18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 MART 2009 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Bu Hareketlere İrtica Derler’ Milli Güvenlik Kurulu’nda “irtica” şöyle tarif edil- miş: “Devletin anayasasında belirtilen siyasi, huku- ki, ekonomik ve sosyal alanlarda temel esasları- nı yıkarak yerine dini esaslara dayalı teokratik bir yönetim sistemi kurmayı hedefleyen her türlü faa- liyete irtica denir.” Mustafa Balbay’ın yeni çıkan “Devlet ve İslam” (Cumhuriyet Yayını) kitabının önsözünden aldım bu tanımlamayı... “Devlet ve İslam” bir belgesel. Türkiye’deki İs- lamcı eylemlerin adları, önde gelen kişiler, tari- katlar, gizli açık dernekler, Hizbullah’lar, Gülen İm- paratorluğu, irtica diye adlandırılan tüm tehlikeli girişimler, eylemler, hepsi bir bir yazılmış!.. Balbay irticacıların hedefleri nedir sorusunu Mil- li Güvenlik Kurulu’nun bu konudaki açıklamasıy- la yanıtlamış: “İrticanın hedefi Türkiye Cumhuriyeti devletinin Atatürk’ün öngördüğü miliyetçilik görüşüne bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk dönemini yıkmak, Türk halkını birbirine kenetleyen ortak hasletlerden, dil birliği, yurt birliği ve ülkü birliği gibi temel değer- leri yok edip, yerine din birliğini esas alan üm- metçilik yapısını getirmek ve dini esaslara dayalı teokratik bir yönetim sistemi kurmaktır.” Balbay kitabında, “irticai örgütler”i koskoca bir şema halinde gözler önüne sermiş... Radikal di- ni terör örgütleri, Hizbullahcılık, Milli Görüşçülük, Nurculuk, Fethullahcılık, tarikatçılık, daha nice ça- lışma kolları!.. Bu tür irticai hareketlerin istedikleri nelerdir! Laikliğin tarifini dinsizlik olarak yapmak, taba- nı diri tutmak, her türlü fırsattan yararlanarak, İs- lamın sadece ibadetten ibaret olmadığını, devlet yapısının da değişmesi gerektiğini söylemek, belli bir güce ulaştıktan sonra hedefe karşı olan- ları etkisizleştirmek ya da tasfiye etmek... “Devlet ve İslam” kitabının yazarı Mustafa Bal- bay birkaç gündür hapishanede, belki de Silivri’de Ergenekon suçlusu diye aylardır içerde tutulan- ların yanında!.. Bir yazarı kapatarak susturmak ola- sı mıdır? İstediğin kadar yolunu kes, o konuşur, kitaplarca konuşur. Hem bir değil ki Balbay’ın ki- tapları; hepsi hukuktan, demokrasiden, Ata- türk’ten çağdaş devrimlerden yana çalışmalar, uyarılar! İşte birkaçı; “Suriye Raporu”, “İran Ra- poru” daha ötekiler... Hepsi toplumu aydınlatmaya yönelik çalışmalar... Bir büyük yanlışlık mı? Adaletin akıl almaz ya- nılgısı mı? Yoksa “Ben Ergenekon savcısıyım” de- yip bu çirkin gidişe destek verenlerin, Amerika- larda yerleşmiş Fethullahların keyfine, isteğine gö- re gerçekleştirilmiş bir çirkin işlem mi? Her zamanki gibi, sözü Atatürk’le bitirelim: “Asırlardan beri tebaiyet etmeye alıştığımız bir idare şeklinin dışına çıkarak, benzeri bulunmayan bir devlet kurduk. Fakat bu teceddüdün mutlaka makûs bir hareketi getireceğini hatırımızdan çı- karmamak gerekir. Bu hareketlere tabiri mahsu- suyla ‘irtica’ derler. Yaptığımız işler ve aldığımız so- nuçlara göre bu irticalar her zaman beklenebilir.” Gerçekleri gösteren bir ayna Balbay’ın “Devlet ve İslam” kitabı... Daha doğrusu, suratımıza vu- rulan bir uyarı tokadı!.. PENCERE Hillary de Kadın Değil mi?.. Pazar günü, 8 Mart, Dünya Kadınlar Gü- nü’ydü... Ülkemizde de anıldı ve kutlandı Kadınlar Gü- nü... Ama, nasıl?.. Çoğu fasa fiso konuşmalar, soyut yazılar ve nutuklarla... Sanki İslamcı şeriat dünyasında yaşamı- yorduk... Sanki bu dünyada hiç yaşamamıştık... Sanki Türkiye’den uzakta bir âlemin insan- larıydık... Biz yinelemekten asla usanmayacağız; bu yıl da Kadınlar Günü nedeniyle bir beyaz kâ- ğıda alt alta iki tarih yazın... 1926.. 1934.. 1926’ya dek Türkiye’de kadın dedin mi, ak- la Osmanlı şeriat hukuku gelirdi... Şeriat ne mi?.. Daha geçen gün arkadaşımız Zülal Kal- kandelen İslam coğrafyasındaki kadının ko- şullarını anlatan bir diziyi Cumhuriyet’te ya- yımladı... Kadın İslam coğrafyasında toprağın üstünde yaşamıyor; yerin dibinde, köleliğin karanlığında soluk alıp vermeye çabalıyor... Türkiye’de kadın 1926’ya dek şeriatın pen- çesinde kıvranan ikinci sınıf yaratıkken Orta Avrupa’dan aktarılan ‘Yurttaşlar Yasası’ (Me- deni Kanun) ile uygarlığın o güne dek ulaştı- ğı özgürlük düzeyine kavuşturuldu... Ya sonra?.. Kadın, medeni haklarına 1926’da kavuş- tuktan (kavuşturulduktan) sonra 1934’te seç- me ve seçilme haklarına da ulaşmış, Atatürk devrimleriyle insanlığını devlet, toplum ve ai- le hukukunda kazanmıştır... 1934’te Fransa’da kadının seçme ve seçil- me hakları yoktu... Ne yazık ki bir devrim, insanlar çoğunluk- la o devrime layık değillerse, kâğıt üzerinde kalabilir... Kadın hakları, bugünkü Türkiye’de, çoğu za- man lafta kalan bir nitelik taşıyor... 8 Mart günü medyada kadın haklarından söz açılıp ahkâm kesilirken, yüzde 90’ıyla sunu- cular ne 1926’dan söz açtılar ne de 1934’ten... Çünkü bugün tüm ülkeyi saran karşıdev- rimcilik, siyasal İslamcılık ve Atatürk düş- manlığı hepimizi şaşırtmış, kadın düşmanlığını körüklemiş, geçmişe ve geleceğe bakışları- mızın pusulasını bozmuştur... ABD Dişişleri Bakanı Hillary Clinton Tür- kiye’ye geldi, NTV’de “Haydi Gel Bizimle Ol” programındaki dört kadına konuk oldu... Bu kadınlar Çiğdem Anad, Pınar Kür, Müjde Ar, Aysun Kayacı idiler... Dördü de türbansız, çarşafsız, peçesiz, çağdaş kimlikleriyle TV’ye çıkıyorlardı... Çağdaş Cumhuriyetin kadınları idiler... Hillary neden böyle bir seçim yapmıştı?.. Kadın olduğu için mi?.. Amerika Türkiye’de “Ilımlı İslam Devleti” sev- dasından kesinlikle vazgeçmelidir... Çünkü bu tutum, kökeninde ve içeriğinde, kadını İslam şeriatı coğrafyasındaki gibi kö- leleştirme ve sömürme sevdasından başka bir şey değildir... Bir kadınımızın, bu gerçeği elle tutulur, gözle görülür, dünya çapındaki içeriğini de vur- gulayarak Hillary Clinton’a anlatmasını bek- lemek, biz erkeklerin de hakkı değil mi?.. Y erel seçimlerden sonra ana- yasa değişikliğinin gündeme geleceği kamuoyuna yansõdõ. Özellikle yargõ alanõndaki de- ğişikliklerin ağõrlõkta olacağõ da anlaşõlõyor. Yargõ bağõmsõzlõğõ ve yargõç güvencesinin anayasada bütünüyle sağla- namadõğõ ve kurumsallaşamadõğõ bir gerçek. Ne var ki değişikliklerin güvenceyi güç- lendirmekten öteye yasama/yürütmeye ba- ğõmlõ kõlacağõ görülüyor. Gerçekten de Hâkimler ve Savcõlar Yük- sek Kurulu’na ve hazõrlanmõş anayasa tas- lağõnda düzenlendiği üzere Anayasa Mah- kemesi’ne yasamanõn, büyük oranda Da- nõştay’a Bakanlar Kurulu’nun üye seçme- si anayasal zeminde gerçekleştirilirse yar- gõnõn siyasallaştõrõlmadõğõnõ ileri sürmek ola- naksõz hale gelecektir. Türkiye pratiği göz önüne alõndõğõnda anõlan kurumlara yapõ- lacak seçimlerde “siyasetin” etkin olaca- ğõ açõktõr. Bu nitelikteki bir düzenlemenin, nispi ba- ğõmsõzlõğõ ve güvenceyi büsbütün ortadan kaldõracağõ ve dolayõsõyla anayasanõn hu- kuk devleti ilkesine (m.2), egemenliğin dü- zenlendiği 6. ve yargõ yetkisine ilişkin 9. maddelerine de aykõrõlõk oluşturacaktõr. Anayasa Mahkemesi’nin 5.6.2008 tarih ve 2008/16 esas ve 2008/0116 sayõlõ kara- rõnda da açõklandõğõ üzere anayasanõn 1. maddesindeki “Türkiye Devleti bir Cum- huriyettir, kuralı ile bunu tamamlayan ve Cumhuriyetin temel niteliklerini be- lirleyen 2. maddesini değiştirecek dere- cede etkisi olacak bir değişikliğin yapı- lamayacağı” tartõşmasõzdõr. Yargõ organõnõ siyasallaştõracak ya da en azõndan siyasal etkilere açacak bir anaya- sal düzenleme “demokratik meşruiyet” (?) gerekçesiyle belki çekici kõlõnabilir; ancak, anayasal ilkeler karşõsõnda bu nitelikteki dü- zenlemelerin doğru olduğu söylenemez. Ay- rõca, bu şekilde yapõlacak düzenlemeye kar- şõ çõkanlara da “anayasa değişikliğini is- temiyor musunuz?”, “12 Eylül anaya- sasını mı savunuyorsunuz?” vb. söylem- leri de yanõlsama yaratmaktan öteye geçe- mez! Anayasa değişikliği kuşkusuz TBMM ta- rafõndan öngörülen biçimde yapõlõr. (m.175) Ne var ki anayasanõn temel ilkelerinden olan hukuk devletini etkisiz kõlacak değişiklik- lerin yapõlmasõ yukarõda anõlan Anayasa Mahkemesi kararõna göre olanaksõzdõr. Tõpkõ daha önce 10 ve 42. maddelerde ya- põlan değişikliklerde olduğu gibi… Hemen ifade edilmelidir ki anayasanõn ön- gördüğü temel ilkeler ve değerlerin zede- lenmesi olasõlõğõna karşõ başta yargõ ba- ğõmsõzlõğõnõ ve yargõç güvencesini savu- nanlarõn böyle bir değişikliğe karşõ anaya- sanõn yanõnda yer almalarõ en doğal hakla- rõdõr. Bu tutum, aynõ zamanda “demokra- sinin vazgeçilmez güvencelerinden biri- nin gücünün” ortadan kaldõrõlmasõna kar- şõ durmak anlamõna da gelecektir. Yapõlmak istenen değişikliklerin içeriği göz önüne alõndõğõnda, mevcut düzenlemelere vaktiyle “hayır” diyenlerin de artõk oylarõnõ değiş- tireceklerine kuşku bulunmamalõdõr. Hedefteki Yargõ Bağõmsõzlõğõ... Hamdi Yaver AKTAN Yargõtay 8. Ceza Dairesi Üyesi Anayasa değişikliği kuşkusuz TBMM tarafõndan öngörülen biçimde yapõlõr. (m.175) Ne var ki anayasanõn temel ilkelerinden olan hukuk devletini etkisiz kõlacak değişikliklerin yapõlmasõ yukarõda anõlan Anayasa Mahkemesi kararõna göre olanaksõzdõr. Tõpkõ daha önce 10 ve 42. maddelerde yapõlan değişikliklerde olduğu gibi… Tarih boyunca nüfusun gör- mezden gelinen, bazen korunan, çoğu kez itelenen, namus adõna öldürülen kadõnlarõ, ancak hak- larõ için mücadele etmeye baş- ladõklarõnda fark edildiler. Kadõn haklarõndan söz edile- bilmesi için önce kadõnõn gö- rülür olmasõ, sonra sorunlarõnõn dikkate alõnmasõ gerekiyor.. ve en sonunda ise sorunlarõna çö- züm aranmasõ aşamasõna geli- nebiliyor. 8 Mart 2009’da ülkemizde- ki kadõnõn durumuna bakacak olursak, gelişmiş ülkeler düze- yinde eğitimli, meslek sahibi ka- dõnlarõn yanõ sõra, 25 yaş üstü 16.897.656 kadın nüfusunun 13.871.060’ı (4.625.828’i oku- ma yazma bilmeyen, 1.270.255’i okuma yazma bili- yorum diyen ancak ilkokulu bitirmeyen, 7.644.977’si ilk- okul mezunu olmak üzere) en çok ilkokulu bitirmişler ve ancak yüzde 17’si istihdam edi- lebilmekte, düşük ücretli ve iyi olmayan koşullarda çalõşmak- tadõrlar. Çoğu kez kayõt dõşõ, sosyal güvenliği olmayan iş bulabil- mektedirler. Kadõnlarõn sadece yüzde 3.9’u üniversite mezu- nudur. Eğitim düzeyi kadõnõn iş- gücüne katõlõmõnõ güçlendir- mektedir; nitekim üniversite eğitimi alan kadõnlarõn yüzde 70’i çalõşmaktadõr. Kõrsal kesimde ise çoğu kez küçük yaşta evlendirilme, “imam nikâhlı” evlilikler, ba- kamayacaklarõ çok sayõda çocuk sahibi olma ve aile içi şiddet bir ‘kısırdöngü’ halinde kadının yaşamını çevrelemiştir. Her yüz kadõndan dördünün şiddet mağduru olduğu dikka- te alõndõğõnda “aile içi şiddet” kadõnõn en büyük sorunlarõndan biri olmaya devam etmektedir. Kadõnlar, en korunduklarõ yer diye düşünülen evlerinde daha da yaygõn bir şekilde şiddete uğ- ramaktadõrlar. Fiziksel, ruhsal, cinsel ve ekonomik şiddet kadõnlarõ sin- dirmekte, onurlarõnõ kõrmakta ve özgüvenlerini kaybetmelerine yol açmaktadõr. Şiddeti önlemek üzere yasalar çõkarõlmõştõr, an- cak şiddet mağdurunun ilk baş- vuru yeri olan kolluk kuvvet- lerinin, yargõlama sürecini yü- rütenlerin meslek içi eğitimle- ri, yeterli düzeyde ve kararlõlõkla sürdürülmemekte; sõğõnma ev- leri yetersiz kalmakta, bu ne- denle aile içi şiddetin önlenmesi çalõşmalarõ beklenen olumlu sonuca ulaşamamaktadõr. Yasa da çõkardõk, Yönetme- lik de deniyor; yasa var ama mekanizma yok.. sözde bir şey- ler yapõlõyor, ama özde bir çö- züm sağlanamõyor.. aile içi şid- det kadõnõn en temel sorunla- rõndan biri olarak devam ediyor. Kağıt üzerinde çözüm Kentli, eğitimli, çalışan ka- dınların sorunları ise kâğõt üzerinde “yasalarla” çözüme kavuşturuldu. İş Kanunu’nda “eşit işe eşit ücret; 16 haftalık doğum izni; işyerinde cinsel tacize uğrayanın iş akdine son verilmesinin haklı neden olarak kabulü; işe alınmada ve çıkarılmada cinsiyete da- yalı ayrımcılık yasağı” ayrõn- tõlõ bir şekilde düzenlendi. Ama uygulamaya geçilebiliyor mu? 2009 yılında yine bir 8 Mart. Ama ne yazık ki çok fazla ilerlemeden söz edeme- yeceğimiz yeni bir 8 Mart. Karar verici konumda, ‘Si- yasette’ kadõnõn adõ yok. Oysa, bu 8 Mart’ta da bütün parti başkanlarõ “Kadınların ol- madığı bir Meclis’te gerçek demokrasiden söz edemeyiz” diyecekler, ama ne yazõk ki aynõ gün unutacaklar... Kadõn- lar ülkeye hizmet etmekte ka- rarlõlar. 29 Mart yerel seçimle- ri için deneyimli, eğitimli, hal- kõ yakõndan tanõyarak hizmet et- miş, halkõn da yakõndan tanõdõ- ğõ, güvendiği, bu nedenle par- tisine seçim başarõsõnõ yaşatacak çok sayõda kadõn aday adayõ ol- du, kaydõnõ yaptõrdõ, başvuru üc- retini erkeklerle eşit miktarda yatõrdõ. Kadınlar unutuldu Ancak, ne yazõk ki 29 Mart yerel seçimleri için aday liste- leri hazõrlanõrken başta sosyal demokrat ve kadõn erkek eşit- liğini yaşama geçirmek, Ata- türk devrimleriyle kendine mi- ras kalan bir partide de olmak üzere, yine kadõnlar unutuldu. 2009 yõlõnda da demokrasi ka- dõnlara uğramadõ, ya da son günlerdeki deyişle demokrasi kadõnlarõ teğet geçti. 1934 yõ- lõnda Atatürk devrimlerinin en önemli halkasõ olan kadõnlara seçme seçilme hakkõnõn veril- mesinin ardõndan 1935 seçim- lerinde 18 kadõn milletvekili se- çilmişti, çünkü listede seçile- cekleri sõralarda yer verilmişti, hem de henüz olumlu ayrõmcõ- lõk ya da “kota”nõn dünya gün- demine bile girmediği bir ta- rihte. 2004 Yerel Seçim sonuçlarõ- nõ anõmsarsak, 2009 seçimle- rinde de bir gelişme olmayaca- ğõ anlaşõlmaktadõr. 2004 Yerel Seçimlerinde 81 il, 883 ilçe ve 2281 beldede 3225 belediye başkanının sadece 18’inin ka- dın olduğunu ve 2007 Genel Seçimlerinde TBMM’ye seçilen 550 milletvekilinin sadece 50’sinin kadõn olduğunu dikkate aldõğõmõzda; anayasanõn 10. maddesinin “Devlet, kadın er- kek eşitliğini yaşama geçir- mekle yükümlüdür” hükmü gereğince, siyasette kadõnlara yapõlan haksõzlõğõn telafisi ve eşitliğin anahtarõ olan ve 96 ül- kede uygulanarak siyasette eşit- liği, temsilde adaleti sağlayan “cinsiyet kotasının” bir an ön- ce yaşama geçirilmesi zamanõ gelmiş, geçmektedir. 2009 Ye- rel Seçimleri için çok sayõda ka- dõn aday adayõ oldu, ama Sos- yal Demokrat bir partide dahi üç büyük şehirde İstanbul’da 39 il- çede, Ankara’da 35 ilçede, İz- mir’de 49 ilçede sadece birer kadın aday gösterildi. Bu yıl 8 Mart’ta kadınlar, demokrasinin olmazsa olmaz kriteri olan kadõn erkek eşitli- ğinin, aileden başlayarak top- lumsal yaşamõn her alanõnda, eğitimde, çalõşma yaşamõnda, siyasette çağdaş koşullara uy- gun şekilde yasal temele da- yandõrõlmasõ ve uygulamaya geçirilmesi; kadõna yönelik eko- nomik, fiziksel, sözel, cinsel ve psikolojik şiddete son verilme- si; yasal haklarõnõ kullanmala- rõnda karşõlaştõklarõ engellerin kaldõrõlmasõ taleplerini yineli- yorlar. Sonuç Eşitliğin yaşama geçtiği, gerçek demokrasinin yaşan- dığı günlere ulaşana kadar eşitlik mücadelelerini karar- lılıkla sürdürüyorlar. Çün- kü, Mustafa Kemal Ata- türk’ün 5 Aralık 1934’te söy- lediği “ ... Kadınlarını geri bı- rakan milletler, medeniyetten nasibini alamazlar” sözünün önemini biliyorlar. “Kadõnlarõnõ Geri Bõrakan Milletler...” Nazan MOROĞLU İKKB Koordinatörü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle