Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
N
ATO’nun Ni-
san 2009’da dü-
zenlenen zirve-
sinde ittifak üyeleri,
Temmuz 2009’da NA-
TO Genel Sekreterli-
ği’ne Anders Fogh
Rasmussen’in getiril-
mesine “oybirliği” ile
karar verdiler.
Ne var ki Türkiye’nin
bu atama sürecinde or-
taya koyduğu davra-
nõşlar, Türk dõş politi-
kasõnõn kõrmõzõ çizgile-
rinin varlõğõnõn bir kez
daha sorgulanmasõna
neden olmuştur. Öyle
ki, Türkiye’nin G-20
zirvesi sõrasõnda Ras-
mussen’in adaylõğõna
karşõ çõkmasõ ve sonra-
sõnda “ikna edilmesi”,
Türkiye’yi NATO’da
ikinci sõnõf müttefik du-
rumuna düşürmüştür.
NATO Türkiye’nin
diğer üyelerle “eşit”
haklara sahip olduğu
en önemli uluslararasõ
güvenlik organizasyo-
nudur. Bununla birlik-
te NATO’nun Türkiye
açõsõndan önemi sadece
güvenlik boyutu ile
açõklanamaz.
NATO Soğuk Savaş
boyunca Türkiye’yi
Sovyet tehdidine karşõ
koruduğu gibi, Türki-
ye’yi Batõ ile birbirle-
rine bağlamõştõr. Bu
bağlamda NATO, Tür-
kiye ile ABD’yi ve di-
ğer AB devletlerini or-
tak bir zeminde buluş-
turmaktadõr.
Bu nedenle ortak
Sovyet tehdidi ortadan
kalkmõş olsa da, NATO
küreselleşme süreci ile
güçlenen terorizm gibi
yeni tehditlere karşõ mü-
cadelede önemli bir ak-
tör haline gelmektedir.
Bununla beraber
PKK’nin faaliyetlerine
bazõ NATO üyelerinin
göz yummasõ veya bi-
reysel özgürlükler açõ-
sõndan yaklaşmasõ, Tür-
kiye’nin ulusal-bütün-
lüğüne zarar vermekte-
dir.
Bu duruma en güzel
örneği Rasmussen’in
geçmişte Roj-TV ko-
nusundaki tutumu orta-
ya çõkarmaktadõr.
PKK’nin ideolojik ve
silahlõ mücadelesine
destek veren Roj-
TV’nin düşünce özgür-
lüğü ve bireysel haklar
kapsamõnda yayõnõnõn
durdurulmamasõ ve bu
sorunun yargõya havale
edilmesi, Türkiye’nin
toprak bütünlüğüne
açõk bir şekilde zarar
vermektedir. Sadece bu
nedenle Türkiye, Ras-
mussen’in NATO Ge-
nel Sekreterliği’ne kar-
şõ çõkmalõydõ.
Bu noktada üzücü
olan, Türkiye’nin elin-
de bu görevlendirmeyi
engelleyebilecek ve
farklõ bir isim üzerinde
uzlaşmayõ özendirebi-
lecek yeteri kadar sav-
lar mevcutken, bu yolu
sonuna kadar deneme-
miş olmasõdõr.
Türkiye Rasmus-
sen’in karikatür krizi
sõrasõndaki tavrõnõ itti-
fakõn gündeminde tut-
malõ, bu atamanõn NA-
TO’nun geleceğini et-
kileyecek olan Afga-
nistan görevine vere-
ceği zararlar açõsõndan
üye devletlerin dikkati-
ne sunulmalõydõ.
Rasmussen’in bu tav-
rõnõn El-Kaide’nin eli-
ni güçlendirebileceği,
NATO’nun askeri ka-
yõplarõnõ arttõracağõ ve
bu çatõşma ortamõnõn
güçlenmesi ile Afga-
nistan’dan Avrupalõ
müttefiklerin asker çe-
kebilecekleri ABD’nin
de dikkatine sunulma-
lõydõ.
Türk diplomasisi di-
ğer NATO ülkeleri üze-
rinde uzun vadeli bir
baskõ oluşturmalõ, bu
yöndeki inisiyatifi kay-
betmemeliydi. Türki-
ye’nin Rasmussen’in
bu görev için doğru ki-
şi olmadõğõnõ savun-
masõ kararlõlõkla sür-
dürülmeliydi.
Örneğin, Fransa
1995’te Danimarka Dõş-
işleri eski Bakanõ Ele-
man Jensen’i benzer
bir şekilde göreve uy-
gun olmadõğõndan do-
layõ veto etmiştir. Ne
var ki, Türkiye Fran-
sa’nõn gösterdiği bu ka-
rarlõlõğõ gösterememiş-
tir.
Türkiye’nin güven-
lik sorununu tam anla-
mõ ile özümseyememiş
bir kişi, Türkiye’nin
tam üye olduğu en
önemli güvenlik örgü-
tünün başõna getiril-
miştir.
Bu durumun Türkiye
açõsõndan ne gibi so-
nuçlar doğuracağõ sõ-
nanarak ortaya çõka-
caktõr.
Sonuç olarak, Türki-
ye’nin kõrmõzõ çizgile-
ri sõrayla ortadan kal-
dõrõlmaktadõr. Bu du-
rum kadar sõkõntõ veren
bir diğer unsur ise kõr-
mõzõ çizgiler ile birlik-
te Türkiye’nin saygõn-
lõğõ da azalmaktadõr.
Bu bağlamda çeşitli so-
rular akla gelmektedir.
Örneğin Avrupa ba-
sõnõnda Türkiye’nin bu
tavrõnõn AB’ye katõla-
cak bir ülkeye yakõş-
madõğõ sõkça işlenmiş-
tir. Öyle ise, başõnda
böyle bir ortam yarata-
cağõ belli bir süreç ne-
den izlendi? Acaba
amaç iç kamuoyunu ya-
nõltmak mõydõ?
Eğer Türkiye’nin her
ulusal meselesinde Av-
rupa kamuoyu baskõn
çõkacak ise Türkiye na-
sõl kendi güvenliğini
sağlayacaktõr?
İkinci olarak, Türki-
ye’nin bu atamayõ veto
etmemesi koşulu ile ge-
nel sekreter yardõmcõ-
sõnõn Türkiye’nin iste-
ği doğrultusunda ata-
nacağõ belirtilmişti.
Türkiye’nin vetosunu
kaldõrmasõndan sonra
ise bu atama için yeter-
li bütçenin olmadõğõ
açõklandõ.
Öyle ise neden her
iki atama eşzamanda
yapõlmadõ ve bu görev
için uygun adaylarõn is-
mi bu dönem gündeme
getirilmedi?
Bu sorular sõrasõ ile
cevaplanmayõ bekle-
mektedir. Diğer taraftan
Türkiye’nin bir diğer
kõrmõzõ çizgisinin orta-
dan kalkmasõ, AB’nin
Kõbrõs Rum Kesimi’nin
NATO üyeliği için Tür-
kiye’ye baskõ uygula-
masõ sonucunu doğura-
bilecektir.
Bu süreçten gayet
çarpõcõ bir şekilde an-
laşõlmaktadõr ki, Türki-
ye’nin NATO içerisin-
de eşit müttefik olma ve
saygõ görme konumu
kaybedilmektedir.
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 27 MAYIS 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Mayın Patladı mı?
“HER geçen gün ortak değerlerimiz azaltıldıkça,
bizi birleştiren tek duygu giden değerlerimizin arkasına
yığdığımız hüzün oluyor; giderek garipleşen hüzün
ülkesinde!..”
Tülay Özüerdem’in geçen gün bu sayfada ya-
yımlanan yazısından alınma çok ince hüzün satır-
ları bunlar. Profesör Saylan’ın ardından.
Bizi birleştiren tek duygunun değerli insanlarımı-
zın gidişinden sonra duyduğumuz ortak duygunun
hüzün oluşu, tek başına, çok hüzünlü bir saptama
değil mi? Hatta, birleştirenin ortak bir düşünce değil
de, sadece bir duygu oluşu bile? Ulusu birleştirici
düşüncenin yokluğu başlı başına hazin bir durum-
dur.
Kaldı ki, azalan değerler, sadece ölen değerli in-
sanlardan ibaret değil. Yaşarken de harcadığımız,
şevkini ve onurunu kırmaya kalktığımız, bu ülkede,
bu toplumda doğduğuna pişman ettiğimiz, kah-
rettiğimiz insanlarımız yok mu?
Yalnız insanlar mı? Onların uzak ve yakın geçmişte
ömürlerini vererek, göz nuru harcayarak, yıllarca di-
dinerek yarattıkları somut ulusal değerlerimiz, hiç pa-
hasına şuna buna, yerli yabancı birtakım açıkgöz-
lere peşkeş çektiğimiz maddi değerlerin ve onları ya-
ratan emeklerin boşa gidişi hüzün vermiyor mu? Ör-
neğin, petrol rafinerileri, Petkim’ler giderken bir İh-
san Topaloğlu’nu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tam
bağımsızlaştıracak ekonomik gücü yaratmak he-
vesiyle çırpınmış ve çırpınmakta olanları anmak?
Bu ne bitmez hoyratlıktır, insan ve emek harca-
ma şehvetidir?
Gelelim Suriye sınırındaki mayınların temizlen-
mesine.
O mayınları biz üstlerine basalım da kıt kaynak-
larımızla ve bütün kurumlarımızla berhava olup par-
ça parça birbirimize girelim diye mi gömmüştük? Te-
mizlenmeleri için, kurumları bir araya getirerek or-
tak akıl oluşturmak için hiç mi akıl kalmadı bu ül-
kede?
Temizleme ile temizlenen toprağın kullanılışını bir-
birine eklemek gibi bir saçmalık Danıştay’dan dön-
dükten sonra şimdi de yasa yoluyla aynı yöntemi tek-
rarlamak için nefes tüketmek, vakit harcamak, ül-
kenin Meclisi’ni, medyasını, toplumu bununla uğ-
raştırmak, bırakın saçmalığı, akılsızlığı, Anayasa Mah-
kemesi’nden de döneceği kesin bir abesle uğraş-
mayı, ulusal çıkarlar açısından tam anlamıyla bir iha-
net değildir de nedir?
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı, araziye ilişkin
görüşlerini belirtti; Kilis Valiliği, İl Özel İdaresi’nin
projesi haber olarak Cumhuriyet’te çıktı; sorumlu ba-
kan, temizliği devlet yaparsa maliyetin ağırlığından
söz edip tasarıyı savundu; Genelkurmay, hizmet alı-
mı için NATO’nun NAMSA’sını önerdi. Ama hiçbi-
ri çıkıp da bu işin asker sivil, özel kamusal bütün yer-
li olanak ve akıllar kullanılarak niçin hep birlikte ya-
pılamayacağını anlatamadı. Yoksa, gömülü mayınlar
cumhuriyetçi bütünlüğü çoktan parçaladı da ha-
berimiz mi olmadı?
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
27 Mayıs
Dersleri...
Geçmiş zaman...
1956 yılının Ocak ayında ‘Dolmuş’ adında bir
mizah dergisi çıkarmıştık...
Dolmuş’taki kimi yazılar imzasızdı...
Neden?..
Çünkü o yazıları, hapisteki Aziz Nesin yazı-
yordu...
Aziz Nesin sakıncalıydı, adının çıktığı dergiyi yer-
le yeksan ederlerdi...
Demokrat Parti iktidardaydı...
6-7 Eylül 1955’te İstanbul bir felaket yaşamış-
tı; ne kadar Rum, Ermeni, gayrimüslim varsa ev-
leri basılmış, dükkânları, mağazaları yağmalan-
mış, yaşamları allak bullak edilmişti...
Kim yapmıştı bunu?..
Zamane iktidarının yönlendirdiği ve yönettiği sü-
rüsüne bereket azgın...
Oysa Ankara’da bir Meclis vardı...
Bir de hükümet...
Başbakan Adnan Menderes’ti..
Ne hükümet çekildi..
Ne Başbakan istifa etti...
Başta Aziz Nesin olmak üzere ülkenin aydın sol-
cuları tutuklanıp içeri atıldı...
Aziz Nesin içerden bizim Dolmuş’ta mizah ya-
pıyordu...
İmzasını koymak olanaksızdı...
Menderes 1950’de iktidara geçmişti...
27 Mayıs 1960’ta bir askeri müdahaleyle dev-
rildi...
Tam 10 yıl süreyle iktidarda kalan, yalnız adı
“Demokrat Parti” ne yapmış, ne yapmamıştı?..
27 Mayıs’la gündeme giren 1961 Anayasası’nda
bu soruya yanıt vardır...
1961 Anayasası’yla Türkiye’nin “laik, sosyal bir
hukuk devleti” olduğu tescil edilmişti..
Sonra?..
Anayasa Mahkemesi..
Basın özgürlüğü..
Yargıç güvencesi..
Sendikalar..
Toplusözleşme..
Grev hakkı..
Vesaire...
Peki, adı ‘demokrat’ olan Menderes iktidarı tam
10 yıl bu demokratik hakları neden gündeme ge-
tirmemiştir?..
İstanbul’da 6-7 Eylül faciasını tertipledikten son-
ra neden suçsuz olduklarını çok iyi bildiği solcu
ve sosyalist aydınları suçlayıp içeri atmıştır?..
Ve sonunda neden iktidar partisinden kimi mil-
letvekiline yargı yetkisi tanıyıp bir “Tahkikat Ko-
misyonu” kurarak muhalefetin canına okumak is-
temiştir?..
27 Mayıs’ta askeri müdahale toplumda yara-
tılan gerilim ve kıyamet üzerine gerçekleşmedi
mi?..
Bugün 27 Mayıs...
27 Mayıs’tan alacağımız büyük dersler var...
Ne yazık ki bu dersleri almaya ‘istidadımız’ yok...
Bugün toplum 27 Mayıs öncesindeki gibi bir kı-
yameti yaşıyor... Askeri müdahalenin olanaksız-
lığı, sivil kesimde otoriter ve totaliter siyasetin cü-
retini arttırıyor...
Ama, biz 1923’te kurulan ‘laik cumhuriyet’in si-
vil güçlerle yaşama yetisini kanıtlayacağına ina-
nıyoruz...
Bush Amerikası’nın AKP ile birlikte tezgâhla-
dığı ‘Ilımlı İslam Devleti’ projesinin demokratik mü-
cadeleyle yıkılacağını adımız gibi biliyoruz...
“Sayıların sonu yoktur, sayılar sonsuzdur.
Nasıl en son sayı yoksa, en son devrim de
yoktur.
Devrimler sonsuzdur.”
Yevgeni Zamyatin, (Biz, 1920)
1
950 seçimlerini Demokrat Parti ka-
zandõ. Çiftlik ağasõ, demokrat (!?)
Adnan Menderes Başbakan oldu. O
zamana dek Türkçe okunan ezan
Arapça okunmaya başladõ. Halkev-
leri, Halkodalarõ ve Köy Enstitüleri kapatõl-
dõ; halkõn aydõnlanmasõ engellendi. Kuran kurs-
larõ çoğaltõldõ, imam hatip okullarõ açõldõ.
Said-i Nursi ve Şeyh Kasım Küfrevi Men-
deres’i desteklediler. Amaçlarõ teokratik dü-
zeni kurmak olan tarikatlar güçlendi. Kök-
tendincilik yeniden doğdu. Menderes hükü-
metinin Atatürk Devrimleri’ni yok etmeye yö-
nelik eylemlerine kayõtsõz kalamayan genç su-
baylar 27 Mayõs 1960’ta yönetimi devraldõlar.
Gerçekleştirilen eylem, kimilerinin nitelen-
dirdiği gibi, bir devrim değildi; bir müdaha-
leydi. Bu yazõda, 27 Mayõs’õn neden devrim
olmadõğõ açõklanacaktõr.
Bu bağlamda ülkemizde devrim sözcüğü ço-
ğu zaman yerinde kullanõlmadõğõ için, önce bu
terimin genelgeçer tanõmõnõ yapacağõm. Dev-
rim, belirli bir süreç sonucu oluşan ani nitelik
değişimini, bir sõçramayõ belirtir. Bilimsel ya
da siyasal olabilir. Siyasal devrim, kimi top-
lumsal olaylarõn, zamanõn akõşõ içerisinde bi-
rikimli gelişmesi, var olanla hiçbir yönden iliş-
kisi olmayan bir yönetim biçiminin baskõn çõk-
masõ sonucu çok kõsa bir zaman diliminde olu-
şur. 1789 Büyük Fransõz Devrimi, 1917 Ekim
Rus Devrimi, 1959 Küba Devrimi gibi. Hal-
kõn desteklemediği bir devrim başarõlõ olamaz.
Yukarõda sözünü ettiğim bütün bu devrim-
ler, kitlelerin ülkelerinde var olan rejimlere kar-
şõ başkaldõrmasõydõ; krallõğa, çarlõğa ve Batista
yönetimine. Atatürk’ün gerçekleştirdiği dev-
rimse bunlardan farklõydõ. Önce bu konuda şu-
nu belirtmek isterim: Değişik zamanlarda or-
taya çõkõyorlarsa; hoşgörüsüzlükle, ahmaklõkla
ya da fanatizmle savaşmanõz mümkündür.
Ama, tümüyle aynõ anda karşõlaşõyorsanõz, çok
zeki olmanõz, yapacağõnõz eylemi sakince en
küçük ayrõntõsõna dek düşünmeniz ve tasarla-
manõz gerekir.
İşte bu bakõmdan, Atatürk Devrimi’nin
anõlan devrimlerden farkõ, iki yönlü olmasõy-
dõ. Devrimin amacõ, ülkeyi sömürgeleri yap-
mak isteyen yabancõlarõn işgalinden kurtarmak
ve Osmanlõ saltanatõna son vermekti. Günün
siyasal durumunu (konjonktür) değerlendirdi
ve eyleme geçti Mustafa Kemal Paşa. Ola-
ğandõşõ bir örgütleme yeteği vardõ. Yer yer düş-
mana karşõ direnen halkõ örgütledi ve yön-
lendirdi, düzenli bir ordu kurdu ve savaş
başladõ. Bize karşõ konulmaz düşüncesindey-
di düşman. Ama bir insan karşõ konulmaz ola-
na karşõ çõkmadõkça, onun ne denli karşõ ko-
nulmaz olduğunu nasõl bilebilir. Riski göze al-
dõ, karşõ konulmaza karşõ konulabileceğini gös-
terdi. Bağõmsõzlõk Savaşõ kazanõldõ. Türkiye
Cumhuriyeti kuruldu.
Buraya dek yaptõğõm açõklamalardan anla-
şõlacağõ üzere, 27 Mayõs bir müdahaleydi; var
olan sistemin õslah edilmesiydi. Müdahaleden
sonra olumlu düzenlemeler yapõldõ. 1961
Anayasasõ’nda sosyal hukuk devleti olduğu-
muz belirtildi, ülkede ilk kez Anayasa Mah-
kemesi kuruldu. İşçilere “Grev ve Toplu-
sözleşme Hakkı” verildi... Ama olumsuz
yaptõrõmlar da oldu. Üniversitelere mühadale
edildi. Gerekçe belirtilmeden 147 öğretim üye-
si ve asistan, üniversitelerden uzaklaştõrõldõ.
Milli Birlik Komitesi (MBK) üyeleri, tasfiye
ettiklerinin solcu ya da sol eğimli olduklarõ-
nõ sanõyorlardõ, ama sadece sanõyorlardõ. Olay,
MBK’nin sola karşõ olduğunun göstergesi ol-
du. Uzaklaştõrmalardan hemen sonra İÜ Rek-
törü Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar ve İTÜ
Rektörü Prof. Dr. Fikret Narter, anõlan yap-
tõrõmõ protesto etmek amacõyla istifa ettiler. Ge-
ne bu yaptõrõm yüzünden 27 Mayõs’õ destek-
leyen üniversite gençliği MBK’ye sõrt çevir-
di. Bu bağlamda 27 Mayõs Müdahelesi’ni ger-
çekleştirenlerden Kurmay Yarbay Şükran
Özkaya, İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord.
Prof. Dr. Sõddõk Sami Onar’a 147’ler olayõn-
da yapõlan hata yüzdesini sorduğu zaman, Sõd-
dõk Sami Bey soruya şöyle cevap verir: “Yüz-
de hata nispetini veremem.” Özkaya bu kez,
“Tamamını mı hatalı buluyorsunuz” der.
Onar cevaplar, “Evet, çünkü prensipte böy-
le işleme karşıyım.” (Şükran Özkaya, Adõm
Adõm 27 Mayõs, İleri Yayõnlarõ, İstanbul,
2005, ss. 278-80.) Sõddõk Sami Bey’le aynõ
düşüncedeyim. Çünkü üniversite bir toplum-
dur, bir kamu hizmeti ya da bir endüstri de-
ğildir; otoriteye hizmet eden öteki topluluklara
benzemez. Üniversitenin canlõlõğõ, kendi ba-
şõna düşünme ve karar verme yeteneğine sa-
hip üyelerinin çokluğuna ve bunlarõn yete-
neklerini geliştirme ve bilgi üretme olanağõ bu-
labilmelerine bağlõdõr.
Bilimsel çalõşmalar direktiflerle yürütüle-
mez... Akademik toplumda ve bilim dünya-
sõnda konformizme, ortodoksluklara, dog-
malara ve parti programlarõna yer yoktur. Üni-
versiteyi üyeleri yönetir. Böyle olmadõğõ, bir
otorite tarafõndan yönetildiği zaman, kişiliği-
ni ve saygõnlõğõnõ yitirir, kalõcõ olmaz.
Sonuç olarak, 1923-1938 yõllarõ arasõndaki
zaman dilimi, Türklerin tarihinde yõldõzõn
parladõğõ, bağõmsõz ve saygõn Türkiye Cum-
huriyeti’nin var olduğu dönem oldu. Sonra ne
oldu? Film koptu. 27 Mayõs Müdahalesi’nden
sonra gerçekleştirilen olumlu kurumlar, 12
Mart ve 12 Eylül darbeleriyle etkisiz hale ge-
tirildi. 12 Eylül 1980’de, ABD ve onun yerli
işbirlikçileri, 12 Mart’ta tümüyle gerçekleşti-
remedikleri amaçlarõna ulaştõlar.
Türkiye’nin tam bağõmsõzlõğõnõ isteyen
yurtsever insanlarõn yok edilmesine, hiç değilse
etkisizleştirilmesine yönelik eylemlerde bu-
lundular ve zamanõn akõşõ içinde ülke, günü-
müzün karmaşa ortamõna sürüklendi.
27 Mayõs Müdahalesi Üzerine…
Altay GÜNDÜZ Prof. Y. Müh. İTÜ, YTÜ E. Öğretim Üyesi
1923-1938 yõllarõ arasõndaki zaman dilimi, Türklerin tarihinde yõldõzõn
parladõğõ, bağõmsõz ve saygõn Türkiye Cumhuriyeti’nin var olduğu dönem
oldu. Sonra ne oldu? Film koptu. 27 Mayõs Müdahalesi’nden sonra
gerçekleştirilen olumlu kurumlar, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle etkisiz
hale getirildi. 12 Eylül 1980’de, ABD ve onun yerli işbirlikçileri, 12
Mart’ta tümüyle gerçekleştiremedikleri amaçlarõna ulaştõlar.
NATO ve Türkiye’nin Kõrmõzõ Çizgileri
Cem BİRSAY Işõk Üniversitesi Araştõrma Görevlisi