25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kimlik Kaşınması ZOR bir karar öncesinde “düşünüp taşınmak”tan söz ederiz. Bodrumlu gemici satın alacağı tekne konusunda tereddüt eden kişiye akıl verirken “iyi düşünceyn taşınceyn” dedikten sonra bir de “kaşınceyn” demekten kendini alamaz. Kolonyalizm ve emperyalizm aşamalarının ardından küreselleşme dolaplarıyla gariban halkları aldatmaya yönelen Batılı kurnazlar, dünyanın önüne “etnik kimlik” diye bir kavram attılar, şaşkın ülkelerin insancıkları bu kavramla ne yapmaları gerektiğini düşünüp taşınıp kaşınmaktalar. Türkiye’nin bazı politikacıları da ne yapacaklarını henüz tam kestirebilmiş sayılmazlar. Son icat, Şırnak milletvekili Rasih Kaplan’ın “etnik sayım” önerisidir. Bundan sonra yapılacak nüfus sayımlarında din, mezhep ve etnik kökene ilişkin sorular da olmalıymış. Yani kaç Sünni ya da Alevi Müslüman, kaç Ortodoks ya da Katolik Hıristiyan, kaç Musevi, kaç Kürt ya da Çerkes vatandaşımız bulunduğunu bilmeliymişiz. Niçin? Ortak vatandaşlık kimliğimiz “Türk”lük değil mi? Vatandaş eşitliğine dayalı cumhuriyetin başka kimlik bilmesi gerekir mi? Yoksa, ayrı statüler, azınlıklar, ayrıcalıklar yaratılarak eskinin sorunları ve yasakları yeniden mi yaşanacak? “AB üyesi ülkelerle uyum içinde yapılması gereken bir nüfus sayımında” onların sormadığı bu tür sorulara ne gerek olabilir? AB ile ilişkiler çerçevesinde yapılabilecek tek şey, Lozan’a atıfta bulunarak azınlık kavramının ancak o devletler arası antlaşma hükümleri çerçevesinde geçerli olabileceğini yeniden tescil ettirmektir. Daha da doğrusu, “etnik hak” kavramı yerine çok daha çağdaş olan “bireysel özgürlüklere saygı” kavramını geliştirmek ve etnik farklılığı bir topluluk hakkı statüsüyle korumanın cumhuriyetçi düşünceyle bağdaşmayacağını vurgulamak olabilir. Ankara hükümetinin Lozan’a yolladığı delegasyon, yakın gelecekte cumhuriyet ilan edileceğini ima ederek “gayrimüslim” azınlıklar sorunu vesilesiyle buna yakın bir görüşü savunmuş, ama yeterince inandırıcı olmamıştı. Cumhuriyet Lozan’dan önce ilan edilseydi, belki hem o sorun daha doğru çözülmüş olur hem de bireysel özgürlüklerin genel olarak anayasal güvence altına alınmasıyla daha sonraki yasaklayıcı uygulamalara gerek kalmazdı. Bu nedenle, sonradan içine düşülen şiddet ortamında Batı’daki anlayışsızlığın ve Türkler konusundaki önyargının payı asla yadsınamaz. Kürt ayrımcılığını dıştan kışkırtan sinsi çabaların da. Bölgenin politikacıları, yabancıların ortaya attığı kavramlarla boğuşup halkı da aynı anlamsızlığa çekeceklerine, toprak reformu ve ekonomik-sosyal planlamayla kendi insanlarının gerçek sorunlarına çare arasalar olmaz mı? Ü lkenin siyasi ve hukuki gündemi her gün değişiyor. Nerede, kimin tarafõndan hazõrlandõğõ bilinmeyen düşünceler yasalaşõyor ve birtakõm idari kararlar uygulamaya konu- luyor. Yeni kurumlar oluşturuluyor. Mevcut idari yapõ değiştiriliyor. Devlet kurumlarõnda görevli memurlarõn yer- leri kurumlarõn özellik, gelenek ve ihtiyaçla- rõ gözetilmeden değiştiriliyor ve etkisizleşti- riliyor. Emekliliğe zorlanõyorlar, yerlerine yandaşlar atanõyor. Diyanet İşleri kadrolarõ bir atlama tahtasõ olarak kullanõlõyor. Kamu yö- netimindeki bu olumsuz gidiş tek tek, ağõr ağõr ve õsrarla yapõldõğõ için bütünüyle görülemi- yor ve anlaşõlamõyor. Aslõnda amaçlanan ve yapõlan ülkenin siyasal ve anayasal yapõsõnõn değiştirilmesidir. Bu da geniş çapta gerçekleştirilmiştir. Temel düşünce yapõsõ, kurumlarõ ve işleyi- şi anayasada düzenlenmiş olan devletin yanõ başõnda (arkada ve perde arkasõnda) paralel bir devlet yapõsõ kurulmuştur. Milli egemenliğin temel organõ olan TBMM artõk hükümetçe yönlendirilen bir yapõya dö- nüştürülmüştür. Yasa tasarõlarõ açõklõğa ka- vuşmadan ve tartõşõlmadan, Meclis komis- yonlarõnda olgunlaşmadan çok zaman genel kurulda geceyarõsõ yapõlan değişiklikler ve ek- lemelerle halkõn gözünden kaçõrõlarak çõkarõ- lõyor ve yasalaşõyor. Sözlü sorular Meclis Başkanõ’nõn siyasal süz- gecinden geçiriliyor, beğenilmeyenleri ce- vaplandõrõlmõyor. Genel görüşme ve gensoru yollarõ da kapatõlmõştõr. Bakanlar Kurulu çok nadiren toplanõyor. Bu- rada görüşülüp kararlaştõrõlmasõ gereken ko- nular, arkadaki bilinmeyen karar mercilerin- ce hazõrlanõp Türkiye’nin gündemine getirili- yor ve hemen uygulamaya konuluyorlar. Devletteki yapõsal değişiklikler; açõlõmlar, özelleştirmeler, önemli ekonomik kararlar, bü- yük ihaleler ve atama sistemleri bu bilinme- yen ve görünmeyen karar mercilerinin yöne- timinde ve denetiminde gerçekleştiriliyor. Bakanlar Kurulu eski Sovyet sisteminde olduğu gibi, gerçekte önemli siyasal kararlarõ alan ve ülkeyi yöneten bir organ olmaktan çõkmõş ve bir müdürler kuruluna dönüşmüştür. Bağımsız kurumlar Hükümetin hiyerarşisinde olan kurumlar ve bakanlõklar, gerçekte bakanlarõ tarafõndan de- ğil, bu bilinmeyen organca yönetiliyorlar. Ekonomiyi yönlendirmek ve denetlemek için kurulan bağõmsõz kurumlar ise yapõlaşmalarõ gereği naylon bir ambalajdõrlar. Şu anda AKP’nin eliyle kurulan ve yöneti- len bu sistem, ordu ve yargõ ile kõsmen de üni- versitelerde anayasa ve siyasal dengeler se- bebiyle tam olarak uygulanamõyor. Silahlõ kuvvetler demokratik ve etik olma- yan bir biçimde psikolojik savaş ortamõna so- kulmuştur. Anayasal yollarla değil, bu yeni sis- temle denetlenmek istenmektedir. Adalet Ba- kanlõğõ yasal anlamda ve uygulamada demok- ratik bir kurum değildir. Bakanlõk yargõnõn ba- ğõmsõzlõğõna inanmayan kadrolarõn elinde- dir. Yargõyõ kontrol etme, sindirme, kadro- laştõrma arzusundadõr. Önce yandaş savcõ ve yargõç, sonra da yandaş bir yargõ yaratõlmak istenmektedir. Üniversitelerdeki durum daha da kötüdür. Eski ve gelişmiş üniversiteler ekonomik bas- kõ altõnda tutuluyorlar, yenilerinin kurulmasõ ve gelişmesi ise kadrolaşma için bir fõrsat oluş- turmuştur. Bu bir yõkõm programõdõr. Sonuç- larõ yarõnlarda ortaya çõkacaktõr. Bütün bu ya- põlanlar, demokrasinin verdiği imkânlarla de- mokratik yapõnõn yõkõmõ programõnõn uygu- lanmasõdõr. Üstelik bütün bunlarõ gerçekleştiren AKP ik- tidarõ aslõnda bir azõnlõk iktidarõdõr. Seçim ka- nunlarõ ve demokratik gelenek yoksunluğu- muzun bir sonucu olarak iktidarõnõ sürdür- mektedir. Bu iktidarõn anayasal yapõyõ değiş- tirmek bir tarafa, iktidarda oturma hakkõ bile yoktur. Devletin Fotoğrafõ... Güven DİNÇER Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Silahlõ kuvvetler demokratik ve etik olmayan bir biçimde psikolojik savaş ortamõna sokulmuştur. Anayasal yollarla değil, bu yeni sistemle denetlenmek istenmektedir. Adalet Bakanlõğõ yasal anlamda ve uygulamada demokratik bir kurum değildir. Bakanlõk yargõnõn bağõmsõzlõğõna inanmayan kadrolarõn elindedir. Yargõyõ kontrol etme, sindirme, kadrolaştõrma arzusundadõr. Önce yandaş savcõ ve yargõç, sonra da yandaş bir yargõ yaratõlmak istenmektedir. S abancõ Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Ali Çarkoğ- lu ve Prof.Dr. Ersin Kalaycı- oğlu’nun 2008-2009 yõllarõnõ kap- sayan “Türkiye’de Dindarlık: Uluslararası Bir Karşılaştırma” konulu araştõrmalarõ toplumda tek ba- şõna “insanın” algõlanmasõ ve yaz- gõcõlõk konusunda bir dizi düşünce- yi de beraberinde getiriyor. Hazõr- lanan rapora göre deneklerin yüzde 28’i “hayatın akışını kendisinin de- ğiştirebileceğine” inanmakta, yüz- de 50’lik geniş bir grupsa “Hayatı değiştirebilmek için yapabilece- ğimiz çok az şey vardır” görüşünü belirtmektedir. Eğer toplumun büyük bir bölümü yaşamõn akõşõnõ değiştirmede ken- disine düşen görevin çok az olduğunu düşünüyorsa (eminim azõmsanma- yacak bir grup bunun ayõrdõnda bi- le değildir) Rönesans insanõndan da geride demektir. Bilindiği gibi Rönesans Avrupa ta- rihinde 14. ve 16. yüzyõllarõ kapsa- yan bir dönemdir. Eski Yunan ve Ro- ma kültürünün canlandõrõlmasõ bu dö- nemin en temel özelliğidir. Rönesans insanõ da evrensel insan (UOMO UNIVERSALE) olarak bilinir. Rö- nesans’õn ideal insan kavramõ Leon Battista Alberti’nin “İnsan isterse her şeyi yapabilir” özdeyişinde en açõk bir biçimde ifadesini bulmuştur. Bu ideal, insanõn büyük bir top- lumsal enerji kaynağõ oluşturduğu- nu ve sadece insan olmanõn bile öz- güven sahibi olmaya yeteceğini çok güzel bir biçimde anlatmaktadõr. Aydınlanma felsefesi İnsanõn özgüveninin olmasõ her şeyden önce tanrõ merkezli evren an- layõşõnõn yerini insan merkezli evren anlayõşõna bõrakmasõyla olanaklõdõr. Bu toplumsal olgu daha sonralarõ 18. yüzyõlda ifadesini Aydõnlanma fel- sefesiyle doruk noktasõna ulaştõra- caktõr. Şu halde insanõn özgüven sa- hibi oluşu, aydõnlanmayla, başka deyişle us ve inancõn birbirinden ay- rõlmasõyla gerçekleşir. Söz konusu araştõrmaya bu açõdan bakõldõğõnda, deneklerin ancak yüzde 28’inin ya- şamõn akõşõnõ kendilerinin değişti- rebileceklerine inanmalarõ buna kar- şõn yüzde 50’sinin adeta “ne gelir el- den” dercesine yaşamõ değiştire- bilmek için yapabileceklerinin çok az olduğunu belirtmeleri toplumu- muzda insanlarõn kendilerine gü- venlerinin ne denli az olduğunu, bunun da beraberinde yazgõcõlõğõ getirdiğini göstermektedir. Şükürcü bir toplum oluşumuz, “Beterin beteri var” deyişine sap- lanõp kalarak dayanõlmasõ en güç du- rumlarõ sineye çekişimiz; tepkisizli- ğimiz, duyarsõzlõğõmõz, vurdum- duymazlõğõmõz, adamsendeciliği- miz, “Ben tek başıma ne yapabili- rim ki?”, “Her şey benim gücü- mün dışında” gibi sõğõnaklar bul- mamõz müthiş bir uyuşukluğu ve edilgenliği de beraberinde getir- mektedir. Uyuşuk ve edilgen bir toplum asla organize olamaz. Her za- man durağandõr. Üzerine ölü topra- ğõ serilmiş gibi sessizdir. Bu uyuşukluk, bu durağanlõk, bu kendine güvensizlik bazõ dünya gö- rüşlerince desteklenir ve karşõmõza yazgõcõlõk olarak çõkar. Bu dura- ğanlõğõn, kimi zaman da aymazlõk boyutuna varan tembelliğin bir baş- ka nedeni de sorumsuzluktur. Çün- kü belli bir davranõşta bulunan, ey- leme geçen insan her şeyden önce ey- leminden ötürü sorumluluk taşõma- sõ gereken insandõr. Yazgõcõlõk da bu sorumluluğu üzerine almamaktõr. Teslimiyetçilik Teslimiyetçilik ve edilgenlik top- lumumuzda kültürel bir olgudur. Öyle ki atasözlerimizde bile yer et- miştir: “Gemisini kurtaran kap- tan”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Üzümünü ye bağını sorma” gibi atasözleri belirli olay- lar karşõsõnda toplumsal edilgenli- ğimizin kökenlerini çok eskilerde aramak gerektiğini ortaya koymak- tadõr. Eğitim sistemi de bu olguyu iyice perçinlemektedir. Öğrencinin başarõsõna değil, ba- şarõsõzlõğõna odaklanan bir eğitim sis- teminden kendine güvenen kuşaklar yetiştirmesi beklenemez. Atatürk “Türk, öğün, çalış, güven” deyişi- ni tüm bu olumsuzluklarõ gördüğü için söylemiştir. Büyük Önder de Türk ulusunun özgüvenini inşa etmek için bu dü- şüncesini savaş meydanlarõnda olsun, barõş zamanõnda olsun her zaman çeşitli vesilelerle göstermeye çalõş- mõş, Türk ulusunu özgüven eksikli- ğinden kaynaklanan aşağõlõk kom- pleksinden kurtarmak için yaşamõnõ bile ortaya koymuştur. O Türk gen- cinin, Türk erkeği ve kadõnõnõn her zaman başõ dik, onurlu ve bunun ver- diği kendine güvenle yolunda yürü- mesini bizlere kalõt olarak bõrak- mõştõr. Bu bakõmdan en başta Ulu Önder Atatürk evrensel insan idea- lini kendi kişiliğinde gerçekleştir- miştir. Ne mutlu bizlere ki karşõ- mõzda duran bu ideal insan kendi ulu- sumuzdan çõkmõştõr. Hepimizin içinde yaşadõğõmõz top- lumun, ulusumuzun, dünyamõzõn daha yaşanõlõr kõlõnmasõ için az ya da çok yapabileceği bir şeyler daima vardõr. Yeter ki Ulu Önderimizi ör- nek alalõm ve beynimizi iğdiş eden boş inançlardan, kalõplaşmõş yargõ- lardan, dogmalardan uzak duralõm. Ve böylece “insan” olmanõn yani de- ğiştirmenin tadõna varalõm. Türkiye’de Dindarlõk Araştõrmasõ ve ‘İnsan’ Algõsõ Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY Marmara Üni. BESYO Hepimizin içinde yaşadõğõmõz toplumun, ulusumuzun, dünyamõzõn daha yaşanõlõr kõlõnmasõ için az ya da çok yapabileceği bir şeyler daima vardõr. Yeter ki Ulu Önderimizi örnek alalõm ve beynimizi iğdiş eden boş inançlardan, kalõplaşmõş yargõlardan, dogmalardan uzak duralõm. Ve böylece “insan” olmanõn yani değiştirmenin tadõna varalõm. 24 Kasõm’da Öğretmenler ve Düşündüklerim… 1 940’lõ yõllar... 21 Köy Enstitüsü ku- rulmuş. Her birinin derslik, fõrõn, hamam, kitaplõk, öğretmenevi, revir, uygulama okulu tamamlanmõş, yolu ya- põlmõş, suyu bağlanmõş. Türkiye’nin yalnõzca 9 köyünde elektrik var- ken, tümü elektriğe ka- vuşmuş... Ben bugün, yolsuz, susuz, elektriksiz, okul- suz köyleri, öğretmen- siz okulları ve okula gitmeyen çocuklarımı- zı düşündüm. Yõl 1941... Cumhur- başkanõ İsmet İnönü, Savaştepe Köy Enstitü- sü’ne gelir. Yolda kar- şõlaştõğõ öğrencinin tor- basõnda ne olduğunu merak eder. Açõlan torbadan ek- mek, peynir, köfte, zey- tin ve bakanlõk klasik- lerinden “Antigone” çõ- kar. İnönü, yanõndaki paşaya, “Bak Paşa” der; “ekmeğin yanında kitap. Ne zaman yurt- taşımız, ekmekle kita- bı bir tutabilecek dü- zeye ulaşırsa, Türkiye o zaman gerçekten kurtulacaktır”. Ben bugün, yozlaşan eğitim sistemimizin bi- zi getirdiği yeri dü- şündüm. Yõl 1945... Öğretmen Nafiz Evren, “Öğren- cilerimiz ekmek yer gibi, kitap okuyorlar- dı. Hatta köylerine izinli gidenler, dönüş- lerinde arabaya vere- cekleri parayı kitaba verip, okula yayan ge- liyorlardı” diyor. Bir başka öğretmen, “Çifteler’deki öğren- cilerimizin okuma dü- zeyine yetişebilmemiz, önemli bir sorun olu- yordu” diye konuşu- yor. Ben bugün, kitap ve- rerek pencere açan ba- sınımızı ve televole kül- türüyle beslenerek pencereleri kapatan anlı şanlı medyamızı düşündüm. Cumhuriyet’in ilk yõl- larõnda, dönemin Milli Eğitim Bakanõ Mustafa Necati, Kõrşehir Vali- si’ne telgraf çekerek “İlinize öğretmen gön- deriyorum. Onu kar- şılayınız” der. Ben bugün, bir yurt gezisinde çocukları için iş ve okul isteyen hal- ka “Hiçbir şey olamı- yorlarsa, öğretmen ol- sunlar” diyen döne- min başbakanını dü- şündüm. Din derslerinin öğ- rencilere zorunlu ola- rak okutulduğu, edebi- yat kitaplarõnõn çağõn gerisinden haber verip, mantõk, sosyoloji ders- lerinin gereksiz sayõl- dõğõ, felsefe derslerinin ise zorunlu ders olmak- tan çõkarõldõğõ, böylece yaşamõ sorgulamanõn ve akõlcõ düşünmenin önü- nün tõkandõğõ eğitim sis- temimizi görünce... Ben bugün, 1930’lu, 40’lı yıllarda felsefe kitabı yazan İçişleri Bakanı Emin Erişirgil’i, sosyoloji kitabı yazan Dışişleri Bakanı Nec- mettin Sadak’ı, mantık kitabı yazan Maarif Bakanı Hasan Âli Yü- cel’i düşündüm. Ve ba- kanlarının kitap yaz- dığı Türkiye’yi, o ki- taplarla aydınlanan- aydınlatan Cumhuri- yet Kuşağı’nı ve 21 Köy Enstitüsü, 477 Halkevi, 4332 Halko- dasıyla yapılanları ve başarılanları düşün- düm. Ben bugün, Anado- lu’ya koşarak giden isimsiz kahramanları, ülkesinin kalkınma kervanına katılan Cumhuriyet öğret- menlerini düşündüm. Akşam yıkadığı çama- şırını sabah kurutup giyen öğretmen Meh- met Koç’u, cebine te- beşiri, sırtına kara tah- tayı alıp, kahve kahve dolaşarak okuma yaz- ma öğreten eğitimci Nazif Evren’i ve laik Cumhuriyetin sesini Denizli Kayabaşı’nda yükselten öğretmen Ali Karlõk’ı düşündüm. Ben bugün, geçirdi- ği kazadan sonra bas- tonla yürüdüğü için öğretmenlik hakkı elinden alınan “Öğret- menlik benim hayatõm- dõr, hayatõm çalõnmõş gibi, sõnõfõmõ geri ve- rin” diyen öğretmen Filiz Atacan’ı düşün- düm. Ben bugün, Iğdır 75. Yıl Yaycı İlköğretim Okulu 2. sınıf öğrenci- si Ayşe’nin, şubat tati- linde kendisini almaya gelen olmadığı için ağ- layarak öğretmenine; “Ben bu tatilde köyüme gitmeye çok hazõrlan- mõştõm. Harçlõklarõmdan bi- riktirip, kardeşlerime kâ- ğõt mendil ve bisküvi almõştõm” şeklindeki yürek dağlayan sözle- rini düşündüm. Ben bugün, okulları açık olmadığı halde her gün önlüklerini giyip, çan- talarını alarak okul- larına giden, “Belki bi- zi görünce okulumuz açõlõr” diyen Siverekli çocukları düşündüm. Ben bugün; Dünya pedagoji an- siklopedilerine “Türk Buluşu Kurumlar” ola- rak geçen, Batılı bilim adamla- rının doktora tezlerine konu olan, UNESCO tarafın- dan tüm geri kalmış ülkelere “Çağdaş Bir Kalkõnma Modeli” ola- rak sunulan, Mimari projeleri ko- ruma altına alınan, Kurtuluş Savaşı’nın ardından ikinci bir kurtuluş hamlesi baş- latan Köy Enstitüleri- ni düşündüm. Ve ulu- sal, toplumsal, sosyal, kültürel mücadelemi- zin sessiz kahraman- larına ve eğitim çınar- larına 24 Kasım Öğ- retmenler Gününüz kutlu olsun demek is- tedim. Neşe DOSTER Cumhuriyet’in ilk yõllarõnda, dönemin Milli Eğitim Bakanõ Mustafa Necati, Kõrşehir Valisi’ne telgraf çekerek “İlinize öğretmen gönderiyorum. Onu karşõlayõnõz” der. Ben bugün, bir yurt gezisinde çocuklarõ için iş ve okul isteyen halka “Hiçbir şey olamõyorlarsa, öğretmen olsunlar” diyen dönemin başbakanõnõ düşündüm. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle