25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 ŞUBAT 2009 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 1. Atatürk Müzesi Ü lkemizi düşman işgalinden kur- taran, Cumhuriyetimizin kuru- cusu, çağdaş Türk devrimlerinin mimarõ, ulu önder, eşsiz kahraman Ga- zi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve özel- likle annesi Zübeyde Hanım’õn, kõz kar- deşi Makbule Atadan ile Fikriye’nin altõ yõl süre ile oturduklarõ, Beşiktaş Aka- retler’deki 76 numaralõ binanõn, (yeni No: 36) giriş kapõsõnõn yanõnda cümle düşüklükleri bulunan şöyle bir yazõ var: Atatürk, 1’inci Cihan Savaşı’nda düşmana karşı İstanbul’u koruyup kurtaran, Çanakkale Müdafii, Ana- fartalar Kumandanı Mirliva Musta- fa Kemal Paşa iken bu evde kiracı ola- rak kalmıştır. Akaretler’deki binalar renovasyona ta- bi tutulurken mevcut orijinal sarõ plaket sökülüp atõlmõş ve bir daha yerine kon- mamõş. Ancak, o sarõ plaket yerine, du- varõn beyaz dõş sõvasõ üzerine aynen sõ- vanõn renginde, kazõma yolu ile, adeta hiç okunamayan yukarõdaki yazõ yazõlmõş- tõr. En kõsa zamanda bu okunmaz bozuk Türkçeli yazõ yerine Atatürk’ün şanõna yakõşõr, okunaklõ, temiz ve kalõcõ bir lev- ha asõlmalõ ve bu ev eskisi gibi bir mü- ze yapõlmalõdõr. 2. Tarihsel hatıralar Beşiktaş’tan Maçka’ya doğru çõkarken sağ tarafta kalan ve “Akaretler” denilen bu evler Sultan Abdülaziz tarafõndan 1875 yõlõnda saray çalõşanlarõ için yap- tõrõldõ. Balkan Savaşlarõ’nda Selanik’in düşman işgaline uğramasõndan sonra Mustafa Kemal, Annesi Zübeyde Hanõm ve kõz kardeşi Makbule Atadan İstan- bul’a göç ettiler ve 76 numaralõ binayõ kiralayarak 1912-1918 yõllarõ arasõnda Akaretler’de oturdular. Bu evde Musta- fa Kemal Paşa, dilbilimci Ferdinand Sa- ussure’i tanõdõ ve ileride hayata geçire- ceği Dil Tarih Kurumu’nun ilk nüvele- rini burada attõ. Yõllar önce Zübeyde Hanõm’õn her haf- ta perşembe günleri “hatim indirme” merasimine katõlan bir annenin anlattõ- ğõna göre, Mustafa Kemal Paşa Ku- ran’õn Türkçe mealine duyulan ihtiyacõ ilk önce bu evde dile getirmiştir. Anne- sinin yanõnda Kuran okuyan genç bir imama Mustafa Kemal Paşa sorar: - Okuduğun bu âyetleri Türkçeye de çevir ki, burada bulunan tüm an- nelerimiz ne okunduğunu bilsinler. Bu annelerimizin hiçbiri Arapça bilmiyor. Genç İmam: - Paşam, ben sadece ayetleri oku- yorum, çevirisini yapamıyorum, deyince Mustafa Kemal Paşa’nõn zih- ninde sorunun çözümü şekilleniyor ve iktidara geldiğinde bu köklü soruna bir çare arõyor. Bugün en itibarlõ kaynak ola- rak geçerliliğini koruyan ve üzerine bir ikincisi yapõlamayan Türkçe Ku- ran’õn Elmalı tefsiri-çevirisi ortaya çõ- kõyor. İleride, 8 Kasõm 1925’te Gazi, Kõz Numune Mektebi’ni ziyaret ederken bu Türkçe Kuran’õ bir bayan öğretmene he- diye ediyor ve ilk sayfasõna “Dikkatle okunması ricası ile” diye bir not düşü- yor. Bu Türkçe Kuran şimdi Ankara Anafartalar Atatürk İlkokulu Kütüpha- nesi’nin demirbaşõnda kayõtlõdõr. Nite- kim, Atatürk kendi el yazõsõ ile kaleme aldõğõ “Medeni Bilgiler” kitabõnda, 27.01.1930 Pazartesi tarihini düştüğü sayfa 364, Madde 9’da aynen şunlarõ ya- zõyor: “Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların, ne aynı dini kabul eden Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir mil- let teşkil etmelerine hiçbir şekilde te- sir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını (bağlarını) gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuş- turdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Haz- reti Muhammed’in kurduğu dinin ga- yesi, bütün milliyetlerin fevkinde bir Arap milliyeti siyasetine müncer olu- yordu (indirgeniyordu)... Bu Arap fikri, ‘Ümmet’ kelimesi ile ifade olun- du. Hazreti Muhammed’in dinini ka- bul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yer- de yükseltilmesine hasr etmeğe mec- bur idiler. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine (ırkına) gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacaatta (yakarışta) bulunacaklardı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediklerini bilmeyeceklerdi. Bu vaziyet karşısın- da Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bil- mediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü.” 3. Manevi oğlunun bakıldığı ev Akaretler’deki bu tarihi evde, Ata- türk’ün manevi evladõ Abdürrahim Tunçak özel bir itina ile büyütüldü. Zü- beyde Hanõm, bir gün Üsküdar’a geçe- rek büyükçe bir sandal ile eve inek ge- tirdi ve evin bodrumunu samanla dol- durarak bu ineği yõllarca Abdürrahim Tunçak’õn süt ihtiyacõ için orada besle- di. Fikriye Hanõm da Selanik’ten İstan- bul’a göç edince, “Mustafa Ağabe- yi”ni görmek üzere bu eve geldi ve 1920 başlarõnda İnebolu üzerinden Ankara’ya geçinceye kadar Makbule Atadan ile bir- likte Zübeyde Hanõm’õn yanõnda önce bu evde, 1918’in ortalarõndan sonra da Şiş- li’deki evde kaldõ. 4. Piyanist Franz Liszt’in evi Dünyanõn herhangi bir ülkesine gidin, ismi, sadece o yaşadõğõ bölge insanõ ta- rafõndan bilinen en önemsiz yazar-res- sam-müzisyenlerin evleri bile vefatla- rõndan hemen sonra müze olarak hizmete açõlõr. İşte, Tophane’den Galatasaray’a çõkarken sol tarafta Nur-u Ziya Soka- ğõ’nda piyanist Franz Liszt’in oturdu- ğu evin kapõsõndaki altõn yaldõzlõ mermer levha ve müze olan evi bunun en güzel örneğidir. Biz ise milli tarihimize ait bir hatõrayõ ve tarihi bir müzeyi koruyamõ- yoruz. Büyük bir dâhinin, kurtarõcõ bir devlet adamõnõn en kõymetli hatõrasõnõ ra- hatlõkla silebiliyoruz. Atatürkümüzün bir Macar piyanisti kadar önemi yok mu? 5. Sonuç ve öneriler Akaretler’deki evler çok güzel bir şe- kilde restore edildiler. Bu evlerin gü- zelleştirilmesi, onlarõn tarihi nitelikleri- nin silinmesi sonucunu doğurmamalõdõr. Ulu önder Atatürk’ün annesinin, üvey amca kõzõ ve Fikriye’nin, ablasõ Makbule Atadan’õn ve manevi evladõ Abdürrahim Tunçak’õn altõ yõl oturduğu bu tarihi evin kapõsõna, en azõndan okunaklõ, düzgün Türkçe ile, şõk ve kalõcõ bir levhanõn za- man kaybetmeden yapõştõrõlmasõ ve bu evin eskisi gibi bir müze haline dönüş- türülmesi gerekir. Atatürk’ün Akaretler’de Oturduğu Ev Prof. Dr. Semih TEZCAN Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Akaretler’deki evler çok güzel bir şekilde restore edildiler. Bu evlerin güzelleştirilmesi, onlarõn tarihi niteliklerinin silinmesi sonucunu doğurmamalõdõr. Bu tarihi evin kapõsõna, en azõndan okunaklõ, düzgün Türkçe ile, şõk ve kalõcõ bir levhanõn zaman kaybetmeden yapõştõrõlmasõ ve bu evin eskisi gibi bir müze haline dönüştürülmesi gerekir. Milletvekili Olmak M illetvekili kim- dir? Görevleri nelerdir? İyi bir milletvekili nasõl olmalõ- dõr?.. Bu sorularõn yanõtla- rõnõ ararken, sanõrõm aşa- ğõda sõralanacak önerilerde birleşilecektir!.. Milletvekili her şeyden önce dünyayõ ve ülkesini iyi tanõmalõdõr. Ülkesi için fikir üretebilmeli, onun kalkõnmasõ için projeler geliştirebilmeli ve ülkesi- ni daha ileriye taşõyabil- melidir. Ve tabii ki, bunlarõ yapacak bilgi birikimine sahip olmalõdõr. Milletvekili; aile, çevre, öğrenim ve iş hayatõnõn kendisine kazandõrdõğõ sü- reçte edindiği bilgileri top- luma yararlõ bir şekilde ve anlaşabilecek bir biçimde sunmalõdõr. Okul ve iş ya- şamõnda öğrendiklerinin dõşõna çõkabilmeli, özel emek ve çalõşma ile edin- diği bilgileri sentezleye- bilmelidir. Okumalõ, düşünmeli, araştõrmalõ, günceli yaka- layabilmeli; iyi derecede felsefe, sosyoloji, ekonomi ve tarih bilgisine sahip ol- malõdõr. Bugün ülkemizde halkõn temsilcilerine baktõğõmõz- da, birçoğunun yasalarõn kendilerine yüklediği gö- rev ve sorumluluklarõ ye- terince yerine getireme- diklerini görüyoruz. Milletvekilleri topluma önderlik etme, en az bir alanda uzman olma, kişi- sel çõkar peşinde olmama, kamu haklarõnõ koruma, ihalelerde açõk şeffaf ve tarafsõz olma, parti çõkarõ gütmeme, laik olma gibi konularda titiz olmalõdõr. Ülkemizdeki milletvekili fotoğrafõ bu başlõklara uyu- yor mu? Bu ülkenin vekil- lerinden kaçakçõlõk ya- panlarõ, ihalelere fesat ka- rõştõranlarõ, şahsi çõkar pe- şinde koşanlarõ, ülkemizi dõşarõya karşõ gammazla- yanlarõ, bu ülkeyi bölme- ye çalõşanlarõ, terör örgüt- lerine sahip çõkanlarõ, din devleti kurmak isteyenleri, mesih olmak isteyenleri, ülkemizi dõşarõya şikâyet edenleri görmedik mi?.. Peki neden böyle olu- yor?.. Çünkü milletvekil- lerinin büyük bir bölümü yeterli donanõma sahip de- ğiller. Seçim sisteminin sağladõğõ olanaklarla yal- nõzca parti başkanlarõnõn belirlediği kişiler millet- vekili seçilebiliyor. Deneyimli kişiler ise an- cak kilit noktalar için ye- terli olabilecek sayõda alõ- nõyor. Diğerleri, parti baş- kanlarõnõn kontrolünde tut- tuğu görevler için seçili- yorlar. Bilgi ve eğitim azal- dõkça, parti başkanõna olan bağlõlõk artõyor. Bu dü- zeyde olunca da milletve- killeri halkõn önünde ba- şarõsõz oluyorlar. Öncelik- le partilerinin programõnõ bilmiyorlar. Yerine getiri- lebilme olanağõ olmayan vaatlerde bulunuyorlar. Yapmak istediklerini an- latamõyorlar. Sonuçta, kit- leleri siyasetten soğutu- yorlar. Bu resim, partilerin ge- nel yapõsõnõ da etkiliyor. Yeteneksiz kişiler il ve il- çe başkanõ olabiliyorlar. Onlarõn davranõşlarõ halkõ partilerden koparõyor. Ye- teneksiz il ve ilçe başkan- larõ milletvekillerini de olumsuz yönde etkiliyor. Vekiller de onlarõn düze- yine iniyorlar. Her zaman olduğu gibi halk yine kay- bediyor. Bu yanlõşlar zin- ciri, partileri halktan ko- parõyor. Parti yönetimleri- ne eğitimli, kültürlü ve bu işleri layõkõyla yapabile- cek kişiler bir türlü bulu- namõyor. Türkiye’de politikanõn esas sorunu budur. Yurt- taşlarõn gerçek demokra- silerde olduğu gibi siyasal parti yönetimleri içine gir- melerinin teşvik edilme- mesidir. Prof. Dr. Nail YILMAZ EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ölümü, ölmeyi bir türlü doğal sayamıyo- ruz. Yaşamanın bir bitiş olduğunu biliyoruz, ama katlanamıyoruz. İlhan Selçuk “Bundan sonra ölenlerin ar- kasından yazı yazmayacağım” demişti. Ama yapamadı, yakın arkadaşı, bir bilim insanı olan Türkel Minibaş’ı güzel bir yazıyla andı... Ben bu konuları o kadar çok yazmışımdır ki... Uzun bir yaşama ulaşmak bir ayrıcalıktır. Ama daha da çok, nice arkadaşın ardında kalmanın yarattığı eşi benzeri olmaz acıla- rı duymaktır. En yakın dost, arkadaş, ner- deyse kardeş olduğun kişinin, bir anda çe- kip gitmesinin ağırlığını yaşadığınca duy- mak!.. Orhan Duru yetmiş altı yaşındaydı, Tür- kel Minibaş elli altı... Bir düşündüm ben bu yaşlarda nerdeydim, ne yapıyordum? Bir masa başında mıydım, bir sokakta yürürken mi, bir özlemi duyarken mi, birini ararken mi? O günlerdeki arkadaşlarımı, anılarda bile bul- mak zor!.. O kadar çoklar ki sayıları? Koca kitaplar doldurur serüvenlerimiz... İlkokul- dan, mahalleden, liseden, yaşamın türlü se- rüvenlerinden, birlikte güldüğümüz, eğlen- diğimiz, dertleştiğimiz, üzüldüğümüz... Hep- si nasıl yok olabilir? Olmadılar, olamazlar!.. İlhan gibi, bir daha böyle şeyler yazma- malı diyordum, ben de... Ama olmuyor, ol- mayacak. Ben yaşadıkça, onlar da, ben de yaşadıkları sürece!.. Yüzlerce, binlerce, onbinlerce dost okurla paylaşmak acıları!. Sevdiği okurlar kendiliklerinden duyamaz- larmış gibi!.. Ama dayanmak da güç, nasıl unutulur o yüzler, bakışlar, gülüşler, ko- nuşmalar, tartışmalar... Yaşlanmak, böyle ölümlerde herkeste- kinden çok farklı bir acı duymaktır. Bir sıra beklemek midir bilmem? En iyisi, susmak mı, yalnızca belleğin gizli bir köşesinde sak- lamak mı? Zaman zaman açarak belleğin kapılarını kısa buluşmalarda onlarla yaşamak mı eski günleri? Kendimiz için, sevdiklerimiz için, yitirdik- lerimiz için yapabileceğimiz bir tek şey var, o da yitip gidenleri kendi varlığımıza kat- mak, bizim bir parçamız yapmak! Onları anı- larımızda hep yaşatmak... PENCERE Cumartesi, dün, 14 Şubat, Sevgililer Günü’ydü.. Hıncal Uluç güzel bir iş yapmış, Sabah’taki kö- şesini ‘İş Sanat’ta düzenlenen toplantıda dinlediği aşk şiirlerine ayırmış... Peki, kimlerin şiirleri?.. Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı, Oktay Ri- fat, Özdemir Asaf, Turgut Uyar, Cemal Süreya... Okurken düşündüm: Tümü de erkek... Birden farkına vardım ki çağımızın erkekler dün- yasında ‘Sevgililer Günü’ yaşanıyor... Ama her şey gibi aşkın ya da sevginin de zamanla içeriği değişiyor... Âşık Veysel ‘kavuşamazsan aşk olur’ demişti ya, Romeo-Jülyet, Leyla-Mecnun gibi örnekleri bir ya- na bırakalım, Yavuz Sultan Selim’e ne dersiniz?.. Sen padişaha bak, ne diyor: “Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân Beni bir gözleri âhuya zebun etti felek” Demek ki aşk padişahlara da lazım... Peki, nasıl bir aşk bu?.. İslamcı devlete doğru kayan Türkiye’de dinciler ‘Sevgililer Günü’ne de pek sıcak bakmıyorlar... Neymiş?.. 14 Şubat gerçekte ‘Valentine’s Day’ imiş, Hıris- tiyan marifetiymiş, Müslümanlara ters düşermiş, hem İslamda aşk ancak dini nikâh kapsamında meşru olabilirmiş... Öğüt veriyorlar: ‘Sevgililer Günü’nde sakın sevdiklerinize çiçek göndermeyin... Günahtır... Oysa dünya değişiyor... İnsan değişiyor... Sevgi değişiyor... Değişecek... İnsan insanlaştıkça, kuldan bireye dönüştükçe, inanca bağlı mümin akla dayalı kişiliğini kazandık- ça, aşkın ya da sevginin içeriği daha da saydam- laşıp değerlenecek... Erkek aşkının ‘metaı’ olmaktan kurtulacak kadın... Eşitliğin ve özgürlüğün alışverişinde yücelecek sevgi, dallanacak, budaklanacak, zenginleşecek, ev- renselleşecek, boyutlanacak, derinleşecek, sınır ta- nımayacak... Aşk şiiri yalnız erkeğin tekelinde bir edebiyat de- ğildir... Aydınlanma yoğunlaştıkça kadınlar da aşk şiiri yaz- dılar, bundan böyle daha da özgürce yazacaklar... İşte şairimiz Gülten Akın’ın şiirinden güzelim bir örnek: “Sen yağmurlu günlere yakışırsın Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler Islanan yapraklar gibi yüzün ışır Işırsa beni unutma Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün Her şeye rağmen ellerin üşür Üşürse beni unutma Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular Kahredersin başın önüne düşer Düşerse beni unutma” Sevgi insanı insanlaştırır... İnsanlaşmak için sevgiyi unutma...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle