Karamercan, 2010 beklenti ve öngörülerine
ilişkin de bu yõl hem dünyada hem de
Türkiye’de ekonomik büyümeye geri dö-
nülecek bir yõl olacağõnõ tahmin ettikle-
rini, ancak ne dünyada ne de Türkiye’de
parlak büyüme oranlarõ beklenmemesi ge-
rektiğini belirtti.
Yeni ortaklõklar ve satõn almalar konu-
suna ilişkinse Karamercan, uzun yõllardõr
yabancõ ortaklarla uyum içinde çalõşan ve
bu ortaklõklardan sinerji yaratan bir top-
luluk olarak, koşullarõn uygun olmasõ ha-
linde yabancõ ortaklarla çalõşmayõ benim-
sediklerini ve gelecekte de bu tür işbirlikle-
rinin söz konusu olabileceğini ifade etti.
TEKEL yeniden sahnede
Anadolu Grubu, Rekabet
Kurulu’yla yaklaşık bir yıl
süren görüşmelerin ardından
aldığı izinle, markayı
tüketicilerle buluşturmak
için hazırlıklarını tamamladı.
Anadolu Efes’ten yapılan
açıklamada, 2007’den bu
yana piyasada olmayan
“TEKEL Birası”nın, ocak
ayı itibarıyla üretilmeye
başlandığı ifade edildi.
Anadolu Efes Yönetim
Kurulu Başkanı Tuncay
Özilhan, yaptığı
değerlendirmede, TEKEL
Birası’nın manevi değerinin
tartışılamayacağını
belirterek, “Bu manevi
değeri yaşatmak,
özleyenlerle buluşturmak,
bilmeyenlerle tanıştırmak
istiyoruz. Bunu bir sosyal
sorumluluk projesi olarak
görüyoruz. İnanıyoruz ki bu
içten yaklaşımımız aynı
zamanda Efes Bira Grubu
için ticari başarıyı da
getirecek” dedi. Efes Bira
Grubu Başkanı Alejandro
Jimenez de 2010’un en
heyecan verici
gelişmelerinden birinin,
TEKEL Birası’nın
Efes Grubu’na katılması
olduğunu belirtti.
Krizin etkisiyle gelirlerinde sõkõntõ yaşayan Maliye Bakanlõğõ’nõn para cezalarõyla elde ettiği gelir yüzde 33.6 arttõ
Maliye para cezalarõyla güldü
Ekonomi Servisi - Krizin etkisiy-
le bütçe gelirlerindeki artõşõn yüzde
2.6’yla sõnõrlõ kaldõğõ geçen yõl, para
cezalarõnda yüzde 33.6 artõş yaşandõ.
ANKA’nõn Maliye Bakanlõğõ verile-
ri üzerinden yaptõğõ hesaplamaya gö-
re, 2008’de yurttaştan tahsil edilen pa-
ra cezalarõ 2 milyar 925.4 milyon li-
ra iken geçen yõl para cezalarõ tahsilatõ
3 milyar 908 milyon liraya ulaştõ.
Para cezalarõ içinde en büyük kale-
mi oluşturan vergi cezalarõ 2009’da bir
önceki yõla göre yüzde 42.5 artarak 1
milyar 741.3 milyon TL’den, 2 milyar
481.3 milyon TL’ye ulaştõ. 2010’da
Gelir İdaresi Başkanlõğõ’nõ idari re-
formlarla güçlendirmeye hazõrlanan
Maliye Bakanlõğõ, kayõtlõ ekonomiye
geçiş konusunda da işi sõkõ tutacak.
Geçen yõl devletin idari para ce-
zalarõndan elde ettiği gelir, bir ön-
ceki yõlõn eş dönemine göre yüzde
21.3 artarak 917 milyon 218 TL’den
1 milyar 112 milyon 885 bin TL’ye
yükseldi. Yargõ para cezalarõ tahsi-
latõ da anõlan dönemde yüzde 9.4 ar-
tarak 184 milyon 5 bin TL’den 201
milyon 375 bin TL’ye yükseldi.
Bu dönemde devletin kasasõna giren
diğer para cezalarõnda da yüzde
118’lik bir artõş görüldü.
Diğer para cezalarõ tahsilatõ 40
milyon 754 bin TL’den 88 milyon
848 bin TL’ye yükseldi.
Hizmet geliri artacak
2009’da yol, köprü ve tünel ücret ge-
liri ile diğer hizmet gelirleri olarak dev-
letin kasasõna giren gelir 2008’e göre
yüzde 0.4 artarak 662.7 milyon TL ol-
du. Bir önceki yõl aynõ dönemde dev-
letin hizmet gelirleri 660.2 milyon TL
düzeyinde olmuştu. Bu kapsamda yer
alan yol, köprü ve tünel ücret gelirle-
ri geçen yõl bir önceki yõla göre bin-
de 4 azalarak, 534 milyon 770 bin TL
oldu. Ancak 2 Ocak 2010 itibarõyla
köprü otoyol ücretlerine yapõlan orta-
lama yüzde 14 düzeyinde zamla bir-
likte, 2010 yõlõnda devletin bu ka-
lemden elde edeceği gelirin 600 mil-
yon TL’yi aşacağõ tahmin ediliyor.
2009’da devletin kasasõna
‘para cezasõ’ olarak giren
gelir yaklaşõk 3 milyar
liradan 4 milyar liraya çõktõ.
Maliye Bakanlõğõ, koyduğu
hedefin yüzde 18.6 üzerinde
bir gerçekleşme yakaladõ.
Ekonomi Servisi - Maliye Bakanlõğõ denetim
elemanlarõ, yõlbaşõ tatili süresince Türkiye
genelinde 48 bin 846 mükellefi denetledi.
Yapõlan denetimlerde, toplam 1 milyon 747 bin
611 liralõk usulsüzlük cezasõ kesildi. Gelir
İdaresi Başkanlõğõ’ndan edinilen bilgiye göre,
yõlbaşõ tatili süresince yapõlan denetimlerde 437
vergi denetmeni, 3 bin 404 yoklama yetkisi olan
memur görev yaptõ. Geçen yõl aynõ dönemde 38
bin 901 mükellefin denetiminin yapõldõğõ yõlbaşõ
tatilinde bu yõl ise 48 bin 846 kişi denetime tabi
tutuldu. Denetimlerde 310 mükellefin
Maliye’de hiç kaydõ olmadõğõ anlaşõldõ ve
bunlara mükellefiyet tesis ettirildi. 3 bin 870
işyerindeki hasõlat tespitlerinde de 39 milyon
844 bin lira gelir elde edildiği belirlendi.
Yapõlan denetimlerde ceza kesilen tutanak
sayõsõ 6 bin 477’yi bulurken, toplam 1 milyon
747 bin 611 lira usulsüzlük cezasõ kesildi. Bir
önceki yõl toplam 764 bin 325 liralõk ceza
kesilmişti. Öte yandan, yõlbaşõ tatili süresince en
çok denetlenen illerin başõnda Ankara ve
Mersin yer aldõ. Bu şehirleri Adana, İstanbul ve
İzmir izledi.
YILBAŞINDA ALTI BİN MÜKELLEFE CEZA YAĞDI
Karamercan, bir önceki
yılki satış performansını
koruyarak 3.8 milyar
lirayı aşan bir ciro elde
ettiklerini, bu yıl da
finansa ağırlık
vereceklerini söyledi.
KISA... KISA...