Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İ
srail, Gazze’de katli-
am yaptõ. Çoluk ço-
cuk, genç yaşlõ deme-
den önüne geleni öldür-
dü. Taş taş üstünde bõ-
rakmadõ. Kimse bu vah-
şeti yadsõyamaz. Gör-
mezlikten gelemez. Bu
kirli savaşa karşõ çõkmak
herkesin görevidir.
Ancak devletlerarasõ
ilişkilerde, bir olaya kar-
şõ çõkmak ya da bir da-
vayõ savunmak, sokak
kabadayõsõ tavõrlarõyla
yapõlmaz. Yapõlmamalõ-
dõr. Başbakan’õn Da-
vos’taki sert sözleri, Ha-
mas yanlõsõ çõkõşlarõ, tüm
Müslüman coğrafyasõna
egemen olan Yahudi düş-
manlõğõnõ ülkemize taşõ-
yabilir. Giderek Türki-
ye’de yaşayan Musevi
yurttaşlara yönelik teh-
ditler oluşturabilir. Bu
nedenle, ABD emperya-
lizminin en yakõn işbir-
likçisi militarist İsrail
devleti ile Musevileri bir-
birinden ayõrmak gere-
kir. Yoksa bu türden çõ-
kõşlarla Türkiye büyük
zarar görür.
Ülkesinin geleceğini
düşünen bir devlet adamõ,
tõpkõ Atatürk gibi, en
güç koşullarda, en sal-
dõrgan davranõşlar karşõ-
sõnda bile soğukkanlõlõ-
ğõnõ korumak; aklõn,
mantõğõn kõlavuzluğun-
da hareket etmek zorun-
dadõr. Çünkü dış dün-
yayla ilişkiler, bir ülke-
nin iç siyasetine, eko-
nomisine, sosyal yaşan-
tısını da yön verir.
Yukarõda da değindi-
ğimiz gibi, bu alanda en
iyi örnek Mustafa Ke-
mal Atatürk’tür. O, düş-
manlarõnõn karşõsõnda bi-
le sesini yükseltmeden
konuştu. Nezaket kural-
larõnõ hiç elden bõrakma-
dõ... Onun için önemli
olan yeni dost ülkeler ka-
zanmak, iyi komşuluk
ilişkileri kurmaktõ. Ama
asla emperyalizmle uz-
laşma içerisine girmedi,
asla “tam bağımsızlık”
çizgisinden ödün verme-
di. Kimsenin iç işlerine
karõşmadõ, kimseyi de iç-
işlerine karõştõrmadõ.
Özellikle Cumhuriyetin
ilanõndan sonra, “Yurtta
barış dünyada barış”
görüşünü temel alarak
savaş karşõtõ bir politika
izledi.
Ülkesini işgal eden Ba-
tõ devletleriyle bile, Kur-
tuluş Savaşõ’ndan sonra,
“eşitlik, karşılıklı saygı”
temelinde ilişkiler geliş-
tirdi. Ülkeleri eski dost,
yeni düşman diye ayõr-
madõ. Dõş politikada dog-
malara, önyargõlara yer
vermedi.
Uluslararasõ politikayõ,
ülke çõkarlarõna, zama-
nõn koşullarõna, aklõn, bi-
limin yol göstericiliğine
göre belirledi.
Asla çõğõrtkan, abartõlõ
bir ulusalcõlõğa sapma-
dan, gerçek ulusalcõ bir
çizgiyi hem yurtdõşõnda
hem de yurtiçinde uygu-
ladõ. Bu görüşünü şu söz-
lerle belirledi:
“Bizim aydın ve uy-
gulanır gördüğümüz si-
yasal meslek ulusal po-
litikadır. Ulusal politika
dediğim zaman: a) Ulu-
sal sınırlarımız içinde,
b) Her şeyden önce ken-
di gücümüze dayana-
rak, c) Ulus ve ülkenin
gerçek mutluluğuna ve
bayındırlığına çalışmak,
d) Gelişigüzel büyük
emeller peşinde ulusu
oyalamamak ve zarar
vermemek, e) Uygarlık
dünyasından uygar ve
insanca muamele, kar-
şılıklı dostluk bekle-
mek...”
Şimdi soralõm: AKP
hükümeti, 2002’den bu
yana bu ilkelerden han-
gisini iç ya da dõş politi-
kada uyguladõ? Hangisi-
ni yaşama geçirdi? “Uy-
garlık dünyasından uy-
gar ve insanca muame-
le görebiliyor muyuz,
ülkelerle dostluklarımız
karşılıklı mı olmakta-
dır? Her şeyden önce
kendi gücümüze daya-
narak gelişmemizi sağ-
layabildik mi?”
Ne yazõk ki bu sorula-
rõn hiçbirine olumlu yanõt
veremiyoruz.
Açõkça söylemek ge-
rekirse, eleştirdiğimiz,
yerden yere vurduğumuz
önceki hükümetlerin po-
litik çizgilerinin de geri-
sine düştük. Her gün bi-
raz daha Ortadoğu’nun
şeriatçı devletlerine
benzemeye başladık. İş-
sizlik, yoksulluk diz bo-
yu. En değerli kuruluşlar,
bankalar, limanlar ya-
bancõlarõn eline geçti.
Irak’õ işgal eden en ya-
kõn dostumuz(!), stratejik
ortağõmõz(!) ABD, başõ-
mõza çuval geçirdi, sine-
ye çektik. PKK’ye destek
verdi, arka çõktõ, gör-
mezden geldik. Ülkemi-
zi etnik bölgelere ayõran
boy boy haritalar yayõm-
ladõ, sesimizi çõkarma-
dõk. Aşiret reisi Talaba-
ni’ler, Barzani’ler, yedi
düveli yenerek kurulan
Türkiye Cumhuriyeti’ne
kafa tuttular, süt dökmüş
kedilere döndük.
Şimdi Davos’ta bağõrõp
çağõrmakla, gösteri yap-
makla Türkiye’nin so-
runlarõ çözümlenmiş,
ayaklar altõna alõnan ulu-
sal onuru kurtarõlmõş mõ
oluyor?
Yedi bin yıllık bir
dünya devleti gösteri-
lerle, şovlarla yönetile-
bilir mi? Bu mümkün
müdür? Nerede gö-
rülmüştür?
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 25 ŞUBAT 2009 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Doğru, Yanlış ve Tevil
ADALET BAKANI, yerel seçim propagandası
için gittiği Antalya’nın Varsak beldesinde şöyle ko-
nuşmuş: “Sorunlarınızı en hızlı kim çözecekse ona
oy verin. Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan ye-
rel yönetimler projelerini Ankara’dan geçiremiyor.
Maalesef bu Türkiye’nin gerçeği. O nedenle hal-
kıyla barışık, devletiyle barışık mahalli yönetimler
işbaşında olursa bütün sorunlarımız daha çok çö-
zülür”. Herhalde, “daha çabuk veya daha kolay çö-
zülür” demek istemiştir.
Yanlış mı?
Bakan’ın dediği gibi, Türkiye’nin gerçeği bu.
Gözlem doğru.
Diyelim, gazetedeki bir cinayet haberinin doğru,
yani gerçeğe uygun oluşu gibi doğru.
Lakin gözlemi yapan, bir bakan, hem de Ada-
let Bakanı olunca, davranış açısından siyasal etiğe
uygunluk anlamında “doğru” mu?
Gerçi Bakan’ın bu sözlerinde “maalesef” söz-
cüğü var ve sonradan İstanbul’da yaptığı açıkla-
mada da “merkezi hükümetle işbirliği halinde ola-
bilecek yetenekteki belediye başkan adaylarına atıf-
ta bulunduğunu” belirtmiş. Ayrıca, “Bir ilçe bele-
diye başkanı beni karşılamaya bile gelmiyor; bir
projesini bana getirip yardımcı olur musunuz de-
miyor” diye konuşmuş ama bütün bunlar, sözle-
rin gerisindeki apaçık anlamı örtmeye yetiyor mu?
Tevil, bir potu ya da yanlış sözü doğruya dö-
nüştürmek, yani kendi kendine “Çevir kazı yan-
masın” demektir ama, insanların hepsi de kaz değil
ki.
Böyle bir olay, yine de düzeltilmeyecek yan-
lışlardan sayılmaz. Oysa bazı yanlışları son-
radan düzeltmek ve yol açtıkları vahim gelişme-
leri önlemek çok zordur. Örneğin, bir devlet tele-
vizyonunda resmen yirmi dört saat boyunca
Kürtçe yayın yapacak bir kanal açmak, bir bölüm
insandan oy koparabilmek için yapılmış büyük bir
yanlıştı.
Kimileri bunu son derece doğru ve anlamlı bir
açılım saymış olsa da.
Yerel seçimler öncesinde bir kısım vatandaşın
oyunu kapmak için işlenen bu hata, belliydi ki
başka yanlışlara yol da açacaktı. Şimdi Millet Mec-
lisi çatısı altında bir grup toplantısını açarken o in-
sanların temsilcisi olduğunu söyleyen bir partinin
genel başkanı anayasayı ve içtüzüğü hiçe saya-
rak Kürtçe nutuk söyleme cesaretini bulabil-
mişse, artık kolay düzeltilemeyecek yanlışlar
aşamasına geldik demektir. Böyle bir girişimin yal-
nızca “Dünya Anadiller Günü” vesilesiyle yapıldığını
söylemek gibi romantik teviller, olayın gerisinde-
ki ayrılıkçılığa yönelik vahim gidişi örtmeye yet-
mez. Bu gidişin sonu kopuştur.
Türkiye Cumhuriyeti bir “ulus-devlet”tir ve ulus
kavramının yüce bütünlüğünü bozucu bir büyük
hukuk yanlışı, anadil sevgisi gibi içtenlikli ve se-
vimli bir tutku için bile hoşgörüyle karşılanma-
malıdır.
[email protected]
PENCERE
Beyaz Perde
Ve Göz Perdesi...
Holivut’ta Oscar ödüllerinin dağıtımı artık Tür-
kiye’de seyirlik oldu...
Herkes TV’sinin başına geçiyor, eğlenceye
katılıyor...
Bu yılın kendine göre özgünlüğü, yarışmada bi-
rincilik ödüllerini bir Hint filminin toparlaması...
Hint filmi deyince ülkemizde akla ne gelir?..
Avare...
Şarkısı vaktiyle dillere sinir bozucu bir yapış-
kanlıkla pelesenk olan bu filme seçkinlerimiz te-
peden bakarlardı...
Nereden nereye?..
Hindistan ve Çin...
Bizim çocukluğumuzda ikisi de sömürge idiler...
Anlatırlardı:
“- Çin’de kimi lüks lokantaların kapısında ‘Bu-
raya köpekler ve Çinliler giremez’ levhası asılıdır...”
Acırdık Çinlilere..
İngiliz lordunun oğlu Tarzan ise beyazperdele-
rimizde zencilerin ve vahşi hayvanların canına
okurdu...
Seyrettikçe zevkten dört köşe olurduk...
Dünya çok değişti...
Çin’de Mao..
Hindistan’da Gandhi..
21’inci yüzyılın başlangıcında, iki eski sömür-
ge, Batı’ya artık posta koymak için hazırlanıyor...
Hint filmi de bu arada Oscar yarışmasında ödül-
leri topluyor...
Ama, nasıl?..
Filmin yönetmeni İngiliz...
Hindistan’daki Mumbai (Bombay) kentinin yok-
sul mu yoksul kenar mahallesindeki gecekon-
dularda geçen öyküde yörenin çoluk çocuğu oy-
natılmış...
Batı sanatı, çoğu zaman fakirliğin nedenlerine
değil estetiğine bakar...
Holivut’un Hint filmine ödül vermesi bir değişimin
adımı mı?..
Vaktiyle kim böyle bir değişimi düşünebilirdi?..
Vaktiyle kim bir zenci kökenlinin Beyaz Saray’a
çıkabileceğini hayal edebilirdi?..
Hindistan..
Çin..
Tarihsel ölçeğe göre çok kısa bir zaman için-
de, Doğu ve Güney Asya sömürgelikten kurtul-
du; dünya ekonomik dengelerine ağırlığını koy-
maya başladı...
Ama Hindistan yine de Oscar ödülleriyle ka-
rışmış...
Diyorlarmış ki:
- Sefaletimizi bu filmle bütün dünyaya sergile-
diler...
Hindistan bir yandan da bilgisayar dünyasında
gelişmiş mi gelişmiş bir topluma dönüşmüş...
Yoksulluk ile zenginlik eğer bir ülkede çarpıcı
toplumsal çelişkinin derinliğini yaratıyorsa, uy-
garlıktan uzak bir yaşayış söz konusudur...
Türkiye bu ülkelerden biri...
Bizim toplumda gün geçtikçe ‘zengin-fakir’
uçurumu derinleşiyor...
Neden?..
Çünkü işi gücü bırakmışız, Kürtçülük ve dinci-
lik kavgasına ram olmuşuz...
Türkiye’de öyle bir bilinç egemenleşti ki ne Hin-
distan’daki yoksul bizi ilgilendiriyor ne de Türki-
ye’deki fakirden utanıyoruz...
Çünkü yaşadığımız toplumda sosyalist kültü-
rün kökü kazındı; sosyal adaletin artık ne S’si te-
laffuz ediliyor ne de A’sı...
S
eçim dönemlerinde üç aşağõ beş yu-
karõ hep aynõ tablo yaşanõr Türki-
ye’de. Seçimin rekabet ortamõ dü-
ello alanõna dönüşür. Birbirlerini
düelloya çağõran siyasiler bu işe öy-
lesine kaptõrõrlar ki kendilerini toplum önün-
de söylenmedik söz, edilmedik hakaret kalmaz
neredeyse. Siyasi parti liderleri kendi plan ve
programlarõnõ seçmenle paylaşmak yerine ra-
kiplerin zayõf yanlarõnõ bulup çõkarmayõ ve hal-
ka anlatmayõ tercih ederler. Rakiplere yönel-
tilen her eleştiri, yöneltenin üstünlüğü olarak
yansõtõlõr topluma. Her bir siyasinin başarõsõ-
nõn ölçütü, rakibin başarõsõzlõğõ olarak ileri sü-
rülür.
Ama daha önce böylesi hiç yaşanmamõştõ.
Belki de hiçbir dönemde toplumun dini ve ah-
laki değerleri siyasete bu kadar ucuza malze-
me edilmemiş, böylesine ucuz kahramanlõk
destanlarõ yazõlmamõş, “Kör kör parmağım
gözüne” dedirtircesine insanlarõn yoksulluk-
larõ ve yoksunluklarõ bu denli sömürülmemişti.
En kötüsü de içi boş, göstermelik kahra-
manlõk destanlarõyla bu devlet daha önce
hiçbir zaman uluslararasõ düzlemde bu kadar
gülünç duruma düşürülmemiş, saygõnlõğõ bu
denli zedelenmemişti. Bir kahramanlõk destanõ
düşünün ki devlet diplomasisi karikatüristle-
rin fõrçalarõna, mizah yazarlarõnõn tümceleri-
ne malzeme edilsin.
Türkiye’de seçim dönemlerinin popülist
siyasete bu denli sahne olmasõ 80’li yõllarda,
özellikle de propaganda teknikleri açõsõndan
Amerika’nõn taklit edilmesiyle başlamõştõr. Hiç
kuşkusuz popülizm her seçim döneminde
egemen siyasal tavõr olarak görülmekteydi.
Propagandanõn doğasõnda da olan bir şeydir po-
pülizm. Ancak siyasetin bu denli pazara dö-
külmesi Amerika’nõn kötü kopyasõ olmamõz
süreciyle birlikte başladõ diyebiliriz. Ara-
beskçilerden gazinoculara kim halk arasõnda
biraz tanõnõyorsa, siyaset pazarõna çağrõldõ ve
onlar üzerinden siyasi rant elde edilmek istendi.
Neden? Çünkü siyasilerimiz toplum önün-
de kendilerini yeterince güçlü görmüyorlar, do-
layõsõyla da halk arasõnda popülarite kazanmõş
başka insanlar üzerinden kendilerine güç ak-
tarõmõ yapma yoluna gidiyorlar.
Siyasi partiler toplumun ahlaki ve dini de-
ğerlerini siyaset pazarõna dökerek satõşa çõ-
karõyorlar. Çünkü şu anda Türk siyasal yaşa-
mõna yön verme çabasõ içerisinde olan ve ön-
de gelen siyasi partiler ne yazõk ki tanõmlan-
mõş, tutarlõ, özgün bir siyasi duruş ve ideolo-
jik kimliğe sahip bulunmamaktalar. Bu yön-
deki eksiklik ise onlarõn duruma göre muha-
fazakâr ya da değişimci, gelenekçi ya da
çağdaş, demokratik ya da otoriter, dinci ya da
laik tavõr takõnõyormuş gibi görünmelerine ne-
den olmaktadõr. Dolayõsõyla da o gün ülkede
en fazla siyasi rantõ hangi siyasal duruş veya
ideolojik yaklaşõm getiriyorsa ona doğru ko-
şulmakta. Ancak Türkiye’nin siyasal tarihine
bakõldõğõnda da görülmektedir ki kaygan ze-
minde hareket eden siyasi partilerin veya ki-
şilerin yeri genellikle tutunamayanlar listesi
olmuştur.
Öte yandan ülkede özellikle siyasal iktidarlar
ülke koşullarõna uygun istihdam programlarõ
uygulamaktan acizlerse, ülke kaynaklarõnõn da-
ğõtõmõnda başarõ sağlanamõyorsa, toplumsal gö-
nencin temel dinamikleri bilinmiyorsa, halkõn
talep ve ihtiyaçlarõna normal koşullarda du-
yarsõz kalõnmõşsa buralarda doğan boşlukla-
rõn seçim dönemlerinde siyaset pazarõnda
kullanõma sokulmasõ da son derece doğal
karşõlanmalõdõr.
Eğer siyasal iktidarlar toplumsal gönencin
sağlanmasõnõ kendi siyasi varlõklarõnõn ve el-
lerindeki gücün temel nedeni olarak görebil-
selerdi halkõn ihtiyaçlarõnõ karşõlamak için yal-
nõzca seçim dönemlerine yüklenmezlerdi.
Bunu oy karşõlõğõnda yapmaya yüzleri de
tutmazdõ zaten. Oysa Türkiye’de siyasiler, özel-
likle de siyasi iktidar halkõn olumsuz koşullarõnõ
ve gereksinimlerini kendi siyasi varlõğõnõn ve
bireysel ihtiraslarõnõn aracõ olarak görmeyi ter-
cih ediyor ne yazõk ki.
Eğer ülkeyi yöneten siyasi aktörler ulus-
lararasõ düzlemde, genel kabul gören diplo-
matik süreçleri işletmekte gerekli başarõyõ gös-
teremiyorlarsa aykõrõ birtakõm yollara başvu-
rabilirler. Süreklilik içerisinde komplekse dö-
nüşerek bastõrõlan başarõsõzlõklarõn uygun or-
tam bulunca kendine özgü bir kuraltanõmaz-
lõk biçiminde ortaya çõkmasõ da son derece do-
ğaldõr bu koşullarda. Böyle durumlarda sah-
te kahramanlõk destanlarõ da yazõlõr, timsah
gözyaşlarõ da dökülür, başarõ olmayan başa-
rõlar da kutlanõr. Son günlerde Türk siyaseti-
nin başõnõ çekenlerin diline doladõklarõ ve sõk-
ça dile getirdikleri “krizden fırsat yaratmak”
ile Davos’ta yaşananlar arasõnda ilişki kurmak
da bu anlamda zor olmasa gerek. Asõl önem-
li olan ise elde edilmesi olasõ siyasi rant.
Kõsacasõ bir ülkede var olan siyasi sistem tam
olarak oturmamõşsa ya da oturmasõna fõrsat ve-
rilmiyorsa, siyasi aktörler ülke çõkarlarõnõ ve
toplum gönencini sağlamak misyonundan
uzaklaşarak kendi bireysel hõrs ve çõkarlarõnõn
kaygõsõ içindelerse o ülkede siyasetin pazara
dökülmesi de son derece kolay ve de normaldir.
Bu tür hõrs ve ihtiras dönemlerinde kömürden
beyaz eşyaya, Kuran kurslarõndan çarşafa, ka-
badayõlõktan ucuz kahramanlõğa pazara dö-
külmeyecek değer yoktur.
Bu arada halka soran da yoktur, gerçekte ne-
ye ihtiyacõ olup olmadõğõnõ. Elde kalan kali-
tesiz kömürlerden, stoklarda kalan eşyalardan
kurtulmak için seçim dönemleri son derece uy-
gundur ve herkesin de işine gelir. Bastõrõlmõş
delikanlõlõklarõn, kahramanlõk güdülerinin de
seçim dönemlerinde piyasaya sürülmesi zekice
yapõlmõş planlamalarõn sonucu olsa gerek.
Siyasetin Pazara Dökülmesi...
Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Eğer ülkeyi yöneten siyasi aktörler uluslararasõ düzlemde, genel kabul
gören diplomatik süreçleri işletmekte gerekli başarõyõ gösteremiyorlarsa
aykõrõ birtakõm yollara başvurabilirler.
Atatürkçü Dõş Politika ve Davos Gösterisi...
Ali ERALP