19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2009 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Her Yazara Bir Savcı? Yalakacı basının adamları bu kez “Her gazete- ye bir savcı ayrılsın” diyorlar. Kaç gazete var, o ka- dar da savcı gelsin, okusun yazıları, düşüncesi- ni söylesin, beğenmezse o gazeteyi, yazarları, yö- neticileriyle adalete versin... Ordan hapse mi, sür- güne mi, nereye gidilecekse!.. Bu gidişle “her yazara bir savcı baksın” diye- cekler... Eskiden basın savcıları gazeteleri, yazıları gü- nü gününe inceler, suçlu gibi görünen yazıları, ya- zarları sorgulamaya çağırırdı. Benim de başımdan böyle şeyler çok geçti. Kiminde dava açıldı, ki- minde benim açıklamalarım yetti, bir olay çıkmadı. Askeri yönetimlerde görevli, albay, yarbay sav- cılara da çok gidip geldim. Özellikle 12 Eylül gün- lerinde yolum çok düştü Selimiye Kışlası’na... Kimi zaman çağırmazlar, telefonla görüşlerini açıklayanlar da oldu. Bir kez Evren Paşa ve ar- kadaşları bir askeri motorla balık avına çık- mışlardı, gazetelerde boy boy resimleri yayım- lanmıştı. İyi güzel de niye bir askeri motor de- miştim, çevrelerinde elleri silahlı erlerle birlikte!.. Sıkıyönetim savcısından telefonla bir kınama gelmişti. Öyle ya komutanların da ara sıra Boğaz gezintisine çıkmaya hakları vardı!.. Başbakan günden güne işi azıtıyor! Konuşma- larında ya dili sürçüyor ya da bilir bilmez konularda tuhaf sözler söylüyor. Geçen gün, “Eşek ölür ese- ri kalır” demez mi? Ardından da “pardon pardon” diye ekleyişi! “Bana şimdi küfrettireceksiniz” sözü de “One mi- nute” gibi tarihe geçti! Her kent meydanında ba- sına saldırıları, “Okumayın onların gazetesi”ni öğütleri de!. Ama yararsız oluyor; daha çok satı- lıyor, okunuyor o gazeteler, o yazarlar... Sen öfkeyle “Onlar köpeklerle yatıp kalkarlar” di- ye bağırdın, ama yanıt veren çıkmadı.. “Postal” ad- lı bir sevimli köpekti, hepimize insanlık dersi veren!.. Önceleri kaç kez yazdım, Başbakan’ın bir ya- kın dostu, bir gerçekten seveni, bir yol göstere- ni yok mu diye!.. Öfkesini tutamayan, Davos ola- yında bile, “kendimi tutmasaydım daha başka şey- ler olacaktı!” gibilerden sözler söyleyen biri ken- dini ülkenin vazgeçilmez tek kişisi sandı mı, ola- cak olan budur! Konunun ciddilikten uzaklaşması, karikatüristlerin, mizah yazarlarının, sahnelerde şov yapan komedyenlerin eline düşmesi... “Öfke baldan tatlıdır”, “Öfkeyle kalkan zararla otu- rur”, “Öfke gelir gider, kelle gider gelmez”, “Öf- kede akıl yoktur” gibi atasözlerini Sayın Başba- kan’a kim anımsatacak? PENCERE Bak Sen Kerataya, Liderini Tanımıyor... Bizim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan (RTE) çok yaman... Ne diyordu: “Minareler süngümüz/camiler kışlamız/kubbe- ler miğferimiz/ müminler askerimiz...” Bu sevdadan vazgeçti mi?.. Sanmıyorum... Peki, şimdi ne diyor: “- Ben Ergenekon savcısıyım...” Daha dün ne dedi: “- Ergenekon’un peşini bırakmayacağım...” Ne demek bu?.. Demek ki RTE benim peşimi bırakmayacak... Çünkü ben Ergenekon sanığıyım... Hem de Ergenekon’un ikincil savcısı Zekeri- ya Öz’ün iddianamesine göre örgüt lideriyim... Ne var ki iş bu kadarla bitmiyor... Başbakan Recep Tayyip ve ben, Bedirhan Şimşek ile Ergenekon’da buluşuyoruz... Bedirhan Şimşek kim?.. Ergenekoncu tutuklu... Cezaevinden bana yolladığı mektuba savcılık el koymuş... Bedirhan Şimşek mektubunda ne yazıyor: “İlhan Selçuk, Gazeteye bomba atıp seni öldürmem gereki- yordu... İsteseydim kolaylıkla seni öldürürdüm... Benim seni öldürmemem, öldürülmeyeceğin an- lamına gelmiyor. Sana çok yakınız. Düğmeye ba- sıldığında öldürüleceksin...” Bu da yetmemiş Bedirhan Şimşek içerden ar- kadaşı Tufan Yücel’e yazdığı mektupta demiş ki: “Bana bu işi (İlhan Selçuk’u öldürme işini) ve- ren ağabeylerin canı sıkkın. Sana güveniyorum. İlhan Selçuk’u öldür. Verdiğim numarayı ara. Ara- dığın şahıs konuyu detaylı olarak anlatacak...” Bak sen kerataya... Neden kerata?.. Çünkü hem Ergenekoncu, hem de benim bu ör- gütün liderlerinden olduğumu bilmiyor... Ben hem lider.. Hem kurban.. Öyle mi?.. Şimşek haddini iyice bilsin ki ben onun bildi- ği liderlerden değilim... Beni tanımayanın gözünü patlatırım... Beni öldüreceklermiş... Nah öldürürler... Peki, ben bu yazıyı neden yazdım?.. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz ve yardımcı- larına delil olsun diye... Çünkü Öz ve yardımcılarının birinci iddianamede tecessüm eden zekâ düzeylerine göre böyle ya- zılar mizah, şaka, matrak, gırgır sayılmıyor; cid- diyetle delil yerine konuyor... Al sana delil... Sonuçta bu Ergenekon tertibi dört başı mamur bir acıklı güldürüye dönüştü... Tertip günden güne rezil kepaze olmakta, kargalara kahkaha attıracak güdümlü bir soyta- rılık yalaka medya tarafından ülkeye pazarlan- makta... Ama, ne gam... Sen bas evleri.. Al onurlu insanları gözaltına, tutukla... İçerde gün saysınlar.. İddianameye ne gerek var?.. RTE arkanda.. Hukuk nerende?.. B u başlõk 17.9.1997’de Cum- huriyet’in ikinci sayfasõnda yayõmlanan yazõma, sayfanõn sorumlu yönetmeni, aziz dos- tum Sami Karaören’in uy- gun gördüğü başlõktõ. O dönemin Başbakanõ da, bu tür olaylar için “devlet gücünün bundan böyle artık hoşgörü göstermesi söz konusu değildir” diyordu. “Kanunlar neyi emrediyorsa, harfiyen yerine geti- rilecek” imiş! Bu sözü duyan İstanbul Emniyet Müdürü de, devletin güçlü oldu- ğunu göstermek için, 1 Mayõs göstericile- rinin üstüne ateş açtõrõyor, “Bir daha kar- şımıza çıkarsanız, vay halinize” diye efeleniyordu. Bu arada, aynõ günlerde, em- niyet güçlerinin “karşısına çıkan”; polise sille tokat saldõran, polis panzerine tõrma- nõp araçtan üstlerine sõkõlan suyu kesmeye kalkõşan “Cuma göstericileri”ne hiç do- kunulmuyor, “Lütfen yapmayınız” nasi- hati ile yetiniliyordu! Olaylar ve yakõnmalar sürdü gitti; sonuçta değil “vakai hayriye”, ciddi sayõlacak hiçbir şey çõkmadõ. Aradan 12 yõl geçtikten sonra, nihayet hakkõnda olayla ilgili işlem yapõlabilen bir yetkili de, tõpkõ o zamanõn başbakanõ gibi “kostaklanarak”, kendi görev alanõna giren ve Doğanay, Tütengil, Kaftancı, Aksoy, Üçok, Mumcu gibi bir- çok aydõnõ aramõzdan ayõran “faili meçhul cinayetlerle” ilgili hiçbir sorumluluğu ol- madõğõnõ söylemektedir. Bu beyanõna gö- re, varlõğõ herkesçe bilinen, devlet içine “çö- reklenmiş” ‘çete’den en yetkili makamda olduğu halde, hiç haberi olmadõğõ anlaşõlõ- yor. Neyse, zaten ite-dürte ancak 12 yõl son- ra mahkeme huzuruna çõkarõlabilinen bu za- tõn yargõlanmasõndan ciddi bir sonuç çõk- mayacağõ apaçõk belli idi. Hele “hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” sözündeki “hikmet” de göz önüne alõnõrsa sonuç şu- dur: Sevgili Karaören’in “vakti zama- nında”, o tarihte yayõmlanan yazõya başlõk olarak koyduğu sorunun yanõtõnõn “olum- suz” olduğu kesin olarak anlaşõlmõştõr: “Susurluktan vakai hayriye” çõkmamõş- tõr. Şimdi gelelim bugüne ve yõllar sonra bu kez, özneyi değiştirerek, soralõm: “Erge- nekon’dan vakai hayriye çıkar mı?” “Vakai hayriye”, içindeki idari, ekono- mik ve sosyal kargaşa dolayõsõyla “batmak üzere” olan Osmanlõ Devleti’ni kurtarmak için başvurulan bir “operasyon”a sonradan verilen addõr. Gerçi bu ada karşõ çõkan ve sözü edilen operasyonun etnik bir grubu ve onun uzantõsõ sayõlan bir “kült”ü yok etmeye yö- nelik bir eylem olduğunu ileri sürerek, buna “vakai hayriye” değil, “vakai şerri- ye” denmesi gerektiğini ileri sürenler de var- dõr. Bu tartõşmayõ tarihçilere bõrakarak, bugüne gelip, soruyu “hayriye” sõfatõ ile so- ralõm: Ergenekon davasõndan “hayır, iyi- lik, güzellik” gibi olumlu bir sonuç çõka- cak mõdõr? Bu soruyu yanõtlamak için, davanõn baş- lamasõndan itibaren ortaya çõkan “olgula- rı” kõsaca gözden geçirmek lazõmdõr. Birinci derecede önem taşõyan “olgu”, açõlan da- vada iddia makamõnõ oluşturan savcõlarõn hazõrladõklarõ binlerce sayfalõk iddianame ve eklerinin, davanõn önemi ve azameti ile hiç bağdaşmayan “zafiyetlerle” malül ol- masõdõr. Sadece Sayõn İlhan Selçuk’a ömür boyu hapis cezasõ verilmesi istemini içeren bölümün gerekçesi olarak yazõlanlar bu zafiyeti kanõtlamaya yeter. Öte yandan, tutukluluk talebi ile daha son- ra davaya dahil edilenler hakkõnda üzerin- den aylar geçtiği halde, hâlâ bir iddiana- menin ortaya çõkmamõş olmasõ, tutukluluk halini “cezaya” dönüştüren vahim bir “ol- gu”dur. Ülkemizin ünlü ceza hukuku otoriteleri- nin, delillerin elde edilmesi ve toplanmasõna, yorumlanmasõna; usul işlemlerinin yapõl- masõndaki yanlõşlara, bu meyanda tahkikata ilişkin kurallarõn uygulanmasõndaki esaslõ hatalara ilişkin görüş ve açõklamalarõ da da- vanõn doğru bir tabana oturtulamadõğõnõ gös- termektedir. Üstelik, bu hatalõ “zemin” üzerinde kurulu davanõn, zaman zaman ve dalga dalga yapõlõp da herhangi bir sonuç vermeyen yeni hamlelerle donatılmasının da iddialarõn ciddiyetini zedelediği gözden kaçmamaktadõr. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz: Daha epey süre devam edeceği anlaşõlan bu da- va, bugünkü görünümü ile sağlam ve tutarlõ bir dava sayõlamaz. Bu nedenle, sonuçta, Er- genekon davasõndan da bir vakai hayriye çõkmasõ beklenmemelidir. ‘Susurluk’tan Vakai Hayriye Çõkar mõ?’ Aydın AYBAY “Vakai hayriye”, içindeki idari, ekonomik ve sosyal kargaşa dolayõsõyla “batmak üzere” olan Osmanlõ Devleti’ni kurtarmak için başvurulan bir “operasyon”a sonradan verilen addõr. Gerçi bu ada karşõ çõkan ve sözü edilen operasyonun etnik bir grubu ve onun uzantõsõ sayõlan bir “kült”ü yok etmeye yönelik bir eylem olduğunu ileri sürerek, buna “vakai hayriye” değil, “vakai şerriye” denmesi gerektiğini ileri sürenler de vardõr. T üm dünyayõ sar- san küresel eko- nomik krizi bir yõl öncesinden öngören uz- manlarõn uyarõlarõna ku- lak asamayan AKP hü- kümetinin başõ Recep Tayyip Erdoğan Bey, ulusa seslenirken: “Al- dığımız önlemlerle eko- nomimizi çok güçlü ha- le getirdik. O nedenle bu kriz bizi teğet geçer. Hatta bu kriz bazıları- mız için bir fırsata bile dönüşebilir” demişti. Gerçekten de öyle oldu. Teğet geçer denen kriz Türkiye’yi delip geçer- ken AKP yandaşõ bazõ ki- şi ve kuruluşlar için fõr- sata dönüştü. Birçok fir- ma iflasõn eşiğine gelip kapanõrken, 10 binlerce kişi işsiz kalõrken, örne- ğin yerel seçimler önce- si sosyal devlet adõna, sosyal yardõm ve daya- nõşma vakõflarõnõn vali- likler aracõlõğõ ile fakir fu- karaya, garip gurebaya dağõttõğõ birlerce beyaz eşya ve inşaat malzeme- si ihalelerini kazanan fir- malar, krize rağmen kö- şeyi döndüler. Yüksek Seçim Kuru- lu’nun uyarõlarõna rağ- men yardõmlara devam eden valileri savunan ba- zõ AKP’liler: “Yardımın zamanı olmaz. Ayrıca bu yar- dımlar partimiz tara- fından değil devletin valileri tarafından ya- pılıyor” diyerek söz ko- nusu yardõmlarõn seçim yatõrõmõ olduğu iddiala- rõnõ çürütmeye ve AKP’yi bu yasadõşõ ey- lemin dõşõnda tutmaya çalõşõyorlar. Ancak, İçişleri Baka- nõ’nõn ‘Seçim Güvenliği Toplantısı’ diye AKP’nin atadõğõ valiler- le basõna kapalõ olarak yaptõğõ toplantõda vali- lere “Önümüzdeki yerel seçimlerde AKP için elinizden geleni yapın” talimatõ verdiğini halkõ- mõzõn bilmediğini sana- rak kendi kendilerini al- datõyorlar. Ünlü bir filo- zofa “Dünyanın en ap- tal insanı kimdir” diye sormuşlar; o da “Karşı- sındakini aptal zanne- dendir” yanõtõnõ vermiş. “Seçim ekonomisi uy- gulamıyoruz” diyen AKP hükümeti, bu ko- nuda da halkõmõza doğ- ruyu söylemiyor. Çün- kü, bütçe açõğõnõn geçen yõla oranla 6 kat arttõğõ bizzat hükümetin Hazine Müsteşarõ tarafõndan açõklanmõştõr. Bu açõğõn en önemli nedeni ise hiç kuşkusuz seçim yatõrõmõ olarak yapõlan milyarlar- ca TL’lik harcamalardõr. AKP hükümeti, ülke çõkarlarõ yerine parti çõ- karlarõnõ gözeterek so- rumsuzca uyguladõğõ bu seçim ekonomisi ile Tür- kiye’yi Cumhuriyet tari- himizde görülmemiş bir dõş borç batağõna sürük- lemektedir. Diğer devletlerin hü- kümetleri, küresel eko- nomik krizin ülkeleri üzerindeki etkilerini ha- fifletmek adõna, birbiri ardõndan çeşitli ekono- mik paketler açõklayõp uygulamaya koyarken AKP hükümeti, seçim ekonomisini rahatça uy- gulayabilmek adõna IMF ile yapacağõ anlaşmayõ sürekli erteleyerek, krizin Türkiye üzerindeki etki- lerinin giderek daha da ağõrlaşmasõna neden ol- maktadõr. Çünkü IMF ile anlaşmayõ imzaladõğõ an- dan itibaren yatõrõm har- camalarõ ile birlikte seçim harcamalarõnõ da kõsmak zorunda kalacaktõr ki bu da doğal olarak AKP’nin işine gelmemektedir. O nedenle hükümet, IMF ile anlaşmayõ seçim son- rasõna ertelemek çabasõ içerisindedir. Başbakan: “Ümüğümüzü sıkar- larsa IMF ile anlaşma imzalamayabiliriz” der- ken “ümüğünün sıkıl- ması” deyimi ile kastet- tiği aslõnda seçim yatõ- rõmlarõnõn kõsõlmasõdõr. Yani, “ümüğünün sı- kılması” ülkemizin çõ- karlarõ ile değil, AKP’nin çõkarlarõ ile ilgilidir. Küresel krizin Türkiye üzerindeki etkilerini ha- fifletecek gerekli ekono- mik paketleri açõklama- makta õsrar eden; IMF ile anlaşmayõ sürekli erte- leyen; buna karşõ söz ko- nusu krizden en çok et- kilenen ve neredeyse if- lasõn eşiğine gelen reel sektör yöneticilerinin tüm uyarõlarõna ve kriz ne- deniyle işsiz kalan 10 binlerce vatandaşõnõn fer- yatlarõna kulağõnõ tõka- yan AKP hükümeti, kri- ze karşõ bütçe harcama- larõnda kesinti yaparken bütçe dõşõnda Hazine’nin nakit olanaklarõnõ kulla- narak AKP’li Büyükşehir belediyelerine 30 yõllõk vadeli krediler açmakta- dõr. Bu da devletin kay- naklarõnõn AKP’nin se- çim yatõrõmlarõ için giz- li gizli kullanõldõğõnõn açõk kanõtõdõr. Küresel ekonomik krizin Türkiye üzerindeki derin etkileri ile ilgili tüm bu gerçekler ortada iken Türkiye’nin Başbakanõ hâlâ: “Bu kriz bizi teğet geçiyor” di- yebiliyorsa açõkça Türk milleti ile dalga geçiyor demektir. O zaman da Türk mil- leti ona, önümüzdeki ye- rel seçimlerde, “One mi- nutes”diyecektir. Teğet Geçmek Dalga Geçmekse: ‘One Minutes’!.. Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU Hacettepe Üni. Jeoloji Müh. Böl. Öğr. Üy.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle