19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 11 ŞUBAT 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Varan Üç: Hataların Dersleri PENCERE Türkiye’yi İki İmam Yönetiyor... Ülke 21’inci yüzyıla girdiğinden bu yana Tür- kiye’yi iki imam çekip çeviriyor... RTE bunlardan birincisi.. Öteki Fethullah.. RTE’nin siyasal iktidardaki yeri ‘resmi’ ve belli... Fethullah ise toplumsal yaşamın can damar- larında özel örgütsel etkinliğiyle bir numara... Bu iki imam, kafalarına göre İslamcı bir devlet yaratmak yolunda yürüyebilmek için birbirlerine muhtaç... Bir zamanlar bu ülkede imam deyince akan su- lar dururdu... İmam gerçi Müslümanlıkta ayrıcalık sahibi bir kişi değildir; Müslüman - ergin - akıllı - sağlıklı her erkek namaz kıldırmaya yetecek kadar bilgi sa- hibiyse imam olabilir... Ne var ki din iman yoluna kendini adamış ger- çek imamların dışında, günümüzde yeni bir imam türü oluştu... İki çarpıcı örnek: Fethullah Gülen.. Ve Recep Tayyip.. Mübarek din-i İslamı kullanıp iktidar ve kudret sahibi olmak... Para, pul, şirket, ticaret.. Gazete, televizyon.. Koltuk.. İkbal.. İmam RTE ile imam Fethullah’ın bugünkü ko- numları imamlığa ne kadar yakışıyor?.. Bu iki imam da İslam inancının saf yüreklere yansıyan erdemlerini siyasette tepe tepe kullan- mak stratejisiyle meşhur oldular; bugünkü ko- nuşlanmalarına oturdular... Fethullah Amerika’ya postu serdi, Türkiye’de iş tutuyor... İmamlık nerde?.. Ara ki bulasın... İki imamdan biri Türkiye’de “Ergenekon savcısı”, öteki de gazeteleri, televizyonları, dergileri ve tüm cemaatiyle Ergenekon savcısına destek veriyor... Peki, okuduğunuz bu yazının amacı ne?.. Amaç kendiliğinden belirginleşiyor... İmamlık ancak iktidar ve çıkar hırslarının dışında, Tanrı’nın hizmetinde, kutsal ve saygın bir içerik taşıyabilir... Soru: - Bu duruma göre RTE’nin ya da Fethullah’ın imamlığında namaz kılınabilir mi?.. Yanıt: Kılınamaz... Sonuç: Ardında namaz kılınması caiz olmayan iki imam koskoca Türkiye’yi nasıl çekip çeviriyorlar?.. Evet, Türkiye’yi böylesine iki imam çekip çe- viriyor... Değil laik bir Cumhuriyete, doğru dürüst bir İs- lam devletine bile yakışmayacak bir siyasal ya- şamın anaforu içindeyiz... ‘Güncel’ Türkçe bir sözcük. 12 Eylül ön- cesi Türk Dil Kurumu birçok yabancõ kökenli sözcüğe bulduğu Türkçe karşõlõklar gibi ‘aktüel’ ya da ‘aktüalite’ sözcüğüne karşõlõk olarak da bu sözcüğü bulmuş ve sözcük de çok tutmuştur. Bugün ağõzlarõna yakõşma- yanlarõn da ağõzlarõndan düşürmedikleri birçok Türkçe sözcükten biri oldu. Tõpkõ ‘öl- çüt’ gibi. Türkçe sözcüklerin önüne geçe- medikleri için kullanmak zorunda kalõyor- lar ama zihinlerini o yönde değiştirmedik- lerinden Türkçenin üstünlüğünü kabul etmek istemiyorlar. Bu nedenle sürekli Osmanlõcayõ gündeme getiriyor ve Osmanlõ’ya özeni- yorlar. Ülkeyi geri götürmek isteyenler ger- çekte dili de geri çekmeye çalõşõyorlar ama başaramõyorlar. Ne ki tutuculukta aradõkla- rõnõ bulacaklarõna inananlarõn sayõsõ gün geçtikçe artõyor. Burada da mahalle baskõ- sõ var. At başõ giden bir olay yaşanõyor ül- kemizde. Her dalda, her alanda Türkiye ge- riye götürülmeye çalõşõlõyor. Bu her alanõ kendi başõna düşünemezsiniz. Birbirleriyle sõkõ bir ilişkisi var. Yõllardõr yaşanan kar- şõdevrimin çok boyutlu olduğunu bilmek ge- rek. Bir toplumu toprağõna yabancõlaştõrmak istiyorsan önce elinden dilini alacaksõn. Pa- solini’ye sormuşlar, “Vatanın neresidir” di- ye. Yanõtlamõş: “Dilim” demiş. Türkiye’de herkes laiktir Güncelde ülkemizde konuşulan konular- dan biri “mahalle baskısıdır”. Türkiye tu- tucu olmaktan kendisini kurtaramõyor. Tu- tuculuk dünün, bugünün işi değil, geriye bak- tõğõnõzda en az elli yõllõk bir geçmişi var. Top- lumun pek ileriye baktõğõ da söylenemez ama daha da gerilere gitmeye kararlõ sanki. Bu işi kotarmaya çalõşanlar gõdõm gõdõm ilerliyor- lar. Bakõn, ilk ağõzda, kendilerinden olma- yanlarõ, laik olarak tanõmlayõp Müslüman ol- madõklarõnõ ileri sürdüler. İnsanlar kendile- rinden, Müslümanlõklarõndan kuşku duy- maya başladõlar ve daha çok ağõzlarõna kut- sal sözcükleri aldõlar ve daha çok kutsal var- lõklar üzerine yemin ettiler. İnsanlar dõşlan- dõklarõ için iş ve aş bulmak adõna İslamcõla- rõn çizgisine inanmasalar da onlar gibi gö- rünmek zorunda kaldõlar. Bu ayrõmõ dünya- nõn hiçbir yerinde kimse yaşamadõ. Çünkü yok böyle bir şey. Türkiye’de herkes laiktir; imam, müezzin, Diyanet İşleri başkanõ... Çünkü Türkiye’de ruhban sõnõfõ yoktur. Bir başka olay da “türban” olayõdõr. Tür- banõ başörtüsü olarak ortaya attõlar. Karşõ çõ- kanlar bile zaman içinde türbanõ başörtüsü olarak adlandõrmaya başladõlar. Bir başka tez- gâh da “kamusal alan”la ilgili ortaya atõl- dõ. Kamusal alan olarak devlet daireleri ve üniversiteler gösterildi. Ama çok kimse kamusal alanõn ya da alan- larõn caddeler, sokaklar, sinemalar, tiyatro- lar olabileceğini düşünmedi ve bu tanõma kar- şõ koyarak “kamusal alan”õn salt devlet dai- relerinden, üniversitelerden ibaret olamaya- cağõnõ söylemedi. “Kamu” salt devlete ait olan değildir. ‘Kamuoyu’ denildiğinde ‘dev- letin oyu’ mu anlaşõlmalõ? Bana göre in- sanlarõn bulunduğu her yer “kamusal alan”dõr. Kamusal olmayan bir tek insanõn özelidir, evidir. Tüm bu tanõmlarõ çarpõtarak insanlarõ birbirine düşürecek “mahalle baskısına” gelmişti sõra artõk. Türkiye’de altõ-yedi yõl ön- cesine dek örtünme konusunda böylesine bir baskõ olmamõştõ. Ne ki tutucu kesimi yü- reklendiren çağdaşlõk, demokrasi adõna ko- nuşan ve Atatürk ilke ve devrimlerini gör- mezden gelen kimi kesimlerin ve devrim ya- salarõnõ sulandõrmaya kalkan yarõ aydõnlarõn bu çarpõtõlan tanõmlara arka çõkmalarõ ve ken- dilerinin de artõk türban adõ yerine başörtü- sünü kullanmalarõ; kamusal alan için yalnõzca devlet daireleri ve üniversiteleri bilmeleri ve Müslüman laik ayrõmõ yapmõş olmalarõdõr. Tüm bu olumsuzluklara karşõn gene de “mahalle baskısı”nõn olmadõğõnõ savun- malarõ ya da kesenkes “mahalle baskısının” olduğunu ancak bu baskõnõn iktidar parti- sinden kaynaklanmadõğõnõ söylemiş olma- larõdõr. Ardõndan en çarpõcõ olan da ana muhale- fet partisinin çarşafa ve türbana prim verir- cesine çarşafõ ve türbanõ rozetle süslemesi ol- muştur. Ana muhalefet partisi kendi çizgi- sindeki insanlarõ düş kõrõklõğõna uğratmõştõr. İnsanlar, kendilerini, ellerinden tutup Ata- türk’e götürecek bir liderin özlemi içinde- dirler. Günceldeki olaylar birbiriyle bağlantõlõdõr. Ermeni soykõrõmõ iddiasõyla kimilerin top- lanõp bir “özür” bildirgesine imza atmala- rõ da rastlantõsal değildir. Hiç kimse Erme- nilerin öldürdüğü dedemden ve zorunlu gö- çe mahkûm bõrakõlan on iki yaşõndaki ba- bamdan ve beş yaşõndaki annemden, ve Er- meni ve Ruslar tarafõndan katledilen, göçe zorlanan binlerce yurttaşõmõzdan özür dile- meyi düşünmedi bugüne dek. Ve bu satõrlarõn yazarõnõn yaşamõnõ, varlõğõnõ Rusya’daki komünist devrimine borçlu olduğunu kim- se bilmedi. En büyük haksõzlõk ölüye yapõ- lan haksõzlõktõr, çünkü kendini savunmak gü- cüne sahip değildir. Ben bu satõrlarõ yazarak kendimi savunmuş olabilirim ama özür bil- dirgesine imza koyanlar, dedelerim, ninele- rim, teyzelerim, amcalarõm ve annem-babam ve Muş-Van-Bitlis üçgeninde çapraz ateş al- tõnda kalan binlerce yurttaşõmõzdan da özür dilemek zorundadõrlar, yoksa insanlõk adõna büyük bir suç işlemiş ve haksõzlõk yapmõş olurlar. Gazze de çapraz ateş altõnda. Karadan, ha- vadan, denizden; misket bombalarõ yoksul, yorgun, bitkin Filistinlilerin üstüne yağ- makta. Bu insanlarõn da haklarõnõ savunan yok. Kim onlardan özür dileyecek? Yoksa sözde soykõrõma uğrayan Ermenilerden özür dileyenler mi? Ben Hamas’tan söz etmiyo- rum. Ben, Filistin halkõndan; daha gün õşõğõna çõkmamõş olandan ya da dün doğup bugün ölen çocuklardan; gün görmemiş kadõnlar- dan ve günahsõz insanlardan söz ediyorum. İsrail’in gözünü kan bürümüş. Dünyanõn gö- zü önünde cinayet işliyor. Bunu kendisini sa- vunmak için yaptõğõ iddiasõ hiçbir gerekçe- ye sõğmaz. Güncelin en dramatik olayõ bu- dur. Bir trajedi yaşanmaktadõr Filistin’de. Bu- nun günahõ tüm insanlõğõn üstünedir. Ülke- mizdeki gösterileri izliyorum televizyon- lardan. Kimin adõna tepki koyuyor yurttaş- larõm. Kimin adõna yapõlõyor bu gösteriler, insanlõk adõna değil mi? Gene yurttaşlarõm kime ve ne için tepki vermeleri gerektiği ko- nusunda kendi başlarõna karar verememiş- ler... Son olarak Güncel’e takõlan bir soru var: Pazar (04.01.2009) günü yayõmlanan “Şef- faf Oda” yõ izlediniz mi? Güncel... Prof. Dr. Necdet ADABAĞ ÖYLE anlaşılıyor ki, asker- sivil ilişkileri bakımından Milli Güvenlik Kurulu yoluyla ku- rulmaya çalışılan anayasal çö- züm, zamanla ordu kanadın- da belirli bir çekingenlik ya- ratmıştır. Başta AB olmak üzere dış- tan gelen baskıların ve içteki siyasal tartışmaların yarattığı bu çekingenlik, “ulusal gü- venlik” kavramını dar ya da ge- niş biçimde yorumlamakla il- gili. Önceleri ülkenin özellikleri dolayısıyla birçok konuyu bu kavrama bağlayan geniş bir yorum yerine, gitgide daralan ve ilgi alanını ulusal savun- maya ve iç güvenliğe indirge- yen bir yoruma gidildi. Daha doğrusu, o dış ve iç etkenler- le, askeri kanat geniş yorumun sanki evrensel demokratik öl- çütlere ters düşebileceği gibi bir çekingenliğe sürüklendi. Ulusal güvenliğin gerekleri ile ulusal iletişim şebekesinin sahipliği arasındaki ilişki üze- rinde durmak, belki bu tartış- maya biraz berraklık getirebi- lir. İkinci Dünya Harbi’nden be- ri karşılıklı casusluğun cirit at- tığı, büyük çıkarların çatıştığı, telekulakların çoğaldığı bir ül- kede, bu tür konulara başka yerlerdeki hafiflikle bakılabilir mi? Telekom’un satışı böyle bir soruyu yanıtlamak için iyi bir örnek olabilir. Vaktiyle devletin elindeki PTT’nin T’si koparılıp anonim şirkete dönüştürülüp satışa çıkarıldı. Şirketleştirme, ve- rimli işletmecilik açısından doğru sayıldı ama, özelleştir- meye sıra gelince sahiplik için başta konan koşullar yavaş yavaş kaldırılarak yabancıya yönetim hakkı verecek biçim- de hisselerin yüzde 55’i ya- bancıya satıldı. “Peki, ulusal güvenliğin gizlilik güvencesi n’olacak?” diye sorulunca, “Merak etmeyin, iletişim gizli- liği genel olarak NATO’nun ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güvenli şebekeleriyle zaten sağlanıyor” dendi. Ama, teknik kuşku sürüyor; sorunun MGK’de tartışılıp tartışılma- dığı pek bilinmiyor. Benzer bir konu, D.B. Deniz Nakliyatı TAŞ’nin satışıdır. Ge- nelde, deniz taşımacılığı elbet özel kesimin donatanlarının kazanç alanıdır. Ama, Türkiye gibi “denizcilik gücü” sınırlı bir ülkede bütün olasılıklar düşünülerek bir kamu kurulu- şunun elinde de bir ticaret fi- losunun bulundurulması çok mu yanlıştı? O koca filoyu iyi yöneterek verimli çalıştırmak yerine, yok pahasına dağıt- mak, güvenlik açısından da MGK’ce düzeltilebilecek önemli bir yanlış olmadı mı? Hatalar konusunun bir de askerî rejim dönemlerine rastlayan yanı var ki, vakit geçmiş de olsa, onun üze- rinde durmak hayli yararlı ola- bilir. O dönemler, Soğuk Savaş konjonktüründeki McCarthy’ciliğin ya da bura- daki gerici akımların cumhu- riyetçi orduyu gereksiz bir telaşa sürükleyerek cumhuri- yetçi bilim ve sanat çevrele- riyle çelişkiye düşürdüğü dö- nemlerdir ki, onların acılı so- nuçları, yalnız Silahlı Kuvvet- ler için değil, ülkenin bütün si- yasal ve ekonomik güç mer- kezleri için de çıkarılabilecek acıklı derslerle doludur. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle