24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bir Ödül Töreni! “Türkiye, artık ne Çetin Altan’ı 300 kez mah- keme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet’i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir.” Çetin Altan’ın ödül töreninde konuşan Başbakan Erdoğan’ın sözlerini nasıl buldu- nuz? Türkiye düşünceyi mahkûm etmeyen bir ülke mi oldu? Farklılıklar kabul görüyor mu? O alıngan vehimler üreten Türkiye, artık ye- rini özgüvene mi bıraktı? Eleştiriye tahammül ediyor muyuz artık?.. Başbakan, ömrü mahkeme kapılarında, hapishanelerde geçmiş seksenindeki bir ya- zarı ödüllendirirken bilmem kendi dediklerine sahiden inanıyor muydu? Başbakan’ın sıra- ladığı görüşler, gerçeklerin yanında bir anlam, bir değer taşıyor muydu? İşte Ergenekon zindanlarında ayları, yılları da aşan tutukluluklar Türk aydınları, yazarla- rı, hukukçuları, askerleri, bilim, sanat, kültür düşünce adamları... O töreni izleyenler, al- kışlayanlar acaba bir an için AKP dönemin- deki baskıları, suçlamaları yaşlı başlı insanları sabah karanlığında yataklarından kaldırıp kelepçeleyerek karakollara sürüklemelerini hiç düşünebildiler mi? Evi basılan, her yanı didik didik aranan, son- ra yargıç önüne çıkabilmek için aylarca bek- letilen insanları, Başbakan Bey nasıl gör- mezden gelir de “Türkiye artık düşünceyi mah- kûm eden bir Türkiye değil” diyebilir? Ka- muoyunun gözü önünde olup bitenleri nasıl tersine çevirebilir? Çetin Altan değerli bir yazarımızdır. Bir za- manlar toplumculuğun en ateşli öncülerin- dendi. Sonra bıktı, usandı, yoruldu... Yine de güzel yazılarını yazmakta, ama suya sabuna pek dokunmadan. İki oğul yetiştirdi, şimdi on- lar sürdürüyor. Babalarınınkine hiç benze- meyen bir yanlış kavgayı!.. Neyse güzel bir olay oldu Çetin Altan’ın ödül alması. Kimden olursa olsun. Ama ben böy- le bir değerlendirmeyi Tayyip ve Ertuğrul bey- lerin değil değerbilen sanat ve kültür insan- larının yapmasını isterdim. 60 yıllık bir değer- li yazar Tayyip’ten, Ertuğrul’dan ödül alıyor! Şu dünyanın işine bak!.. Demek Türkiye özgüven içindeymiş! Fark- lılıklar önemliymiş, ülkemizde artık düşünce mahkûm edilmeyecekmiş!.. Duy, dinle, ama ister inan ister inanma... PENCERE Terörün Karşısında mı, Yanında mısın?.. İki sözcük var: Zıvana.. Şiraze.. Zıvana sigaraya geçirilmiş ağızlık, şiraze kitap formalarını birbirine bağlayan ibrişim örgü... Sigara artık zehir sayılıyor, bu gidişle tarihe ka- rışacak; kitap, bilgisayar dünyasında işlevini yi- tiriyor... Zıvana ile şirazenin ne olduğu ilerde unutula- cak... Ama, gelecek kuşaklar, yine de dengesini yi- tiren, Adana ağzıyla ‘dellenen’, kafayı yiyen kişiler için diyecekler ki: - Zıvanadan (ya da şirazesinden) çıktı... Vaktiyle PKK ile savaşmış kuvvet komutanı mı- sın?.. Bir sabah uyanınca bakıp görüyorsun ki F-ti- pi gazetenin manşetine geçmişsin... Neden ve nasıl?.. 7 yıl mı desem, 10 yıl önce mi desem, biriyle yaptığını iddia ettikleri bir telefon konuşmasını gü- ya gizlice dinlemişler, sözüm ona kayda almış- lar, bugün piyasaya sürüvermişler... Suçluyorlar... Niçin?.. - Meğer o günlerde darbe yapacakmışsın... Peki, neden yapmamışsın?.. Onursal Yargıtay Başsavcısı imişsin, öyle mi?.. - Evet... Bir sabah polis evinin kapısına dayanıp içeri gi- riyor, her yanı didik didik arıyor... Neden?.. - “Darbe zemini oluşsun” diye teröristlere bombalar attırmış, yargıçları öldürtmüşsün... Zıvanadan çıkmış medya, topluma bu ‘polisi- ye’ tezgâhları pazarlıyor; herkes de şaşkın şavalak okuyor... İki F piyasaya egemen... F - tipi polis.. F - tipi medya.. Şimdi buna bir ‘F’ daha eklendi: F - tipi savcı.. F, Fethullahçılığı ya da Fetoculuğu vurguluyor... Ancak bizim ülkede siyasal iktidarın bu kadar zıvanadan ya da şirazeden çıktığı görülmemişti... Türkiye PKK terörüne karşı mı?.. Hem de nasıl... Teröre karşı olmak, hem insanlık borcu, hem uygarlık gereği hem de Cumhuriyetimizin varo- luşunu savunmak anlamıyla birebir örtüşüyor de- ğil mi... Peki, Türkiye’de teröre karşı gibi görünen AKP hükümeti, İsrail-Filistin coğrafyasında neden terörün yanında yer alıyor?.. RTE Türkiye’de teröriste karşı.. İsrail’de teröristten yana... Gel de kafayı yeme... PKK’ye karşı olup da dünya âlemin, terörist ol- duğunda birleştiği Hamas’ın yanında olmak, kim bilir, belki de çok yüksek bir politikadır... Hem dış politikadır.. Hem iç politikadır.. Al birini vur ötekine, dağıt zıvanayı, parçala şi- razeyi; çok uzak olmayan bir gelecekte ananı alıp da nereye gideceğini şaşırırsan aklın başına ge- lir, ama, iş işten geçmiş olur... K üresel bunalõmõn başkenti Was- hington. Küresel egemenliğin başkenti de Washington.Was- hington, şu günlerde gömlek değiştiriyor. Gömlek değiştiren “küresel bunalım” mõ olacak, küresel egemenlik stratejisi mi deği- şecek! Bizim için daha önemli olan, Türkiye, Washington’õn gündemine hangi yüzüyle alõ- nacak? Laik, sosyal bir hukuk devleti, bağõmsõz bir ulus kimliğiyle mi? Sevr haritalarõna yan- sõyan, Ermenileri, Rumlarõ, Kürtleri kesmiş bar- barlar kimliğiyle mi? “Ulusal irademiz”in ve ulus olarak varlõ- ğõmõzõn yol haritasõnõ biz mi belirleyecek ve çizeceğiz, yoksa Washington çizmeye devam mõ edecek? Masamõza ve önümüze, 12 Mart yarõ-aske- ri darbesi, 12 Eylül cuntasõ ve bunlarõn çiz- meleri altõnda Kõzõlõrmak olup akmõş kandan kotarõlmõş menü mü konacak, yoksa ayakla- rõmõzõn altõna Çekiç Güç ile açõlan Kandil ve Ararat ile açõmlanabilen “Yeni-Sevr” harita- larõ mõ serilecek? Walt Whitman’õn “Oy Reis Koca Reis” şiirinde öldürülüşü çõğlõklanan Abraham Lincoln’ün yol haritasõnda, insanlõk, insanlõ- ğõn demokrasi ülkülerini ve doğal özgürlük su- suzluğunu mu soluyacak? Yoksa bu canõmõz, özümüz, varlõğõmõz, tutsaklõğõmõz ve özgür- lüğümüz ülkemiz, yeniden, Aksoy’un başõna sõkõlan ve Mumcu’nun gövdesini ikiye biçen kurşun ve bombalarõn karanlõğõna mõ gömü- lecek? Cumhuriyet’te (22 Ocak 2009) “Yeni ABD Başkanı’nın isteği üzerine Guantanamo tutsaklarını ‘yargõlayan’ askeri mahkeme- ler 120 gün süreyle durduruldu” haberinin yayõmlandõğõ gün, Evrensel’de, Barack Oba- ma’yõ, “ABD ve Asya borsasının sert dü- şüşle karşıladığı” haberi yer alõyordu. Reagan, seçildiği zaman, Kasõm 1980’de, ilk olarak, ABD Dolarõ’nõ “dünya altını” ya- pacağõnõ söylemişti. Belki o zaman dolar dünya altõnõ olmadõğõ için “para”ydõ. Ama Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle birlikte, ABD, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Yeşil Ku- şak’tan õlõmlõ İslama değin bir dizi senaryonun kalbine Türkiye’yi yerleştiriyor ve ABD, do- lar ile petro-dolarõ çiftleştirerek, kan dökerek, can alarak, yakarak ve yõkarak, yeryüzünün ye- ni altõnõna, yani altõn-dolara ulaşmaya çalõşõ- yordu. Simyacõlõk eski bir meslektir. Dolar bir kâ- ğõt olarak altõn ile değişilse de doğal ki altõn olmayacaktõ. Ama bir sabah uyandõğõ za- man, kendisini böcek olarak bulmuş olan Kafka gibi, dolar da kendini “Tanrı” olarak bulmaya başlamõştõ. “Barış”õ özleyenlere, insanlõğõn birikmiş ve gasp edilmiş emeğinden ürettikleri/yarattõklarõ dolarõn, yalnõzca kendini yaratanlarõ buyruğu altõna almakla kalmadõğõnõ, onlarõ, insanlõğõ kendisine kurban etmeye ha- zõr robotlara dönüştürdüğünü yazmõştõm. Obama Hüseyin’i borsanõn negatif selam- lamõş olmasõndan şu sonuca varabiliriz ki, sa- nal tanrõ dolar, düşten uyanabilir; Guantana- mo’da 120 gün duruşmalarõn ertelenmesi, bize, altõn olmak için binlerce insanõn kanõnõ döken dolarõn, bir kâğõt parçasõndan başka bir şey olmadõğõnõn bilincine varabilir. Soru şu: Dolar, okyanuslardan, Akde- niz’den ve Basra Körfezi’nden, üstümüze doğrulttuğu namlularõn gölgesinde, halklarõ ol- duğu kadar emeği ve emekçiyi dize getirme- ye, kollarõ uzuyorsa kõrmaya, kafasõ dikleşi- yorsa boynundan koparmaya devam mõ ede- cek, yoksa Abraham Lincoln ile kucaklaşan in- sanlõğõn “demokratikleşme ülküsü”nü ye- şerterek “doğal özgürlük susuzluğu”nu gi- dermeye mi yönelecek? Binlerce kilometre kat- ederek Washington’a gelmiş kara, boz, sarõ, ak tenleri ve giysileriyle rengârenk coşkulu yõ- ğõnlarõn, söylenen sözlerin ve çõğrõlan türkü- lerin ezgisinde duyulan doğal özgürlük su- suzluğu yaşama geçebilecek mi? Çünkü ve hiç unutmayalõm ki, Amerika, em- peryalizmin kanlõ ve kirli kimliğinin çelik ka- fesi içinde solumaya çalõşan kocaman bir halkla birlikte Amerika’dõr. Lincoln’ün, o Koca Reis’in, o Özgürlüğün Büyük Babasõ’nõn dalgõn, derin ve kaygõlõ bakõşlarõnõn altõnda, em- peryalizmin ezdiği, çiğnediği yeryüzünün halklarõnõn özlemiyle kucaklaşmayõ özleyen kocaman bir Amerikan halkõ var. 1974 Helsinki Yurttaşlõk Bildirgesi’yle, et- nik, dinsel, mezhepsel ayrõmcõlõğõ, Sovyetler Birliği’nin, ardõndan Yugoslavya’nõn önüne ko- yan ve bu ülkeleri etnik ve dinsel kökenleri- ne göre ayrõştõrmõş bulunanlarõn, Türkiye’yi he- defe aldõklarõnõ, bir zamanlarõn ABD Ankara Büyükelçisi olan Abramowitz’in sözleriyle, “Türkiye’nin ikiye, üçe bölüneceğini sanı- yordum, beşe, altıya bölüneceği için gecik- ti bölünmesi” diyenleri anõmsayalõm. Türki- ye, beşe, altõya bölünememişti ama, ABD, ya- ni Birleşmiş Devletler, “birleşmemiş” dev- letler olarak, etnik, dinsel, õrksal ayrõlmanõn eşi- ğine gelmişti. Ayrõlmanõn eşiğine gelmiş, Huntington’õn sözleriyle, “küreselleşme, çok kültürlülük, kozmopolitiklik, göçler, alt- milliyetçilik ve karşı milliyetçilik, Amerikan bilincini yıpratmış, etnik kimlik, ırk kim- liği ve cinsiyet kimliği ön plana geçmiş, ulu- sal bütünlük ve ulusal kimlik duygusu erozyona uğramış, 2000 yılından önce Amerikan bayrağı yarıya indirilmişti. Di- ğer bayraklar (yani etnik, dinsel, ırksal bay- raklar) Amerikan bayrağının çekildiği gönderde daha yükseklerde dalgalanıyor- du”. Yazar, “Ciddi tehditlerle karşı karşıya ka- lan toplumlar ulusal kimlik duygularını, ulusal hedeflerini, ortak kültürel değerle- rini canlandırarak çöküşlerini erteleyebi- lir, parçalanmalarını sona erdirebilirler. Amerika 11 Eylül’den sonra bunu yaptı” di- yor. Bir başka deyişle, 11 Eylül baskõnõ, Ame- rika’nõn ulusal kimlik duygularõnõ, ulusal he- deflerini, ortak küresel değerlerini canlandõ- rarak çöküşlerini erteleyebilmiş ve kendi için- deki parçalanmalarõ sona erdirebilmişti. Ama- sõ vardõ. Ama, aynõ zamanda, 11 Eylül’den (2001) aldõğõ güçle, ABD, küresel egemenlik yolunda, küresel egemenlik amacõnõn karşõsõna çõkanlarõ bertaraf ederek ve bunun için de, he- defteki ülkeleri etnik, dinsel, mezhepsel an- lamda paramparça edip lime lime doğruyarak yol almõş, kan tazelemişti. Gladyo örgütünü ortaya çõkaran isim olarak bilinen eski İtalya Cumhurbaşkanõ Frances- co Cossiga’ya göre “İtalyan merkez solu ol- mak üzere, Amerika ve Avrupa’nın bütün demokratik unsurları gayet iyi biliyorlar ki, 11 Eylül Saldırıları, CIA ve MOSSAD ta- rafından, Arap dünyasını suçlamak ve Ba- tılı güçleri Irak ve Afganistan’a müdahaleye tahrik etmek için planlanmıştı.” (Evrensel, 14 Ocak 2008.) NATO ise New-York ve Washington’da gerçekleştirilen saldõrõlarõ, NATO’yu oluştu- ran devletlere ve NATO ile korunan sisteme bir saldõrõ olarak nitelemiş ve bu saldõrõnõn te- rörist bir örgüt ya da örgütler tarafõndan değil, devlet ya da devletler tarafõndan yapõldõğõ gö- rüşünü benimsemiş, NATO-dõşõ alanlara as- keri müdahalenin, NATO ile korunan sistemi korumak olacağõ kararõna varmõştõ. Afganistan’da NATO, Irak’ta ABD, 11 Eylül’ün çocuklarõydõ. ABD, “Çekiç Güç” ile Irak’ta amaçladõğõ sonuca, 11 Eylül’ün açtõ- ğõ kulvardan varmõştõ. Guantanamo, 11 Ey- lül’ün çocuğunun çocuğu, yani Bush’un gay- ri-meşru çocuğuydu. Obama Hüseyin, bu “veledi zina”yõ, Beyaz Saray’da kundağa ya- tõracak mõ, yoksa bu mirasõ reddedecek mi? Çünkü Aksoy da, Mumcu da katillerini tanõ- mamõzõ istiyor bizden... Obama, “Biz bir ulusuz, bir halkız, biriz!” diyor. Unutulmasõn biz de bir ulusuz, daha doğrusu, ABD’den de önce, biz bir ulusuz, bir halkõz, biriz. Burada buluşuyorsak uzat elini Obama?.. Bizim elimiz, demokratik ülküler elidir, do- ğal özgürlük tutkusuyla tutuşan insanlõğõn eli- dir. Burada Buluşuyorsak Uzat Elini Obama! Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK / Türkiye İnsan Haklarõ Kurumu Başkanõ SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Güneş, Rüzgâr Bize Yeter! N ükleer santral konusunda iş- ler, bizim bil- diklerimizin tersine iler- lemektedi,r çünkü dün- yada nükleer santral durma noktasõndadõr. Nükleer Enerji Ajan- sõ’nõn 97’deki raporun- da yapõmõ planlanan 31 santral mevcuttur. Bunlarõn 20’sini Ja- ponya oluşturmaktadõr ve Tokaimura kazasõn- dan sonra bunlarõn ya- põmõndan vazgeçilmiş- tir. Güney Kore de ay- nõ sebepten 8 tane ol- masõ düşünülen sant- rallarõn inşasõnõ askõya almõştõr. Geriye sadece biz ve Macaristan kal- mõştõr. Geçen günlerde nük- leer santral için teklif zarfõ verildi. İhaleye tek bir firma katõldõ ve fiyatõ yüksek tuttuğun- dan teklifi geri çevrildi. Türkiye’de yerli ve ye- nilenebilir enerji kay- naklarõ mevcuttur ve güneş, rüzgâr ve jeo- termal enerji dünyada giderek yaygõnlaşmak- tadõr. 82’den beri nükleer santral siparişi verme- yen Almanya, elektri- ğinin % 15’ini rüzgâr enerjisinden elde ederek dünyada ilk sõradadõr. Fransa’da bir demir çelik fabrikasõ güneş enerjisi ile çalõşõrken İsrail ise güneş enerji- siyle yõlda 300 bin ton petrole denk gelecek enerji sağlamaktadõr. Başta ABD’de olmak üzere 78 yõlõndan beri hiçbir nükleer santral yapõlmamõştõr. Çünkü söylenildiği gibi gü- venli ve ucuz değildir. Bunun en büyük örne- ği Çernobil’dir. Sant- rallarõn birden çok re- aktörü vardõr ve bu re- aktörlerin içinde de bir- çok bölüm bulunur. Çernobil yalnõzca bir reaktörün bir bölümün- den sõzan radyasyo- nun dünyaya yayõlma- sõyla felakete neden ol- muştur. Beyaz Rus- ya’da ortalama ömür 15 yõl azalmõş, kanser oranõ %10 civarõnda artmõştõr. Bugüne dek 30’u geçkin nükleer santral kazasõ olmuş- tur. 52’den bu yana sõk- lõkla meydana gelen ka- zalarõn büyük oranõnõ reaktörlerdeki radyas- yon sõzõntõsõ ve patla- malar oluşturur. Biz, hõzlõ tren açõlõşõnda 38 ölü vermiş bir ülke ola- rak santrallarõn güven- liğini sağlayabilir miyiz sizce? Mühendislerin õsra- rõnõ dinlemeyerek açõlõşõ yapan R.Tayyip Er- doğan’õn Enerji baka- nõna bu soruyu yönelt- mek istiyorum. Yapõmõnõn, lisans alõ- mõnõn oldukça maliyet- li olduğu bu santrallarõn kapatõlmasõ ise maliye- tinin 8 katõ iken ve ül- kemiz yerli kaynaklarõn cenneti iken niçin nük- leer? Tüm dünyanõn vaz- geçtiği tehlikeli ve mas- raflõ enerjiyi tercih ede- rek memleketteki in- sanlarõ riske atarak ki- me, niçin para kazan- dõrõyoruz, merak edi- yorum ve yanõtlarõnõzõ bekliyorum. Bir slogan vardõr, bilir misiniz: “Güneş, rüzgâr bize yeter.” Herkese nükle- ersiz günler... Eda KILINÇARSLAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle