20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 EYLÜL 2009 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Geçmiş Olsun İlhan... PENCERE Irak’ta ‘Direnişçi’ Diye Biri... Televizyonun düğmesine dokununca karşımıza Irak’taki kanlı çatışmalar çıkıyor... Hayret!.. Osmanlı İmparatorluğu’nun Arabistan coğraf- yasındaki haritası üzerine kurulan devletler için bir İngiliz tarihçisi ne demişti: - Sınırları çöl kumları üzerine emperyalizmin bastonuyla çizilmiş ülkeler... Irak bunlardan biri... Peki, ne oluyor?.. Sınırlarını emperyalizmin çizdiği ülkede emper- yalizme karşı milli direniş mi doğuyor?.. Çoğu Batılı yorumcu, dengeli bir dille, bu olası- lıktan söz açmaya başladı. Dostum Alev Coşkun Ödemişlidir. Alev’in “Kuvayı Milliye’nin Kuruluşu” adıyla ya- yımladığı kitabına yazdığım önsözde, Anado- lu’nun işgalini anlatırken, şöyle demişim: “Ege’de kimi kasaba ya da kaza, kurşun atma- dan teslim oluyor; çaresizlik burgu gibi yürekleri oyu- yor. Ne yapmalı?.. İnsanların gönlünde hüzün yaprak yaprak dökülüyor. Yurtseverler toplanıyor- lar. İçlerinde ‘Ya istiklal ya ölüm’ diyenler var; ama, boyun eğmekten başka seçenek bulunmadığını söy- leyenler de var.” Coşkun’un ‘Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan kitabı, Ödemiş’in Kuvayı Milliye tarihine odaklan- masına karşın tüm Anadolu’yu saran direnişçi-iş- birlikçi ikilemini kapsar; ulusallığın uyanışını dile ge- tirir... Kitabın nabzı, düşman işgalinde umarsız Türk’ün ikilemini dile getiren Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şu dizelerinde vurmaktadır: ‘“Atım acından hasta, çalmışlar kılıcımı Üşürüm İçimde silah sesleri, Sabaha kadar, tövbe tövbe, Gecelerle dövüşürüm.” Gecelerle dövüşenler, önce Kuvayı Milliye’de, sonra Kemalist orduda düşmanla dövüşmek üze- re bilinçlenip örgütlendiler; bundan laik Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Çünkü doğmak, bir fikrin or- taklaşa eyleme dönüşmesinin sonucunda olasıdır. Başlangıçta kimileri halifeyi ya da padişah efen- dimizi kurtarmak için kıpırdamıştı, kimileri İslamın gereği ilk adımını atmıştı, kimileri “Türk’ün ‘istiklal’ bilincini” taşıyordu; sonuçta din duygularıyla va- tanseverlik vicdanlarda yoğruluyordu; yeryüzündeki ilk ulusal kurtuluş savaşı böylece verildi. Fazıl Hüsnü diyor ki: “Vaktim bir ateşle kızıllaşır önce, Sonra tarihler döğer içimizdekileri” Şimdi Irak’ta neler oluyor?.. Çöl kumları üzerine emperyalizmin bastonuyla sınırları çizilen ülke, emperyalizmin bastonunu sırtında hissedince pısacak mı?.. Amerika saldırınca Kuzey Irak’taki Kürtler (1919’daki Anadolu’nun Rumları ve Ermenileri gi- bi) işgalciyle işbirliği yapmışlardı; güneydeki Şiiler dincilik ayağına Bağdat merkezli Sünnilere posta koymuşlardı... Irak’tan hayır yoktu... Peki, Irak neden durulmuyor?.. Tarih Baba’ya sormalı.. Her şeyi en iyi o bilir.. Irak’ta ‘direnişçi’ diye biri türedi, kimliği çok ya- kında ortaya çıkacaktır. (18 Ağustos 2004 tarihli yazısı) “... Ben burada, Anadolu’nun bu eşsiz nok- talarından birinde yatalak bir hastanın ba- şındayım. Her gün bir yenisi kırılan umutla- rım, her kırılıştan sonra daha bir derinleşen üzüntülerim ve hüzünlerimle....” MS 46-47 yõl- larõnda ünlü Roma İmparatoru Neron’un Ana- dolu’nun en zengin ve eski uygarlõklarõndan bi- ri olan Likya’da o günlerin ticari ve askeri anlamda en stratejik limanõnõn girişinde yaptõrdõğõ Patara Feneri’nin yõkõntõlarõ önünde konuşuyoruz. Tepemizde 43 derece sõcaklõğõ ile tüm o top- raklarõ, alabildiğine bir cömertlikle vereceği, doğuracağõ her şeyi besleyen ve buz beyazõ bir gökyüzünde eriyormuş gibi duran kocaman bir gü- neş altõnda konuşuyoruz, ekibi ile Anadolu kõyõ- larõnõn belki de en güzel ve eşsiz noktasõnda yõl- lardõr çalõşan kazõ başkanõ Prof. Havva Işık’la dertleşiyoruz. Dertleşiyoruz diyorum, çünkü kur- tarõlmayõ bekleyen hastasõnõn başõnda hiç mi hiç hõz kesmeden çalõşarak beklemenin ve bu bekle- yiş süresince tüm olumsuzluklara karşõn hiç mi hiç yõlgõnlõğa kapõlmama duygusunu kendimden de biliyorum. Antik Patara Feneri’nden önce birkaç çizgi ile limanõndan söz etmek gerekiyor. Havva Hocamõz ile fenerin etrafõnda dolaşõrken sağõmõzda kara- ya doğru sokulan geniş bir sazlõk alan var. Ora- sõ, o zamanlar Anadolu’nun o güzelim kumsal kõ- yõlarõna doğru ilerlemiş ve korunmalõ bir doğal li- man oluşturmuş Akdeniz’in bir parçasõ. Fener ise hemen deniz kõyõsõnda şimdi de görünen kaya- lõklarõn üzerinde. Sazlõk ve şimdilerde gezindiğimiz alan, o zaman deniz. Kayalõklarõn en yüksek yerinde de şimdi tabanõ ve kulesinin 3-4 metre yükseklikteki bö- lümü kalmõş, 2000 yõl öncesinin her yönden limana giriş yapacak gemilerdeki denizcilerin gözleriy- le taradõklarõ, kõyõ şeridindeki bir yerlerde görmeye çalõştõklarõ Patara Feneri var. O zamanlar ismi Thelmessos’tan -şimdiki Fethiye- kalkan gemi- ler Patara’ya giderken, bugün de denizcilere hep sevimsiz gelen hava-deniz şartlarõ ile Yedi Bu- runlar’õn açõğõnda o günlerin imkânlarõnda bir hay- li sõkõntõ, hatta tehlikeler yaşardõ. Gemiler liman arkalarõnda yükselen Batõ To- roslar’daki bitmez tükenmez sedir ağacõ keres- tesi/kütüklerinden yükleyeceklerdi. Zamanõn ge- mi yapõmcõlõğõnda en önemli ham madde. İşte Thelmessos/Patara yolunda Yedi Burunlar’õ ge- çip Patara kõyõlarõ açõklarõna varõlõnca gemilerdeki gözler, sözünü ettiğimiz bu fenerin enerji kaynağõ olan ve metal kaplarda yakõlan zeytinyağõnõn õşõ- ğõnõ arardõ. Yineliyoruz, dönem Roma’nõn astõğõ astõk kes- tiği kestik, çõlgõnlõklarõ ile de ünlü imparatoru Ne- ron’un yönetimi. Kazõlar sürecinde bulunan ya- zõtlardan birinde Patara halkõ, Roma’nõn egemen olduğu bölgelere tayin ettiği valilerinden biri olan Priscus’a teşekkür ediyor. Neden mi? Bugün yatalak hasta olarak iyileş- tirilmeyi bekleyen Patara Feneri’ni imparator Ne- ron emriyle de olsa, yaptõrdõğõ için. Yok olma dönemine girmiş Antik yüzyõllarõn bu görkemli, dönemin askeri ve ticari denizciliğin stratejisi ile ilgili yapõsõ bugün artõk yok olma dönemine girmiş. Çeşitli doğa şartlarõ, zaman ve diğer etkenler kuleyi oluşturan sağlam bloklarõ bile gittikçe eskitiyor, hatta diye- biliriz ki eritiyor. Bu bloklara kazõ sorumlusu Prof. Işõk gözü gibi bakõyor. Hepsi bir araya getirilmiş numaralanmõş. 2004 yõlõna kadar gökyüzünü, güneşi görmeyen fe- ner 11 metre kum tabakasõ altõndan kazõlarak çõ- kartõlmõş kulenin podyumu önündeki düzlükte se- re serpe yatõyorlar. Kazõ ekibinin Patara Lima- PataraFeneri’niKurtaralõm... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar Görmüş geçirmiş on bin yõllarõn Anadolu’sunda başlõ başõna bir uluslararasõ Deniz Kültürü olayõ ve Tarih Dede’nin yüzünde gülümsemelerin en mutlusu. Ne olur Patara Feneri’ni yok olmaktan kurtaralõm. Onu bir denizcilik anõtõ yapalõm. Alõnacak sonuç buna değer ve inanõn bu rüyanõn gerçekleşmesi Ay’a gitmek falan gibi bir şey de değil. Bir vizyon ve değerlendirme işi... Eylül bir çağrıdır. Mutluluğu duymaya, yaşama bağlanmaya... Böyle dedim, gü- cüm olmasa da, kalkıp yürüdüm. O gü- zel günleri andım. Kıyıları, ormanları, elimle dokunmak istediğim dalgaları, ki- şiyi sonsuzluğa taşıyan mavi suları... İlhan’ı, Handan’ı, ötekileri, bizleri, Nail’i, Halet’i, Yılmaz’ı, Coşkun’u, Naim’i, Ayla’yı, Hamdi Bey’i aradım geçmişin bulanık anılarında... Buldum mu, bulduğumu mu sandım? Derken, İl- han’ı gördüm bir hastane odasında.. He- pimizin yaşadığı bir zaman parçasında... Dost mu düşman mı, anlaşılmaz. O re- simler, yazılar, söyleşiler, dostluklar. İstediğin kadar geçmişlere dönmek is- te! Yaşanan yaşanmıştır, giden gitmiş- tir... Odasına kimseyi almıyorlarmış... Ge- çen defa da kapıda beklemiştim. Bir ara kapı aralığından uzaktan görür gibi ol- muştum. “Sen nasılsın” diye sorabilmek için.. Yanıtı da belliydi “Sen nasılsan ben de öyleyim”di... Ama bu kez belki baş- ka bir söz, her zamanki gibi bir şaka, bir nükte.. hem bizle, hem kendiyle şaka- laşma.. Belki de şu tatsız yaşantılarla, yaşantımızla... Seksenini azıcık geçmişti. Hiç yaşlan- madan gelmişti o yaşa... Ta ilkgençliğin- den bu yana çalışmak, direnmek, yazmak, toplumda bir uyanış yaratmak.. sevgiyle, iyilikle, eşitlikle, özgürlükle dopdolu bir top- lumun bilinçlenmesini beklemek, iste- mek, yaratmak... Geldiler, sabah karanlığında. Hoş- geldiniz dedi mi, yoksa “Oturun bir çay yapayım” mı? Sonra alıp götürdü- ler. Bir savcının, bir yargıcın karşısına. İki geceyi nerde, nasıl geçirdi bilmem? Ama eve gelen o görevlileri bile dost saydı. Sonra bıraktılar. Bir deneyim daha mı geçirmişti... Hayır daha önce- leri, daha genç çağında kapatılmaları, en acılarını, en dayanılmazlarını yaşamış- tı. Yazmıştı da, o ünlü köşkün serüve- nini!. Türlü işkenceleri, çirkinlikleri!.. Ama hep umuttan yanaydı.. yazmakla, direnmekle, toplumda güzellikler yara- tılacağını bilerek... Yoğun bakımdaydı. Bir süredir oda- sında... Okurları ki, hepsi onun dostu- dur. Yarım yüzyıldır gündelik yazılarıy- la aydınlıklar sunduğu insanlar umutla bekleşmekteler. Hastane koridorların- da, kapılarında... Haberler iyi, sağlığına kavuşuyor, bugün değilse yarın yine okuruyla kucaklaşacak, dosta düşma- na bir olgun filozof gibi, anlayışla, hoş- görüyle seslenecek. Bugün yarın!.. Ben, “Sen nasılsan öyleyim” biraz da!.. Ama direneceğiz, dayanacağız, gelip ge- çen hastalıklar, sıkıntılar, zorluklar bize bir şey yapamaz. Hep yarınlar daha iyi olsun diye uğraştık. Binlerce yazı, sayısız kitap, konuşmalar, aramalar, bir büyük aydınlıkta buluşmaya çağırmalar... An- layanları, anlamayanları da! Bir an ge- lir anlarlar, anlasınlar diye!.. Bu bir sesleniş.. Sevgili İlhan bilir ya- nı başında olduğumu. Yalnız ben mi, on binlerce okuru da her an Pencere’sin- den seslenmesini bekliyor. O Pencere hep açık kalacak... Zaman zaman ka- patmak istediler, yalnız yazarını değil, penceresini de kırmaya, parçalamaya kalkıştılar. Boştu, boşunaydı.. İlhan Selçuk “Ziver Bey Köşkü”nü nasıl ya- zıp, hem edebiyat, hem de tarih sayfa- sına kazandırdıysa, bu kez Ergenekon denen çirkin hayaletin de ona kazan- dırdıklarını (ya da yitirttiklerini) bir bir an- latacaktır... Utanç varsa, bilirler onlar!.. Bir yazar, toplumların öncüsü bir aydın, böyle yenilgileri başarıya, zafere çevirecek güçtedir... Sevgili İlhan, bekliyoruz, bekliyorlar, sağlıkla yeniden aramızda ol- manı.. Benim bu satırlarımı da hoşgö- rüyle karşılayacağını... Sevgilerle, tüm okurlarınla... nõ’ndaki en önemli ça- lõşmalarõndan biri de li- man kentin antik yüz- yõllarõndaki Halk Mec- lis Binasõ “Bouleute- rion”. Hemen her antik kentte devlet/yöne- tim/halka hizmet işleri- nin görüşülüp kararlaş- tõrõldõğõ çok önemli bir yapõ burasõ. Aslõnda Patara Feneri’nin kur- tarõlmasõ bu bağlamda daha görkemli olaylarõ da beraberinde getir- mesi çok mutlu bir rast- lantõ oluşturuyor. Ulus- lararasõ bir denizcilik ve kültür olayõ. Düşününüz Patara Antik Kenti Halk Mec- lisi, kullanõldõğõ yõllar- daki haline getirilmiş. Hemen yanõ başõnda an- tik denizciliğin sevgili- si Patara Feneri kendi taşlarõ, orijinal yapõsõ ve malzemesi ile dimdik yenilenmiş duruyor. Işõk enerjisi de artõk bin yõl- lar öncesi gibi zeytin- yağõndan değil, güneş- ten depolanõyor. Ka- ranlõğõ delen õşõk köprü üstündeki vardiya za- bitine, kaptana 15/20 milden uzanõyor. Deniz kültürümüzde- ki her girişim ve yenili- ğin öncüsü olmuş Deniz Kuvvetlerimizin sanca- ğõ feneri, Türk Bayrağõ ve parlamento başkan- larõnõn açõlõşa katõldõğõ ülkelerin bayraklarõ meclis girişini donat- mõş. Donanmanõn kut- lama top atõşlarõ ve ben- zeri etkinlikler, yazar- ken bile insanõ heye- candan çõldõrtacak bir sevinç, alkõşlar, yöre halkõnõn gösterileri, da- vul sesleri, şenlikler. İşte Havva Hoca’nõn rüyasõ bunca çalõşma ve didinmenin böyle so- nuçlanmasõ. Görmüş geçirmiş on bin yõllarõn Anadolu’sunda başlõ ba- şõna bir uluslararasõ De- niz Kültürü olayõ ve Ta- rih Dede’nin yüzünde gülümsemelerin en mutlusu. Ne olur Patara Fene- ri’ni yok olmaktan kur- taralõm. Onu bir deniz- cilik anõtõ yapalõm. Alõ- nacak sonuç buna değer ve inanõn bu rüyanõn gerçekleşmesi Ay’a git- mek falan gibi bir şey de değil. Bir vizyon ve değerlendirme işi...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle