23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN Anayasa Mahkemesi, iki yıldır beklettiği Demokratik Toplum Partisi’ni (DTP) Aralık 2009’da oy birliğiyle kapattı.Toplumun tüm katmanlarında siyasi ve hukuki birçok yorumlar getiren bu karar; bilir bilmez, herkesin olumlu olumsuz konusu oldu. Şahsen ben de demokratikleşmeye çalışan ülkemizde bu kapatmaların fayda getirmediğini görerek siyasi açıdan yararlı olmadığını bilenlerdenim. Geniş açıdan bakınca; Türkiye’nin, Avrupa Konseyi üyesi olarak, parti kapatmalarında tüm üyeler gibi Konsey’in ölçütlerine göre hareket etme zorunluluğunda olduğunu öngörüyorum. Bunda Avrupa İnsan Hakları sözleşmelerine uyması gerektiği koşulu da vardır. Şu anda yanımda duran TC Anayasası da bunları kabul etmiştir. Bu ölçütler; 1999 yılında Konsey’ce devletlerarası başvurular dikkate alınarak Venedik Komisyonu tarafından öngörülen koşullara göre hazırlanmıştır. Parti kapatmalarında; 1- Avrupa İnsan Hakları sözleşmeleriyle uyumlu olmalıdır. 2- Tümden kapatma kararı; ancak siyasi partilerin şiddeti savunma veya bunun anayasal düzeni devirme amacını taşıdıkları zaman öngörülmelidir der. Bu çerçevede DTP ele alındığında, her iki maddeden de sorumsuzlukları, söylem ve davranışlarıyla ne yazık ki görülebilmektedir. En üzücü olanı da; TBMM’ye halkın oylarıyla girerek temsil ettikleri yöre halkının insan hakları ve çağdaşlık açısından, ekonomik, eğitimsel, yılların nasırlaştırdığı feodal özellikle de töresel içgüdülerin kurbanı olan kadın hakları, kız çocuklarının eğitilmeleri, ortaçağdan ve cemaat ilişkilerinden gelen yasadışı evlenmelerin getirdiği acıları ele aldıklarını hiç görüp işittiniz mi? Toprak ağalarının bulunduğu gruplarında - 1930’lardaki Meclisler dahil- Toprak Reformu’ndan söz ettiklerini duydunuz mu? Ağızlarından düşürmedikleri demokrasi ve insan haklarını kendi soydaşlarına tanıdılar mı? Partilerinin tüzük ve programlarını bağımsızca uygulayacakları yerde.. eskiden olduğu gibi, bebek katilinin çizelgeleriyle hareketi yeğlediler. Onun, bir müebbet hapis cezalı olduğunu da göz ardı ederek, hatta ders almaksızın ve emperyalist güçlerin yıllardır süregelen kışkırtmalarıyla birlikte Kurtuluş Savaşımızı verdiğimiz, etle tırnak beraberliğimizdeki Kürt kardeşlerimizi vatan, ulus kavramlarından koparma amaçlarını güttüler. Onların aş, ekmek, yol, barınak, işsizlik, eğitimsizlik, yoksulluk acılarını giderecek koşulları sağlamayı iş edinmediler. Karşıtlıklar oluşturdular... İspanyada Bask Partisi’nin kapatılması da 2. maddenin kapsamı içinde olmuştu. Oysa İspanyol anayasasında, partilerin değişik fikirleri öne sürmeleri hakkının kabulü de vardı. Bu; Kürt kökenli milletvekillerinin önlerine gelen imkânlarının ikinci kaybı oldu. Birincisi 1991 seçimlerinde E. İnönü’nün genel başkanlığındaki SHP’nin listelerine alınıp Meclis’e giren bir grup milletvekili ilk celsede yemin töreninde, baş ve boyunlarına Kürt bayrağı olarak kabul ettikleri simgeleri sarıp Kürtçe yemin etmeye kalkışınca, yasal gerekçelerle bu haklarını kaybettiler. O yıllarda ben de kadın kotasından SHP’de PM’deydim. Parlamentoya girişlerine sevinirken, sebep oldukları duruma ağlama derecesinde üzülmüştüm. Çünkü; çocukluğumdan gelen ailevi bir borçlulukla gerçek dayım saydığım Bitlisli Kürt kökenli kişiyle Doğulu yurtdaşlarıma büyük bir sevgim vardır. O ellerine taş verilen çocukların maskelerle kimliklerini saklayarak ellerindeki molotofkokteylini otobüslere atarak 17 yaşındaki liseli kızımızın ölümüne sebep oluşunun, sopa ve taşlarla kendilerinden saymamaları telkin edilerek yurttaşlarımızın ekmek teknelerini yakıp yıkmalarının acılarını hiçe sayarak, isyan ettiren kışkırtıcılar, Hak ve toplum önünde bunun vicdan borcunu mutlaka ödeyeceklerdir. Asbaşkan Ahmet Türk, Reşadiye’de PKK katillerince şehit edilen yedi askerimiz için “Birileri ortalığı karıştırmak için fitili ateşliyor”demişti. O birisi, Apo’dan emir alan ve halefi saydığı Almanya’da oturan Sabri Ok’muş?! Türk’le Tuğluk’un siyaset yasağının, yanlarındaki Emine Ayna’ya uygulanılmayışını doğrusu içime sindiremiyorum. Önce “Dağa çıkarız” tehditleriyle başlayan bir parlamentere yakışmayan savları yanında, herkese üzüntü veren DTP’nin kapanışını kahkahalarla adeta bayram sevinciyle karşılaması ve mitinglerde hâlâ halkı kışkırtıcı laflar etmesi, bir de özellikle kadın oluşu, kanımca ruh sağlığının denetlenmesini akla getiriyor. DTP kapatılınca “sineyi millete döneceğiz” davranışını hiç uygun görmemiş, Apo’dan yadsı ses geleceğini düşünmüştüm. Öyle de oldu. Emre uyarak, beklemede duran BDP’adı altında Meclis’te kaldılar. Şimdi dileğim; orada sağduyuyla, milletvekilliğine uygun olarak kendilerine oy verenlerin sorunlarına sahip çıkmalarıdır. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Açılım Oldu Saçılım HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com 22 ARALIK 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Fos Avni Kurtuldu: “Patrik ‘Kendimi Türkiye’de çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum’ demiş. Recep’ in Büyükada çıkarması da fos çıktı!” Sünnetli Kaan Yıldırım: “Patrik, Ahmet Davutoğlu’nun anlayacağı şekilde konuşmalıydı: Türkiye’de kendimi sünnet edilmiş gibi hissediyorum!” Gaddar Necati Yıldırım: “Civanım Recep rolüne iyi çalışmış; Habur’da teröriste kibar mı kibar, Ankara’da işçiye gaddar mı gaddar!” RECEP pabucu yarım, çık dışarı oynayalım hesabı Ömer Gemici, civan padişahı Recep’e “Çık dışarı, yanıt ver” diyor: “Hangi Kürt kardeşimiz herhangi bir partiden milletvekili adayı oldu da ona seçilme imkânı tanınmadı? Hangi Kürt kardeşimiz subay oldu da orduda yükselmesinin önü kesildi? Hangi Kürt kardeşimizin cumhurbaşkanı olmasının önü kesildi. Hangi Kürt kardeşimize kredi verilmedi, hangisine doktor bakmadı, hangisine okul kapısı kapatıldı? Hangi Kürt kardeşimiz İstanbul’a, Ankara’ya, Antalya’ya, Mersin’e, İzmir’e gidip yerleşemedi? Ama o Kürt kardeşlerin yaşadığı yerlerde, 25 yıldır gelene kurşun sıkıldı, gidene kurşun sıkıldı. Henüz 3 aylık asker olana da mermi yağdırıldı, terhisine 2 ay kalana da. Mayınlı tuzaklar ne kol bıraktı ne bacak! Yüzlerce iş makinesine benzin dökülüp yakıldı, binalar kundaklandı, okullar öğretmenleriyle bombalandı. Şehit ve gazi anneleri bağırlarına taş bastılar, kan davası gütmediler. Türkiye’nin hiçbir köyünde kasabasında insanlar Kürt kardeşlerimize karşı bir tutum ve davranış içine girmediler. Bütün bunlar bir açılım değilse ne? Bize bunun dışındaki açılımın ne olduğunu açık seçik, duru, temiz biçimde anlat da bilelim. Türk vatandaşı zaten bağrını, gönlünü açmamış mı bu ülkede yaşayan herkese? Daha başka açılım ne ola ki?” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” MİLLETVEKİLİ olmak için seçilmek yetmiyor; göreve başlayabilmeleri için Meclis Genel Kurulu’nda “yemin” etmeleri gerekiyor... Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’u Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğuna karar vermişti. Yine Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 11’i Demokratik Toplum Partisi hakkında “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü karşıtı eylemlerin odağı” olduğuna karar verdi. Bunun üzerine Hilmi Kayıhan da o meşhur yeminin metnine göz atmayı öneriyor: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Hilmi Kayıhan, odak oldukları eylemleri çıkardıktan sonra geriye kalan yemin metnine bakıyor: “Ve bütünlüğünü kayıtsız ve şartsız koruyacağıma; üstünlüğüne ve ilke ve bağlı kalacağıma; toplumun ve anlayışı içinde insan ve temel yararlanması ülküsünden ve sadakatten ayrılmayacağıma; büyük önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Kayıhan atılan sözcükleri ve tümceleri topluyor: “1. devletin varlığı ve bağımsızlığı 2. vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü 3. milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği 4. hukukun üstünlüğü 5. demokratik ve laik cumhuriyete ve 6. Atatürk ilke ve inkılaplarına 7. toplumun huzur ve refah. 8. milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve 9. anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma 10. büyük Türk Milleti...” Hilmi Kayıhan, “AKP ve DTP Anayasamızı bütünüyle ihlal etmiş. Odak oldukları eylemin maddelerini çıkardıktan sonra milletvekili yemini diye geriye anlamsız sözcük yığını kalıyor. Yazıklar olsun bize!” Yazıklar olsun bize de, AKP denen “yeminli” parti iktidarda ve devleti ele geçirdi; olan ülkeye oluyor! Yemin SESSİZ SEDASIZ (!) Recep üşütmüş... Artık havadan nem kapıyor! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Paris’te Skandal: Atatürk’e Resmi Ayıp! bedri.baykam@gmail.com www.bedribaykam.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Nefesli bir çalgõ. 2/ Düzgün sarõlmõş halat yumağõ... Brezilya’nõn para birimi. 3/ Özgün çizim, harita, plan gibi şeylerin fotoğ- raf tekniğiyle çoğ- altõlmasõ... Çembe- rin çevresinin çapõ- na oranõnõ gösteren sayõ. 4/ Kuzu se- si... Hastalõktan kurtulma, iyileşme. 5/ Sert, siyah ve ağõr bir tah- ta. 6/ Bir tür kâğõt süsle- meciliği... Klor elementi- nin simgesi. 7/ İçine sulu şeyler konulan kap... Giysi işlemekte kullanõ- lan küçük ve põrõltõlõ pul. 8/ Argoda kaba saba ve görgüsüz kimse... İspan- yollarõn sevinç ünlemi. 9/ Mõsra... Osmanlõ ordu- sunda ve donanmasõnda hafif piyade askeri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Nefesli bir çalgõ. 2/ Pembe renkli şarap... “ --- kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”. 3/ Serbest meslek adamlarõ- nõ içinde toplayan resmi birlik... Yüzsüz, yõlõşõk. 4/ Kah- ve, hindistancevizi, süt ve alkolden oluşan içki... Bir no- ta. 5/ Bir işi yerine getirme... İtalya’nõn en uzun õrmağõ. 6/ Kõrmõzõ, pembe ya da mor renkli çiçekler açan bir süs bitkisi. 7/ Bir soru sözü... Akdeniz ve Karadeniz’de ya- şayan bir balõk. 8/ Bir avuç dolusu... Bir göz rengi. 9/ Si- nek, sivrisinek gibi böcekleri öldürmek için püskürtülen ilaç... Bozkõr. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C İ M C İ M E A A Z I M E T A N M A S İ F E K O A H I R A R A N D R İ S K M İ A Ş S Ö Y L E M N O T V A A T S E R E L T H E B E N N E K A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com Pabucu yarım Recep, çık dışarı açılalım! Sinirden içim içimi yiyor! Bu makaleyi okumadan önce tansiyonunuzu kontrol edin! Bu skandalı medyamız neden bugüne kadar ortaya çıkaramadı, onu bilemem… Üç yıldır hazırlanan “Fransa’da Türkiye Yılı”nın en görkemli sergisini, geçen hafta Paris’te Grand Palais’de gezdim. “Bizans’tan İstanbul’a” başlığı taşıyan bu sergi büyük emeklerle gerçekleştirilmiş bir çıkış… Ama bugün konumuz bölük pörçük bazı etkinlikler dışında Türk çağdaş sanatının hiçbir ciddi toplu biçimde bu koca takvimde gösterilmeyişi değil. Ne yazık ki çok daha vahim ve yüz kızartıcı bir durum var: İstanbul’un üzerine oturduğu toprakları, evrenin izlerinin kayda başladığı ilk dönemlerden bugünlere taşıyan bu kuşbakışı tarihi gezi, ne yazık ki bünyesinde günümüz siyasi gerilimlerinin her türlü ilkelliğini taşıyor. Sergiyi gezenler, önce bekledikleri gibi onbinlerce yıla yayılan bir süreç üzerinden, insanlık tarihine yön vermiş, üst üste üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış, kader belirleyici roller üstlenmiş büyük bir dünya kenti ve çevresinden gelen binlerce izi değerlendirme fırsatı buluyor. Kimdi bu heykellere, mücevherlere hayat verenler ya da bu batık gemilerde ölüp giden tayfalar? Bunlar ve diğer benzer felsefi konuları düşünerek sergiyi dolaşanlar, ardından şehri Fatih 1453’te aldıktan sonra da yaşanan her şeyi görme şansının ardından, sıra kapanışta “Cumhuriyet Dönemi”ne geliyor! Bakın sergide ve katalogda, bu dönemin İstanbulu hakkında, hem de imzasız olarak (diğer tüm metinler imzalı!) neler yazılması uygun (!) görülmüş: “…Fakat İstanbul’un Avrupa koruması altında bir serbest bölge olarak yaşamını sürdürmesine karşı, bu oyunu bozan tepki ‘Asya Minör’den gelmiş. Milliyetçi direniş Anadolu’yu kontrol edip, ardından İstanbul’u geri almayı başarmış. Şehir kurtulmuş, evet ama artık Mustafa Kemal Paşa ve milliyetçi güçleri tarafından kurulan yeni rejimin kurallarına boyun eğmek durumunda kalmış. Başkent Ankara’ya taşınmış ve İstanbul fiili olarak, siyasi ve ekonomik olarak marjinalize edilmiş. Şehir, bunun zararlarını ciddi olarak görmüş. Hızla boşalmış, özellikle gayrimüslimler onu terk etmiş. 1950’lere kadar İstanbul ancak devletin yeni önceliklerinin dışında yaşayarak bitkisel hayatta (“vegete” kullanılıyor) varlığını sürdürebilmiş ve hatta arada geçmişe sempatiyle bakması üzerine şüpheler oluşmuş. Ama savaş sonrasının ekonomik patlamasıyla kent yeniden güçlenerek kendine gelmiş”. Ah, bu Atatürk yok mu! Anlayacağınız güzelim kenti neredeyse rehin alıp hayalet şehir yapmış, apoletlerini sökmüş de Allah’tan 50’lerde (Menderes sağ olsun), yeni dönem hükümeti ona iade-i itibar getirmiş! Sevgili Atatürk! Devletinin yetiştirdiği hangi “aydın” acaba, Batı’ya sunduğumuz bu dev pakette seni ve dönemini bu zavallı ifadelerle ezmeye kalkışmış? Normalde hepsi “değerli” onca imza var bu projede! Nazan Ölçer, Edhem Eldem, Reyhan Alp, Yavuz Parlar, İKSV… Yoo! Hiçbiri yapmış olamaz değil mi bu nankör kabalıkları? Herhalde cahil bir Fransız yazdı da, herkesin birden gözünden kaçıverdi! Anadolu direnmiş, “şehir kurtulmuş” (!), ama kim neyi nasıl kurtarmış, orası sır! Bu saygı özürlü satırlar dışında koskoca sergide tek bir Atatürk görüntüsü var: O da çıkışta dia sunumda yüzlerce görüntü arasına sıkışmış, bulanık ve kim olduğu belli olmayan bir Atatürk portresi! Ne efsanevi “Geldikleri gibi giderler” vecizesi, ne Cumhuriyetin dünya tarihinin gördüğü en büyük kültürel devrimlerinden birini 15 yıla sığdırarak gerçekleştirmesi, ne getirilen kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği, ne çağdaş yaşam tarzları, ne laik rejim ve eğitimin getirileri, ne demokrasinin tüm altyapısı; hiçbir şey yok Cumhuriyet dönemi hakkında. Olsa olsa seçilmiş kareler arasında özellikle “çoğalan” türbanlılar… Yoksa Paris’te, aynen Cumhurbaşkanlığı forsuna saldırıda olduğu gibi bir “Hayrünnisa Hanım ayarı” mı yapılmış? Sergiyi gezen Gül’ün, kendisini mutlu bir şekilde eski partisinin arka bahçesinde hissetmesini sağlamışlar! Helal olsun! İşte yalaka bürokratlık diye buna derim. İşte birinci sınıf oportünizm ve yağcılık budur! Bundan sonra görev parlamentoda… Umarım bu rezaletin tüm boyutları ele alınır. Bana bir açıklama yapacak yiğit bir “sorumlu” çıkarsa, onu da bu sütunda kullanırım..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle