22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 14 MART 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 19 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 14 Mart SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Balbay’la İki Gün… İlhan Selçuk’un koltuğunda Mustafa Balbay’ın kü- çük bir kopyasıyla karşılaşmak tuhaf bir duygu… Minik, el gibi, hâlâ anne sütü emen dokuz aylık bir kopyadan söz ediyorum. Bir bebek, babasına ancak bu kadar benzeyebilir. “Hık” demiş burnundan düşmüş. Anneannesinin kucağında uykudan yeni uyanmış Deniz’e bakarken Mustafa Balbay’ın ufalmış mode- lini görmüş gibi oldum. Deniz Balbay ve 8 yaşındaki ablası Yağmur Bal- bay’la İlhan Selçuk’un odasında üç gün önce ilk kez karşılaştım. Elinde boya kalemleri ve küçük boya defteri ile Yağ- mur, tanışır tanışmaz hemen bana bir “kuyruklu yıldız” çizdi. Küçük Prens’in “kuyruklu yıldızı” geldi tabii hatırıma… Yağmur’un “kuyruklu yıldızı” acaba ne demekti? Babasının yitirdiği özgürlüğü mü anlatıyordu bu kuy- ruğu aşağı doğru kıvrılan yıldız? Büyüklerin kaş göz arasında hapse atılmadığı, özgür başka gezegenleri mi tarif ediyordu? Babanın bıraktığı hüzünlü bir boş- luğu, özlemi mi tanımlıyordu? Kimbilir… Ne diyordu Küçük Prens? “Büyükler hiçbir zaman tek başlarına hiçbir şeyi anlamıyorlar. Çocuklar için de onlara her zaman, ama her zaman açıklamalar yap- mak… yorucu!” Yağmur’u yormamak adına, ona “kuyruklu yıldızı- nı” sormadım. “Kuyruklu yıldızın” yerine, okuldan ve küçük kardeşiyle ilişkilerinden konuştuk… Anneanneleri dokuz aylık, minik Balbay’a “Deniz” adını; abla Yağmur’un koyduğunu anlattı. Yağmur son- ra kardeşini kucağına alıp sevdi. Kültür servisinden Ce- ren, iki kardeşin poz poz fotoğraflarını çekti. Şükran Soner parmak uçlarına yeni basmayı öğrenen minik Deniz’i kollarından tutarak yürüttü… Deniz, anneannesi, Cumhuriyet yazarları ve kar- deşinin kucağından inmedi o gün. Ve İlhan Selçuk’un odasında saatler boyu, Metris’te babalarını görmeye giden anne Gülşah Balbay’ı bekledi. Genç, güzel Gülşah Balbay’ı da o günün sonunda, gene bu talihsiz vesileyle tanıdım. Cezaevi ziyareti için çocuklarıyla günübirliğine Ankara’dan gelen Gülşah Hanım, akşamüstü gün batarken 400 küsur kilomet- relik yolu geri tepmek üzere gazetemizden ayrıldı. Cumhuriyet’in ‘beyaz sayfasını’ yazar imzalarıyla doldurdular Önceki gün de Mustafa Balbay’ı “kitapları” ve “okurları” ile gazetemizle sergilenen basın dayanışması vesilesiyle bir kez daha keşfettik… Alt katta, bina girişindeki yuvarlak, devasa bir ma- saya Balbay’ın tüm kitapları -şimdiye dek yazdığı 16 kitap- yerleştirildi. Arka taraftaki nal şeklindeki bir ma- sa etrafında basınımızın önde gelen isimleri, yazarla- rı gün boyu süren bir imza kampanyasında nöbeti sü- rekli devraldılar. Balbay’ın kitaplarını onun için ve onun adına im- zalayan yazarlarla; bu benzersiz dayanışma sefer- berliğinde tek yürek olan okurların buluşması göğüs kabartıcı ve heyecan vericiydi. Aile fertleri, arkadaşları, tanıdıkları için deste des- te Mustafa Balbay kitabı alan okurlar; dayanışmaya katkı veren tüm yazarlara birer birer kitaplarını imza- latmak uğruna icabında saatlerce kuyrukta kalmayı gö- ze aldılar. Mustafa Balbay’ın kitaplarını imzalatmakla yetin- meyen kimi okur beraberinde, beyaz sayfayla çıkan gazetemizin 1 Mart 2009 tarihli sayısını getirmişti. Basın üzerindeki olağanüstü baskılar ve sansüre kar- şı ortak bir başkaldırıyı dile getiren ve “Biz susarsak, kim konuşacak?” mesajıyla çıkan o beyaz sayfayı, Cumhuriyet çatısında toplanan yazar imzalarıyla dol- duran okurlarımızla salt entelektüel bir dayanışma de- ğil; tarif edilmesi zor bir duygu ve gönül birlikteliği ya- şadık. Önümüzden sel gibi akıp giden okurlar arasında, ba- şörtülü bir okurumuzun sözlerini unutmam mümkün değil... Mustafa’nın kitaplarını masanın üzerinde bana doğru uzatırken söz konusu okurumuz gözlerimin içi- ne bakarak şunları söyledi: “Burda bugün tarihi bir gün yaşıyoruz Nilgün Hanım. İmzaladığınız bu kitaplar, bilin ki torunlarımıza kalacak!” Mesleğinin en verimli, en üretken çağındaki yaza- rımız Mustafa Balbay’ın bir an önce gazetesine ve ai- lesine kavuşmasını diliyoruz. Son Osmanlı Recep Tayyip Erdoğan için “son Osmanlı padişahı” tanımlamasının yapıldığı günlerde, Pentagon’a strateji üreten George Fried- man’ın, Osmanlı toprakları üzerinde Türkiye’nin yeniden hâkimiyet sağlayacağını ileri sürme- si bir rastlantı mı? Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı Mu- zaffer İlhan Erdost, hiç de rastlantıya ben- zemeyen başka olayları da anımsatmakta ya- rar görüyor: “Malezya’dan Türkiye’ye geçen Başkan Clinton’ın, tüm İslam dünyası adına seçilmiş bir ‘halife’yi Türkiye’de aradığı belleklerde ol- malı. Halifeliğe namzet olan, İstanbul Beledi- ye Başkanı Tayyip Erdoğan, ünlü Bitlis ko- nuşmasında, bu istemi farklı biçimde dile ge- tirmiş, ‘Kardeşler’ demişti, ‘Biz, altı asır nasıl üç kıta yedi iklime hükmettiysek, Allah’ın izniyle yeniden üç kıta yedi iklime hükmedeceğiz.’ Erdoğan’ı, ılımlı İslamın halifeliğine isteklen- dirdiği yazılıp söylenen CIA analisti Graham Fuller ise, Friedman’ın şimdi çizdiği ‘yol hari- tası’nı, Ekim 1996’da, İstanbul’da Kafkaslar Konferası’nda dile getirmiş, ‘Türkiye’nin Os- manlı millet modelini’ denemesini önermişti. Model iki aşamalıydı. Türkiye etnik ve dinsel te- mele göre federal bir yapıya ayrışacak, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetmiş olduğu ülkeler bu federasyonun parçası olmak isteyecekti. İsteyecekti, olacaktı ama, Friedman’ın öner- diği gibi, bu, Türkiye’nin, Osmanlı toprakları üze- rinde hâkimiyet sağlaması anlamında bir kon- federasyon olmayacaktı. ‘Üçüncü Amerikan İm- paratorluğu’ yazısında Lind ve Heilburn, Bos- na’nın Müslüman kalmasını isteyen Başkan Clin- ton’ın, Bosna’ya 20 bin Amerikan askeri gön- dermiş olmasını, ABD’nin, Adriyatik’ten İran Körfezi’ne değin Müslüman ulusların resmi ol- mayan birliğinin liderliğine soyunmuş olmasıyla açıklamışlardı. Bir başka deyişle, ‘hükümran- lık’ ve ‘hükmetmek’ hakkı ABD’de olacak, Türkiye, ‘dublörlük’ üstlenecekti.” Osmanlı olmamızı isteyen önerinin gidip varacağı yere gelince... Yine Erdost’un dü- şüncelerine başvuralım: “Doğumuzda ‘Büyük Ermenistan’ projesine endeksli ‘soykırım’ yaygarası, güneyimizde pankürdist vizyona endeksli PKK koçbaşlı ‘Kürdistan’ haritası, Egemizde Yunan taleple- ri, ‘Kilikya’da ‘Küçük Ermenistan’ tırtıklamala- rı, Doğu Karadeniz’de ‘Pontus’ vızıldamaları, 1996’da Virginia’da eski ve yeni on CIA ana- listinin Türkiye üzerine kurguladıkları 225 mil- yon nüfuslu Türk İmparatorluğu’nun değil, Lozan’da tarihin arşivine kaldırılmış bulunan Sevr modeline uyarlanmış ve ufalanmış bir Tür- kiye’nin amaçlandığını açıklamaya yetiyor. Ortadoğu için ‘ulusal kimliğin’ değil, yani ulus- devletlerin değil, ‘etnik-dinsel cemaatlerin do- ğal örgütlenme biçimlerinin belirleyici oldu- ğunu’, ‘Osmanlı millet sisteminin mümkün bir model oluşturduğunu’, Ortadoğu ülkeleri- nin ‘dinsel ve etnik küçük federatif parçalara’ ayrışmasını savunan Elazar ve Yinon’u eleş- tiren Chomsky, Kader Üçgeni kitabında, ‘sö- mürgeci güçlerin Ortadoğu’ya dayattıkları bu planın, yani güçlü bir merkez (bugün ABD des- tekli İsrail, yarın Türkiye) ve büyük bölümüyle birbirlerine hasım olan etnik-dinsel cemaatle- re bölünmüş bir bölge’ planının, İsrail’in mo- dern anlamda ‘devlet anlayışı’ndan ayrılarak ulu- sal temelini parçalayacağını, devletin giderek daha çok etnik-dinsel bir duruş almakta oldu- ğunu yazmıştı. Türkiye’ye dayatılan, azınlık, federasyon ve imparatorluk modellerinin, genellikle CIA ana- listleri tarafından üretilmiş modeller olduğunu, ABD’nin şiddete ve entrikaya dayalı küresel egemenlik projesine endeksli tasarımlarından kaynaklandığını da bilelim. Çağdaş, modern ve bu anlamda laik Türkiye Cumhuriyeti’nin başına, feodal ve teokratik sarık sarmakta olanların, ül- keyi yalnızca geriye götürmekle kalmayacak- larını, hilafet ve halifelik uğruna yurdu ve ulu- su ufalayarak köleleştireceklerini de bilelim.” Evrim Darwin yanlış yapmış. Maymundan gelenlerin ol- duğunu söylemiş de... Ne bile- yim; sukabağından, hıyardan ya da terliksi hayvandan, eşek- ten, danaburnundan, bitten, pi- reden hiç gelen yok mu canım... Washington’dan gazeteci dostumuz Yılmaz Polat bildiriyor: “Kısa adı SETAV olan AKP destekli Si- yaset Ekonomi Toplum Araştırmaları Vakfı Washington’da büro açtı. Washington’da düşünce kuruluşu sta- tüsünde çalışacak olan büro Başbakan- lık Başdanışmanı Ahmet Davudoğlu’na bağlı olarak faaliyet gösterecek. Büronun başına Zaman gazetesi yazarı İbrahim Kalın getirildi.Yeni Şafak gazetesine de yazan Kalın TRT-1’de program da yapı- yor. İbrahim Kalın SETAV’ın genel ko- ordinatörlük görevini de yürütüyor. Ka- lın’ın son yazısına göre, Türk-Amerikan ilişkileri ikinci baharını yaşayacak. Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davudoğlu, büronun faaliyete geçme- si ve Amerikalı yetkililerle Obama ziya- reti öncesi nabız yoklamak için 16 Mar’ta Washington’a gelecek. Davu- doğlu, 20 Mart tarihine kadar Was- hington’da kalacak. Vakfın Washington ofisi için ne kadar ödenek ayrıldığı ve personel sayısı he- nüz bilinmiyor.” İkinci bahar Basın Özgür Değilse?!.. Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN DEÜ Öğretim Üyesi (Siyaset bilimci) Mustafa Balbay’ın öğrenci- lerimize sözü var. Nisan ayında okulumuza gelip gençlere ses- lenecek. Balbay’ın sözünü tut- masını sağlamak hepimize dü- şüyor.Balbay’ı nasıl bilirsiniz? Darbe için değil, demokrasiyi güçlendirmek için çaba göste- ren bir usta kalemdir.Cumhuri- yetçi, Atatürkçü, ilerici bir aydın. Nerede yazıyor?Cumhuriyet ga- zetesinde. Cumhuriyet gaze- tesi, Ergenekon sürecinde he- defteki gazete. Kimin hedefinde? AKP’nin. Ergenekon’un başı ilan edilen İlhan Selçuk’la ilgili iktidar yanlısı medyanın karalama ça- baları sonuç vermedi. Balbay tutuklandı ve serbest bırakıldı. Ancak ne İlhan Selçuk, ne de Mustafa Balbay sustu... Ben Amerikancıyım demediler... Üstüne üstlük medyaya uy- gulanan sansüre karşı durup beyaz sayfalarla tüm topluma bu karşıduruşu anlattılar.Tür- kiye’nin başkalaşma sürecine tepki gösteren herkesin ken- dileri ile ilgili kaygılarının oluş- masını sağlayacak türlü ör- nekler var. Özgürlüklere yer veren ye- gâne rejim demokrasidir.Öz- gürlüklerin en önemli göster- gesi de basındır. Basının ta- rafsızlığı demokrasinin sigortası gibidir. Türkiye’de bu sigorta attı. Kime sorsanız basın için taraf- sız diyemiyor. Araştırmacı ga- zetecinin görevini yapabilme- sinin önünde artık Balbay ör- neği de var. Kendisi için kay- gılanan bir gazeteci belge top- layabilir mi? Hukuk için herkese gerekli sözcüğü, bugün hukuk dışına taşmış görüntülerin altyapısını oluşturanlar için de geçerlidir. Hukuk, özgürlükleri baskıla- mak için değil, güvence altına almak için vardır. Nerede? Öz- gür rejimlerde!... Hani şu dil- lerden düşmeyen.. ancak her geçengün biraz daha uzak- laştığımız demokrasinin uygu- landığı ülkelerde!... Korku ve baskıyı örgütleye- rek hiçbir siyasal güç kendi sü- rekliliğini sağlayamaz. Bugün Türkiye bir korku tünelinden geçiyor. O tünelin sonunun aydınlık olmasını isteyen herkes tünelin içine değil, kendilerinin olmak istediği aydınlığa kilit- lenmeli. Basının susturuluşunun hu- kuk üzerinden dolanarak ger- çekleştiriliyor olması, tepkileri frenliyor. Hukuktan hukuksuz- luğa, hukuk devletinden bas- kı (polis) devletine doğru evri- liyoruz. Bu evriliş içinde kimin gerçekte darbeci olduğu da gözden kaçırılabiliyor. Birileri 14 Nisan ruhunu öl- dürmeye, milyonların yeniden yürüyüşünün önüne geçmeye çalışıyor. Birileri demokrasiyi alanlarda konuşan tek kişiye in- dirgemeye çalışıyor. 14 Nisan’la sokaklara, cad- delere sığmayan milyonlarca tepkiden sonra bu ruhu taşıyan insanların tüm bu baskılarla yıldıklarını zannetmiyorum. Bu tür hareketler örgütlense yine herkes koşup gelecektir. Be- nim kitlelerleilgili bir kuşkum yok. Bugünlerde aklıma takılan bir soru var. Darwin’in evrim teorisi ile ilgili araştırmaların Bi- lim Teknik’ten çıkarılmasına karşı tüm üniversitelerden tep- ki beklerdim. Senato kararları birbirinin ardına dizilmeli, öğ- retim üyeleri cüppeleri ile yü- rümeliydi. Basın üzerinde uygulanan baskılara ses çıkarmayan bilim kuruluşlarını anlamam mümkün değil, ancak bilim üzerine de baskı kurulmaya başlanmış ve bilim buna suskun kalmışsa iş- te bu noktada özgürlükler adı- na daha fazla endişe duymak gerek derim. Türkiye’de bilimi temsil eden üniversiteler işlevlerini tam ola- rak kavramış olsalardı, zaten Türkiye’de bugün yaşadıkları- mıza tanıklık ediyor olmazdık. Balbay, Nisan’da sözünü tutmalı. Üniversitemize gel- meli. Gençlerle söyleşmeli. Ni- san’da 14 Nisan ruhu şahlan- malı. Türkiye korku tünelin- den çıkmalı. Üniversiteler ve öğretim üyeleri görevlerini yap- malı; susmamalı!.. Balbay’a... Balbay, duydum ki, cezaevinde kitap okur- ken notlar tutmuş- sun... Aman arşivleme, su- ça girer! BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Un, süt, yumur- tayla yapõlan ufak ve yuvarlak taneler biçiminde kurutul- muş hamur... İslam ülkelerinde kullanõ- lan bir tür tahõl öl- çüsü. 2/ Kuyrukso- kumu kemiği... Sõrt- ta taşõnan yük. 3/ Köpeğin arka ayak- larõ üzerinde ayağa kalkmasõ... Hatay ilinde bir õrmak. 4/ Hayvan ağõlõ. 5/ Bir ilimiz... Bul- gur, biber, soğan, domates, maydanozla yapõlan ve as- ma yaprağõna sarõlõp çiğ olarak yenen bir yiyecek. 6/ Tavlada “üç” sayõsõ... Günümüzde Hatay ve Ga- ziantep yörelerinde görü- len eski Türk güreşlerinden biri... Argoda esrar. 7/ Dar ve kalõnca tahta... “Fakat, lakin” anlamõnda kullanõlan bir bağlaç. 8/ Zeki Ökten’in bir filmi... Bir tür kalõn ve ağõr çizme. 9/ Yankõ... Tavana yakõn küçük pencere. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Avustralya’da yaşayan keseli bir hayvan... Nazi parti- sinin hücum kõtasõnõ simgeleyen harfler. 2/ Issõz yer... Boy- nuzunun biri kõrõk hayvan. 3/ Yakasõz, iliksiz ve kollarõ bol- ca bir tür kõsa ceket... İsyankâr. 4/ Tarla, bahçe ya da man- dõra kapõsõ. 5/ Erkek hizmetçi... Kurşun borularõn ağzõnõ açmakta kullanõlan ucu sivri takoz. 6/ Selenyum elemen- tinin simgesi... Yünden dövülerek yapõlan kalõn ve kaba kumaş... Bilgisiz, kültürsüz kimse. 7/ Osmanlõlar döneminde ulema sõnõfõnõn giydiği bir tür üstlük... Gözleri görmeyen. 8/ Sabahattin Ali’nin bir öykü kitabõ... Ağaçtan yapõlmõş top. 9/ 1954’te Metin Toker tarafõndan çõkarõlan haftalõk haber dergisi... Bangladeş’in para birimi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P A Y R E K S P E L A F A U N A T İ R Ş E N E N R A A S İ T D U Ğ U T Ç I M A Ş A M A N R E N K A F A R A T A K M A İ Ç L İ R İ T İ M A F 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 nilgun@cumhuriyet.com.tr KUYUCAK 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN 2008/186 esas İPOTEK ALACAKLISI: Ahmet Külah vekili Av. Ali Akkaya Borçlular: 1) Hülya Gök, Cavit kõzõ, Aydõn ili Kuyucak ilçesi Horsunlu kasabasõ nuf kyt. 2) Ayşe Gök, Cavit kõzõ Aydõn ili Kuyucak ilçesi Horsunlu kasabasõ nuf. kyt. 2) Şefõka Gök, Ali kõzõ Aydõn ili Kuyucak ilçesi Horsunlu kasabasõ nuf. kyk. Borç: 54.633,68 TL takip miktarõna işleyecek %7 faiz ve icra masraf- larõ ile vekalet ücretinin tahsili. İpotek: 19.08.1999 tarih ve 936 sayõlõ ipotek belgesi. Yukarõda ismi geçen borçlular hakkõnda müdürlüğümüzce çõkarõlan 151 ödeme emri bila tebliğ dönmüş yapõlan adres araştõrmasõnda ise borçlularõn adres bõrakmadan ayrõldõklarõ adreslerinin bilinmediği an- laşõlmõş olup borçlular hakkõnda iş bu ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takipte icra emrinin tebligat yerine kaim olunacağõ ilan olunur. 26.02.2009 (Basõn: 13003)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle