16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Dinlemeler, Dinlenenler, Dinlemeciler Sayın Mehmet Ali Şahin açıkladı; artık Türki- ye’de kaç kişinin “resmi izinle” dinlendiğini biliyoruz. Politikacı, yazar, diplomat, bürokrat, her rütbeden mu- vazzaf ve emekli subay, polis, sanatçı, gazeteci, mü- zisyen, reklamcı, bilim adamı, hekim, mimar, mü- hendis, sinemacı, ekonomist, aktör, aktris gibi çok çe- şitli mesleklerden, ortak özellikleri “ülke sorunlarına du- yarlı” ve “eğitim düzeyleri yüksek” olan yaklaşık 70 bin kişinin telefonları düzenli olarak dinleniyor. Bu, hiç de azımsanacak bir sayı değil. Sayın bakanın açıklamasından sonra basında “nüfusumuzun binde 1’i dinleniyor” gibi saptamalara rastlasak da bu oran pek anlamlı değil. Örneğin, 0-4 yaşları arasında 5.793.906 bebek yurttaşımız var ve bunlar henüz “gı- gı, bubu, babci” gibi kendilerine özgü konuşma ça- ğında olduklarından dinlemeciler açısından “obje” ol- ma önemi taşımıyorlar. Dinlemeler büyük çoğunlukla 25 ve üstü yaş grup- larına yönelik olarak gerçekleştiriliyor. 2007 yılı “ad- rese bağlı nüfus kayıt sistemi temelinde” hazırlanan Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 70 milyon 586 bin 256 olan toplam nüfusumuz içinde 25 yaş ve üze- rindeki yurttaşlarımızın sayısı 39 milyon 546 bin 259 olarak belirtiliyor. Şimdilik devletimiz bu potansiyel he- defin “yalnızca” binde 1.77’sini dinletmeyi uy- gun/gerekli görmüş. Ne denilebilir ki? Çevremde bir araştırma yaptım, yukarıda saydığım meslek gruplarından insanlar günde ortalama 27 da- kika telefonda konuşuyorlar. Sayın bakanın verdiği sa- yıdan ve bu ortalamadan hareket edecek olursak din- lenecek telefon görüşmelerinin günlük ortalama sü- resi 1 milyon 890 bin dakika tutuyor. Bunu saate çe- virecek olursak 31 bin 500 saat ya da 1312 gün ya- pıyor. Bir dinlemecinin günlük net mesai süresinin 8 saat olduğunu düşünecek olursak dinleme işinin dü- zenli ve sektirmeden yerine getirilmesi için 3938 ki- şinin/dinlemecinin istihdam edilmesi gerekiyor. Bu da azımsanacak bir sayı değil, Türkiye’de yak- laşık dört bin kişi başkalarının telefonlarını dinleyerek evine ekmek götürüyor. Dinlemecilik ilginç bir iş olmalı, diye düşünüyorum. Öyle ya adam veya kadın günde sekiz saat olmak üze- re her Allah’ın günü birilerinin konuşmalarını dinliyor. Her dinlenen söze siyasetle başlayıp sözü siyasetle sonlandıracak değil ya, kimileri futboldan, kimileri ala- cak verecekten, kimileri aşktan, kimileri doktordan ilaç- tan, kimileri cinsel fantezilerinden söz ediyor. Dinle- meci ister istemez başkalarının özel hayatlarına girip en gizli yanlarına tanık oluyor. Bir kadın yakın bir dostuna eşinin kanser olduğu- nu söyleyip ağlarken, bir adam yakın bir arkadaşına eşinin kendisini aldattığını öğrendiğini anlatır, içini dö- kerken ya da yaşlı bir kadın doktoruna telefon edip yazdığı ilacı bulamadığını söylerken dinlemeci herhalde dinlediklerinden etkileniyordur. Ama sonra oturuyor dinlediklerini rapor olarak kâğıda döküyor. Eğer ay- nı dinlenenler bu arada “aykırı” birtakım sözler et- mişlerse bunları da kayda geçiriyor, altını çizerek. İş- te o zaman “vay haline” dinlenenlerin! Dört bin aileye ekmek kapısı da olsa “telekulakçı- lık” hiç hoş bir görev değil. Neyle meşgulsün diye so- rulduğunda doğru yanıtın verilemeyeceği bir işi yapıyor olmak insanda kim bilir ne derin ruhsal yaralar açı- yordur? Yıllar içinde yüzlerce, binlerce kişinin gizle- rine gizlice ortak olmak taşınması çok zor olan bir yük olmalıdır. Bilmem, kuşkulandıklarını dinletmek için bin- lerce dinletici çalıştıran devlet, görevleri sona eren din- leticilerin sırtlarında biriken ağır yüklerden kurtulma- ları için rehabilitasyon önlemleri almayı düşünüyor mu? Düşünmüyorsa bugünden tezi yok mutlaka dü- şünmelidir. Biz psikolog ya da psikiyatr değiliz, ama yaptıkları görevin dinlemecilerde “telekulakçı sen- dromu” gibi davranış bozukluklarına yol açan ruhsal arızalara yol açacağını varsaymak için ille de uzman olmaya gerek yoktur. Öyle günlerden geçiyoruz ki Tanrı hepimizi; dinle- nenleri dinlemecilerinden, dinlemecileri arızalı sonla- rından, tüm toplumu kendisini yönetenlerden korusun! [email protected] Kim bilir kaç milyon “faz- la”dan harcanarak yerel seçim- lerden “önce” Başbakanlõ “tö- ren”lerle Boğaz’dan geçirilen “Metrobüs”, meğer İstanbul’a uygun değilmiş! Ambleminde bile “7 tepe” bu- lunan bir kente, tutup “en yokuş çıkamayan”, en pahalõ otobüs- leri; üstelik “denemeden” al- mõşlar! 185 kişilik otobüse 300 kişi binince de Beyoğlu’ndaki nostaljik tramvayõn hõzõna bile ulaşamadõğõnõ, ancak “seferler başlayınca” fark etmişler! İlk kez 2007 sonbaharõnda Hollanda’dan alõnan “Phileas” marka otobüsler için “ilk de- ğerlendirme” toplantõsõ da zaten “bir yıl sonra” yapõl- mõştõ! Ekim 2008’deki “Met- robüs sistemleri’ panelinde İETT Genel Müdürü Meh- met Öztürk diyordu ki; “tra- fiğe çözüm için seçilmesinin nedeni, yatırım maliyetleri- nin düşük olmasıdır”... Toplu taşõm bir yana, turist gezdirmeye bile uygun olma- dõklarõ ancak “kullanılınca” anlaşõlan metrobüslerin “test” sürüşleri de yeni yapõlõyor. Ya- kõnda bir seçim olmadõğõ için de “motorları değişebilir; sistem yeniden düzenlenebilir” gibi sözde çözümler pervasõzca dile getirilebiliyor... Milliyet’in “garajda yattık- ları”nõ yazmasõndan bu yana herkes birbirine soruyor: “On- ca paralar boşa mı gitti?..” CHP İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil, İçişleri Ba- kanõ Beşir Atalay’a soruyor: “Her biri için 2.4 milyon lira ödenen 50 metrobüs hangi teknik şartnameyle alındı; iha- le nasıl yapıldı?” Bu ve benzer sorulara gelecek yanõtlar “yuvarlak” olsa bile eminim Kemal Kılıçdaroğlu dosyaya bir dalarsa, köşeli ger- çekler ortaya çõkartabilir. 90’larda Sözen’in başlattõğõ “tercihli yol”u başkan olunca kaldõran Erdoğan’õn; aynõsõnõn “gösterişli”sinden başka bir şey olmayan metrobüs yolunu seçim öncesinde törenle tanõtõrken böy- lesine “işe yaramaz” otobüsle- re onca paranõn verilmesini ne- den Topbaş’tan sormadõğõ da belki o zaman anlaşõlabilir... ‘Metro’pol planı yok! Ancak benim asõl merak etti- ğim, ne “boşuna” ödenen pa- ralar, ne de böylesi bir “akıl al- maz” yatõrõmõn kimin ya da kimlerin aklõna geldiği... Hele Kadir Topbaş’õn o aklõ verenlere nasõl kandõğõnõ ise hiç mi hiç merak etmiyorum; çün- kü “doğruları gösteren” bilim insanlarõmõz yerine “Bu pro- jeyle ilah olursunuz” diyen sözde “uzman”(!)larõ, pek sev- diğini başka örneklerle de gö- rüyor, yaşõyoruz... Örneğin kent içi karayolu tünellerinin “kesinlikle yanlış” olduğunu hemen tüm ulaşõm ve planlama “bilge”lerimiz açõk açõk toplantõlarda söylemiş; Topbaş ise “Siz onlara bak- mayın, trafik çok rahatla- yacak” diyen “kafadarları”na uymuştu. Nitekim Prof. Hüseyin Kap- tan da İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu (İMP) Baş- kanlõğõ’ndan bu gibi aymaz- lõklar çoğalõnca istifa etmedi mi? Tüm üniversitelerden yüz- lerce akademisyenin bir araya geldiği İMP, yine Topbaş’õn “siyasi yandaşlar”õyla üretti- ği “rant projeleri”ni dayat- masõ yüzünden dağõlmadõ mõ? Metrobüs de büyük bir “met- ropoliten proje” olmasõna rağ- men, ne 1/100 bin, ne 50 bin ne de diğer metropoliten planlarda var... İstanbul ulaşõm mastõr pla- nõnda ise “adı” bile yok. Meğer sadece Topbaş ve “sırdaşla- rı”nõn kafasõndaymõş; planlar umursanmadan uygulanmõş!.. Bu nedenlerle ben asõl şunu merak ediyorum: “Başbakanlı törenler düzenlenerek alınan oylar ne olacak; nasıl adlan- dırılacak?” Her şeyi bilen araştõrma şir- ketlerimiz şunu da bulabilirler mi: “İstanbul’daki AKP oyla- rında metrobüs hayranlığının oranı nedir?” Sakõn buna da “demokrasi” demeyin!... Halkõn “oy”unu alabilmek için her türlü “oyun”un bu denli umarsõzca “oynanabil- diği” bir rejimin adõna, dilbi- limcilerimiz artõk bir isim bul- mak zorundalar... Çünkü demokrasimiz sonun- da metrobüse benzemiş durum- da; “adıyla özü farklı” ve üs- telik “kandırıyor”... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Metrobüsün ‘Demokrasi’si! HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 29 Nisan 29 NİSAN 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Felaket Faruk Yıldız: “Obama’nın ‘büyük felaket’ dediği Amerika’nın Irak’ta 1.5 milyon insanı öldürülmesi olmasın!” Düşman Avni Kurtuldu: “İstanbul’da Avrupa İslam Üniversitesi şeriat eğitimi veriyormuş. Çağdaş Yaşam düşmanlığının nedeni belli oldu!” Paket Hasan Baş: “Suudi Kralının hediye paketini açıklamayanla yardım paketini mideye indiren arasında fark var mı?” Köylü kızı Adalet’in heykeli! ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın özel teşekkürüne mazhar olan ve Ankara’da sanatın içine tükürmekle maruf İ. Melih Gökçek, Anayasa Mahkemesi’nin yeni heykeli “Köylü Kızı Adalet”i beğenmiş olmalı. Çünkü “Köylü Kızı Adalet”in erkekleri cinsel yönden tahrik eden bir görüntüsü yok. Her ne kadar türbanlı değilse de, göğüsleri biraz dolgunsa da, ayak fetişistlerini uyaracak şekilde sandaletli ise de artık o kadar kusur kadı kızında da olur! Bir kere Haşim Kılıç beğenmiş ki yaptırmış, beğenmiş ki yeni binasına diktirmiş. Gökçek niye beğenmesin! Münafıklar “Köylü Kızı Adalet”i dinsiz putperestlerin adalet tanrıçası Themis’le karıştırıp gözlerinin açık olmasını eleştiriyor. Köylü kızının tabii ki gözleri açık olacak; elindeki teraziyle domatesleri doğru tarttığını nasıl anlayacak; öteki elindeki döner bıçağıyla patlıcanları nasıl doğrayacak. “Köylü Kızı Adalet”in bluzuna dikkat ettiyseniz, yakasına dantel mi işlenmiş yoksa beşi bir yerde mi takılmış tam anlaşılamıyor ama biz onu bir dizi Cumhuriyet altını olarak kabul etmeliyiz. Üstelik mermeri yontmak veya bronzu dökmek gibi klasik heykel yapım teknikler yerine polyester kalıbın üstüne altın varak boya yapılması da “Adalet”i bir başka zenginliği gösteriyor. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” İSTANBUL Bostancı’daki “kanlı çatışma” üzerine İslam âleminin son halife adayı Fatih Sultan Recep’in çok önemli bir açıklaması oldu. İstanbul’un büyük polis şefi Celalettin Cerrah’ın yönetimindeki yüzlerce polise tek başına altı saat direnen teröristle ve terör evindeki mühimmatla Ergenekon dalgaları arasında bağlantı olup olmadığının sorulması üzerine sultan hazretleri, kesin bir açıklama yapmamakla birlikte “bazı tahminler”i olduğunu ve bunları paylaştıklarını söyledi. Zatı şahaneleri mealen “Bostancı’daki teröristle Ergenekon teröristleri arasında var olduğunu tahmin ettiğimiz ilişki medyaya servis edildi” buyurdu. Sultan, birincil savcıydı. Sultan, birincil polis şefi de oldu. Çünkü sultan sultandır; tebdili kıyafet eylemeden istediği kılığa girebilir, istediği görevi üstlenebilir. Aynı anda savcı da olabilir, polis de. Kim ne karışır! Zaten sultanın resmi borazanı olarak yayın yapmakta olan “Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu”, sultanın bu tahminini bir müneccim gibi önceden bilerek operasyon sırasında kamuoyuna gereken duyuruyu yaptı: Beykoz Poyrazköy’deki askeri arazinin kazılması suretiyle çıkartılan el bombalarının izinin sürülmesi neticesinde Bostancı’daki hücre evine ulaşıldı! Bu arada, bir teröristin özel eğitimli yüzlerce polise altı saat direnmesi. Bir polisin şehit olması, yedi polisin yaralanması. Bir yurttaşın ölmesi, bir kameramanın yaralanması. Neredeyse bombardımana uğrayan apartmanda ve çevre binalarda onlarca ailenin mahsur kalması. Altı saat boyunca sokağın savaş alanına dönmesine rağmen doğru dürüst güvenlik önleminin alınmaması. Çok sayıda özel otomobilin hasar görmesi. Çok sayıda konutun tahrip olması. Özetle yurttaşın can ve mal güvenliğinin kalmaması; hiç ama hiç önemli değil. Çünkü sultan hazretlerinin İstanbul’daki büyük polis şefine olan güveni tam, zatı şahaneleri iradesini “müdürüme güveniyorum” diyerek açıkladı. Müdür onun müdürü, vali onun valisi, bakan onun bakanı! Bostancı da onun... Osmanlı’da saray bahçıvanlarına bostancı denirdi. Bostancı ocağının başındaki bostancıbaşı sadece “lale” yetiştirmez, idam edilecek sadrazamların da kellesini vururdu! Bostancı SESSİZ SEDASIZ (!) Hilmi Özkök İzmir’de soğan doğramış... Gözleri yaşarmıştır! YağmurDeniz BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kastamo- nu’nun Cide ilçe- sinde, doğal gü- zelliğiyle tanõnan bir koy. 2/ Büyük erkek kardeş... Tayin. 3/ Kocaeli Yarõmadasõ’nõn en uzun akarsu- yu... Asõk suratlõ, somurtkan. 4/ Hõ- ristiyanlarda ce- naze taşõmak için tutu- lan kimse. 5/ İtici ne- den, güdü... Yerden kaynayarak çõkan su. 6/ Donuk renkli... Bir bağlaç. 7/ Baryum ele- mentinin simgesi... Bir kitabõn sayfalarõnõ süs- leyen süslü harfler ve desenler. 8/ “Yüzükle- rin Efendisi” adlõ ro- man dizisiyle tanõnmõş İngiliz yazar. 9/ Antil Adala- rõ’nda, özellikle Haiti’de yaşayan karaderililerin di- ni... Dolma yapmak için hazõrlanan karõşõm. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Mardin’in Dargeçit ilçesinde bir kaplõca. 2/ Zekâ geriliğinin ileri biçimi... İskambilde koz. 3/ İhtilal... Bir kişinin ya da toplumun yaşamõndaki yüce bir ola- yõ anmak üzere yazõlan lirik şiir türü. 4/ Satrançta bir taş... Bir yapõnõn ortasõnda kalan üstü açõk ve duvar- la çevrili alan. 5/ Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ... Fizik biliminin õşõk olaylarõnõ inceleyen kolu. 6/ Bitkiler- den ilaç yaparak hastalõklarõ iyileştiren kimse... Afri- ka’da bir õrmak. 7/ Bir tür nişasta helvasõ. 8/ Yakla- şõk on iki bin yõl önce Pasifik’e gömüldüğüne inanõ- lan, insanlõğõn ve uygarlõğõn anayurdu sayõlan kõta... Herkesin gözü önünde yapõlan. 9/ Gerçekleri yanõl- madan görebilme yeteneği. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 S Ü N D Ü R M E O N A R M A M A Ğ Ş A M K E S U S J İ G O L O K E S E A R R S K İ L İ T O T U T H İ T F İ Ö T A N A Z İ E R İ N Ç A S A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Metrobüsün “oy kurdelesi” kesilirken…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle