19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 ŞUBAT 2009 PAZARTESİ 8 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Pakistan’ın ‘Ateşle Oyunu’! Venezüella’da referandumla anayasa değişikliğinin kabul edilmesi imparatorluk için kötü bir haber Demokrasi derinleşiyor ATİLİO BORON (*) Venezüella’da oylanarak kabul edilen anayasa değişikliği, Bolivarcõ devrimin içerideki ve dõşarõdaki karşõtlarõnda düş kõrõklõğõ yarattõ. Bölgesel sol politik dengenin güçlenmesi için (Venezüella Devlet Başkanõ ç.n.) Chavez’in liderliğinin ve projesinin devamlõlõğõnõn gerekli olduğunun farkõndalar. İşte bu yüzden, imparatorluk için referandumun sonucu kötü bir haber. Bu olaylarõn tarihsel öneminin bilincinde olan (Küba lideri ç.n.) Fidel, 13 Şubat tarihli makalesinde “Geleceğimiz, pazar günü yapılacak olan referandumdan ayrı düşünülemez. Amerikamızın halklarının geleceği bu zafere bağlı ve gezegenin geri kalanını da etkileyecek” dedi. Bu yüzden emperyal sağ, en kõsa zamanda Chavez’den kurtulmak istiyor. Bu, eğer sistem içinde gerçekleşirse iyi, ya da CIA’nõn geleneksel yöntemlerini devreye sokmak gerekecek. Biliyoruz ki ABD yasalarõ başkana, ülke güvenliğine yönelik bir “tehdit” durumunda yabancõ bir yöneticiyi öldürtme, tutuklulara işkence yapõlabilmesi için emir verme gibi yetkiler veriyor. Bu, anayasa değişikliği için yapõlan referanduma ve Chavez’e karşõ yürütülen saldõrgan kampanyayõ anlamamõza yarayacak anahtardõr. AP milletvekili kovuldu Oylamadan birkaç gün önce İspanya’nõn sağcõ Halk Partisi (PP) tarafõndan görevlendirilen Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekillerinden Luis Herrero, Caracas’a seçim gözlemcisi olarak gelmesine karşõn Venezüella’nõn içişlerine karõşmaktan kendini alamadõ ve seçmenlere “Chavez gibi bir diktatörden korkmamalarını” öğütledi. Bu densiz davranõşõ sözde uluslararasõ gözlemcilik görevini kuşkuya düşürmüş ve gerçek kimliğini açõğa çõkarmõştõr: İspanya’nõn en gerici, (faşist diktatör ç.n.) Franco ardõlõ sağ partisinin yönlendirdiği bir provokatör. Sõnõr dõşõ edilmesi, “ciddi basın” tarafõndan Bolivarcõ devrimin “diktatörlük eğilimlerine” kanõt olarak değerlendirildi. Yüzlerce kez tanõk olduğumuz iflah olmaz yalancõlõklarõna ve ahlaksõzlõklarõna yeni bir örnek daha. Öyle bir basõn ki Kolombiya Devlet Başkanõ Alvaro Uribe’nin yeniden seçilebilmesi için hükümetin neden olduğu skandalõ görmezden geliyor: Muhalif iki milletvekiline ödenen rüşvetle parlamentoda sağlanacak çoğunluk sayesinde yeniden seçilebilme yolunun açõlmasõndan söz ediyoruz. Bu demokrasi havarileri 10 yõllõk iktidarõ boyunca 15 kez halka danõşmõş Chavez karşõsõnda öfkeden deliye dönüyor ama muhalefetin katõlmadõğõ meclis oturumunda yeniden seçilme teklifini oylatan Uribe’ye sesini çõkarmõyor. Bu demokrasi ama Chavez’inki tüm yasal sürece rağmen diktatörlük. Avrupa’daki örnekler İmparatorluğun reklamcõlarõ ve Venezüella oligarşisi inatla anayasa değişikliğinin Chavez’e ömür boyu başkanlõk anlamõna geleceğini söylüyorlar. Her zaman yaptõklarõ gibi gerçeği tersyüz ederek halkõ kandõrmaya çalõştõlar. Aslõnda değişiklik sadece başkanõn, valilerin ve belediye başkanlarõnõn yeniden aday olabilmelerinin önündeki engeli kaldõrmaktan ibaret. Gerçekte bu değişiklikten yararlanabilecek Chavez karşõtõ yöneticiler de var. Avrupa’da pek çok ülkede benzer durum söz konusu. Helmut Kohl örneğin 16 yõl boyunca şansölye olarak kaldõ ve bir skandal nedeniyle saygõnlõğõ kalmadõğõ için aday olamadõ. Felipe Gonzales de 14 yõl boyunca İspanya Devlet Başkanlõğõ görevini sürdürdü. Margaret Thatcher 11 yõl (İngiltere’de ç.n.) başbakanlõk yaptõ. Hepsinin daha uzun süre görevde kalamamalarõnõn nedeni halk desteğini yitirmeleriydi. Yani yeniden aday olup seçilmelerinin önünde kõsõtlayõcõ bir engel yoktu. Özetle: referandumda oylanarak geçen madde Bolivarcõ anayasadaki bir eksikliği gidermiş oldu. Venezüella halkõ kötü yöneticiyi geri çağõrma referandumuyla görevden uzaklaştõrabiliyordu ancak beğendiği yöneticiyi yeniden seçme hakkõndan yoksundu. Yani kötü yöneticiyi cezalandõrabilirken iyi olanõn devamõnõ garanti edemiyordu. Bu anayasal paradoks da aşõlmõş oldu ve Bolivarcõ demokrasi dünyada benzeri olmayan bir derinlik ve güç kazandõ. (*) Siyaset bilimci İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (Pagina12, Arjantin, 16 Şubat 2009) vrupa’nın zirvesinde güç yarışı STEVEN ERLANGER PRAG - Daha çok liselilere yakõşacak türden bir ergen atõşmasõ gibi görünse de önceki AB dönem başkanõ Fransa ile şimdiki dönem başkanõ Çek Cumhuriyeti arasõndaki geçimsizlik, birliğin ağõr ekonomik kriz ile baş edebilme yeteneğine hasar vermekte. Hem kişisel hem de siyasi boyutu olan bu atõşma 27 devletli grup içindeki küçük ülkelerle büyük ülkeler, liberal ekonomiye sahip olanlarla daha devletçi olanlar, Avro kullanan ülkelerle kullanmayanlar, Batõ Avrupa ile Orta Avrupa, eski Avrupa ile yenisi arasõndaki bölünmeleri gün õşõğõna çõkarõyor. Sorun, küresel ekonomik çöküşün ortaya çõkardõğõ korumacõ, yurtsever söylem ve kararlar sayesinde, mallar ve hizmetler için ortak bir Avrupa pazarõ fikrini zayõflatmakla kalmayõp aynõ zamanda Avrupa’nõn küresel bir oyuncu olma isteğini alay konusu haline getirdiği için hem daha kötü, hem daha önemli bir hale gelmekte. 2008 yõlõ sonunda AB dönem başkanlõğõnõ isteksizce devrederken Fransa Başkanõ Nicolas Sarkozy, Çekleri, krize karşõ aldõklarõ önlemler konusunda hem cesaretsizlikle, hem de yavaşlõkla suçlamõş “Yapabileceklerini yapıyorlar” demişti. Çek Başbakan Mirek Topolanek ve yardõmcõlarõ ise Sarkozy’yi sorumsuz ve megaloman olmakla suçladõlar. AB karşõtõ Çek Cumhurbaşkanõ Vaclav Klaus, Sarkozy’nin Avrupa’nõn “daimi başkanı” olmak arzusu ile alay etti ve “Hiperaktif olup her hafta sonu AB zirvesi düzenlemek gerektiğini düşünmüyorum” diye ekledi. Prag’ı dışlama siyaseti Halbuki bu aşağõlayõcõ tavrõn derinliği vardõ.. Çek yetkililerin söylediğine göre, solmakta olan Bush yönetiminin boşluğuna uçarak, Mõsõr’la bir olup Gazze’de ateşkes sağlamaya çalõşan Sarkozy, 18 Ocak’ta Şarm el Şeyh’teki acil toplantõya yeni Çek dönem başkanõnõ davet etmeyi reddetmişti. Sadece Avrupa’nõn en büyük ülkeleri davet edilmiş, Avrupa Komisyonu’nun dõş ilişkilerden sorumlu üyesi Benita Ferrero-Waldner bile çağrõlmamõştõ. Yetkililerin söylediğine göre Çekler, zirve sonrasõnda Kudüs’te yenilecek akşam yemeğine İsrail’den davet almayõ başardõlar ve Fransõzlarõn zoraki olarak insafa gelmeleri sonucunda Almanya Başbakanõ Angela Merkel’i, Topolanek’i uçağõna almasõ için ikna ettiler. Bir Çek yetkilinin ifade ettiğine göre Merkel, “Avrupa’nın orada olması gerektiğini hissetmişti”. Fransõz yetkililer hikâyeyi yalanlamõyorlar. Ancak Mõsõr’õn da hatalõ olduğunu söylüyorlar. Üst düzey bir Fransõz yetkili şöyle konuşuyor: “Her şeyi mükemmel bir biçimde halledebildik mi? Tabii ki hayır. Bu işi daha nazik bir şekilde yoluna koyabilirdik. Ama Çekler bir aktör değillerdi ve söyleyecekleri hiçbir şeyleri yoktu. Çek Cumhuriyeti küçük bir ülke. BM konseyi dışında, Avro bölgesi dışında, diplomatik masa başına alışık değil. Sadece dönem başkanı olmakla aktör olunmaz. AB için uluslararası bir rolü empoze etmelisiniz. Dinamikleri kendi çabalarınızla yaratmalısınız.” Halbuki Prag, kõsa bir süre önce doğalgaz kuyularõ yüzünden ortaya çõkan Rus-Ukrayna krizini Bulgarlarõn ve Slovaklarõn AB’den kopmasõnõ önleyerek gayet güzel idare etmişti. Ve Fransa bunu çok iyi biliyordu. Ama daha sonra Sarkozy, Fransõz otomobil üreticilerine 7.8 milyar dolar ödeme sözü verirken, özellikle Çek Cumhuriyeti gibi daha ucuz AB ülkelerini kastederek otomobil üreticilerinden işlerini ötekilerin elinden alõp “ulusallaştırmalarını” istedi. Topolanek, “Bu her iki taraf için de son derece zararlı bir şey” dedi. Zaten Sarkozy’nin beyanatlarõnõn “inanılmaz” olduğunu düşünen yalnõz o değildi. Fransõz otomobil üreticisi Peugeot’nun yöneticisi Çek Cumhuriyeti’ndeki üretim tesisleri faaliyete devam ederken Fransa’da 3 bin kişinin işine son verileceği konusunda õsrarlõydõ... AB ve Avrupa Merkez Bankasõ, kimilerini diğerlerinden çok daha fazla etkileyen, ama aslõnda bütün Avrupa ülkelerini etkisi altõna alan geniş çaplõ bir ekonomik krizle baş edebilmek için mücadele veriyorlar. Bu baskõ altõnda, mallar ve hizmetler için ortak bir pazar anlayõşõ üzerine inşa edilen, paylaşõlan egemenliklerin ortaklõğõ, devletçi politikalar ve yeni yeni ortaya çõkmakta olan korumacõlõk yüzünden parçalanmaktadõr. 16 ülkeli Avro bölgesi, Fransa gibi bütçe kurallarõnõ askõya alarak veya kurallara aykõrõ davranarak, krizden kendi çõkõş yolunu bulmaya çalõşan ülkelerle, Yunanistan, İtalya ve İspanya gibi bütçe kurallarõnõ hiçbir zaman fazla umursamamõş ve ne para birimlerini devalüe eden, ne de açõklarõnõ kapatabilen (default) ülkeler arasõnda gerilmektedir. Çekler de Almanlar gibi Avrupa’nõn mali standartlarõnõ ihlal etmek konusunda çok daha dikkatliler. ‘Troyka AB’ye hükmediyor’ Çek Dõşişleri Bakanõ Karel Schwartzenberg tek tek ülkelerin popüler bunalõma nasõl tepkiler verdiklerini anlatõrken “Ekonomik kriz dönemlerinde, atavik (atacılık)! içgüdülerin su yüzüne çıktığını görürüz” dedi. “En çok 1930’ların ‘millete öncelik vermekle’ ilgili sloganlarından korkarım. Bu sorunlar yüzünden insanlar Avrupai düşünce tarzını unutmaktadırlar ki, bu da anlaşılabilir bir şeydir, ama çok zararlıdır özellikle krizin büyüdüğü bir dönemde Avrupa’yı göz ardı etmek son derece zararlıdır” diyen Schwartzenberg son derece alaylõ bir sesle ekledi: “Garip olan, bu sloganları ‘Avrupa’nın merkezileşmesinin ve ‘Avrupa değerlerinin’ en gururlu savunucularından duymak”... Schwartzenberg’in kastettiği ülkenin Fransa olduğu açõk. Ve Schwartzenberg ekledi: “Büyük ve küçük devletler hayatın bir gerçeğidir. Ama AB’nin, 20. yüsyılın ilk yıllarına oranla bu ilişkileri medenileştirdiğini itiraf etmek zorundayız. Genellikle ekonomik panikleri izleyen Avrupa savaşları türünden savaşlar yapmak bugün artık olanaksız gibi görünmektedir.” Çeklerin Avrupa İşleri Başbakan Yardõmcõsõ Alexandr Vondra ise “Fransa, Almanya ve İngiltere, troyka denilen üçlü, hâlâ AB’ye hükmetmekte ve buna devam etmek arzusunda, diğer ülkelere nadiren danışılıyor. Ama tabii ki küçük ülkelerin halkları bunun farkında ve bu yüzden de daimi bir Avrupa başkanı ve dışişleri bakanı getirecek olan, Çeklerin de henüz imzalamadığı Lizbon Anlaşması ile ilgili kararsızlıklar yaşanıyor. İnsanlar daha çok bu yetkinin idaresinden korkuyorlar” dedi. Sarkozy’nin iç politika baskõlarõna yanõt verdiğini, ama bu aşağõlamalarõn da uygun cevabõ almasõ gerektiğini söyleyen Vondra, “Ben incinmedim, ama sessizce oturmamız da beklenemez. Biz bir Avrupa süper gücü değiliz, ama 10 milyon insanız ve ağzımızı kapatmamız beklenemez. Sarkozy bir fikirler pınarı ve birbiri ardına toplantılar düzenlemek istiyor, ama biz de bu fikirlerin birkaçını gerçeğe dönüştürüp Avrupa’yı iflastan kurtarmaya çalışıyoruz” ifadesini kullandõ. İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (International Herald Tribune, 14-15 Şubat 2009) İmparatorluğun reklamcõlarõ ve Venezüella oligarşisi inatla anayasa değişikliğinin Chavez’e ömür boyu başkanlõk anlamõna geleceğini söylüyorlar. Her zaman yaptõklarõ gibi gerçeği tersyüz ederek halkõ kandõrmaya çalõştõlar. Aslõnda değişiklik sadece başkanõn, valilerin ve belediye başkanlarõnõn yeniden aday olabilmelerinin önündeki engeli kaldõrmaktan ibaret. Gerçekte bu değişiklikten yararlanabilecek Chavez karşõtõ yöneticiler de var. Avrupa’da pek çok ülkede benzer durum söz konusu. Ekonomik sõkõntõlar artarken Çekler ve Fransõzlar sözlerini sakõnmõyorlar A Çek Cum- hurbaşkanı Klaus, Sar- kozy’yle dalga geçti. Pakistan’ın kuzeybatısında Afganistan sınırın- da yer alan Malakand yerel otoritesi geçen haf- ta 16 Şubat’ta, Svat vadisinde faaliyet gösteren Taliban gruplarının silah bırakmaları koşuluyla şe- riat düzenine geçmelerine izin vermesiyle ilgili ge- lişmeler, Sayın Oktay Ekşi’nin konuyla ilgili baş- yazısında altını çizdiği gibi basınımızda pek yüz bulmamıştır. Oysa olası yansımaları açısından ‘ba- rış karşılığında şeriat’ olarak tanımlanabilen söz ko- nusu anlaşma, barışı sağlama ihtimalinin sıfır ol- ması bir yana, tam tersine bizzat Pakistan için ol- duğu gibi bölge, dahası dünya barışı için büyük tehlike içeren ürkünç bir ‘saatli bomba’ niteliğin- de görünmektedir. Birleşik Devletler, NATO ve müttefiklerinin Başkan Barack Obama’nın Afganistan’a otuz bin askerden oluşan takviye gücü gönderme kararı alması ve Savunma Bakanı Gates’in müttefikle- rinden bu yönde ciddi katkılar talep ettiği bir sı- rada patlak veren Svat olayı, kafaları karıştırmakla birlikte, Pakistan’ın bugünkü yönetiminin de zaa- fını ortaya koymaktadır. Gerçekten de Pakis- tan’daki Zerdari yönetimi bir süredir, Washing- ton’un Afganistan sınırındaki aşiretler bölgesinde Taliban, Bin Ladin’in savaşçıları ve Hikmet- yar’ın cihatçılarının serbestçe faaliyet gösterme- lerini sonlandırmasıyla ilgili istemlerini gerektiği gi- bi yerine getirmekte başarısızdır. Bunda Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin ekonomik kriz içinde olma- sının yanı sıra Birleşik Devletler’in ve NATO’nun bölgeye yönelik füzelerinin yanlışlıkla sivil halka zarar vermesinin ve özellikle de Afganistan’daki Karzai yönetiminin iliklerine kadar yolsuzluğa bu- laşmış olmasının da payı olduğu savlanmaktadır. Anlaşılan İslamabad’daki Zerdari yönetimi ça- resizlikten, bölgede barışı sağlamak için çözümü bula bula Taliban’a bölgede şeriat düzeni uygu- laması izni vermekte bulmuştur. Oysa kolaylıkla görülebileceği gibi bölgede şeriatın hâkim kılın- ması, Afganistan’daki Taliban’ın uzantısı silahlı gruplarla, Bin Ladin’in savaşçılarına ve Hikmet- yar’ın cihatçılarına düşlerinde bile göremedikle- ri bir ‘arka bahçe’ye, dahası düpedüz bir ‘üs’se ar- mağan edildiği kimse için sır değildir. Bu ayrıca ABD ve NATO’nun Afganistan’da Taliban’la sa- vaşını zora sokmasının yanı sıra güçlü bir İslam- cı kesimin var olduğu Pakistan’ın ‘Talibanizasyonu’ tehlikesini de içermektedir. Uzak da olsa bu yön- de bir gelişme, şeriatçı teröristlerin tarihte ilk kez, nükleer silaha sahip olmaları gibi ürkütücü bir kâ- busla eşanlamlıdır. Nitekim Svat olayıyla patlak veren gelişmelerin ABD ve NATO ittifakını da te- dirgin ettiği görülmektedir. Le Monde gazetesi- nin haberine göre (19 Şubat 2009) ittifakın söz- cüsü, Svat’ta 17 Şubat’ta İslamcılara şeriat izni veren anlaşma karşısındaki endişelerini dile ge- tirmiş; bunun Afganistan’daki durumu olumsuz yönde etkileyebileceğini öne sürerken Zerdari yö- netiminin Taliban’la daha önce yaptığı bu yöndeki anlaşmaların tümüyle sonuçsuz kaldığını anım- satmayı da ihmal etmemiştir. Son yıllarda siyasal İslamcılarla zaman zaman barış ya da başka amaçlarla girişilen anlaşmala- rın kaderlerinin de farklı olmadığı, çoğunca barı- şa hizmet etmediği gibi umulanın tam aksiyle so- nuçlandığı bilinmektedir. Örneğin Müslüman Kar- deşler’in türevi Hamas’ın Filistin Kurtuluş Örgü- tü’nü zayıflatmak amacıyla Gazze’ye getirerek, ik- tidarı ele geçirmesine yardımcı olan İsrail, um- duğunun tam tersi sonuç verince, bu kez silah zo- ruyla ondan kurtulmanın çarelerini aramaya baş- lamıştır. Pakistan’ın Svat girişiminin kaderi de fark- lı olmayacak; barışa karşılık şeriatın ne menem bir çözüm olduğu çok geçmeden görülecektir. Tıp- kı Afganistan halkı gibi Pakistan’ın sınır bölgele- rinde savaş alanında olmanın tüm olumsuzlukla- rı içinde yaşayan yöre halkına, savaş ve onca yok- sulluk yetmiyormuş gibi bir de siyasal İslamın, özellikle de kadınlar için, ağır kurallarının daya- tılmasına yardımcı olmak kesinlikle barışa hizmet anlamına gelmemektedir. Pakistan yönetimi, acaba ‘ateşle oynadığının’ ayırdında mıdır? MASLAK’TA YENİ BİR LEZZET Tike markalarõ olan Why-B zurna ilk olarak aynõ mekânda şimdi 0212 276 60 60 telefon numarasõyla kapõnõzda.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle