17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
K uş gribi olayõnõn çok ben- zeri ile karşõ karşõyayõz. Bu olayõn Türkiye’yi et- kilemesi kuvvetle muhtemeldir. Domuz yetiştirilmediği için se- vinilmesin. Çünkü artõk virüsün domuzlarla bir ilgisi kalmadõ. İn- sandan insana yayõlõyor. Grain ad- lõ uluslararasõ biyoçeşitlilik ku- ruluşu gene uyarõyor. (www.grai- norg/articles/?id=48) Olay aynen kuş gribinde olduğu gibi endüs- triyel tarõmõn bir sonucudur. Hay- vancõlõkta bu sisteme fabrika ta- rõmõ da deniyor. Kapalõ ortamlarda tavuk, do- muz veya inekler sõkõşõk ortam- larda tamamen hazõr kesif yem- lerle, bazen birbirlerinin gübre- lerini de yedirterek yetiştiriliyor. Bu sistemde üretilen hayvanlarõn ürünlerinin besleme açõsõndan in- san için hastalõk üretici özelliği bir yana bu sõkõşõk ortamõn kuş gribi benzeri seri katiller üretmesi ka- çõnõlmaz oluyor. Ülkemizde kuş gribi hep köy ta- vukçuluğu ile ilgili gibi görünm- üştü. Halbuki bütün dünya ör- neklerinde çõkõş noktasõnõn en- düstriyel çiftlikler olduğu kesin bir gerçektir. Ancak o zamanlar nerede ise her ülkede (ülkemiz dahil) sağlõk ve tarõm bakanlarõ köy tavukçu- luğuna suçu atarak yok edilmeleri için öneride bulunmuşlardõ. Ney- se ki bunu istedikleri düzeyde ger- çekleştiremediler. Bu satõrlarõn yazõldõğõ saate ka- dar Meksika’da 150 kişi domuz gribi denilen, gerçekte domuz, kuş ve insan grip suşlarõnõn genetik bir kokteylinden oluşan yeni bir do- muz gribi suşundan öldüler. Bu yeni virüs insandan insana geçme özelliği kazandõ ve sağlõklõ bir in- sanõ bile öldürebiliyor. Bu virüsün tam olarak çõkõş yeri bilinmese bi- le Meksika ve ABD’nin büyük endüstriyel çiftliklerinden çõktõğõ açõktõr. Uzmanlar uzun yõllardõr bü- yük boyutlu hayvancõlõk işletme- lerinin yeni yüksek derecede za- rarlõ grip suşlarõnõn ortaya çõkõşõ ve yayõlmasõ için mükemmel bir çoğalma ortamõ yarattõğõ konu- sunda uyarõlar yapõyorlardõ. Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Sağlõk Enstitülerinden (NIH) bir uzman 2006 yõlõnda “yoğunlaştırılmış hayvan bes- leme işlemlerinin çok sayıda hayvanı bir araya getirmesi ne- deniyle, virüslerin karışması ve iletilmesinin kolaylaştığını” söylemişti. (Mary J. Gilchrist ve ark. “The Potential Role of CA- FOs in Infectious Disease Epi- demics and Antibiotic Resis- tance,” Journal of Environmen- tal Health Perspectives, 14 No- vember 2006) Salgõnõn merkezi olan Meksi- ka’da Veracruz eyaletinin La Gloria kentinde halk bir solu- num yolu hastalõğõ salgõnõ için yet- kilileri uyarõyor ancak doğru dü- rüst karşõlõk alamõyordu. Halk, sorunun, kentlerinde ye- ni kurulan ve dünyanõn en büyük domuz üreticisi olan Amerikalõ Smithfield şirketinin bir kolu olan Granja Carroll adlõ büyük bir do- muz işletmesinden kaynaklandõ- ğõnõ ileri sürüyordu. Sonunda yö- neticiler testler yaptõrdõlar ve bir solunum hastalõğõ olduğunu söy- lediler. Ancak hastalõğõn ne ol- duğu tam olarak belirtilmedi. Şirket her türlü ilişkiyi reddet- ti. 27 Nisan’da domuz gribi has- talõğõnõn salgõn yaptõğõ Meksika- lõ yetkililerce açõklandõğõnda ilk vakanõn dört yaşõnda ve La Glo- rialõ bir çocuk olduğu belirtildi. (Andrés T. Morales, “Cer- co sanitario en Perote, tras muerte en marzo de bebé por gripe porcina,” La Jornada, 28 April 2009: http://www.jor- nada.unam.mx/2009/04/28/in- dex.php?section=politica&ar- ticle=012n2pol) La Gloria kentinde epeyce ta- vuk işletmesinin de bulunduğu bildirilmektedir. Bunlardan biri olan ve kente sadece 50 kilo- metre mesafede olan Meksi- ka’nõn en büyük tavukçuluk şir- keti olan Granjas Bachoco’da kuş gribi salgõnõ da görülmüş idi. Tavuk çiftliklerinde gübre, tüy, altlõktan oluşan malzeme do- muz çiftliklerinde yem olarak da kullanõlmaktadõr. Bütün bu faktörler domuz, kuş ve insan gribi arasõndaki bu yeni oluşumlarõ açõklamakta- dõr. La Gloria halkõ Smithfield şirketinin durumuna yõllarca di- rendiler. Son aylarda garip has- talõk konusunda yetkilileri uyar- dõlar. Göz ardõ edildiler. Onlarõn sesleri; ne Birleşmiş Milletler’in Dünya Sağlõk Ör- gütü’nün küresel yeni hastalõk- lar gözlem sisteminde ne de Uluslararasõ Hayvan Hastalõklarõ Kuruluşu’nun küresel hastalõk alarm sistemi üzerinde en ufak bir etki bile yaratmadõ. Endüstriyel şirketler olaylarõn üstünü örtmektedirler. Şu anda ayrõca ilaç sanayisi krizden bir yarar sağlama konumundadõr. Roche, Gilead and Glaxo Smith- Line antiviral ilaçlar üzerinde te- kel sahibidirler. Sorunun çözümü için Meksi- ka ve Kuzey Amerika’da büyük domuz ve tavuk şirketleri üze- rinde şeffaf, bağõmsõz bir so- ruşturma açõlmasõ önerilmekte- dir. Dünya çapõnda fabrika tarõ- mõna son verilmeli ve geriye çevrilmelidir. Diğer yandan dünyanõn birçok ülkesinde sağlõk hizmetlerinin özelleştirilmesi süreci bu gibi salgõnlarla başa çõkma kapasi- tesini hõzla ortadan kaldõrmak- tadõr. Sağlõk hizmetlerinde özel- leştirme durdurulmalõdõr. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 MAYIS 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Oydaşma SİZ hiç “Krallık, kraliçelik ne demekmiş, cum- huriyet olalım” diyen ciddi bir İngiliz duydunuz mu? Çok eskiden olmuş olsa da artık var mı öylesi? “Federalizmden bıktık, tek yapılı, bütüncül, ‘üniter’ devlet olalım” diyen Amerikalı, Fransız top- lumunun sağ ya da sol kanadında 1789 Devri- mi’nin siyasal ve hukuksal önemini inkâr eden Fransız duydunuz mu? Anadolu kıyılarına kadar sokulmuş adalarıyla “Ege bizim denizimiz” demekten vazgeçen Yunanlı ya da Pers uygarlığıyla övünmeyen İranlı? Oturmuş devletlerin, bütünleşen toplumların, ta- rihlerini unutmayan insanların hep birlikte be- nimsedikleri, aksini düşünmedikleri, anmakla gu- rur duydukları, bağlı kalmaya azmettikleri değer- ler, ilkeler, ortak özlemler hep vardır. Batı dillerinde “consensus” denen bir çeşit ulusal oydaşmadır bu. Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki eğitim felse- fesi de yeni kurulan Türk devletini Kemalizm üzerinden böyle bir bütünlüğe oturtmayı amaçlı- yordu. İstenen bu temel ortaklığı dine, entel sol- culuğa, ilericiliğe, Avrupalılığa, sözde evrenselliğe aykırı bulan, hatta “faşizm” sayanlar, orasından şurasından çeke çeke parçalayarak başka bir şeye dönüştürmek istediler. “Kemalizm”in bağımsızlık inancı ülkeyi kurtarmasa, cumhuriyetin akılcılığı çağdaşlığın önünü açmasa, bütün o dinciler, entel solcular, ilericiler, Avrupalılığa, evrenselliğe özenenler, barınacak bir devlet, seslenecek bir top- lum bulabileceklermiş gibi. Ama bütün bu karşıtlıklarla ortaya çıkan sonuç, bugünkü Türkiye’dir. Yani devletin temel felsefesi konusunda kamp- lara bölünmüş, birbirini anlamayan ya da anlamak istemeyen, pusulasını şaşırmış, nereye yönele- ceğini kestiremeyen, işine gelmemiş ilkeleri işine gelen safsatalara göre yorumlayıp çağdaş tepki- lere aldırış etmeyen, yanlışlarını sürdüren toplum kesimleri. Yalnız yarı okumuş sıradan insanlarıyla değil, yığınlara yönelik yayın organlarında toplumu et- kilemeye çalışan sözde düşünür ve yazarlarıyla. Son örnek: Orgeneral Başbuğ demokrasiye, hu- kuka bağlılığını, darbe karşıtlığını belirtmiş ama, bir kesim için “karşı taraf” deyimini ağzından ka- çırarak TSK’nin demokratik ulusal irade önünde bir çeşit vesayet ve uyarma makamı gibi algılan- ması gerektiğini vurgulamışmış. Peki, cumhuriyet karşıtları gemi azıya alacak- lar da bağımsız cumhuriyetin kurulmasında en bü- yük payı olan asker ses çıkarmayacak mı? Kurucusunun “hakiki mürşit” saydığı bilimi temsil eden özerk üniversite sessiz mi kalacak? Özgür cumhuriyet medyası kalem bırakıp susa- cak mı? Oydaşmayı bozmuş olanlar, hiç değilse cum- huriyete ödemeleri gereken şükran borcu adına, cumhuriyete sahip çıkmak isteyenlere karşı biraz daha saygılı olmak zorunda değil midirler? [email protected] PENCERE Gömülü Silahlar Polisin mi?.. Silahlı güç deyince herkesin aklına hemen as- ker gelir... Peki, ya polis?.. Son günlerde polis deyince akla ne geliyor?.. Hakkâri’de Kürt çocuğunu silahının dipçiğiy- le hastanelik eden polis mi?.. İstanbul’da teröristin şehit ettiği polis mi?.. Üniversite rektörlerinin, profesörlerinin, TV yöneticilerinin, yazarların, sendikacıların, E. ge- nerallerin kapısına sabahın köründe dayanan po- lis mi?.. Polis deyince akla başka hangi soru geliyor?.. Cumhuriyet polisi mi?.. F tipi polis mi?.. ETÖ ne demek?.. Fethullahçı ve yalaka takımının kullandığı bu rumuz “Ergenekon terör örgütü” demek... Polis ETÖ suçlamasıyla yüzlerce değerli in- sanımızı topladı... Çıt çıktı mı?.. Ama polis, İstanbul’da gerçek bir teröristin ka- pısına dayandığı zaman ne oldu?.. Altı saat çatışma, bir vatandaşın ve bir polisin öldürülmesi, yedi yaralı... Üniversite rektörünü terörist diye rahatça gözaltına alan polisin karşısına gerçek bir terö- rist çıkınca ne oluyor?.. Polise yazık oluyor... Polis, İstanbul’da polis şehit eden teröristi da- ha önce dinliyor muydu?.. Gazetelerin yazdıklarına bakılırsa teknolojinin en son aygıtlarıyla 70 bin kişi Türkiye’de gizli giz- li dinleniyormuş... Polis kimi dinliyordu?.. Rektörü.. Profesörü.. E. generali.. Yazarı, vb... Yoksa F tipi polis, Emniyet örgütünde yöne- tici ve egemen mi?.. Polis Ergenekon soruşturması kapsamında ka- zı yapıyor, toprağın altında gömülü silah ve mü- himmat buluyor... Genelkurmay Başkanı da diyor ki: - Bu silahlar bize ait değil... Bir de rakam veriyor: - 1988 yılında MKE (Makine Kimya Endüstri- si) Kurumu’nun ürettiği 3300 el bombasının 300’ü orduya, 3 bini polise verildi... O zaman akla ne geliyor?.. Şimdi bin bir propaganda, tantana ve suçla- mayla keşfedilen bu silahları sakın F tipi polis top- rağa gömmüş olmasın?.. Polisteki yönetimin ‘cemaat’, nam-ı diğer ‘Fethullahçılar’ın eline geçtiği iddiası yoğunla- şıyor... Necati Doğru’nun Vatan gazetesinde çıkan dünkü yazısından bir alıntı: “- Bugüne kadar yapılan 12 dalga operasyonla tutuklanan, gözaltına alınan, tutuksuz yargılan- mak üzere haklarında dava açılan yaklaşık 350 ki- şinin arasında rektörler var. Profesörler, yazar- lar, gazeteciler, parti başkanları, TV sahipleri, bi- lim adamları, ‘Baba beni okula gönder’ciler bu- lunuyor. 350 kişinin hepsinin özelliği; Cumhuriyetçi, Ata- türkçü, laiklik savunucusu olmaları... Bu 350 kişinin arasında neden ‘Cumhuriyetçi, Atatürkçü olmayan ve laikliği savunmayan bir tek kişi’ bile yok?“ Ve yazıyı bitirirken bir de ben sorayım: Ergenekon pazarlaması ‘Gatakulli Fethullah’ın Amerika’daki merkezi karargâhından mı yöne- tiliyor?.. M . Ertuğrul, “Tiyatro Eğiti- mi Yolunda Savaş”(1) baş- lõklõ yazõsõnda, Meşrutiyet döneminin özgürlük coşku- suyla dolu sanat ortamõnda tiyatroyla tanõşmasõnõ şöyle anlatõyor: “Taş- kınlık epey sürdü. Kaynaşma durulduğu zaman, ancak içlerinde gerçekten tiyatroya karşı derin sevgi duyanlar sahnede kaldı. Onlar da bilgisiz ve öndersiz ne yapacak- larını bilemiyorlardı. Çok geçmeden tiyatro göklerinde bir yıldız doğdu. Bu eski dü- zende Sadrazamın tercümanı iken Fran- sa’ya kaçan ve meslek olarak tiyatroyu se- çen ateşli bir gençti. Paris’te, E. Silvain’in yanında tiyatro eğitimi gören bu genç idealist bir sanatçıydı: Burhaneddin Tepsi... O gelinceye kadar Türk toplumu ortasın- da sivrilmiş tek bir önder vardı. O da es- ki şehremini Rõdvan Paşa’nın oğlu, Batı kavramında ilk Türk rejisörü Reşad Rõd- van Bey.. İki yabancı dili Türkçe gibi bi- len rejisörümüz, tükenmez mirasını tiyatro sanatı uğrunda yemiş, birçok ünlü eserle- ri Türkçe’ye kazandırmış.. aydın ve olgun, kelimenin tam kavramıyla dört dörtlük bir insandı... Tam o sıralarda, rahip olmak üzere ailesi tarafından gönderildiği Vati- kan’da, aktörlüğü keşişlikten üstün saya- rak ünlü İtalyan sanatçısı Ermete Novel- li’nin yanında tiyatro eğitimi görmüş Vah- ram Papazyan adında bir başka genç de ara- mıza katılmıştı... Odeon Tiyatrosu’nun - şimdiki Lüks Sineması-, sarnıç kokan ıs- lak bir yeraltı odasını V. Papazyan’la ba- na vermişlerdi, orada hazırlanıyorduk... Toy kafam; topluluğumuzda ancak ikisi- nin tiyatro eğitimi gördüğünü, ne öğrene- bilirsek bu iki okumuş gençten yararla- narak öğreneceğimizi kara kara düşünü- yordu. Benim sanat alanında her türlü bil- giye susamışlığımı gören oda arkadaşım bir gün bana: - Eğitim görmemiş sanatçı, aşısız armut ağacına benzer, ikisi de ham ahlat kalır, de- di. 1911’de Paris’teydim.” 191l’den ölümüne değin tiyatromuz için, ti- yatro eğitimimiz için çõrpõnan, didinen, ben- zeri az bulunan bir öncünün, ölümünün 30. yõlõnda, Muhsin Ertuğrul’un çalõşmalarõ, gö- rüşleri, uygulamalarõ üstüne, bugüne değin yazdõğõm kitaplarõm, makalelerim masamda duruyor. Yazdõklarõmõ gözden geçiriyorum. Doğrusu, içimden, yõllar önce yazdõklarõmõ ye- niden yayõmlasam mõ diyorum! Değişen ne var? Tiyatro sanatõmõza, O’nun yaptõklarõna bizler neler ekledik? O büyük Usta’nõn açtõ- ğõ yolda ilerleyen (!) bizler, O’nun eksik bõ- raktõğõ neyi tamamladõk.. dersiniz?.. Türk ti- yatrosunun büyük öncüsü Muhsin Ertuğrul’u (1892-1979) bugün saygõyla anarken kimi so- rular sormanõn, tartõşmanõn gerekli olduğu- na inanõyorum. - Genç Oyun Yazarı mı? Elbette tiyatromuz, 1910 yõlõnda sahneye adõmõnõ atan Muhsin Ertuğrul’un koşullarõnda, düzeyinde değil. Örneğin bugün, oyun yazarõ yetiştirmek için özel uğraşlara gerek yok. Genç oyun yazarlarõnõ desteklemek adõna, Muhsin Bey gibi yazarlarõn evlerine artõk ha- berci göndermiyoruz! “Oyununuz Devlet Ti- yatrosu repertuvarına alınmıştır. Bilgile- rinizi rica ederim” deyip otuz yõl, kõrk yõl, yazarlarõmõzõn umutlarõnõ “depoda tutuyo- ruz”. Bence buna da şükretmeliyiz!... Çün- kü, depolardaki bu kâğõt tomarlarõnõ SEKA’ya gönderecek “Molla Kasım”õn torunlarõndan biri, Ankara’da her an karşõmõza çõkabilir!.. Ne yapalõm çõkarsa... - Tiyatro Sanatına Gönül Verenlere Sanatõn toplumsal işlevine inanan bütün sa- natçõlarõn, tiyatrocularõn düşüncelerini, uy- gulamalarõnõ yaşama geçirirken sürekli bir kar- şõlaştõrma içinde olduklarõna inanõrõm. Ben ne yapõyorum? Benden önce bu uygulamayõ ya- pan var mõ? Ben yeni bir şey mi söylüyorum? Benden önce benzer düşünceleri kimler sa- vunmuş.. diye tartõştõkça kendilerini yenile- diklerini, geleceğe dönük arayõşlara yönel- diklerini görürüz. Okuyan, yazan, tartõşan tiyatrocular, sa- natçõlar bence çok şanslõlar... Çok şanslõyõz... Çünkü bizlere deneylerimizde, uygulamala- rõmõzda, düşüncelerimizde nerede olduğu- muzu gösteren bir öncümüz, ustamõz Muh- sin Ertuğrulumuz var... Büyük bir “tiyatro adamı” olarak düşünceleriyle, bugüne õşõk tu- tan yazõlarõyla var.. uygulamalarõyla var.. ey- lemleriyle var... Muhsin Ertuğrul yaşõyor... Sizler hiç farkettiniz mi? (1) M. Ertuğrul, “Tiyatro Eğitimi Yolun- da Savaş”, L.C.C. Tiyatro Okulu Dergisi, Ma- yõs 1968, sayõ: 1. Muhsin Ertuğrul’dan Kalan Sorular... Efdal SEVİNÇLİ Okuyan, yazan, tartõşan tiyatrocular, sanatçõlar bence çok şanslõlar... Çok şanslõyõz... Çünkü bizlere deneylerimizde, uygulamalarõmõzda, düşüncelerimizde nerede olduğumuzu gösteren bir öncümüz, ustamõz Muhsin Ertuğrulumuz var... Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA Ege Üniversitesi Ziraat Fak. Tarõm Ekonomisi Bölümü Domuz Gribi, Et Endüstrisinin Doğurduğu Yeni Bir Felakettir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle