Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2009 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Kimlik Kaşınması
ZOR bir karar öncesinde “düşünüp taşınmak”tan
söz ederiz. Bodrumlu gemici satın alacağı tekne
konusunda tereddüt eden kişiye akıl verirken “iyi
düşünceyn taşınceyn” dedikten sonra bir de
“kaşınceyn” demekten kendini alamaz.
Kolonyalizm ve emperyalizm aşamalarının
ardından küreselleşme dolaplarıyla gariban halkları
aldatmaya yönelen Batılı kurnazlar, dünyanın önüne
“etnik kimlik” diye bir kavram attılar, şaşkın ülkelerin
insancıkları bu kavramla ne yapmaları gerektiğini
düşünüp taşınıp kaşınmaktalar.
Türkiye’nin bazı politikacıları da ne yapacaklarını
henüz tam kestirebilmiş sayılmazlar.
Son icat, Şırnak milletvekili Rasih Kaplan’ın
“etnik sayım” önerisidir.
Bundan sonra yapılacak nüfus sayımlarında din,
mezhep ve etnik kökene ilişkin sorular da olmalıymış.
Yani kaç Sünni ya da Alevi Müslüman, kaç Ortodoks
ya da Katolik Hıristiyan, kaç Musevi, kaç Kürt ya da
Çerkes vatandaşımız bulunduğunu bilmeliymişiz.
Niçin?
Ortak vatandaşlık kimliğimiz “Türk”lük değil mi?
Vatandaş eşitliğine dayalı cumhuriyetin başka
kimlik bilmesi gerekir mi?
Yoksa, ayrı statüler, azınlıklar, ayrıcalıklar
yaratılarak eskinin sorunları ve yasakları yeniden mi
yaşanacak? “AB üyesi ülkelerle uyum içinde
yapılması gereken bir nüfus sayımında” onların
sormadığı bu tür sorulara ne gerek olabilir?
AB ile ilişkiler çerçevesinde yapılabilecek tek şey,
Lozan’a atıfta bulunarak azınlık kavramının ancak o
devletler arası antlaşma hükümleri çerçevesinde
geçerli olabileceğini yeniden tescil ettirmektir. Daha
da doğrusu, “etnik hak” kavramı yerine çok daha
çağdaş olan “bireysel özgürlüklere saygı” kavramını
geliştirmek ve etnik farklılığı bir topluluk hakkı
statüsüyle korumanın cumhuriyetçi düşünceyle
bağdaşmayacağını vurgulamak olabilir.
Ankara hükümetinin Lozan’a yolladığı
delegasyon, yakın gelecekte cumhuriyet ilan
edileceğini ima ederek “gayrimüslim” azınlıklar
sorunu vesilesiyle buna yakın bir görüşü savunmuş,
ama yeterince inandırıcı olmamıştı. Cumhuriyet
Lozan’dan önce ilan edilseydi, belki hem o sorun
daha doğru çözülmüş olur hem de bireysel
özgürlüklerin genel olarak anayasal güvence altına
alınmasıyla daha sonraki yasaklayıcı uygulamalara
gerek kalmazdı.
Bu nedenle, sonradan içine düşülen şiddet
ortamında Batı’daki anlayışsızlığın ve Türkler
konusundaki önyargının payı asla yadsınamaz.
Kürt ayrımcılığını dıştan kışkırtan sinsi çabaların
da.
Bölgenin politikacıları, yabancıların ortaya attığı
kavramlarla boğuşup halkı da aynı anlamsızlığa
çekeceklerine, toprak reformu ve ekonomik-sosyal
planlamayla kendi insanlarının gerçek sorunlarına
çare arasalar olmaz mı?
Ü
lkenin siyasi ve hukuki gündemi
her gün değişiyor. Nerede, kimin
tarafõndan hazõrlandõğõ bilinmeyen
düşünceler yasalaşõyor ve birtakõm
idari kararlar uygulamaya konu-
luyor. Yeni kurumlar oluşturuluyor. Mevcut
idari yapõ değiştiriliyor.
Devlet kurumlarõnda görevli memurlarõn yer-
leri kurumlarõn özellik, gelenek ve ihtiyaçla-
rõ gözetilmeden değiştiriliyor ve etkisizleşti-
riliyor. Emekliliğe zorlanõyorlar, yerlerine
yandaşlar atanõyor. Diyanet İşleri kadrolarõ bir
atlama tahtasõ olarak kullanõlõyor. Kamu yö-
netimindeki bu olumsuz gidiş tek tek, ağõr ağõr
ve õsrarla yapõldõğõ için bütünüyle görülemi-
yor ve anlaşõlamõyor.
Aslõnda amaçlanan ve yapõlan ülkenin siyasal
ve anayasal yapõsõnõn değiştirilmesidir. Bu da
geniş çapta gerçekleştirilmiştir.
Temel düşünce yapõsõ, kurumlarõ ve işleyi-
şi anayasada düzenlenmiş olan devletin yanõ
başõnda (arkada ve perde arkasõnda) paralel bir
devlet yapõsõ kurulmuştur.
Milli egemenliğin temel organõ olan TBMM
artõk hükümetçe yönlendirilen bir yapõya dö-
nüştürülmüştür. Yasa tasarõlarõ açõklõğa ka-
vuşmadan ve tartõşõlmadan, Meclis komis-
yonlarõnda olgunlaşmadan çok zaman genel
kurulda geceyarõsõ yapõlan değişiklikler ve ek-
lemelerle halkõn gözünden kaçõrõlarak çõkarõ-
lõyor ve yasalaşõyor.
Sözlü sorular Meclis Başkanõ’nõn siyasal süz-
gecinden geçiriliyor, beğenilmeyenleri ce-
vaplandõrõlmõyor. Genel görüşme ve gensoru
yollarõ da kapatõlmõştõr.
Bakanlar Kurulu çok nadiren toplanõyor. Bu-
rada görüşülüp kararlaştõrõlmasõ gereken ko-
nular, arkadaki bilinmeyen karar mercilerin-
ce hazõrlanõp Türkiye’nin gündemine getirili-
yor ve hemen uygulamaya konuluyorlar.
Devletteki yapõsal değişiklikler; açõlõmlar,
özelleştirmeler, önemli ekonomik kararlar, bü-
yük ihaleler ve atama sistemleri bu bilinme-
yen ve görünmeyen karar mercilerinin yöne-
timinde ve denetiminde gerçekleştiriliyor.
Bakanlar Kurulu eski Sovyet sisteminde olduğu
gibi, gerçekte önemli siyasal kararlarõ alan ve
ülkeyi yöneten bir organ olmaktan çõkmõş ve
bir müdürler kuruluna dönüşmüştür.
Bağımsız kurumlar
Hükümetin hiyerarşisinde olan kurumlar ve
bakanlõklar, gerçekte bakanlarõ tarafõndan de-
ğil, bu bilinmeyen organca yönetiliyorlar.
Ekonomiyi yönlendirmek ve denetlemek için
kurulan bağõmsõz kurumlar ise yapõlaşmalarõ
gereği naylon bir ambalajdõrlar.
Şu anda AKP’nin eliyle kurulan ve yöneti-
len bu sistem, ordu ve yargõ ile kõsmen de üni-
versitelerde anayasa ve siyasal dengeler se-
bebiyle tam olarak uygulanamõyor.
Silahlõ kuvvetler demokratik ve etik olma-
yan bir biçimde psikolojik savaş ortamõna so-
kulmuştur. Anayasal yollarla değil, bu yeni sis-
temle denetlenmek istenmektedir. Adalet Ba-
kanlõğõ yasal anlamda ve uygulamada demok-
ratik bir kurum değildir. Bakanlõk yargõnõn ba-
ğõmsõzlõğõna inanmayan kadrolarõn elinde-
dir. Yargõyõ kontrol etme, sindirme, kadro-
laştõrma arzusundadõr. Önce yandaş savcõ ve
yargõç, sonra da yandaş bir yargõ yaratõlmak
istenmektedir.
Üniversitelerdeki durum daha da kötüdür.
Eski ve gelişmiş üniversiteler ekonomik bas-
kõ altõnda tutuluyorlar, yenilerinin kurulmasõ
ve gelişmesi ise kadrolaşma için bir fõrsat oluş-
turmuştur. Bu bir yõkõm programõdõr. Sonuç-
larõ yarõnlarda ortaya çõkacaktõr. Bütün bu ya-
põlanlar, demokrasinin verdiği imkânlarla de-
mokratik yapõnõn yõkõmõ programõnõn uygu-
lanmasõdõr.
Üstelik bütün bunlarõ gerçekleştiren AKP ik-
tidarõ aslõnda bir azõnlõk iktidarõdõr. Seçim ka-
nunlarõ ve demokratik gelenek yoksunluğu-
muzun bir sonucu olarak iktidarõnõ sürdür-
mektedir. Bu iktidarõn anayasal yapõyõ değiş-
tirmek bir tarafa, iktidarda oturma hakkõ bile
yoktur.
Devletin Fotoğrafõ...
Güven DİNÇER Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili
Silahlõ kuvvetler demokratik ve etik olmayan bir biçimde psikolojik savaş ortamõna
sokulmuştur. Anayasal yollarla değil, bu yeni sistemle denetlenmek istenmektedir.
Adalet Bakanlõğõ yasal anlamda ve uygulamada demokratik bir kurum değildir.
Bakanlõk yargõnõn bağõmsõzlõğõna inanmayan kadrolarõn elindedir. Yargõyõ kontrol
etme, sindirme, kadrolaştõrma arzusundadõr. Önce yandaş savcõ ve yargõç, sonra da
yandaş bir yargõ yaratõlmak istenmektedir.
S
abancõ Üniversitesi öğretim
üyeleri Prof. Dr. Ali Çarkoğ-
lu ve Prof.Dr. Ersin Kalaycı-
oğlu’nun 2008-2009 yõllarõnõ kap-
sayan “Türkiye’de Dindarlık:
Uluslararası Bir Karşılaştırma”
konulu araştõrmalarõ toplumda tek ba-
şõna “insanın” algõlanmasõ ve yaz-
gõcõlõk konusunda bir dizi düşünce-
yi de beraberinde getiriyor. Hazõr-
lanan rapora göre deneklerin yüzde
28’i “hayatın akışını kendisinin de-
ğiştirebileceğine” inanmakta, yüz-
de 50’lik geniş bir grupsa “Hayatı
değiştirebilmek için yapabilece-
ğimiz çok az şey vardır” görüşünü
belirtmektedir.
Eğer toplumun büyük bir bölümü
yaşamõn akõşõnõ değiştirmede ken-
disine düşen görevin çok az olduğunu
düşünüyorsa (eminim azõmsanma-
yacak bir grup bunun ayõrdõnda bi-
le değildir) Rönesans insanõndan da
geride demektir.
Bilindiği gibi Rönesans Avrupa ta-
rihinde 14. ve 16. yüzyõllarõ kapsa-
yan bir dönemdir. Eski Yunan ve Ro-
ma kültürünün canlandõrõlmasõ bu dö-
nemin en temel özelliğidir. Rönesans
insanõ da evrensel insan (UOMO
UNIVERSALE) olarak bilinir. Rö-
nesans’õn ideal insan kavramõ Leon
Battista Alberti’nin “İnsan isterse
her şeyi yapabilir” özdeyişinde en
açõk bir biçimde ifadesini bulmuştur.
Bu ideal, insanõn büyük bir top-
lumsal enerji kaynağõ oluşturduğu-
nu ve sadece insan olmanõn bile öz-
güven sahibi olmaya yeteceğini çok
güzel bir biçimde anlatmaktadõr.
Aydınlanma felsefesi
İnsanõn özgüveninin olmasõ her
şeyden önce tanrõ merkezli evren an-
layõşõnõn yerini insan merkezli evren
anlayõşõna bõrakmasõyla olanaklõdõr.
Bu toplumsal olgu daha sonralarõ 18.
yüzyõlda ifadesini Aydõnlanma fel-
sefesiyle doruk noktasõna ulaştõra-
caktõr. Şu halde insanõn özgüven sa-
hibi oluşu, aydõnlanmayla, başka
deyişle us ve inancõn birbirinden ay-
rõlmasõyla gerçekleşir. Söz konusu
araştõrmaya bu açõdan bakõldõğõnda,
deneklerin ancak yüzde 28’inin ya-
şamõn akõşõnõ kendilerinin değişti-
rebileceklerine inanmalarõ buna kar-
şõn yüzde 50’sinin adeta “ne gelir el-
den” dercesine yaşamõ değiştire-
bilmek için yapabileceklerinin çok
az olduğunu belirtmeleri toplumu-
muzda insanlarõn kendilerine gü-
venlerinin ne denli az olduğunu,
bunun da beraberinde yazgõcõlõğõ
getirdiğini göstermektedir.
Şükürcü bir toplum oluşumuz,
“Beterin beteri var” deyişine sap-
lanõp kalarak dayanõlmasõ en güç du-
rumlarõ sineye çekişimiz; tepkisizli-
ğimiz, duyarsõzlõğõmõz, vurdum-
duymazlõğõmõz, adamsendeciliği-
miz, “Ben tek başıma ne yapabili-
rim ki?”, “Her şey benim gücü-
mün dışında” gibi sõğõnaklar bul-
mamõz müthiş bir uyuşukluğu ve
edilgenliği de beraberinde getir-
mektedir. Uyuşuk ve edilgen bir
toplum asla organize olamaz. Her za-
man durağandõr. Üzerine ölü topra-
ğõ serilmiş gibi sessizdir.
Bu uyuşukluk, bu durağanlõk, bu
kendine güvensizlik bazõ dünya gö-
rüşlerince desteklenir ve karşõmõza
yazgõcõlõk olarak çõkar. Bu dura-
ğanlõğõn, kimi zaman da aymazlõk
boyutuna varan tembelliğin bir baş-
ka nedeni de sorumsuzluktur. Çün-
kü belli bir davranõşta bulunan, ey-
leme geçen insan her şeyden önce ey-
leminden ötürü sorumluluk taşõma-
sõ gereken insandõr. Yazgõcõlõk da bu
sorumluluğu üzerine almamaktõr.
Teslimiyetçilik
Teslimiyetçilik ve edilgenlik top-
lumumuzda kültürel bir olgudur.
Öyle ki atasözlerimizde bile yer et-
miştir: “Gemisini kurtaran kap-
tan”, “Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın”, “Üzümünü ye bağını
sorma” gibi atasözleri belirli olay-
lar karşõsõnda toplumsal edilgenli-
ğimizin kökenlerini çok eskilerde
aramak gerektiğini ortaya koymak-
tadõr. Eğitim sistemi de bu olguyu
iyice perçinlemektedir.
Öğrencinin başarõsõna değil, ba-
şarõsõzlõğõna odaklanan bir eğitim sis-
teminden kendine güvenen kuşaklar
yetiştirmesi beklenemez. Atatürk
“Türk, öğün, çalış, güven” deyişi-
ni tüm bu olumsuzluklarõ gördüğü
için söylemiştir.
Büyük Önder de Türk ulusunun
özgüvenini inşa etmek için bu dü-
şüncesini savaş meydanlarõnda olsun,
barõş zamanõnda olsun her zaman
çeşitli vesilelerle göstermeye çalõş-
mõş, Türk ulusunu özgüven eksikli-
ğinden kaynaklanan aşağõlõk kom-
pleksinden kurtarmak için yaşamõnõ
bile ortaya koymuştur. O Türk gen-
cinin, Türk erkeği ve kadõnõnõn her
zaman başõ dik, onurlu ve bunun ver-
diği kendine güvenle yolunda yürü-
mesini bizlere kalõt olarak bõrak-
mõştõr. Bu bakõmdan en başta Ulu
Önder Atatürk evrensel insan idea-
lini kendi kişiliğinde gerçekleştir-
miştir. Ne mutlu bizlere ki karşõ-
mõzda duran bu ideal insan kendi ulu-
sumuzdan çõkmõştõr.
Hepimizin içinde yaşadõğõmõz top-
lumun, ulusumuzun, dünyamõzõn
daha yaşanõlõr kõlõnmasõ için az ya da
çok yapabileceği bir şeyler daima
vardõr. Yeter ki Ulu Önderimizi ör-
nek alalõm ve beynimizi iğdiş eden
boş inançlardan, kalõplaşmõş yargõ-
lardan, dogmalardan uzak duralõm.
Ve böylece “insan” olmanõn yani de-
ğiştirmenin tadõna varalõm.
Türkiye’de Dindarlõk Araştõrmasõ ve ‘İnsan’ Algõsõ
Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY Marmara Üni. BESYO
Hepimizin içinde yaşadõğõmõz toplumun, ulusumuzun, dünyamõzõn
daha yaşanõlõr kõlõnmasõ için az ya da çok yapabileceği bir şeyler daima
vardõr. Yeter ki Ulu Önderimizi örnek alalõm ve beynimizi iğdiş eden
boş inançlardan, kalõplaşmõş yargõlardan, dogmalardan uzak duralõm.
Ve böylece “insan” olmanõn yani değiştirmenin tadõna varalõm.
24 Kasõm’da Öğretmenler ve Düşündüklerim…
1
940’lõ yõllar... 21
Köy Enstitüsü ku-
rulmuş. Her birinin
derslik, fõrõn, hamam,
kitaplõk, öğretmenevi,
revir, uygulama okulu
tamamlanmõş, yolu ya-
põlmõş, suyu bağlanmõş.
Türkiye’nin yalnõzca 9
köyünde elektrik var-
ken, tümü elektriğe ka-
vuşmuş...
Ben bugün, yolsuz,
susuz, elektriksiz, okul-
suz köyleri, öğretmen-
siz okulları ve okula
gitmeyen çocuklarımı-
zı düşündüm.
Yõl 1941... Cumhur-
başkanõ İsmet İnönü,
Savaştepe Köy Enstitü-
sü’ne gelir. Yolda kar-
şõlaştõğõ öğrencinin tor-
basõnda ne olduğunu
merak eder.
Açõlan torbadan ek-
mek, peynir, köfte, zey-
tin ve bakanlõk klasik-
lerinden “Antigone” çõ-
kar. İnönü, yanõndaki
paşaya, “Bak Paşa”
der; “ekmeğin yanında
kitap. Ne zaman yurt-
taşımız, ekmekle kita-
bı bir tutabilecek dü-
zeye ulaşırsa, Türkiye
o zaman gerçekten
kurtulacaktır”.
Ben bugün, yozlaşan
eğitim sistemimizin bi-
zi getirdiği yeri dü-
şündüm.
Yõl 1945... Öğretmen
Nafiz Evren, “Öğren-
cilerimiz ekmek yer
gibi, kitap okuyorlar-
dı. Hatta köylerine
izinli gidenler, dönüş-
lerinde arabaya vere-
cekleri parayı kitaba
verip, okula yayan ge-
liyorlardı” diyor.
Bir başka öğretmen,
“Çifteler’deki öğren-
cilerimizin okuma dü-
zeyine yetişebilmemiz,
önemli bir sorun olu-
yordu” diye konuşu-
yor.
Ben bugün, kitap ve-
rerek pencere açan ba-
sınımızı ve televole kül-
türüyle beslenerek
pencereleri kapatan
anlı şanlı medyamızı
düşündüm.
Cumhuriyet’in ilk yõl-
larõnda, dönemin Milli
Eğitim Bakanõ Mustafa
Necati, Kõrşehir Vali-
si’ne telgraf çekerek
“İlinize öğretmen gön-
deriyorum. Onu kar-
şılayınız” der.
Ben bugün, bir yurt
gezisinde çocukları için
iş ve okul isteyen hal-
ka “Hiçbir şey olamı-
yorlarsa, öğretmen ol-
sunlar” diyen döne-
min başbakanını dü-
şündüm.
Din derslerinin öğ-
rencilere zorunlu ola-
rak okutulduğu, edebi-
yat kitaplarõnõn çağõn
gerisinden haber verip,
mantõk, sosyoloji ders-
lerinin gereksiz sayõl-
dõğõ, felsefe derslerinin
ise zorunlu ders olmak-
tan çõkarõldõğõ, böylece
yaşamõ sorgulamanõn ve
akõlcõ düşünmenin önü-
nün tõkandõğõ eğitim sis-
temimizi görünce...
Ben bugün, 1930’lu,
40’lı yıllarda felsefe
kitabı yazan İçişleri
Bakanı Emin Erişirgil’i,
sosyoloji kitabı yazan
Dışişleri Bakanı Nec-
mettin Sadak’ı, mantık
kitabı yazan Maarif
Bakanı Hasan Âli Yü-
cel’i düşündüm. Ve ba-
kanlarının kitap yaz-
dığı Türkiye’yi, o ki-
taplarla aydınlanan-
aydınlatan Cumhuri-
yet Kuşağı’nı ve 21
Köy Enstitüsü, 477
Halkevi, 4332 Halko-
dasıyla yapılanları ve
başarılanları düşün-
düm.
Ben bugün, Anado-
lu’ya koşarak giden
isimsiz kahramanları,
ülkesinin kalkınma
kervanına katılan
Cumhuriyet öğret-
menlerini düşündüm.
Akşam yıkadığı çama-
şırını sabah kurutup
giyen öğretmen Meh-
met Koç’u, cebine te-
beşiri, sırtına kara tah-
tayı alıp, kahve kahve
dolaşarak okuma yaz-
ma öğreten eğitimci
Nazif Evren’i ve laik
Cumhuriyetin sesini
Denizli Kayabaşı’nda
yükselten öğretmen Ali
Karlõk’ı düşündüm.
Ben bugün, geçirdi-
ği kazadan sonra bas-
tonla yürüdüğü için
öğretmenlik hakkı
elinden alınan “Öğret-
menlik benim hayatõm-
dõr, hayatõm çalõnmõş
gibi, sõnõfõmõ geri ve-
rin” diyen öğretmen
Filiz Atacan’ı düşün-
düm.
Ben bugün, Iğdır 75.
Yıl Yaycı İlköğretim
Okulu 2. sınıf öğrenci-
si Ayşe’nin, şubat tati-
linde kendisini almaya
gelen olmadığı için ağ-
layarak öğretmenine;
“Ben bu tatilde köyüme
gitmeye çok hazõrlan-
mõştõm.
Harçlõklarõmdan bi-
riktirip, kardeşlerime kâ-
ğõt mendil ve bisküvi
almõştõm” şeklindeki
yürek dağlayan sözle-
rini düşündüm. Ben
bugün, okulları açık
olmadığı halde her gün
önlüklerini giyip, çan-
talarını alarak okul-
larına giden, “Belki bi-
zi görünce okulumuz
açõlõr” diyen Siverekli
çocukları düşündüm.
Ben bugün;
Dünya pedagoji an-
siklopedilerine “Türk
Buluşu Kurumlar” ola-
rak geçen,
Batılı bilim adamla-
rının doktora tezlerine
konu olan,
UNESCO tarafın-
dan tüm geri kalmış
ülkelere “Çağdaş Bir
Kalkõnma Modeli” ola-
rak sunulan,
Mimari projeleri ko-
ruma altına alınan,
Kurtuluş Savaşı’nın
ardından ikinci bir
kurtuluş hamlesi baş-
latan Köy Enstitüleri-
ni düşündüm. Ve ulu-
sal, toplumsal, sosyal,
kültürel mücadelemi-
zin sessiz kahraman-
larına ve eğitim çınar-
larına 24 Kasım Öğ-
retmenler Gününüz
kutlu olsun demek is-
tedim.
Neşe DOSTER
Cumhuriyet’in ilk yõllarõnda, dönemin Milli Eğitim Bakanõ Mustafa
Necati, Kõrşehir Valisi’ne telgraf çekerek “İlinize öğretmen
gönderiyorum. Onu karşõlayõnõz” der. Ben bugün, bir yurt gezisinde
çocuklarõ için iş ve okul isteyen halka “Hiçbir şey olamõyorlarsa,
öğretmen olsunlar” diyen dönemin başbakanõnõ düşündüm.
mumtazsoysal@gmail.com