23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 EYLÜL 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kıbrıs İçin Bilgelik PENCERE İnsan Sıcağı Yazının başlığındaki deyişi ilk kez Erdal Ata- bek’in bir yazısında okumuştum.. Unutamadım.. Aklımda kaldığınca, becerebildiğimce “insan sı- cağı”nı özetlemeye çalışayım... Yer bir siyasal hapishanenin koğuşu... Bir gün görevliler gelirler, tutuklulardan bir gen- ci alıp götürürler... Aradan iki gün geçtikten sonra getirip koğuşun ortalık yerine atarlar... Belli ki çocuk işkenceden geçirilmiştir... Kanı revan içindedir... Yatağına uzatılır, ama, zavallı tir tir titriyor, in- liyor... Üşüyor mu?.. Peki, nedir bu sürekli ispazmoz?.. Belki de yaşadıklarından utanıyor, kendisiyle yüzleşmek istemiyor, bedeni arada bir kasılıyor, sorulara yanıt vermiyor, kimseyle ilişki kuramıyor, arada bir ağlıyor mu?.. Yatakta iki büklüm... Koğuştakiler ne yapacaklarını bilemiyorlar, sessizlikle bakışıyorlar... O sırada içlerinden birisi yavaşça çocuğa so- kuluyor, hiçbir şey söylemeden, koğuş arkada- şına sevecenlikle sarılıyor... Biraz sonra çocuktaki titreme yavaşlıyor, is- pazmoz duruluyor, genç sakinleşiyor, kasılmalar geçiyor, uykuya dalıyor... İzleyenlerden biri Erdal’a gülümseyip duyulur duyulmaz bir sesle diyor ki: - İnsan sıcağı!.. Anımsayabildiğim kadar yazabildim, kim bilir belki Atabek’in güzelim yazısının canına okudum; ama bu “insan sıcağı” deyişinin güzelliğini azal- tamaz, silemez; hepimizin insan sıcağına ihtiya- cı var... İnsan sıcağı günlük yaşamda bile hiç beklen- medik yerde ortaya çıkıverir... Havadaki titreşimlerle kişiden kişiye geçer... Yolda karşılaşan iki kişiden biri, ötekine bek- lenmedik biçimde gülümseyiverir... Sevecenliğin ısısı duyumsanır... Bir gösteri yürüyüşünde el ele tutuşulur... Bir toplantıda yan yana oturulur... Yürürken el ele tutuşulur... Geçen akşam AKM’nin büyük salonunda Ru- hi Su adına türküler imecesi yapıldı... İğne atsan yere düşmezdi... Her yaştan, her baştan insanların sıcaklığı so- luduğumuz havayı ısıtmıştı... Toplantıda bana da söz verildiğinde dedim ki: Türküler bestelenmez.. Türküler yakılır.. Sen yanmasan.. Ben yanmasam.. Biz yanmasak.. Nasıl yakılır türküler? Koca Ruhi Su yattığı yerden dirilip türküleriy- le yüreklerimizi ısıtıp, bilincimizi ışıtıyordu; bir- denbire 2003 yılında insanımızın insan sıcağına ne kadar gereksinmesi olduğunu düşündüm; bel- ki en büyük eksiğimiz buydu... Ülkemizde insan soğuğundan tir tir titriyoruz.. Yüreklerimiz soğumuş.. İnsanın insana sıcaklığını yok eden bir dünya- da yaşamak, insanı insanlığından yoksun bırakır. N eyin açõlõmõ sorusu, hü- kümet kanadõnda sonunda yanõt bulmuşa benziyor: Demokratik açılım. Batõ demokrasilerinde, dolayõ- sõyla genel olarak demokrasilerde açılım denen şey, davul zurnayla yaygara yap- madan, gerekli adõmlar atõlarak gerçek- leşir. Ve demokratik açõlõm denen şey, bütün toplumu kapsar. Ancak o zaman demokratik açõlõm sözü bir anlam kaza- nõr. Daha doğrusu ancak o zaman de- mokratik kavramõ yerine oturur. Toplu- mun bir kesimi için demokrasi olmaz. (Olursa, kadõnlarõ ve köleleri dõşlayan, kõrk yaşõnõ geçen erkek yurttaşlara veri- len binlerce yõl önceki Atina demokra- sisine benzer.) Demokrasi çağdaşlõktõr. Ancak belli çağdaşlõk ölçütlerinin toplum içinde uy- gulanõp yaygõnlaşmasõyla olanaklõdõr. Bu ölçütlerin başõnda çağdaş, yani bi- limsel eğitim gelir. Bilimsel eğitimse, an- cak laik eğitimdir. Ezberci değil, dü- şünmeyi, sorgulamayõ, bilimsel çalõşma ve öğrenmenin yöntemini, eğitimin ana hedefi kõlan eğitim birliğini ve tekliği- ni sağlayan, anadilde eğitim veren okul- larda olanaklõdõr. İmam ve hatiplik hizmetleri için meslek erbabõ yetiştiren okullarõn mezunlarõna, diğer bütün hiz- met ve mesleklerin kapõlarõnõ açmayõ he- defleyen bir eğitim ne laik ne de çağdaş olabilir. Anadilde verilmeyen bir eğitim de kesinlikle ulusal olamaz. Özgüveni pörsütülmüş ve kendine yabancõlaştõrõl- mõş yurttaş yetiştirmekten başka işe ya- ramaz. Anadilde eğitim veren okulun en çağdaş görevlerinden biri de elbette çağdaş yöntemlerle yabancõ dilleri en iyi ve en etken biçimde öğretmektir. Ana- dil dõşõ eğitimle işin kolayõna kaçmaya çalõşmak sakattõr. Devletin okul ve eği- tim yükümlülüğünü dersane denilen özel kuruluşlara aktarmasõ da toplumu de- mokrasi bilincine götürmez. Bir diğer te- mel ölçüt de devletin istihdam görevini yerine getirirken, toplumsal hak ve ada- let ilkesini de kendi yükümlülüğü olarak benimsemesidir. Almanya’da yüksek oranda işsizlik kemikleşme eğilimi gös- terince, Federal Çalışma Dairesi baş- kanõ, bu durumun ülke demokrasisi için bir tehdit oluşturabileceği uyarõsõnda bulundu. Bunu söyleyen, sosyal güven- ce ağõ oldukça sõk dokunmuş bir ülkenin yetkilisi. Yeterli istihdam ve geçim düzeyleri ve sosyal güvenlik ağõ olma- yan bir ülkede demokrasi de ancak o ka- dar olabilir, yani olmaz. Buna bir de ge- lir dağõlõmõndaki usulsüzlük ve adalet- sizlik eklenince, demokrasinin yanõndan geçmek bile güçtür. Bir de bölgeler arasõ gelişmişlik dü- zeyindeki fark makul ölçüleri aşõnca, de- mokrasiye nasõl ulaşõlabilir, buna akil ya- nõt yoktur. Yine Almanya örneğini ver- mek isterim. 1990 yõlõnda Almanya bir- leşince, Doğu Almanya ekonomisi ve teknolojisi çökük durumdaydõ. Federal Meclis, ilk iş olarak, ekonomik ve tek- nolojik ve toplumsal dengenin bir an ön- ce sağlanmasõ için, hemen bir dayanış- ma vergisi yasasõ çõkardõ. Ülkedeki her vergi mükellefinin ödediği vergi mikta- rõnõn yüzde 10’u kadar bir dayanõşma ver- gisi ödemesi sağlandõ. Yaklaşõk yirmi yõl- dõr her yõl 100 milyar Avro’nun üzerine bir kaynak böylece Doğu eyaletlerine ak- maya başladõ. Kendi gözlemimle sapta- dõm: Birleşmenin hemen ardõndan gitti- ğim Leipzig, 50’li yõllarõn Batõ Alman kentleri duygusu uyandõrmõştõ bende. Bu- gün gidince, Batõ kentlerini bile geçen çi- çek gibi bir görünümle karşõlaşõyorsunuz. Asker sivil aklõ başõnda herkesin yõllar- dan beri söylediği, ekonomik, eğitimsel ve toplumsal kalkõnmaya ağõrlõk vere- mediğimiz Güneydoğumuzda, Batõ böl- gelerimizle aradaki uçurumu kapatma- dan, hangi demokrasiyi bekleyebiliriz? Elbette bunlara bağlõ olarak, şeriat, ta- rikat ve aşiret boyunduruğu, demok- rasiye geçirilmiş boğucu bir boyundu- ruktan başka bir şey değildir. Bu bo- yunduruğu geçirenlerin buyruğuyla dört yõlda bir sandõk başõna gitmeyi demok- rasi sanmaktan vazgeçmeliyiz. Bu, ken- dimize yapabileceğimiz en büyük kötü- lüktür. Bu bağlamda, parti yapõlanmalarõ ve yönetimlerinin de bir çeşit aşiret iş- leyişinden farkõ yoktur. Geniş çaplõ ka- tõlõm, sendikal ve uygar (muhalif) ör- gütlenme olmadan demokrasi lafta kalõr. Muhalefete tahammülü olmayan reji- min adõ başka bir şeydir. Muhalefetin et- kenlik yeri basõn yayõn organlarõ, uygar (sivil) toplum örgütleri ve demokrasi il- kelerine uygun seçim yasasõyla Meclis’e giren partiler, temsilcilerdir. Aydõn kav- ramõ da aydõnlanma süreci içinde, ikti- darõ eleştirmekten ve iktidara muhale- fetten geçer. Budur çünkü eksikleri gös- termenin ve toplumu ileriye taşõmanõn yo- lu. İktidar payandasõ ve parsasõ içinde olan yazar ve konuşmacõlar, aydõn ol- manõn dõşõna düşenlerdir. Eğitimin, ka- musal yayõnõn ve adalet sisteminin ger- çek anlamda özerk olmadõğõ yerde de- mokrasi eksik ve sakattõr ya da hiç yok- tur. Demokraside iktidarõn özgürlüğü, muhalefetin özgürlüğüyle ölçülür. Sayõn Başbakan’õn, 2002 seçim kam- panyasõnda en õsrarlõ ve en önemli vaa- di, iktidara gelince, dokunulmazlõk zõr- hõnõ Meclis kürsüsüyle sõnõrlamaktõ. Bizdeki gibi ölçüsüz dokunulmazlõkla de- mokrasi olmayacağõnõ elbette bilir. Ye- di yõldõr halkõmõz bu vaadin gerçekleş- mesini bekliyor. Ama önce, tramvay ola- rak tanõmladõğõ demokrasi anlayõşõnda bir değişim olmuşsa, bunu bir özeleştiriyle açõklamasõ gerekmez mi? Kõsaca, demokratik açılım, iktidarõn anladõğõndan farklõ bir kategoridir. Öl- çütleri bellidir. İktidarõn henüz somut ola- rak açõklamadõğõ önlemler tasarõmõ, umalõm, sözünü ettiğimiz ölçütler çer- çevesinde adõmlarõ içerir. Bundan ülke de iktidar da kazançlõ çõkacaktõr. Aşiret Demokrasisi... Yüksel PAZARKAYA (9 Ocak 2003 tarihli yazısı) Lütfen Biraz Özen... Nusret ERTÜRK B ir sözcük, sõrasõnda insanõ mutlandõrõr, kanatlandõrõr, gök- lere çõkarõr. Özlenen ya- şanasõ ortamõn kapõsõnõ açar. Mark Twain’in, “Bir tek güzel sözle iki ay yaşayabilirim” dediği bu olmalõ. Bir sözcük, sõ- rasõnda insanõn yüreğine paslõ hançer gibi saplanõr. Yaşamõn tüm güzellikle- rini siler atar, evreni ce- henneme çevirir. İşte bir büyüğümü- zün(!), son günlerde sõk sõk duyduğumuz konuşma örneğinden; “İspat et- meyen namussuzdur, şe- refsizdir, alçaktır.” Dü- şünce üretmek, yõllarõ alan okumak, bilgilenmek, özümlemek ister. Sövme- ye, aşağõlamaya, meydan okumaya ise hiçbir ha- zõrlõk gerekmez. Her şey incelikten, insan kabalõk- tan kõrõlõrmõş. Aydın Boy- san, gençlik anõlarõnda “Adamın bize aptal de- diğini, ancak iki yıl son- ra anlayabildik” diyor. 196O devrimiyle planlõ kalkõnma dönemi başladõ. İlk beş yõllõk planõ, devri- nin en usta kalemi Şevket Süreyya Aydemir’e yaz- dõrõldõ. Anlatõma önem veren böyle yapar. Turgut Özal, Cumhur- başkanõ sõfatõyla kõsa pan- tolonla askeri birlik de- netledi. 1950’li, 60’lõ yõl- larda Ankara’da, İstan- bul’da tiyatroya gidenleri, ana caddelerde dolaşanlarõ görürseniz, onlara nasõl giyindiklerini sorunuz. “Hepsi temiz giyimli, kravatlı, günlük tıraşlı, saygılı konuşan kişiler- di” yanõtõnõ alacaksõnõz. 1960’lõ yõllarda Erzurum Eğitim Enstitüsü Müdürü Yusuf Ziya Bey erkek öğrencilerine şöyle ses- lenirdi: “Bir insanın bur- nundaki sümük neyse yüzünüzdeki kıl da odur. Lütfen günlük tıraş olu- nuz.” Köşeye sõkõşmõş, sermayesi bitmiş, anadili sevgisi edinmemişler so- kak ağzõyla konuşur. Hem de her gün… Can Yücel onlar için diyor ki: “Sant- raç masasında konuşul- maz/Taşı sür derler ada- ma” KOMİSYONUN tam adı “Tür- kiye’ye Dair Bağımsız Komis- yon”. “Dair”in yerine “konusun- da, üzerine, lehine” falan gibi sözcükler koyabilirsiniz; anlam fazla değişmiş sayılmaz. Nite- kim, dünya ve Türkiye medya- sı “Âkil Adamlar Komisyonu” adını yeğliyor. Kısacası, Türkiye-AB ilişkile- ri üzerine en akılcı çözüm ko- nusunda bilgece ve bağımsızca tavsiyelerde bulunması bekle- nen bir komisyon. 2004 Martı’nda, yani Annan referandumundan biraz önce kurulduğunda tam on üyeyle işe başlamışlardı; üyelerden Bo- nislaw Geremek geçen yılın temmuzunda ölünce dokuz kal- dılar. Başkanları Martti Ahti- saari, Finlandiya’nın eski cum- hurbaşkanı ve başta Kosova ol- mak üzere çeşitli uluslararası uz- laşmazlıklarda oynadığı roller sayesinde Nobel Barış Ödülü sahibi. Öbür üyeler arasında yaşlı devlet ve hükümet baş- kanları, bakanlar, emekli diplo- matlar var. Fransa’nın “Türk dostu” bilinen eski başbakan- larından Michel Rocard da iç- lerinde. Böyle bir komisyonun önyar- gılı, taraflı ve haksızlık yapabi- lecek tıynette olabileceğini söy- lemek herhalde haksızlık olur. Gelgelelim, şimdi önlerinde duran Kıbrıs konusunun özelliği açısından, yapacakları tavsiyelerin zamanlaması son derece kritik. Komisyonun genel yaklaşımı, ağustosun son gününde ya- yımladıkları rapordan da anla- şılacağı gibi, AB’nin Türkiye’ye haksızlık yaptığı biçiminde. An- kara’nın tam üyeliğine karşı çık- manın ve bunun yerine “ayrıca- lıklı ortaklık” gibi başka seçe- nekler önermenin yanlış oldu- ğunu, Avrupa’ya karşı güven- sizlik yarattığını ve Müslüman Türkiye’ye çifte standart uygu- landığını söylüyorlar. Dengeli davranarak Güneydoğu soru- nuyla ilgili olanları da içerecek bi- çimde, Türkiye’nin yapması ge- rekenleri saymaktan bile geri kalmıyorlar. Buraya kadar iyi ama, sıra Kıbrıs sorununa gelince ga- liba üstatlarla külahları değişmek gerekiyor. Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesini istemekteler. Fe- deral çözüm ve adanın asker- sizleşmesi için Talat-Hristofias görüşmelerinin son fırsat oldu- ğunu ve şimdiki siyasal kuşağın bir daha bu fırsatı bulamaya- cağını yazıyorlar. Böyle bir yaklaşımın gerisin- deki büyük tehlikeyi yok saya- rak ve Türkiye’yi büyük bir al- danışa itmekte olduklarını gör- meyerek: Büyük aldanışın so- nucu, Kıbrıs’ta uzlaşıcı bir çö- züme varmanın AB’ye tam üye- lik sürecini olumlu etkileyeceğini düşünerek gereksiz ödünler ve- rip iki bağımsız devletli çözüm- den vazgeçmek ve iş işten geç- tikten sonra tam üyeliğin ger- çekleşmediğini görüp kahrol- maktır. Bu konuda şimdiye kadarki bütün dersler AB’lilerin sözleri- ne asla güvenilmemesi gerek- tiğini göstermedi mi? Bilge adamlar akıllıysa, Türkler ille de aptal olmak zorunda mıdırlar? mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle