18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
İ srail, Gazze’de katli- am yaptõ. Çoluk ço- cuk, genç yaşlõ deme- den önüne geleni öldür- dü. Taş taş üstünde bõ- rakmadõ. Kimse bu vah- şeti yadsõyamaz. Gör- mezlikten gelemez. Bu kirli savaşa karşõ çõkmak herkesin görevidir. Ancak devletlerarasõ ilişkilerde, bir olaya kar- şõ çõkmak ya da bir da- vayõ savunmak, sokak kabadayõsõ tavõrlarõyla yapõlmaz. Yapõlmamalõ- dõr. Başbakan’õn Da- vos’taki sert sözleri, Ha- mas yanlõsõ çõkõşlarõ, tüm Müslüman coğrafyasõna egemen olan Yahudi düş- manlõğõnõ ülkemize taşõ- yabilir. Giderek Türki- ye’de yaşayan Musevi yurttaşlara yönelik teh- ditler oluşturabilir. Bu nedenle, ABD emperya- lizminin en yakõn işbir- likçisi militarist İsrail devleti ile Musevileri bir- birinden ayõrmak gere- kir. Yoksa bu türden çõ- kõşlarla Türkiye büyük zarar görür. Ülkesinin geleceğini düşünen bir devlet adamõ, tõpkõ Atatürk gibi, en güç koşullarda, en sal- dõrgan davranõşlar karşõ- sõnda bile soğukkanlõlõ- ğõnõ korumak; aklõn, mantõğõn kõlavuzluğun- da hareket etmek zorun- dadõr. Çünkü dış dün- yayla ilişkiler, bir ülke- nin iç siyasetine, eko- nomisine, sosyal yaşan- tısını da yön verir. Yukarõda da değindi- ğimiz gibi, bu alanda en iyi örnek Mustafa Ke- mal Atatürk’tür. O, düş- manlarõnõn karşõsõnda bi- le sesini yükseltmeden konuştu. Nezaket kural- larõnõ hiç elden bõrakma- dõ... Onun için önemli olan yeni dost ülkeler ka- zanmak, iyi komşuluk ilişkileri kurmaktõ. Ama asla emperyalizmle uz- laşma içerisine girmedi, asla “tam bağımsızlık” çizgisinden ödün verme- di. Kimsenin iç işlerine karõşmadõ, kimseyi de iç- işlerine karõştõrmadõ. Özellikle Cumhuriyetin ilanõndan sonra, “Yurtta barış dünyada barış” görüşünü temel alarak savaş karşõtõ bir politika izledi. Ülkesini işgal eden Ba- tõ devletleriyle bile, Kur- tuluş Savaşõ’ndan sonra, “eşitlik, karşılıklı saygı” temelinde ilişkiler geliş- tirdi. Ülkeleri eski dost, yeni düşman diye ayõr- madõ. Dõş politikada dog- malara, önyargõlara yer vermedi. Uluslararasõ politikayõ, ülke çõkarlarõna, zama- nõn koşullarõna, aklõn, bi- limin yol göstericiliğine göre belirledi. Asla çõğõrtkan, abartõlõ bir ulusalcõlõğa sapma- dan, gerçek ulusalcõ bir çizgiyi hem yurtdõşõnda hem de yurtiçinde uygu- ladõ. Bu görüşünü şu söz- lerle belirledi: “Bizim aydın ve uy- gulanır gördüğümüz si- yasal meslek ulusal po- litikadır. Ulusal politika dediğim zaman: a) Ulu- sal sınırlarımız içinde, b) Her şeyden önce ken- di gücümüze dayana- rak, c) Ulus ve ülkenin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak, d) Gelişigüzel büyük emeller peşinde ulusu oyalamamak ve zarar vermemek, e) Uygarlık dünyasından uygar ve insanca muamele, kar- şılıklı dostluk bekle- mek...” Şimdi soralõm: AKP hükümeti, 2002’den bu yana bu ilkelerden han- gisini iç ya da dõş politi- kada uyguladõ? Hangisi- ni yaşama geçirdi? “Uy- garlık dünyasından uy- gar ve insanca muame- le görebiliyor muyuz, ülkelerle dostluklarımız karşılıklı mı olmakta- dır? Her şeyden önce kendi gücümüze daya- narak gelişmemizi sağ- layabildik mi?” Ne yazõk ki bu sorula- rõn hiçbirine olumlu yanõt veremiyoruz. Açõkça söylemek ge- rekirse, eleştirdiğimiz, yerden yere vurduğumuz önceki hükümetlerin po- litik çizgilerinin de geri- sine düştük. Her gün bi- raz daha Ortadoğu’nun şeriatçı devletlerine benzemeye başladık. İş- sizlik, yoksulluk diz bo- yu. En değerli kuruluşlar, bankalar, limanlar ya- bancõlarõn eline geçti. Irak’õ işgal eden en ya- kõn dostumuz(!), stratejik ortağõmõz(!) ABD, başõ- mõza çuval geçirdi, sine- ye çektik. PKK’ye destek verdi, arka çõktõ, gör- mezden geldik. Ülkemi- zi etnik bölgelere ayõran boy boy haritalar yayõm- ladõ, sesimizi çõkarma- dõk. Aşiret reisi Talaba- ni’ler, Barzani’ler, yedi düveli yenerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tuttular, süt dökmüş kedilere döndük. Şimdi Davos’ta bağõrõp çağõrmakla, gösteri yap- makla Türkiye’nin so- runlarõ çözümlenmiş, ayaklar altõna alõnan ulu- sal onuru kurtarõlmõş mõ oluyor? Yedi bin yıllık bir dünya devleti gösteri- lerle, şovlarla yönetile- bilir mi? Bu mümkün müdür? Nerede gö- rülmüştür? CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 25 ŞUBAT 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Doğru, Yanlış ve Tevil ADALET BAKANI, yerel seçim propagandası için gittiği Antalya’nın Varsak beldesinde şöyle ko- nuşmuş: “Sorunlarınızı en hızlı kim çözecekse ona oy verin. Hükümetimizle kavga eden, zıtlaşan ye- rel yönetimler projelerini Ankara’dan geçiremiyor. Maalesef bu Türkiye’nin gerçeği. O nedenle hal- kıyla barışık, devletiyle barışık mahalli yönetimler işbaşında olursa bütün sorunlarımız daha çok çö- zülür”. Herhalde, “daha çabuk veya daha kolay çö- zülür” demek istemiştir. Yanlış mı? Bakan’ın dediği gibi, Türkiye’nin gerçeği bu. Gözlem doğru. Diyelim, gazetedeki bir cinayet haberinin doğru, yani gerçeğe uygun oluşu gibi doğru. Lakin gözlemi yapan, bir bakan, hem de Ada- let Bakanı olunca, davranış açısından siyasal etiğe uygunluk anlamında “doğru” mu? Gerçi Bakan’ın bu sözlerinde “maalesef” söz- cüğü var ve sonradan İstanbul’da yaptığı açıkla- mada da “merkezi hükümetle işbirliği halinde ola- bilecek yetenekteki belediye başkan adaylarına atıf- ta bulunduğunu” belirtmiş. Ayrıca, “Bir ilçe bele- diye başkanı beni karşılamaya bile gelmiyor; bir projesini bana getirip yardımcı olur musunuz de- miyor” diye konuşmuş ama bütün bunlar, sözle- rin gerisindeki apaçık anlamı örtmeye yetiyor mu? Tevil, bir potu ya da yanlış sözü doğruya dö- nüştürmek, yani kendi kendine “Çevir kazı yan- masın” demektir ama, insanların hepsi de kaz değil ki. Böyle bir olay, yine de düzeltilmeyecek yan- lışlardan sayılmaz. Oysa bazı yanlışları son- radan düzeltmek ve yol açtıkları vahim gelişme- leri önlemek çok zordur. Örneğin, bir devlet tele- vizyonunda resmen yirmi dört saat boyunca Kürtçe yayın yapacak bir kanal açmak, bir bölüm insandan oy koparabilmek için yapılmış büyük bir yanlıştı. Kimileri bunu son derece doğru ve anlamlı bir açılım saymış olsa da. Yerel seçimler öncesinde bir kısım vatandaşın oyunu kapmak için işlenen bu hata, belliydi ki başka yanlışlara yol da açacaktı. Şimdi Millet Mec- lisi çatısı altında bir grup toplantısını açarken o in- sanların temsilcisi olduğunu söyleyen bir partinin genel başkanı anayasayı ve içtüzüğü hiçe saya- rak Kürtçe nutuk söyleme cesaretini bulabil- mişse, artık kolay düzeltilemeyecek yanlışlar aşamasına geldik demektir. Böyle bir girişimin yal- nızca “Dünya Anadiller Günü” vesilesiyle yapıldığını söylemek gibi romantik teviller, olayın gerisinde- ki ayrılıkçılığa yönelik vahim gidişi örtmeye yet- mez. Bu gidişin sonu kopuştur. Türkiye Cumhuriyeti bir “ulus-devlet”tir ve ulus kavramının yüce bütünlüğünü bozucu bir büyük hukuk yanlışı, anadil sevgisi gibi içtenlikli ve se- vimli bir tutku için bile hoşgörüyle karşılanma- malıdır. [email protected] PENCERE Beyaz Perde Ve Göz Perdesi... Holivut’ta Oscar ödüllerinin dağıtımı artık Tür- kiye’de seyirlik oldu... Herkes TV’sinin başına geçiyor, eğlenceye katılıyor... Bu yılın kendine göre özgünlüğü, yarışmada bi- rincilik ödüllerini bir Hint filminin toparlaması... Hint filmi deyince ülkemizde akla ne gelir?.. Avare... Şarkısı vaktiyle dillere sinir bozucu bir yapış- kanlıkla pelesenk olan bu filme seçkinlerimiz te- peden bakarlardı... Nereden nereye?.. Hindistan ve Çin... Bizim çocukluğumuzda ikisi de sömürge idiler... Anlatırlardı: “- Çin’de kimi lüks lokantaların kapısında ‘Bu- raya köpekler ve Çinliler giremez’ levhası asılıdır...” Acırdık Çinlilere.. İngiliz lordunun oğlu Tarzan ise beyazperdele- rimizde zencilerin ve vahşi hayvanların canına okurdu... Seyrettikçe zevkten dört köşe olurduk... Dünya çok değişti... Çin’de Mao.. Hindistan’da Gandhi.. 21’inci yüzyılın başlangıcında, iki eski sömür- ge, Batı’ya artık posta koymak için hazırlanıyor... Hint filmi de bu arada Oscar yarışmasında ödül- leri topluyor... Ama, nasıl?.. Filmin yönetmeni İngiliz... Hindistan’daki Mumbai (Bombay) kentinin yok- sul mu yoksul kenar mahallesindeki gecekon- dularda geçen öyküde yörenin çoluk çocuğu oy- natılmış... Batı sanatı, çoğu zaman fakirliğin nedenlerine değil estetiğine bakar... Holivut’un Hint filmine ödül vermesi bir değişimin adımı mı?.. Vaktiyle kim böyle bir değişimi düşünebilirdi?.. Vaktiyle kim bir zenci kökenlinin Beyaz Saray’a çıkabileceğini hayal edebilirdi?.. Hindistan.. Çin.. Tarihsel ölçeğe göre çok kısa bir zaman için- de, Doğu ve Güney Asya sömürgelikten kurtul- du; dünya ekonomik dengelerine ağırlığını koy- maya başladı... Ama Hindistan yine de Oscar ödülleriyle ka- rışmış... Diyorlarmış ki: - Sefaletimizi bu filmle bütün dünyaya sergile- diler... Hindistan bir yandan da bilgisayar dünyasında gelişmiş mi gelişmiş bir topluma dönüşmüş... Yoksulluk ile zenginlik eğer bir ülkede çarpıcı toplumsal çelişkinin derinliğini yaratıyorsa, uy- garlıktan uzak bir yaşayış söz konusudur... Türkiye bu ülkelerden biri... Bizim toplumda gün geçtikçe ‘zengin-fakir’ uçurumu derinleşiyor... Neden?.. Çünkü işi gücü bırakmışız, Kürtçülük ve dinci- lik kavgasına ram olmuşuz... Türkiye’de öyle bir bilinç egemenleşti ki ne Hin- distan’daki yoksul bizi ilgilendiriyor ne de Türki- ye’deki fakirden utanıyoruz... Çünkü yaşadığımız toplumda sosyalist kültü- rün kökü kazındı; sosyal adaletin artık ne S’si te- laffuz ediliyor ne de A’sı... S eçim dönemlerinde üç aşağõ beş yu- karõ hep aynõ tablo yaşanõr Türki- ye’de. Seçimin rekabet ortamõ dü- ello alanõna dönüşür. Birbirlerini düelloya çağõran siyasiler bu işe öy- lesine kaptõrõrlar ki kendilerini toplum önün- de söylenmedik söz, edilmedik hakaret kalmaz neredeyse. Siyasi parti liderleri kendi plan ve programlarõnõ seçmenle paylaşmak yerine ra- kiplerin zayõf yanlarõnõ bulup çõkarmayõ ve hal- ka anlatmayõ tercih ederler. Rakiplere yönel- tilen her eleştiri, yöneltenin üstünlüğü olarak yansõtõlõr topluma. Her bir siyasinin başarõsõ- nõn ölçütü, rakibin başarõsõzlõğõ olarak ileri sü- rülür. Ama daha önce böylesi hiç yaşanmamõştõ. Belki de hiçbir dönemde toplumun dini ve ah- laki değerleri siyasete bu kadar ucuza malze- me edilmemiş, böylesine ucuz kahramanlõk destanlarõ yazõlmamõş, “Kör kör parmağım gözüne” dedirtircesine insanlarõn yoksulluk- larõ ve yoksunluklarõ bu denli sömürülmemişti. En kötüsü de içi boş, göstermelik kahra- manlõk destanlarõyla bu devlet daha önce hiçbir zaman uluslararasõ düzlemde bu kadar gülünç duruma düşürülmemiş, saygõnlõğõ bu denli zedelenmemişti. Bir kahramanlõk destanõ düşünün ki devlet diplomasisi karikatüristle- rin fõrçalarõna, mizah yazarlarõnõn tümceleri- ne malzeme edilsin. Türkiye’de seçim dönemlerinin popülist siyasete bu denli sahne olmasõ 80’li yõllarda, özellikle de propaganda teknikleri açõsõndan Amerika’nõn taklit edilmesiyle başlamõştõr. Hiç kuşkusuz popülizm her seçim döneminde egemen siyasal tavõr olarak görülmekteydi. Propagandanõn doğasõnda da olan bir şeydir po- pülizm. Ancak siyasetin bu denli pazara dö- külmesi Amerika’nõn kötü kopyasõ olmamõz süreciyle birlikte başladõ diyebiliriz. Ara- beskçilerden gazinoculara kim halk arasõnda biraz tanõnõyorsa, siyaset pazarõna çağrõldõ ve onlar üzerinden siyasi rant elde edilmek istendi. Neden? Çünkü siyasilerimiz toplum önün- de kendilerini yeterince güçlü görmüyorlar, do- layõsõyla da halk arasõnda popülarite kazanmõş başka insanlar üzerinden kendilerine güç ak- tarõmõ yapma yoluna gidiyorlar. Siyasi partiler toplumun ahlaki ve dini de- ğerlerini siyaset pazarõna dökerek satõşa çõ- karõyorlar. Çünkü şu anda Türk siyasal yaşa- mõna yön verme çabasõ içerisinde olan ve ön- de gelen siyasi partiler ne yazõk ki tanõmlan- mõş, tutarlõ, özgün bir siyasi duruş ve ideolo- jik kimliğe sahip bulunmamaktalar. Bu yön- deki eksiklik ise onlarõn duruma göre muha- fazakâr ya da değişimci, gelenekçi ya da çağdaş, demokratik ya da otoriter, dinci ya da laik tavõr takõnõyormuş gibi görünmelerine ne- den olmaktadõr. Dolayõsõyla da o gün ülkede en fazla siyasi rantõ hangi siyasal duruş veya ideolojik yaklaşõm getiriyorsa ona doğru ko- şulmakta. Ancak Türkiye’nin siyasal tarihine bakõldõğõnda da görülmektedir ki kaygan ze- minde hareket eden siyasi partilerin veya ki- şilerin yeri genellikle tutunamayanlar listesi olmuştur. Öte yandan ülkede özellikle siyasal iktidarlar ülke koşullarõna uygun istihdam programlarõ uygulamaktan acizlerse, ülke kaynaklarõnõn da- ğõtõmõnda başarõ sağlanamõyorsa, toplumsal gö- nencin temel dinamikleri bilinmiyorsa, halkõn talep ve ihtiyaçlarõna normal koşullarda du- yarsõz kalõnmõşsa buralarda doğan boşlukla- rõn seçim dönemlerinde siyaset pazarõnda kullanõma sokulmasõ da son derece doğal karşõlanmalõdõr. Eğer siyasal iktidarlar toplumsal gönencin sağlanmasõnõ kendi siyasi varlõklarõnõn ve el- lerindeki gücün temel nedeni olarak görebil- selerdi halkõn ihtiyaçlarõnõ karşõlamak için yal- nõzca seçim dönemlerine yüklenmezlerdi. Bunu oy karşõlõğõnda yapmaya yüzleri de tutmazdõ zaten. Oysa Türkiye’de siyasiler, özel- likle de siyasi iktidar halkõn olumsuz koşullarõnõ ve gereksinimlerini kendi siyasi varlõğõnõn ve bireysel ihtiraslarõnõn aracõ olarak görmeyi ter- cih ediyor ne yazõk ki. Eğer ülkeyi yöneten siyasi aktörler ulus- lararasõ düzlemde, genel kabul gören diplo- matik süreçleri işletmekte gerekli başarõyõ gös- teremiyorlarsa aykõrõ birtakõm yollara başvu- rabilirler. Süreklilik içerisinde komplekse dö- nüşerek bastõrõlan başarõsõzlõklarõn uygun or- tam bulunca kendine özgü bir kuraltanõmaz- lõk biçiminde ortaya çõkmasõ da son derece do- ğaldõr bu koşullarda. Böyle durumlarda sah- te kahramanlõk destanlarõ da yazõlõr, timsah gözyaşlarõ da dökülür, başarõ olmayan başa- rõlar da kutlanõr. Son günlerde Türk siyaseti- nin başõnõ çekenlerin diline doladõklarõ ve sõk- ça dile getirdikleri “krizden fırsat yaratmak” ile Davos’ta yaşananlar arasõnda ilişki kurmak da bu anlamda zor olmasa gerek. Asõl önem- li olan ise elde edilmesi olasõ siyasi rant. Kõsacasõ bir ülkede var olan siyasi sistem tam olarak oturmamõşsa ya da oturmasõna fõrsat ve- rilmiyorsa, siyasi aktörler ülke çõkarlarõnõ ve toplum gönencini sağlamak misyonundan uzaklaşarak kendi bireysel hõrs ve çõkarlarõnõn kaygõsõ içindelerse o ülkede siyasetin pazara dökülmesi de son derece kolay ve de normaldir. Bu tür hõrs ve ihtiras dönemlerinde kömürden beyaz eşyaya, Kuran kurslarõndan çarşafa, ka- badayõlõktan ucuz kahramanlõğa pazara dö- külmeyecek değer yoktur. Bu arada halka soran da yoktur, gerçekte ne- ye ihtiyacõ olup olmadõğõnõ. Elde kalan kali- tesiz kömürlerden, stoklarda kalan eşyalardan kurtulmak için seçim dönemleri son derece uy- gundur ve herkesin de işine gelir. Bastõrõlmõş delikanlõlõklarõn, kahramanlõk güdülerinin de seçim dönemlerinde piyasaya sürülmesi zekice yapõlmõş planlamalarõn sonucu olsa gerek. Siyasetin Pazara Dökülmesi... Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Eğer ülkeyi yöneten siyasi aktörler uluslararasõ düzlemde, genel kabul gören diplomatik süreçleri işletmekte gerekli başarõyõ gösteremiyorlarsa aykõrõ birtakõm yollara başvurabilirler. Atatürkçü Dõş Politika ve Davos Gösterisi... Ali ERALP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle