18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 18 OCAK 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Düşmemek’ İçin... Cumhuriyet’in cuma günkü manşeti “Tüm partiler düşüşe geçti...” biçimindeydi. Fırat Kozok arkadaşımızın ayrıntılı haberi, bu düşüşün nedenlerini ve partilerin azalan oy dağılımlarını sıralıyordu. Siyasetin bu fotoğrafı doğru okunmalıdır. Çünkü toplumun geleceğinin düğümlendiği ve çözümü gereken temel nokta budur. Seçimlere gidilirken, iktidar da muhalefet de halkın desteğini kaybediyor! Siyaset için bundan daha olumsuz ne olabilir? Siyaset, bu sonucun “sorumluluğunu” kural olarak kendinde aramalıdır. Ve düzeltmek için gerekeni yapmalıdır. Partilerin düşüşe geçmelerinin temel nedeni “yapısaldır”; yani, kendi yapılarıdır. Bu köşede neredeyse sürekli olarak ve ayrıntılarıyla vurgulandığı gibi, partilerin iç işleyişi hiç de demokratik değildir. Bu yapılanmanın bir sonucu olarak milletvekili adaylarının tamamını genel başkan tek başına saptıyor. Bu, Türkiye siyasi yapısının temel belirleyici özelliğidir. Hiçbir demokratik ülkede böyle tek kişi demokrasisi olmaz. Acı gerçek şudur: Vekilini millet değil, genel başkan seçiyor! Son aylarda iktidar partisi bağlamında oluşan “sivil dikta” kaygıları hiç de nedensiz değildir ve aslında bu noktadan kaynaklanıyor. Gerçekte, neredeyse tüm partilerin iç yapısı ve işleyişi tam bir sivil dikta örneğidir. Diğer çok önemli olumsuzlukları yanında bu olgu, siyasi partileri toplumun sorunları karşısında “duyarsızlaştırıyor” ve politika üretmelerini güdükleştiriyor. Sonuçta “hep birlikte düşüşe” geçiyorlar. Yapılması gereken “ilk iş” partilerin katılımcı demokratik bir yapıya kavuşturulmasının anayasal ve yasal altyapısını oluşturmak ve milletvekili adaylarının saptanmasından başlayarak yukarıdan aşağıya, parti genel başkanlarının “mutlak” yetkilerini, önce anayasa sonra da Siyasi Partiler ve Seçim yasalarıyla sınırlamaktır. Kuraldır, partisi içinde demokratik bir tutum sergileyemeyen parti genel başkanı, ülkede “demokrasiyi” de yalnızca dudaklarında taşıyor! Tüm partilerin “düşüşe geçmiş” olması hemen her seçim öncesinde olduğu gibi “yeni arayışları” gündeme getiriyor. Nitekim Kozok’un haberinin alt başlıkları şöyleydi: Ülke kötüye gidiyor ve Sarıgül yükselişte. Yeni arayışlar, bunlar ister eski parti yapılarının üzerinde yükselsin, istenirse tümüyle yeni parti girişimi olsun, başarılı olmaları, “her şeyden önce” var olan siyasi parti yapılarını “reddetmelerine” ve bunun yerine siyasi katılımı ve demokratik bir işleyişi öne çıkarmalarına, topluma önermelerine ve uygulamalarına bağlıdır. Kullanılması gereken bir olanak var. Hükümet halkoylamasına sunulmak üzere yeni bir anayasa hazırlıyor. Genel seçimlere anayasa tartışmalarıyla gidileceği görülüyor. Bu çok önemli süreçte, anayasa değişikliği, parti yapılarının demokratikleştirilmesini mutlaka sağlamalıdır. En önemli ve ülkenin geleceği açısından giderek yaşamsal “demokratik açılım” parti yapılarının demokratikleşmesidir. Seçim barajının düşürülmesi, parti içi seçimlerde yargı denetiminin sağlanması ve siyasetin finansmanı gibi önemli konular da anayasa değişikliği gündemine girmelidir. Ancak, öyle görülüyor ki ne iktidarın anayasa taslağında ne de muhalefetten gelecek öneriler arasında partilerin iç yapılarının demokratikleşmesinin sözü edilecektir. Oysa kendileri tarafından istenirse, siyasi partilerin düşüşü önlenebilir. Bu durumda görev yine genel kamuoyuna düşüyor. Kamuoyu, siyasetin önderlerini, “eskisiyle ve yenisiyle tüm siyasetle uğraşanları” “parti içi demokrasi düzlemine” çekmeyi ve bu alanın demokratikleşmesini sağlamayı başarmalıdır. Siyaset, kendisini demokratikleştirmenin anayasal dayanağını oluşturmaya zorlanmalıdır. Özetle, siyasetin düşüşü önlenmelidir. Çünkü “düşen” sonuçta yalnız siyaset olmuyor; “ülke” kötüye gidiyor; demokratikleşemiyor ve gerçekten “düşüyor!” [email protected] Haiti’de geçen hafta gerçekleşen deprem, salt Haiti’nin değil, “uluslararası topluluğun” “demokrasi” anlayışının da “gerçeğini” gözler önüne serdi. Felaket ve fırsat Jeologlar, yıllardır, Güney Haiti’de güçlü bir deprem bekliyorlardı. 2008’de gazeteler çok büyük bir depremin gelmekte olduğunu yazmıştı (CNN 12/01/10). Geçen hafta iki milyon nüfuslu Porte-au-Prince tam anlamıyla yerle bir oldu. Depremde ölenlerin sayısının yüz binlere ulaşacağı söyleniyor. Başta ABD olmak üzere dünya medyası Haiti’ye odaklandı. Felaketin boyutları, “uluslararası topluluğun” yardım elini uzatmasının gerektiği, Haiti’nin yoksulluğu vurgulandı. Ölümlerin büyük çoğunluğunun binaların dayanıksızlığından, denetimsiz inşaatlardan, deprem yıllardır bekleniyor olmasına karşı gereken tedbirlerin alınmamasından kaynaklandığında hemen herkes anlaşıyordu. Ama halkının yüzde 75’i günde 2 dolar gelirle geçinmek zorunda kalan, GSMH’si 7 milyar doları aşamayan, yaklaşık iki milyar dolar dış borçla boğuşan bir ülkede depreme karşı nasıl tedbir alınabilirdi ki? Bu sırada, ilk aşamada ABD’nin, Haiti’ye yardımdan çok asker (12.000’den fazla deniz komandosu, Carl S. Vilson uçak gemisi, USS Bataan amfibik taarruz gemisi, USS Higgins Destroyer: P. Martin, WSWS, 15/01/10) gönderdiği dikkat çekiyor. Heritage Foundation analistleriyse “bu depremin, ABD’ye Haiti’nin uzun süredir işlemez hale gelmiş ekonomisini ve siyasetini yeniden yapılandırmak için bir fırsat yarattığını” düşünüyor. Daha sonra “fırsat” sözcüğünü, yazısında çıkaran Jim Roberts, “ABD’nin Haiti hükümetine, birlikte çalışmak için baskı yapmaya hazır olması... Bu çabaların ABD’nin bölgede iyi amaçlı büyük bir güç olduğunu kanıtlaması gerektiğini” (http://blog.heritage.org/2010/01/13/things-to- remember-while-helping-haiti/) hatırlatıyordu. Jim’in bu uyarıları da ister istemez birçok yorumcuya, Naomi Klein’in Felaket Kapitalizmi çalışmasında sergilenen, büyük güçlerin ülkeleri, şokların halklarda yarattığı travmalardan yararlanarak, şekillendirdiğine ilişkin savlarını anımsatıyordu... ‘Şeytanla anlaştılar, böyle oldu’ Başkan Obama da Haiti’yi yalnız bırakmayacaklarını, “iki ülkeyi birbirine bağlayan uzun tarihsel bağları” vurguladı. Haiti’nin yoksulluğunu, devletin hazırlıksızlığını vurgulayan ABD medyası ise, ne bunların nedenlerini ne de bu “uzun tarihi bağların” anlamını tartışmaya niyetli görünüyor. Amerikalı, Evangelist Pat Robertson ise Haiti halkını kastederek, “çok uzun zaman önce bir şey oldu... Hep bir araya gelip Şeytan’la bir anlaşma yaptılar. Bizi Fransızlardan kurtarırsan biz de sana hizmet ederiz dediler. Ve Şeytan da kabul etti” dediği için medyada alay konusu oluyor. Ancak, Pat Robertson’un bu “utanç verici demeci” “gerçeğe”, sanılandan çok daha yakın. Çünkü Haiti halkı, ki esas olarak kölelerden oluşuyordu, 1791’de Fransız sömürgeciliğine (beyaz ve Hıristiyan) karşı ayaklanmıştı. Bu, etnik kültürel kaygılarla, sömürgecilik öncesi, otantik köklerine dönmeyi değil, Fransız Devrimi’nden esinlenen, gerçekten evrensel özgürlüğü hedefleyen bir ayaklanmaydı. Fransa’da iktidardaki Jacobein devrimciler (diğer bir deyişle allahsız Şeytan) bunun bir köle ayaklanması olduğunu anladılar, hemen adaya bir delegasyon gönderdiler. 1793 yılında Fransız Ulusal Meclisi önce Haiti’de sonra da tüm sömürgelerde köleciliğe son verdi. Jacobein’ler Haitiden gelen bir delegasyonu özgür insanların kardeşliği adına mecliste misafir edip kucaklaştılar. Thermidor’dan sonra Napoleon, adayı yeniden sömürgeci denetim altına almak istediyse de başarılı olamadı. Haiti 1804’te tam bağımsızlığını kazandı. Haiti, kölelerin ilk ayaklanması, beyaz, Hıristiyan adamı yenerek kendi kaderini belirlemeyi, bir ülkeyi, üstelik de ilk devlet başkanı Toussaint Ouverture’un döneminde, Aydınlanma ilkelerine göre, komşularıyla ticaret yaparak, plantasyonları özgür işçileri çalıştırmak kaydıyla yabancı sermayeye açarak, hatta eski sahiplerine vererek, barış ve istikrar içinde yönetebileceğini kanıtladı. Haiti, beyaz adamın tüm bağnaz önyargılarını yalanladı. Bu yüzden tüm dünyanın kölelerine, emekçilerine, ezilenlerine ilham kaynağı oldu. Emperyalistler, beyaz Hıristiyan adam için ise o, yok edilmesi, dize getirilmesi gereken bir nefret nesnesiydi. Talleyrand, Haiti “tüm beyaz uluslar açısından iğrenç bir görüntü oluşturuyor” diyordu. Haiti halkı, “Şeytanla işbirliği yaptığı için”, sürekli ambargolara, saldırı, işgal, destabilizasyon çabalarına hedef oldu. Fransa, 1825’te Haiti’ye uyguladığı ambargoyu kaldırmak için, kaybettiği kölelere karşı 150 milyon Franklık (Fransa bütçesi kadar) bir tazminat istedi. Haiti bu tazminatı 1947’ye kadar ödedi. Haiti halkı 1957-86 arasında ABD’nin adamı, ülkeyi emperyalizmin çiftliğine çeviren, Duvalier’in kanlı rejimine karşın, hep özgürlüğü için savaştı, geleneğini terk etmedi. Bu günün tarihi… Bu gün, Aralık 1990 seçimlerinde, Jean- Bertrand Aristide’in oyların yüzde 75’ini alarak devlet başkanı seçilmesiyle başlıyor. Aristide, Duvalier diktatörlüğünü deviren Lavalas (sel) hareketinin, toprak reformunu, yeniden ağaçlandırmayı, halkın gereksinimi olan altyapı hizmetlerini, asgari ücretin yükseltilmesini, sendikalaşma hakkını içeren platformuyla seçildi. Duvalier döneminde, neoliberal politikalar, ABD’den gelen ithalat, kırsal üretimi yıkmış, Porte au- Prince gibi kentlerde, yok pahasına, hiç iş güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan, derme çatma gecekondularda, denetimsiz inşa edilen çürük evlerde yaşamaya mahkûm yoksul bir halk tabakası yaratmıştı. ABD, 2001’de Haiti işbirlikçi burjuvazisinin Aristide hükümetine karşı düzenlediği darbeyi destekledi, ancak Lavalas hareketini pasifize edemeyince, 1994’te neoliberal bir programı uygulamayı kabul etmesi koşuluyla Aristide’in iktidara dönmesine izin verdi. Aristide bir taraftan neoliberal programa direnmeye, öbür taraftan sınırlı da olsa reformları uygulamaya, bir şeyler yapmaya çalışıyordu, en azından asgari ücreti arttırdı. Ancak bu ülkedeki yabancı yatırımcıların, ihracatçıların işine gelmiyordu. Aristide geçmişte Fransa’nın aldığı tazminatı geri isteyince, 2004’te ikinci bir darbe düzenlendi, ABD bu darbeyi doğrudan destekledi, Aristide’i kaçırarak ülke dışına sürgüne götürdü. 2006 seçimlerini yine yüzde 70 oyla Lavalas’ın adayı kazandı. Ancak, ABD, “uluslararası topluluk” Haiti’yi, kişi başına en çok sivil toplum örgütü olan ülkeye dönüştürmüştü, bunlara akıttıkları fonlarla hükümeti etkisiz bırakıyordu. Lavalas hareketinin en önemli özelliği, Zizek’in de vurguladığı gibi, hükümete gelmekle birlikte halk tabanıyla, örgütlenmesiyle bağlarını asla kesmemiş, ona hizmet vermek için çabalamış olmasıydı. Bu halkla bağları kopuk, yalnızca sermayeye hizmet veren “normal demokrasi” anlayışıyla uyuşmuyordu. Bu yüzden Irak savaşında ABD’yi yalnız bırakan Fransa, 2004 darbesini destekledi. Dahası, post modern solun, “sivil toplum” örgütlerinin, Brezilya’da Lula hükümetinin de Lavalas hareketine, “uluslararası topluluğun” demokrasi anlayışına, seçilmiş bir hükümeti deviren darbeye destek verdiklerini gördük. Ayrıntılı bilgi için Peter Hallward, Damming the Flood: Haiti, Aristide and the Politics of Containment, Verso, 2008) Haiti felaketi, hem emperyalizmin işleyişini ve hem de ülkemizde sürmekte olan “darbe” - “demokrasi” tartışmalarını anlamak açısından çok yararlı bir örnek oluşturuyor. Haiti’nin (ve Sistemin) Gerçeği DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Kayıtdışılık yüzde 60 Türkiye’de 9 milyon 808 bin kişinin herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kay- dõ olmadan çalõştõğõ belirlendi. Kadõn istihdamõnõn yüz- de 59.8’i kayõtdõşõ olurken, erkeklerde kayõtdõşõ is- tihdam yüzde 38.6 oldu. Soğan ekmek lüks oldu Türkiye üretimi 2 mil- yon ton civarõnda olan ancak düşük fiyat seyri ne- deniyle geçen yõl ekim alanlarõ azalan kuru soğanõn semt pazarõndaki kilogram fiyatõ Adana’da 1.5-2 liraya ulaştõ. Elektrik can yakacak Enerji ve Tabii Kaynaklar Müsteşarõ Metin Kilci, Türkiye’de enerji kõtlõğõ ol- masõna rağmen bunun fiyatlara yansõtõlmadõğõnõ belirterek “Tasarrufu teşvik etmek için elektrik fiya- tõnõn tüketicinin canõnõ acõtmasõ lazõm” dedi. İkinci elde sürpriz İkinci el otomobil fiyatlarõ kõş aylarõ olmasõna rağmen son 3 ay içinde, 1500 - 2 bin lira arasõnda artõş gösterdi. Alõnabilir düzeydeki oto- mobilin taban fiyatõ yaklaşõk 8 bin liraya çõktõ. Hangar Ayakkabı 9 ilde 19 bayide gerçekleştir- diği ‘kiloyla satõş’ kampanyasõyla 100 ton ayakkabõ sattõ. Firma, bu kampanyayla 500 bin liraya yakõn za- rara uğrasa da, Çin ayakkabõlarõnõn Türkiye’ye gi- rişini yavaşlattõ ve ölü sezonda eleman çõkarmadõ. CLIO 4 Türkiye’de üretim daha avantajlı Yeni bir büyüme rotası şart Ekonomi Servisi - Fransõz otomobil şirketi Renault, Clio 4 modelinin önemli bir bölümünü Türkiye’de, diğer bir bölümünü de Fransa’da üretmesinin kesin- leşmesiyle ilgili bir açõklama yaptõ. Renault, 2013 yõlõnda üre- time başlayacak Clio 4 modeli- nin Türkiye’de üretilmesinin ma- liyet olarak çok avantajlõ oldu- ğunu vurgularken, Türkiye’de üretimin, Fransa’ya göre birim başõna en az 2 bin dolar daha ucuz olduğunu dile getirdi. Açõklamaya göre Renault, Fransa’daki Flins fabrikasõnda 2012’de, Zoe adlõ elektrikli oto- mobil ve akü ile Clio 4’ün bir kõs- mõnõ üretecek. Bursa’daki üretim de 2013’te başlayacak. Öte yandan Sanayi ve Ticaret Bakanõ Nihat Ergün, İranlõlarõn Samand markasõ için Türkiye’de bir fabrika kurup, Türkiye’de üretim yapõp, Türkiye’den dün- ya pazarlarõna açõlmak istedik- lerini açõkladõ. Clio 4 konusunda da hükü- metlerin şirketlere baskõlar yap- mamasõ gerektiğini belirten Er- gün, bunun hem Gümrük Birliği anlaşmalarõna hem de Avrupa Birliği kurucu anlaşmalarõna ay- kõrõ olduğuna vurgu yaptõ. Rotasõz gidilebilecek son noktaya gelindiğini anlatan Karamercan, büyüme stratejisinin oluşturulmamasõ halinde Türkiye’nin işinin zor olacağõnõ söyledi. İSTANBUL (AA) - Eczacõbaşõ Topluluğu Üst Yöne- ticisi (CEO) Erdal Karamercan, Türkiye’de yeni bir bü- yüme ve sanayileşme rotasõ olmadan gidilebilecek son nok- taya varõldõğõnõ savunarak “Özellikle büyüme stratejimizi dışsatım odaklı, sanayi ve hizmet üretiminde katma değer yaratabilecek sektör ve işkollarına des- tek sağlamaz ve yüksek açık, düşük kur, yük- sek faiz sarmalından kurtulamazsak işimiz güç olacak” dedi. Hükümetin orta vadeli programõnda kamu açõklarõnõ önümüzdeki yõllarda tedricen azal- tarak 2011’den itibaren tekrar faiz dõşõ kamu fazlasõ yaratmayõ öngördüğünü hatõrlatan Karamercan, “Ancak mali cephede belir- sizlikler oldukça fazla. Kamu maliyesinde eski disiplinin tekrar yakalanıp yakala- namayacağı soru işareti... Bu konuda şimdiden endişeler arttı” diye konuştu. Karamercan, 2010 beklenti ve öngörülerine ilişkin de bu yõl hem dünyada hem de Türkiye’de ekonomik büyümeye geri dö- nülecek bir yõl olacağõnõ tahmin ettikle- rini, ancak ne dünyada ne de Türkiye’de parlak büyüme oranlarõ beklenmemesi ge- rektiğini belirtti. Yeni ortaklõklar ve satõn almalar konu- suna ilişkinse Karamercan, uzun yõllardõr yabancõ ortaklarla uyum içinde çalõşan ve bu ortaklõklardan sinerji yaratan bir top- luluk olarak, koşullarõn uygun olmasõ ha- linde yabancõ ortaklarla çalõşmayõ benim- sediklerini ve gelecekte de bu tür işbirlikle- rinin söz konusu olabileceğini ifade etti. TEKEL yeniden sahnede Anadolu Grubu, Rekabet Kurulu’yla yaklaşık bir yıl süren görüşmelerin ardından aldığı izinle, markayı tüketicilerle buluşturmak için hazırlıklarını tamamladı. Anadolu Efes’ten yapılan açıklamada, 2007’den bu yana piyasada olmayan “TEKEL Birası”nın, ocak ayı itibarıyla üretilmeye başlandığı ifade edildi. Anadolu Efes Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, yaptığı değerlendirmede, TEKEL Birası’nın manevi değerinin tartışılamayacağını belirterek, “Bu manevi değeri yaşatmak, özleyenlerle buluşturmak, bilmeyenlerle tanıştırmak istiyoruz. Bunu bir sosyal sorumluluk projesi olarak görüyoruz. İnanıyoruz ki bu içten yaklaşımımız aynı zamanda Efes Bira Grubu için ticari başarıyı da getirecek” dedi. Efes Bira Grubu Başkanı Alejandro Jimenez de 2010’un en heyecan verici gelişmelerinden birinin, TEKEL Birası’nın Efes Grubu’na katılması olduğunu belirtti. Krizin etkisiyle gelirlerinde sõkõntõ yaşayan Maliye Bakanlõğõ’nõn para cezalarõyla elde ettiği gelir yüzde 33.6 arttõ Maliye para cezalarõyla güldü Ekonomi Servisi - Krizin etkisiy- le bütçe gelirlerindeki artõşõn yüzde 2.6’yla sõnõrlõ kaldõğõ geçen yõl, para cezalarõnda yüzde 33.6 artõş yaşandõ. ANKA’nõn Maliye Bakanlõğõ verile- ri üzerinden yaptõğõ hesaplamaya gö- re, 2008’de yurttaştan tahsil edilen pa- ra cezalarõ 2 milyar 925.4 milyon li- ra iken geçen yõl para cezalarõ tahsilatõ 3 milyar 908 milyon liraya ulaştõ. Para cezalarõ içinde en büyük kale- mi oluşturan vergi cezalarõ 2009’da bir önceki yõla göre yüzde 42.5 artarak 1 milyar 741.3 milyon TL’den, 2 milyar 481.3 milyon TL’ye ulaştõ. 2010’da Gelir İdaresi Başkanlõğõ’nõ idari re- formlarla güçlendirmeye hazõrlanan Maliye Bakanlõğõ, kayõtlõ ekonomiye geçiş konusunda da işi sõkõ tutacak. Geçen yõl devletin idari para ce- zalarõndan elde ettiği gelir, bir ön- ceki yõlõn eş dönemine göre yüzde 21.3 artarak 917 milyon 218 TL’den 1 milyar 112 milyon 885 bin TL’ye yükseldi. Yargõ para cezalarõ tahsi- latõ da anõlan dönemde yüzde 9.4 ar- tarak 184 milyon 5 bin TL’den 201 milyon 375 bin TL’ye yükseldi. Bu dönemde devletin kasasõna giren diğer para cezalarõnda da yüzde 118’lik bir artõş görüldü. Diğer para cezalarõ tahsilatõ 40 milyon 754 bin TL’den 88 milyon 848 bin TL’ye yükseldi. Hizmet geliri artacak 2009’da yol, köprü ve tünel ücret ge- liri ile diğer hizmet gelirleri olarak dev- letin kasasõna giren gelir 2008’e göre yüzde 0.4 artarak 662.7 milyon TL ol- du. Bir önceki yõl aynõ dönemde dev- letin hizmet gelirleri 660.2 milyon TL düzeyinde olmuştu. Bu kapsamda yer alan yol, köprü ve tünel ücret gelirle- ri geçen yõl bir önceki yõla göre bin- de 4 azalarak, 534 milyon 770 bin TL oldu. Ancak 2 Ocak 2010 itibarõyla köprü otoyol ücretlerine yapõlan orta- lama yüzde 14 düzeyinde zamla bir- likte, 2010 yõlõnda devletin bu ka- lemden elde edeceği gelirin 600 mil- yon TL’yi aşacağõ tahmin ediliyor. 2009’da devletin kasasõna ‘para cezasõ’ olarak giren gelir yaklaşõk 3 milyar liradan 4 milyar liraya çõktõ. Maliye Bakanlõğõ, koyduğu hedefin yüzde 18.6 üzerinde bir gerçekleşme yakaladõ. Ekonomi Servisi - Maliye Bakanlõğõ denetim elemanlarõ, yõlbaşõ tatili süresince Türkiye genelinde 48 bin 846 mükellefi denetledi. Yapõlan denetimlerde, toplam 1 milyon 747 bin 611 liralõk usulsüzlük cezasõ kesildi. Gelir İdaresi Başkanlõğõ’ndan edinilen bilgiye göre, yõlbaşõ tatili süresince yapõlan denetimlerde 437 vergi denetmeni, 3 bin 404 yoklama yetkisi olan memur görev yaptõ. Geçen yõl aynõ dönemde 38 bin 901 mükellefin denetiminin yapõldõğõ yõlbaşõ tatilinde bu yõl ise 48 bin 846 kişi denetime tabi tutuldu. Denetimlerde 310 mükellefin Maliye’de hiç kaydõ olmadõğõ anlaşõldõ ve bunlara mükellefiyet tesis ettirildi. 3 bin 870 işyerindeki hasõlat tespitlerinde de 39 milyon 844 bin lira gelir elde edildiği belirlendi. Yapõlan denetimlerde ceza kesilen tutanak sayõsõ 6 bin 477’yi bulurken, toplam 1 milyon 747 bin 611 lira usulsüzlük cezasõ kesildi. Bir önceki yõl toplam 764 bin 325 liralõk ceza kesilmişti. Öte yandan, yõlbaşõ tatili süresince en çok denetlenen illerin başõnda Ankara ve Mersin yer aldõ. Bu şehirleri Adana, İstanbul ve İzmir izledi. YILBAŞINDA ALTI BİN MÜKELLEFE CEZA YAĞDI Karamercan, bir önceki yılki satış performansını koruyarak 3.8 milyar lirayı aşan bir ciro elde ettiklerini, bu yıl da finansa ağırlık vereceklerini söyledi. KISA... KISA...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle