25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Şeyhten Geçilmiyor... Ortalıkta tarikattan ve cemaatten geçilmiyor; şeyhlerin bini bir para... Demokrasinin altyapısını ve ‘olmazsa olmaz’ını oluşturan işçi sendikalarından ve köylü koope- ratiflerinden artık hayır yok!.. Tarikat ve cemaat şeyhleri iktidar partisinde ka- rar kıldıkça sandıktan çıkacak olanlar da belli... Nakşiler -başta Fethullah- yaman örgütlendi- ler, Amerika’ya sırtlarını dayadılar, paraya para de- miyorlar... Peki, Aleviler ne yapıyorlar?.. Bugün ne yaptıklarını pek bilemiyorum; ama dünkü Alevi-Bektaşi mizahında aydınlatıcı fıkra- lardan geçilmez... Sıvas dolaylarında bir Alevi dedesi kendi halinde yaşayıp gidermiş... Çevredeki aşiret beyinin çok sevdiği çoban kö- peği bir gün hastalanmış; iyileştirmeye çalışmışlar; ama nafile... İlaç milaç para etmemiş... Bey sonunda buyurmuş: - Köpeği Alevi dedesine gösterelim; kurtarırsa o kurtarır... Hasta hayvanı bir semiz koyunla birlikte arabaya yüklemişler, ağanın selamıyla birlikte Alevi de- desine iletmişler: - Dede koyunu afiyetle yesin, köpeğe de bir muska yazsın... Köpeğe muska yazılır mı?.. Sözüm ona günah... Ama baba hiç umursamamış, muskayı yazıp kö- peğin boynuna asmış, koyunu da kesip mideye indirmiş... Aradan bir hafta geçmeden köpek iyileşmesin mi... Olay, çevrede duyulmuş... Kadı Efendi olan bitenleri öğrenince köpürmüş: - Vay Kızılbaş herif!.. diye bağırmaya başlamış, köpeğin boynuna muska asmış, öyle mi!.. Ben ona gösteririm... Kadı, olayı İstanbul’daki şeyhülislama bildirmiş... Şeyhülislam, Alevi dedesi için “katli vaciptir” fet- vasını verip, iradesini almak için padişaha arz etmiş. Olay padişahın garibine gitmiş... İnceleme için olay mahalline bir yetkili kurul gön- dermişler; köpeği yakalayıp boynundaki muskayı alıp açmışlar; görmüşler ki kâğıtta edepsizce üç dize okunuyor: “Tamah ettim etine... Muska yazdım itine.. Tutsa da tutmasa da ..kime..” Durumu öğrenen padişah, Alevi dedesini İs- tanbul’a getirtmiş... Alevi dedesi huzura çıkınca demiş ki: - Padişahım, ben yoksulum, ömrümde devlet olarak yalnız zaptiye ile tahsildarı gördüm; şim- di bir padişah görüyorum... Padişah Alevi’den hoşlanıp sormuş: - Dünyada en büyük mutluluk nedir?.. Dede hiç düşünmemiş: - Padişahım, iştahla yemek yiyebiliyor musun, yediğini rahatça def edebiliyor musun?.. O zaman mutlusun demektir... Padişah bu kez gülüp sormuş: - Dile benden ne dilersen?.. Kızılbaş klasik yanıtı yinelemiş: - Gölge etme, başka ihsan istemem... Alevi dedesi böyleyken bugünkü iktidarın tari- kat ve cemaat şeyhleri devleti yemeye doyamı- yorlar... Bakalım Türkiye Cumhuriyeti, bu şeyhlerin elinden nasıl kurtulacak?.. (24 Şubat 2008 tarihli yazısı) GAZETECİLİKTE, daha doğru- su habercilikte yaygın deyimlerden biri de “haberin üzerine atlamak” sözüdür. Medyanın her türlüsünde, “haberin üzerine hemen atlamaz- san sonra haberi atlamış sayılırım” korkusuyla yaşayanlar çıkar. Elinize bir haberin ipucu geç- miştir, değerlendirmenize göre önem- lidir ve doğruya benzemektedir. İşte, o andan başlayarak başkalarına anlatıl- ması zor ikilemler içine düşersiniz. Bunlar, sıralamakla kolay bitmeyecek kadar çoktur. Haberi size duyuran ya da ileten kay- nağın güvenilir olup olmadığından baş- layan bir yığın soru kurcalar zihninizi. Böyle durumlarda doğal ve klasik yön- tem, haberi ikinci bir kaynaktan doğ- rulatmaktır. Haberin niteliğine göre, bunun da birtakım riskleri olur. Doğru- latmayı kendiniz yaptığınızda ya da ya- yımlayacak organın sorumlularına bı- rakmış olmanıza göre değişen riskler: Haberin gizliliği kaybolabilir. Başka bir kaynağa doğrulatma gereği duyuldu- ğu için ilk kaynağın size olan güveni de kaybolur; başka zaman ondan yarar- lanma olanağınız azalır. Doğrulatmanın habercilikte temel kural olduğunu an- latmakta güçlük çekersiniz. Ayrıca, bu süreçte başkaları da “haberden ha- berdar” olacağı için, haberi “ilk patlat- mış kişi” olma tekelinin ya da her ney- se şerefinin veya ödülünün elinizden kaçmış olacağı düşündürür sizi. İkilemler, seçenekler, tereddütler böy- lece sürer gider. Her aşamada yeni ikilemler, seçe- nekler, tereddütler doğura doğura... Hele işin içine bir de zaman boyutu girmişse haberciliğin profesyonel di- yebileceğimiz ve en basitleri “baskıya ya da yayına yetiştirmek” diye özetle- nebilecek güçlüklerine sıra gelir ki, onlar bile çok kişiyi yıldıracak kadar kri- tiktir. Kısacası, zor meslektir habercilik. Asıl zor olan haberin niteliğidir ya da haberdeki kişilerin ya da kurumların durumu, tutumu, önemidir. Haberciliğin sizi en çok kıvrandıracak ya da kıvran- dırması gereken yanı budur. Ha- berin yankısı, tepkisi ve anlamı. Üstelik, sizin tek başınıza de- ğerlendirmekte güçlük çekeceğiniz, belki de sorumluluğun ağırlığıyla ezi- lebileceğiniz yanı da budur. Adım atmadan önce iki kez düşün- menizi gerektiren. Nedense ve hangi niyetliyse, askeri şöyle ya da böyle yıpratmanın marifet sayıldığı bir zaman kesitinde, askeri yıp- ratmak için vesile edilebilecek haber- ler söz konusu olduğunda, dürüst ve sorumlu haberciliğin bütün gereklerini yerine getirmeden o haberlerin üzeri- ne inanılmaz bir şehvetle atlamak her- halde sağlıklı bir ruh hali sayılamaz. Hele ülkeniz, o askerin özverisiyle ku- rulmuş bir Cumhuriyetin ülkesiyse. Hele hele, o özveriyle kazanılmış bir zafer kutlanırken. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Tuhaf Ruh Halleri mumtazsoysal@gmail.com Kurtuluş Savaşõ’nõn Son Utkusu T ürk devrim tarihimizde Kur- tuluş Savaşõmõzõn en son aşamasõ olan savaş 30 Ağus- tos 1922 tarihli Başkomutanlõk Meydan Savaşõ’dõr. Bu yõl 87. yõ- lõ olan bu utkunun Gazi Mustafa Kemal tarafõndan yönetilen ve Sa- karya Meydan Savaşõ ile başlayan sürecin son noktasõ olmasõdõr. Türk ulusu 26 Ağustos tarihine gelince- ye değin hep savunma durumunda kalmõştõr. İlk kez bu tarihten son- ra saldõrõya geçmiştir. 9 Eylül 1922 ise savaşõn Türk ordusunun gali- biyeti ile sonuçlanõş tarihidir. Lord Kinross 29 Ağustos saba- hõnõ şöyle betimler: “29 Ağustos sa- bahı, gün doğuşuna bir saat ka- la, Gazi atıyla ağır ağır Kocate- pe’nin yumuşak eğimli zirvesine doğru ilerledi. Savaşı buradan yö- netecekti. Bir dizi er, fenerle yo- lu aydınlatıyor, çepeçevre bayır- lardaki başka erler atlara ve ko- şum hayvanlarına ışık tutuyor- lardı. Mustafa Kemal konuşmu- yordu. Düşüncelerine gömülm- üştü besbelli. Durmadan doğuya, ufka bakıyordu. Şimdi orada ha- fif bir kızıl parıltı belirmişti. Ana- dolu yaylası üzerine güneş doğu- yordu. Sonra birden gürüldeyen gök gibi topçu baraj ateşi başla- dı. Ve Yunanlılar uykularından uyandılar… Mustafa Kemal şim- di tepenin yanında Fevzi ve İsmet Paşalar birkaç kilometre ileride gelişen büyük saldırıyı gözlüyor- du… Kavga kanlı oldu ama 30 Ağustos sabah saat 9.30’da Baş- komutanlık Meydan Savaşı ut- kuyla sona erdi.” Dr. Handan DİKER Yeditepe Üni. Arkası 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle