16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 11 NİSAN 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 21 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 11 Nisan SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Obama’nın Dünyası Yazının başlığı “Matyas’a göre İncil” misali; “Oba- ma’ya göre dünya” da olabilirdi. Washington’da ya- pılmakta olan tam da bu: Obama yorumuyla, dünyayı yeniden “resetlemek...” Felç olan, çöken bir bilgisayara “yeniden başlat” ko- mutu verdiğimizde; alet önce kendini bir kapatır, ar- dından -işler yolunda giderse- sil baştan açılır ya; onun gibi. Obama dünyaya işte bu “yeniden başlat” ko- mutunu Türkiye’den veriyor. ABD Başkanı’nın Türkiye ziyaretinin en kısa özeti bu. Düşünün! Süper gücün lideri; yerkürenin “hard- disk”indeki tüm çıban başı sorunları Ankara ve İs- tanbul’dan “resetlemek” sevdasında. Baktım da TBMM’de yaptığı konuşmada bir Kuzey Kore ile Kü- ba’ya mesaj yok: İran, İsrail-Filistin, Afganistan, Pa- kistan, Irak… Maşallah, beşibiryerde gibi. Obama’nın büyük belagatla icra ettiği söylevine hepsi tespih taneleri gi- bi dizilmiş. Obama, Ankara’dan bu ülkelere kâh me- saj yolluyor, kâh Ankara ile birlikte hareket etmek su- retiyle sözü edilen coğrafyalardaki sorunlarda başarı şansı yakalanılabileceğini söylüyor. Her halü kârda hepsinin “reset kodlarını” burdan gönderiyor! Geçmişinizle yüzleşin, Ermenistan’la ilişkilerinizi nor- malleştirin, Ermenistan sınırı-Heybeliada Ruhban Okulu’nu açın, (ima yoluyla) Afganistan’a asker des- teğini göz ardı etmeyin gibi. Türkiye’nin doğrudan doğ- ruya ulusal politikaları ve “egemenliğini” içeren “re- set komutları” bu konuşmaya hiç dahil olmasa bile, ABD gibi bir süper güçle bu kadar çok küresel so- runun gölgesinde sürekli teşriki mesai yapmak ve sı- cak temas kurmak Türkiye gibi bir ülke için muazzam bir “yük” tür. Söylenceye göre, “yeni Obama dünyasında” Tür- kiye’ye biçilen rol mucibince “bölgesel güç” oluyo- ruz. Bazıları hatta daha da ileri giderek artık “küresel bir aktöre” dönüştüğümüzü; başımıza talih kuşu konmuş gibi buna acayip sevinmemiz gerektiğini söy- lüyor.... RTE modeli ‘küresel aktörlük’ Ama şu basit soruyu hiç sormuyorlar: “Küresel ak- törlüğe başımızdaki mevcut liderlik kadrosu ve ekip- le mi soyunuyoruz?” Peres’in, Erdoğan’a Davos’ta söylediği -mealen- şu sözler benim hâlâ hatırımda: “Bizim Türklerle bir sorunumuz yok ki... Filistinlilerle var! Olmayan yerde lütfen yeni sorunlar çıkartmayı- nız. Biz Türklerle değil, Filistinlilerle savaştayız…” Diplomasinin “d”sinden anlamayan, anlayanları “monşer” kategorisiyle dışlayan; dünya meseleleri- ne vakıf, donanımlı ekiplerle “takım” kurmak yerine; yetkinliği kendinden menkul dar klikler ve “evet”, “der- hal”, “emredersiniz efendim-cilerle” etrafını çeviren bir başbakanımız var bizim. Katıldığı her uluslarara- sı toplantı ya da doruktan “krizle” dönmeyi marifet bi- liyor. Düşünülebilecek en popülist dürtülerle bu krizleri, tribünlere oynadığı şova çeviriyor. Eleştiri bir yana; kamuoyunda bu popülist yakla- şımların hiç sorgulanmaksızın baş tacı edildiği bir ül- kede “küresel aktörlük” gibi iddialı konumlara so- yunmak sizi bilmem ama beni korkutuyor. Türkiye’ye biçilen bu “sözde bölgesel güç” ya da “küresel ak- törlükte” sevinilecek bir yan bulamıyorum… Aktör mü taşeron mu? İktidara damga vuran zihniyetle, Ortadoğu’dan Af- ganistan’a uzanan bu belalı ve devasa coğrafyada, “küresel aktör” değil olsa olsa “ABD’nin taşeronu” ola- bilir Türkiye. Düşünün, oysa ne muazzam bir potan- siyeli var bu ülkenin. Dünyanın patronu nerdeyse ba- şındaki her belanın çaresini, Türkiye’nin yardımı ya da desteğiyle gelip burada arıyor. Ve bu potansiye- li biz -kapımıza asılan o müthiş afili, fiyakalı etiketle- re karşın- “taşeronluktan” öteye götüremiyoruz. Götürebilsek; “stratejik ortak” -moda tabirle “mo- del ortak”- kendi parlamentomuzda dönüp de bize “Haydi koçum göreyim seni! En kısa sürede filan sı- nırını aç!” diyebilir mi? “Egemenlik haklarını”, kendi sınırları dahilinde, kendi tasarrufları çerçevesince is- tediğince kullanamayan bir ülke nasıl kalkıp “küresel aktörlüğe” teşebbüs edebilir? “Küresel aktör”, “bölgesel güç” gibi ifadeler sınır öte- si nüfuz alanlarını genişletmek suretiyle egemenlik- lerini güçlendiren, arttıran, pekiştiren ülkeler için kul- lanılır… Sınırları üzerinde başkalarından talimat alan ülke- ler için değil. Aradaki fark Obama geldi geçti. Geriye bizden istedikleri kaldı: Sözde Ermeni soykırımını kabul edin. Ermenistan sınırını ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu açın. Kürtlere yeni olanaklar tanıyın. Öyle görünüyor ki, başımızdakiler, içerdeki iktidarları uğruna bu istekleri bir bir yerine getirmeye hazır ve nazırdır. Gerisi; süstür, makyajdır. Aklımıza takılan bir şey daha var: Obama’nın söylediklerinin Bush’tan farkı ne? Ömrü boyunca tüm benli- ğiyle CHP’li olan Şeref Bak- şık’ın “CHP ile Bir Ömür” baş- lığını taşıyan anıları yayımlandı. Bir söyleşi sırasında İsmet Pa- şa’nın (İnönü) Bakşık’a aktardıkla- rı, siyaset ile uğraşanlar için ders ni- teliğinde. Son yerel seçim kam- panyası sırasında Recep Tayyip Er- doğan’ın hedef seçtiği İsmet Paşa, yıllar önce Bakşık’a şöyle demiş: “... Askerden politikacı zor olur. Onlar muvaffak olmuş bazı gene- ralleri ve askerleri göstererek misal verirler. Halbuki yüzdeye vurursanız, on binde beştir ancak.” Şeref Bakşık, “Askerler genelde neden muvaffak olamazlar?” diye sormuş. İsmet Paşa’nın yanıtı “Mu- vaffak olamazlar, çünkü emir ver- meye ve emir almaya alışmışlardır” olmuş: “Hayatları böyle geçmiştir. Politi- kada ise emir alıp emir vermek yok- tur. Bir arkadaş münasebeti içinde çalışmalarınız geçer. Politika, devletin en önemli konularıyla ilgilenir. Yük- sek idare ile meşguldür. Bu işin yüksek seviyesidir. Ama o ölçü- de de zordur. Askerin çaplısı ol- mazsa, emir alıp emir vermeye alış- tığı için işi emir alıp vermeye döker. Çaplı olsa iyi yürütür, bir çare bulur.” Şeref Bakşık, “Politikada başarılı olmak için ne gerekir?” diye üstele- yince de, İsmet Paşa şu karşılığı ver- miş: “Karakter, ahlak lazımdır. Bilgi la- zımdır. Güvenilir adam olmak la- zımdır.” İsmet Paşa da çok zor bulunur özellikler istemiş canım... Siyasetçiye lazım olan 11 Nisan - Şanlıurfa’nın Kurtuluşu Dr. COŞKUN ÖZDEMİR 11 Nisan, ulusal bağımsız- lık savaşımızın şanlı destanla- rından biri. Bu yıl, kurtuluşun 89’uncu yıldönümünü kutla- yacak hemşerilerim. Önce İn- gilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Urfa, emperyalizme karşı tüm yurt- ta verilen savaştan payına dü- şeni gerçekleştirerek işgalcileri kovalamış ve özgürlüğüne ka- vuşmuştur. İsotu ile çiğköftesi ve türkü- leri ile kalesi, kutsal gölleri, di- li, bayrağı ve peygamberleri ile birlikte. Ankara’da Büyük Mil- let Meclisi’nin açılmasına da- ha 12 gün vardı Urfa özgürlü- ğünü ilan ettiğinde. 1984’te ili- mizin adının önüne şanlı unvanı geldi. Birkaç kez yineledim. Bu- günkü yaşlı Urfalı hemşerilerim bana gençleri göstererek “Coşkun beg, sen bu gençle- re bahma onlar Şanlıurfalı, biz senin kimin Urfalıyıh” demiş- lerdir. Oldukça anlam yüklü bir vurgulamadır bu. Çünkü uzun yıllar önce bizim kuşağımızdan Urfalılar hiçbir ayrım yapmadan birlikte övü- nüyor, birlikte seviniyor, se- vinci, kederi ve eksiksiz her şe- yi paylaşıyorduk. Annem İz- mir’den kopup gelmişti, ba- bam Urfa doğumlu. Etnik kö- kenimizi sorgulamak diye bir şey yoktu o günlerde, bundan bir ayrımcılık çıkarmak kimse- nin aklına gelmiyordu. Birlikte kurtuluş savaşı ver- miştik ve Türkiye Cumhuriye- ti’nin vatandaşları idik. Kürtçe konuşanlar çoğunlukta idi. Arapça konuşanlar da az de- ğildi. Farklı diller ve kültürler- den etkilenmiştir ilimiz. Urfa di- linde çok sayıda Kürtçe, Fars- ça, Arapça, Azeri sözcükler vardır. Ben o dili iyi konuşan- lardanım. Eminim, Mehmet Faraç da, Bekir Coşkun da o dili iyi bi- lirler. Sizler isotu bilirsiniz ama Frenk, pirpirin, bahteniz, arış, külünçe, arzele, hayır, pür- cüklü, has, puşu, zerzembe, belleme’yi bilemezsiniz. İzmirli annem de öğrenmişti Urfa di- lini, Urfa ağzını. Sınıf arka- daşlarım arasında Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Yahudi köken- liler vardı kuşkusuz ama kö- kenimizin ne olduğu sorusu gündemde yoktu. Öylesine candan bir bera- berliğimiz vardı. O yıllarda bir insanın Kürtçe konuştuğu için suçlandığına hiç tanık olma- dım. O kadar doğaldı ki Kürt- çe konuşmalar. Kürtçe şarkı- ları çok dinledim. Toplantılar- da kalkıp “eziherim Diyarbekir hatuni lorke” diye oyunlar oy- nardık. Sahnede Babi Yılmaz skeç- ler yapardı. Sıklıkla Kürtçe sözcükler kullanarak “Top hey- ye, tabanca heyye, tüfek hey- ye, ceseret tunne” dediği za- man salon coşku ile alkışa dururdu. Ne kadar güzeldi ya- şantımız. Anzelhada kravl yü- zücüleri izliyor, halkevinde ti- yatro seyrediyor, hıdrellezde yüzlerce uçurtma uçuruyor- duk. Küba’da geçirdiğim gün- lerde hep Urfa’yı andım. Küba halkı ambargodan bu- nalıyordu ama her yerde, her köşede müzik ve dans vardı. Urfa da çok benzer ona, en güzel türküler o yöreden çıkar ve her yerde, her evde, her toplulukta şarkı, türkü, mü- zik, halk oyunları vardır. Müzik, şarkı, türkü, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası- dır. Devrimden, hümanizma- dan, aydınlanmadan uzak, be- ceriksiz, ufuksuz, şoven, de- mokrasiyi amaç değil araç olarak gören ve Türkiyemizin kaderine egemen olan politi- kacılar, dış dinamiklerin de etkisi ile bu güzelim beraber- liği yaşatmadılar. Özellikle, 12 Eylül’den son- ra, bu insancıl beraberliklere ağır darbeler vurulmuştur. Kürt kökenli yurttaşlarımızın kendi isimlerini, kendi dillerini kul- lanmalarına, kendi kültürlerini yaşatmalarına ne engel vardı? Birlikte bağımsızlık savaşı ver- miştik, birlikte gelişme, ilerle- me, çağdaşlaşma, bilime, sa- nata aydınlanmaya ulaşma için çaba verecektik. Dogmalardan, cehaletten kurtulup feodaliteye son ver- mek için çalışacaktık. Benim çocukluk arkadaşlarımla ara- ma giren basiretsiz, karşıdev- rimci politikacıların ihaneti ol- masa idi, sürekli devrim için el- birliği yapacak, etnikçilik, ırk- çılık yerine, sınıf bilincini ege- men kılacak, Türkiye’yi ileriye taşıyacak, emperyalizme kar- şı savaşacaktık. Türk, Kürt, Arap, Yahudi, Ermeni, Rum, Laz, Çerkez, Abaza bir araya gelecek, sömürüye, eşitsizliğe, ilkelliğe karşı, din istismarına karşı mücadele edecektik. Na- sıl anıyorum o birlikte Topçu meydanında kutladığımız 11 Nisan günlerini. Trampetler çalıp borazanlar öttürdüğümüz, Tılfıdır tepesi- ne tırmanan eyersiz Arap at- larını izlediğimiz o coşkulu günleri. Nemrut’un putlarını kıran İbrahim’in atıldığı, ateş- ten suya dönüşen o dünya gü- zeli Anzelha’yı. “Bir gün do- ğacaktır güneş, bizim güneşi- miz, güneşin zaptı yakın” di- yorum ve tüm hemşerilerimin bu büyük onur ve gurur gü- nünü kutluyorum. Not: Urfa’da uzun yıllar öğ- retmenlik yapan, her alanda hizmet veren annem ve baba- mın isimleri birer okulda yaşı- yor. Bu vefa örneğini gerçek- leştiren başta ünlü vali Mu- zaffer Dilek olmak üzere Ur- fa’nın yöneticilerine şükranla- rımı sunuyorum. [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Gaziantep ve Ha- tay yöresine özgü bir tür su muhalle- bisi. 2/ Karakter... Belli bir bölgede ya- şayan hayvanlarõn tümü. 3/ Bir mal ya da paranõn, emek verilmeden sağladõ- ğõ gelir... Tekneler- le suyun dibinde sü- rüklenerek çekilen bir balõk ağõ. 4/ İnek ya da dana budunun orta bölümü... Kars’õn doğu- sundaki ünlü eskiçağ ken- ti. 5/ Yeterince aydõnlõk ol- mayan... Atõn, aralõksõz ve düzenli adõmlarla hõzlõ yü- rüyüşü.. 6/ Yõrtõcõ bir kuş... Fas’õn plaka imi. 7/ Zeyti- ne benzer meyvesi sakõz gibi çiğnenen bir palmiye türü. 8/ Utanç duyma... Sõvas’õn Divriği ilçesinde bir kaplõca. 9/ Hastalõk nöbeti... Uyanõk, gözü açõk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Trabzon yöresine özgü, dana eti ve mõsõr unuyla yapõ- lan bir tür köfte. 2/ Maranta adlõ kamõştan çõkarõlan ve ço- cuk mamasõ yapmaya yarayan un... Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ. 3/ Genellikle bir çiftçinin yanõnda çalõşan işçi. 4/ Tunus’un plaka imi... Yunan mitolojisinde savaş tanrõsõ. 5/ Bağõşlama... Bir kişinin ya da bir ailenin en uzak ata- sõndan başlayarak bütün bireylerini gösteren çizelge. 6/ Le- tonya’nõn para birimi... Haydut, eşkõya. 7/ At arabasõnõn tekerini oluşturan parmaklõklardan her biri... Dingil. 8/ Ya- ratõcõsõnõn adõ bilinmeyen yapõt... Bir nota. 9/ Közlenmiş patlõcan, kõyma ve yoğurtla yapõlan bir yiyecek. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B U R T L A K B U R A A L A C A R A P E L Y E L T E T E K B A L A L E A S İ L A L K A V A R A K A Y S A Z Y C E B İ R O K B A L A L A Y K A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 [email protected] Şair Mehmet Akif Ersoy’un evinin bulunduğu Tacettin dergâhına gömülen BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun geçmişi ile ilgili bir bilgi: 12 Eylül 1980’den hemen sonra, Ankara Sıkıyönetim Savcısı olan Yargıç Albay Nurettin Soyer’e bağlı polis ekibi, MHP ve bağlı kuruluşlar soruşturması ile ilgili olarak dönemin Ülkücü Gençler Derneği (ÜGD) Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu’nu gözaltına alırlar. Polis, Yazıcıoğlu’nun sorgusundan hareketle bugün “Anıtpark” olan, Anıtkabir’in hemen arkasındaki boş alanda büyük bir kazı gerçekleştirir. Kazıda çok sayıda silah ve mühimmat bulunur. Soruşturma dosyasına göre bunlar MHP’nin ve ülkücü kuruluşların cephaneliğidir. Bayramcıları kutlarız Emek kesimine önemli katkılar sağlamış araştırmacı Yıldırım Koç’un belirlediği “AKP döneminde işçi haklarına verilen zararlar”dan kimi üst başlıklar çıkardık: Çıkarılan yeni İş Yasası ile çağdaş kölelik sistemine geçildi. İş güvencesine darbe indirildi. Asıl işte taşeron çalıştırmaya izin verildi. Kiralık işçilik uygulaması getirildi. Özel istihdam bürolarına izin verildi, iş ve işçi bulmada bile özelleştirilmeye gidildi. Fazla mesai ödeme koşulları işçi aleyhine değiştirildi. Çalışma süresinin günlere dağılımında işçiyi köleleştirici düzenlemeler getirildi. Kıdem tazminatı fonu ile kıdem tazminatına göz dikildi. Kamu ve özel sektörde taşeronluk, hizmet alımı, fason üretim yaygınlaştırıldı. Gerçek net ücretler ve yaşam standardı geriledi. Asgari ücretteki artış yetersiz kaldı. İşçinin SSK sağlık tesislerine el konuldu. Vergi alanındaki düzenlemeler emekçilerin aleyhine oldu. Sözde sosyal güvenlik reformu ile emeklilik zorlaştırıldı, sağlık harcamalarında sigortalıların katkı paylarının arttırılmasının yolu açıldı, emekli aylıklarının enflasyonla aşındırılması başlatıldı. Sendikaların üye sayısı azaldı. İşten çıkarmalar yaygınlaştı. Kamu sektöründe zorla (resen) emeklilik uygulandı. İşçinin en önemli mücade araçlarından biri olan grevler ertelendi. Anayasadaki değişikliklere karşın sendikal alana ilişkin yasaların demokratikleştirilmesinden kaçınıldı. Yetmez mi? Efendim, AKP iktidarı 1 Mayıs’ı “tatil” ilan ediyormuş... İşçi haklarında bunca geriye gidişi yalnızca izlemekle yetinmiş olan başta Hak-İş, Türk-İş ve DİSK olmak üzere tüm sendikalar bu duruma çok sevinmişler, AKP’nin uygulamasını canı gönülden destekliyorlarmış. Desteklesinler. Deliye her gün bayram nasıl olsa... Kazı Türkiye İşçi Emeklileri Derneği; başta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa olmak üzere ör- gütlü olduğu 47 ilde 4 bin 362 emekli arasında bir araştırma yapmış. So- nuç: İşsiz çocuğu olan emeklilerin oranı yüzde 60.5 düzeyindeymiş. Dernek Başkanı Ka- zım Ergün diyor ki: “Önceleri yalnızca ken- disi ve bakmakla yüküm- lü olduğu eşi için endi- şelenen emeklilerimiz, gi- derek derinleşen ekono- mik kriz nedeniyle işsiz kalan çocukları ve onla- rın da bakmakla yüküm- lü oldukları aileleleri için endişelenmek zorundalar artık.” Emeklilere yeni yük
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle