22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 MAYIS 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kurumlar ve Saygınlıklar ZATEN nazik olan dokunulmazlık konusu, seçi- minden önce işlediği suçlar için cumhurbaşkanının yargılanıp yargılanamayacağı ikilemiyle daha da tar- tışmalara yol açtı. Yürürlükteki Anayasa’da cumhurbaşkanının mil- letvekilleri gibi dokunulmazlıktan yararlanıp yarar- lanmayacağına ilişkin bir hüküm yok. Ancak “vata- na ihanet”ten yargılanabileceğine ilişkin hükümden kalkarak, görev başındayken göreviyle ilgili olsun ol- masın işleyebileceği başka suçlar bakımından yar- gılanamayacağı yönünde bir sonuca varmak ko- laydır. Ayrıca, milletvekilinin sahip olduğu bir hak- ka cumhurbaşkanının sahip olamayışını ileri sürmenin çelişki olacağını söyleyenlere de hak verilebilir. Dev- let başkanına hiçbir istisnadan söz etmeksizin mutlak dokunulmazlık tanıyan sistemler bile var. Buna karşılık, dokunulmazlığı yalnız görevle sınırlı sayıp göreviyle ilgili olmayan sıradan suçlar konu- sunda başka öyle anayasa sistemleri de var ki, ne milletvekilini dokunulmaz sayar, ne de cumhur- başkanını. Seçilişten önceki suçlara ilişkin olarak dokunul- mazlık tanımak bütün sistemlerde hep tartışmalı bir konu olmuştur. Mahkeme kararıyla kesinleşmemiş suçlarda yargıdan kurtulmak için seçilmişliğe so- yunmanın, pek parlak sayılmayan bir görüntü oluşturduğu kesindir. Böyle olduğu içindir ki, ön- ceden işlenmiş suçlar konusunda dokunulmazlık ta- nımayan sistemler de vardır. Sincan Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nin şimdiki Cumhurbaşkanı için verdiği “yargılanmalıdır” ka- rarı böylesine tartışmalı bir konunun içine düştü. “Cumhurbaşkanlığı kurumunu zayıflatmayalım” di- yenler var. Ama, Anayasa’da seçiminden önceki suçlar ko- nusunda devlet başkanının durumuna ilişkin hiçbir hükmün bulunmayışı ve cumhurbaşkanı seçilişle bir- likte milletvekili sıfatının düşmüş olması, konuyu mil- letvekilleri için olabileceğinden de çapraşık bir du- ruma sokmuştur. Özellikle “kurumların saygınlığını” koruma açı- sından. Kuralsızlık ortamında Cumhurbaşkanı’nın saygınlığı mı? Kurallara göre karar veren mahkemenin ve yar- gıçların saygınlığı mı? Ö te yandan, “Koskoca cumhuriyeti böyle bir iki- lem içine sokmanın sorumluluğu kimdedir?” di- ye sorarsanız, vaktiyle aynı fiilden ötürü hep birlik- te yargılanmış olanların ağır cezalara uğratıldığı bir ortamda milletvekili dokunulmazlığı olduğu için hakkında dava açılamamış bir kişiyi devlet baş- kanlığına aday göstermiş olanların basiretsizliği ak- la gelmez mi? O kişinin de, “Olan olmuş, mahkeme önüne çı- kayım da, tartışma temize çıksın” demek yerine, yar- gıya gitmeden hemen suçsuzluğunu savunmaya geçmesi ve yargıçları eleştirmesi konuyu büsbütün içinden çıkılmaz duruma getirip saygınlıkların hep- sini birden tehlikeye sokmamış mıdır? [email protected] PENCERE Etik Değer Kalmadı mı Bu Ülkede?.. Kimi zaman bir toplum kafayı yer; o zaman so- nuna yaklaşmış demektir... Örnek?.. Beylik örnek çok meşhurdur; Türkler İstanbul surlarına dayandıkları zaman Bizans’ın papazla- rı neyi tartışıyorlarmış: - Meleklerin kanatları var mı, yok mu?.. Yoksa bizim de sonumuz mu geldi? Neyi tartışıyoruz?.. - Cumhurbaşkanı yargılanabilir mi, yargılana- maz mı?.. Diyelim Cumhurbaşkanı’nın Çankaya’da kafası kızdı, Allah yarattı demeden eşine bir güzel da- yak attı; kadıncağızın hışırını çıkardı... Hanımı hastaneye kaldırdılar... Cumhurbaşkanı yargılanabilir mi?.. Yoksa ‘makamın onuru’ var diye olay gör- mezlikten mi gelinir?.. Cumhurbaşkanı yargılanamaz diyenler neyi, hangi suçu kastediyorlar?.. Evrakta sahteciliği... Lamı cimi yok ve olayı hasıraltı etmeye de ola- nak yok... 1997’de kapatılan Refah Partisi yöneticileri Ha- zine yardımı olan yaklaşık 1 trilyon lirayı iç et- mişlerdi... Nasıl?.. 1 trilyon lirayı düzenledikleri sahte faturalarla harcanmış gibi göstermişlerdi... Genel Başkan Erbakan başta olmak üzere 75 parti yöneticisi yargılanmıştı... Erbakan iki yıl dört ay hapse mahkûm olmuştu... 68 parti yöneticisi de bir yıl iki ay hapis ceza- sı yemişlerdi... Neden?.. Yineleyelim: Evrakta sahtecilik yaparak devleti kazıkla- maktan... Abdullah Gül o sırada milletvekiliymiş, doku- nulmazlığı olduğu için yargılanamamış... Sonra da cumhurbaşkanı olmuş... Nerenin cumhurbaşkanı?.. Yönetiminde bulunduğu partinin kazıkladığı dev- letin cumhurbaşkanı... Olaya ne dersiniz?.. Ne demezsiniz?.. Bugün Türkiye’deki tartışmaya göre melekle- rin kanatları yok... Senin benim gibi yürüyorlar... Gül de senin benim gibi yürüyor... Ama kimine göre de Gül artık yürümüyor... Kanatları var... Uçuyor... Ve yargılanamaz... Evrakta sahtecilik yapıp devlete 1 trilyon lira- lık kazık atan partinin genel başkan yardımcısı ay- nı devlete cumhurbaşkanı yapıldığından maka- mın şerefini korumak gerek... Allah aşkına hukuk bu mu?.. Bu hukuk Ergenekon hukukundan da beter... Kimi zaman bir toplumda etik değer yargıları ya- saların da, hukukun da önüne geçer... Bugün Gül, kanunen evrak sahteciliğinden şüphelidir; en üst yönetiminde yer aldığı partisi devleti 1 trilyon lira kazıklamıştır... Ve Gül cumhurbaşkanı olur olmaz eski genel başkanı ve kayıp trilyon davasında evrak sahte- ciliğinden mahkûm Erbakan’ı affetmiştir... Olacak iş mi?.. Bu sahtecilik olayı Çankaya’nın neresine sı- ğacaktır?.. Cumhurbaşkanı Gül, artık yargılanıp beraat et- se bile etik değerler ölçütüyle Cumhurbaşkanlı- ğı’na yakışabilir mi?.. Sahtecilikten şüpheli Cumhurbaşkanı, aynı davada sahtecilikten mahkûm eski genel baş- kanını affediyor... Ve burası Türkiye Cumhuriyeti... 9 Nisan 2009 günü Cumhuriyet gazete- sinde Mehmet Faraç’õn “Meşale Be- denli Kadınlar!” başlõklõ yazõsõ kadõ- na yönelik töre ve namus cinayetleri ve kadõna karşõ şiddet kapsamõnda tartõşõlmalõdõr. Yazõyõ özetle anõmsayalõm: “Töre ve namus cinayetleri bir Kürt ge- leneğidir…” “Kadına yönelik şiddetin Mezopotam- ya’da yoğunlaşması ve Kürt kökenliler arasında yaşanılması kimi çevreleri böyle düşündürüyor. Oysa Güneydoğu’da töre ci- nayetleri Arap kökenli yurttaşlar arasında da yaygın olarak görülüyor (…) Kadına yö- nelik şiddet can almaya devam ederken böl- gede kadına yönelik işlenen suçlara karşı ce- zai yaptırım uygulanan bir tek dava olma- ması da kadının bu coğrafyada nasıl yalnız bırakıldığını göstermeye yetiyor (…) İşin acı tarafı kadını yok sayan, ezen ve ölüme sü- rükleyen aşiret kültürü.(1)” Sayõn Faraç Kuzey Irak’ta kadõna karşõ şiddeti vurgularken, töre ve namus cinayetle- rinin bizde Güneydoğu’da Arap kökenli yurt- taşlar arasõnda da yaygõn olduğunu, töre ve na- mus cinayetlerinin yalnõzca Kürtlere özgü bir gelenek olmadõğõnõ belirtiyor. Genellikle “töre cinayetleri” denildiğinde; Türkiye’de Güneydoğu bölgesi ve burada yaşayan insan- lar anlatõlmak isteniyor. Özellikle son za- manlarda moda olan ve töre cinayetlerini ko- nu alan televizyon dizilerinde de bu görüş açõ- sõndan yola çõkõyorlar. Ertuğrul Özkök ise, “Artık bu sorunun adını açıkça koyma za- manı geldi, töre cinayetleri, Türkiye’nin de- ğil Doğu’nun özellikle Güneydoğu’nun so- runudur” demektedir (2). Faraç; önce töre ve namus kavramlarõnõ bir- likte sonra aynõ anlamda olmak üzere ayrõ ay- rõ kullanmõşken Sayõn Özkök yalnõzca töre kav- ramõnõ kullanmõş. Türkan Yalçın Sancar ise; “Avrupa ‘na- mus cinayetleri’ denildiğinde başını dünya- nın doğusuna çevirirken, aynı yanlış Tür- kiye’de bir başka biçimde sürüyor ve ‘töre’ sözü akla sadece Kürtleri getiriyor. Oysa na- mus cinayetleri çeşitli biçimlerde dünyanın ve silahlanmanın, şiddetin olağanlaştırıldı- ğı, Türkiye’nin her yerinde karşımıza çı- kabiliyor” demekte (3) ve sonuç olarak töre sözcüğünün, namus cinayetleri bakõmõndan da- raltõcõ bir anlam taşõdõğõnõ gerekçeleri ile bir- likte ileri sürmektedir. O halde bu sava göre; namus cinayetleri do- ğudan göç edenler tarafõndan mõ batõda işlen- mektedir? Türk Ceza Kanunu’nun 82/1-k maddesinde kasten adam öldürme suçunun “tö- re saikiyle” işlenmesi suçun nitelikleri halle- ri arasõnda sayõlmõş ve suçlunun müebbet ha- pis cezasõyla cezalandõrõlacağõ hükme bağ- lanmõştõr. Kadõnõn İnsan Haklarõ-Yeni Çözümler Vak- fõ tarafõndan 32. BM Cedaw Komitesi Oturu- mu’na sunulmak üzere hazõrlanan BM Kadõ- na Karşõ Her Türlü Ayrõmcõlõğõn Önlenmesi Sözleşmesi Türkiye Gölge Raporu’nda namus cinayetleri yerine, yeni türemiş bir terim olan “töre cinayetlerinin” yer almasõ eleştirilerek, “bu terim namus adına işlenen cinayetleri tanımlamakta yetersiz kalmaktadır. ‘Töre cinayeti’ ifadesi öncelikle Türkiye’nin doğu bölgelerindeki yerel uygulamalarla bağ- daştırılmaktadır; genelde, sözde ‘uygunsuz’ tavırlarıyla ailesinin ‘namusunu’ kirlettiği id- dia edilen kadın üyeye geniş ‘aile meclisi’ de- nen akrabaların verdiği ölüm cezasını içe- rir. ‘Namus cinayetleri’ ise sadece ‘töre ci- nayetlerini’ değil, herhangi bir erkeğin ‘na- mus anlayõşõnõ’ lekelediği görüşünden ha- reketle bir kadını öldürdüğü cinayetleri de içeren daha kapsamlı bir terimdir. Ger- çekten de namus cinayetleri uluslararası hu- kuk terminolojisinde ve ilgili tüm BM ka- rarlarında ‘namus adõna’ işlenen cinayetler olarak tanımlanmıştır” görüşü ileri sürül- mektedir. Diyarbakõr Çocuk Ağõr Ceza Mahkemesi’nin E.206-29, K.206-333 sayõlõ kararõnda töre saiki; “ölüm kararının aile tarafından alın- ması, suçun yine aileden birine işlettirilmesi ve törelere göre meşru sayılmayan bir dav- ranış nedeniyle gerçekleştirilmesi gerekir” diye tanõmlanõrken töre saikinin son derece sõ- nõrlõ bir uygulama alanõ olduğu açõkça anla- şõlmaktadõr. Bu görüşe göre aile meclisinin ka- rar almadõğõ ya da cinayetin aileden olmayan birine işlettirilmesi halinde cinayet töre saiki kapsamõnda kabul edilmemekte dolayõsõyla öl- dürme eylemine TCK 82/1-K uyarõnca mü- ebbet hapis cezasõ uygulanamadõğõ gibi, ayrõ- ca töre saikiyle işlenmeyen kõskançlõk, aşk, tut- ku ve benzeri nedenlerle işlenen “namus” kav- ramõ kapsamõndaki suçlara bu madde uygu- lanamayacaktõr. Yukarõda sözü edilen mahkeme kararõ aile meclisinin karar almasõnõ töre saikiyle öldür- me olayõnda suçun unsuru olarak kabul et- mektedir. Yargõtay ise; aile meclisinin karar al- masõnõ artõk suçun unsuru olarak kabul etme- mektedir. Bu konuda Salih Zeki İskender, “Aile meclisi kararı denilen olgu öldürüle- nin akrabalarının, kimi zaman aşiretin ile- ri gelenlerinin, suça değişik şekillerde ka- tılmalarına ilişkin toplantı sonucu aldıkla- rı öldürme kararından başka bir şey değil- dir. Bu durum öldürme eyleminin namus ci- nayeti olduğuna ilişkin hukuksal nitelen- dirmeyi kolaylaştırsa da suçun unsuru ol- duğu söylenemez. Daire birçok kararında tö- re saikiyle işlenen öldürme suçunda aile mec- lisi kararı aramamıştır” demektedir (4). Sonuç olarak uluslararasõ hukuk termino- lojisinde de kullanõlan “namus cinayetleri” kavramõnõn “töre cinayetleri” kavramõna gö- re amaca daha uygun olduğunu böylece ben- zer cinayetlere uygulanacak Ceza Kanunu yaptõrõmlarõyla da aralarõndaki farkõn önlene- bileceği düşünülebilinir. (1) Mehmet Faraç, Cumhuriyet gazetesi 10.04.2009 Meşale Bedenli Kadõnlar (2) Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesi 14.06.2006 (3) Doç. Dr. Türkan Yalçõn Sancar, Güncel Hukuk Eylül 2007 9-45 s. 12-18 (4) Salih Zeki İskender, Hürriyet gazetesi 14.04.2009 Haber Töre ve Namus Cinayetleri İzzet DOĞAN Hukukçu G üzel yurdumuz, acõlõ bir dönem- den geçiyor. Bir yandan ekonomik, sosyal sorunlar insanlarõmõzõ ca- nõndan bezdirirken, ülke- miz eğik bir düzlemde olumsuzluklara kayõyor. Ülkemizi yönetenler, içe- ride dinci bir düzen kur- maya çalõşarak yol alõyor- lar. Dõşarõda ise AB’nin, ABD’nin isteklerine kar- şõ çõkamõyorlar. AB’nin yõllardõr dile getirdiği, Er- menistan sõnõr kapõsõnõn açõlmasõ, Heybeliada Ruh- ban Okulu’nun açõlmasõ, ABD tarafõndan da en yet- kili ağõzlardan vurgulanõ- yor. AKP yönetimi, ulu- sumuzun sesine kulak ver- miyor, sömürgecilerin is- teklerini yerine getirmeye çalõşõyor. Kişi özgürlüğü, hukuk yok ediliyor. Ulu- sumuzun yetiştirdiği de- ğerli bilim adamlarõ, üni- versite rektörleri, Ata- türkçü olduklarõ için, tam bağõmsõzlõkçõ olduklarõ için, AKP’nin dinci ve teslimiyetçi politikalarõna karşõ çõktõklarõ için, terör örgütü üyesi sayõlõp, göz- altõna alõnõp tutuklanõyor- lar. Hukuksuzluk yapõlõr- ken, hukuk kullanõlõyor. Cumhuriyetimizin değer- lerine karşõ açõk bir saldõ- rõ var. Bu saldõrõ, bir so- ruşturma gerekçe gösteri- lerek giderek artõyor. 17 Mayõs Tandoğan Mi- tingi’ni saymazsak insan- larõmõz, bu hukuksuzlu- ğa, bu görülmemiş yõldõr- ma, sindirme kampanya- sõna susuyorlar. Sõra size gelince, sesini çõkaracak kimse kalmamõş olacak. Türkiye Barolar Birliği’nin 54 baro başkanõ ile birlik- te kamuoyuna açõkladõğõ, uyulmasõ gereken hukuk kurallarõnõn yer aldõğõ bil- diri, tam bir hukuk anõtõ ni- teliğindedir. Son yerel se- çimler, geleceğimiz için umut vericidir. Yaşamõmõzda önemli bir yeri vardõr resimlerin. Anõ olarak, sevdiklerimi- zin resimlerini alõrõz. Sev- diklerimiz yanõmõzday- ken, pek önemsemeyiz bu resimleri. Çoğu kez açõp bakmayõz onlara. Ama, ayrõlõklarda artar resimle- rin değeri. Şairler, ayrõlõk- lardan sonra önemini dile getirirler bu resimlerin. Bekir Sıtkı Erdoğan, Kõş- lada Bahar şiirinde, “Ah çekerim resmine her ba- kışta / Bir mahzunluk var o boyun büküşte / Emin ol ki her sigara yakışta / Daha duman tüter tütmez ordayım” diyor. Hancõ şiirinde de bir başka türlü anlatõlõyor re- sim, “Bende bir resmi var, yarısı yırtık / Evimin kapısı yıllardır örtük / Garip bir de sarhoş oldu mu artık / Bütün sırları- nı der yavaş yavaş.” Er- doğan Çokduru, Aşk Sonrasõ Seranadõ adlõ şii- rinde, “Resimlerinin de hesabı görüldü o gün / Şaraba kül atacaktım, cigaram yoktu / Derken, resimlerin geldi aklıma / Bir güzel yaktım / Ya- narken bile gözlerin gü- lüyordu” diyerek, yüre- ğindeki ayrõlõk acõsõnõ, san- ki hiç aldõrmõyormuş gibi anlatmaya çalõşõyor. Atti- lâ İlhan, Yanlõş Yaşamak adlõ şiirinde, “Yanılmış bir kapıyım simsiyah / Kendi üstüme kapanı- yorum / Seni Paris’te kaybettim / Yanlış bir yerde arıyorum / Boz- duğun her saat / İçimi büsbütün daraltıyor / Hiçbir mutluluğum kal- madı / Ne bıraktıysan harcadım / İnge Bruck- hart / Resimlerine baka- mıyorum” diyerek deği- niyor resme. Büyük usta Nâzım Hikmet, sevgilisi- ne gönderdiği bir demet kõr çiçeğinin içerisine şöyle bir not koyuyor: “Bu çi- çekler, seni benden önce görmek mutluluğuna erecekleri için, onları kıskanıyorum.” Yine sev- gilisine yazdõğõ bir yõğõn övgünün sonunda ise şöy- le sesleniyor: “Sana tut- muş neler söylüyorum / Düpedüz, seni seviyo- rum demek varken.” Bir ayrõlõk şiirinin adõ ne olabilir? Mutlaka ayrõlõğõ çağrõştõran bir şey olmalõ. Ama Teoman Karahun, ayrõlõktan bir süre sonra yazdõğõ şiirine, çok ilginç ve düşündürücü bir ad ko- yuyor: “Yeni Bir Aşk- tan Önce” Ve bu güzel şiirin ilk iki dörtlüğü şöy- le: “Senin için yazdığım şiirleri / Dün teker teker okudum / Nasıl sevmişim bir zamanlar / Örneğin yüzen gemileri / Bunca mavisini denizin / Fark etmemişim şimdiye ka- dar / Beni eski bir tanı- dık diye hatırla / Tut ki ölümsüz anılar yaşadık / Bana sevgiyi öğrettin yal- nızlığı / Bir de uykusuz gecelerde çaldığım / O acılı umutsuz ıslığı.” Bu güzel şiiri köşesinden al- dõğõm, dostum, kardeşim, kentdaşõm sevgili Ataol Behramoğlu’na selam ol- sun. Cahit Külebi’nin, eşine askerden yazdõğõ “izin” şiiri ise çok çarpõ- cõ: “İzin alıp gelirsem / Güleceksin sevincinden / Sabahları erken kalka- cağız / Sobamızı yaka- cağız / Saçların güzel olacak tütünümün ren- ginden / Ellerin çay ko- kacak / Gün doğacak se- sinden.” Acõ ve sõkõntõlõ günlerin içerisinde, bir demet şiir. Bugünler de geçecek, ulu- sumuz hak ettiği yöne- timlerle, aydõnlanma yo- lundaki yürüyüşünü sür- dürecektir. Erol ERTUĞRUL Avukat Sorunlu Ülkemde Bahar...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle