18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2009 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Açlık Zenginlerin Önceliği Değil.. Küresel ısınmada milat olarak anılan Kyoto’dan (1997) sonra 7-8 Aralık’ta bir ikinci milat sayılan Kopenhag İklim Zirvesi’ni önceleyen düzineyle ön toplantının ardından Dünya Gıda ve Tarım Günü ve 20 Kasım Dünya Çocuk Günü’nün neredeyse aynı zaman dilimine denk gelmesi salt raslantıdan ibaret değil. Zira gezegenini ve üzerinde yaşayanların varlığına yönelik potansiyel tehlike olan bu üç küresel sorunu birbirlerinden soyutlayarak düşünmek olanaksız. Daha açık bir deyişle bu üç sorun birbirleriyle bağlantılıdır. İklim değişiklikleri ve küresel ısınmanın baş sorumlusunun sera etkili gaz salınımları olduğu ve çaresinin de söz konusu gaz salınımlarının azaltılmasından geçtiği bilimsel olarak saptandığı uzun yıllardan bu yana kimse için sır değilir. Küresel ısınma, kuraklık, taşkınlar ve benzeri bir dizi doğal felaketin giderek artmasının kaynağında ise küresel ısınmanın varlığı da keza, bilinmektedir. Bütün bunlar ise kolaylıkla anlaşılacağı üzere bugün 1.5 milyar sınırını aşan açlığı tetikleyen önde gelen nedenler arasındadır. Açlık ve susuzluk ‘hemen şimdi’ önlem alınmazsa giderek artacaktır. Açlıktan, kuşkusuz, çocuklar da nasibini alıyor. BM (Birleşmiş Milletler) verilerine göre aç çocukların sayıları 40 milyon gibi vahim bir düzeydedir. Yoksulluk sınırı altındaki çocukların sayıları ise 380 milyon. Daha birkaç gün önce basında yer alan haberlere göre dünya zengini Birleşik Devletler’de bir milyon çocuk az beslenme sorunuyla karşı karşıyadır. Ve daha fazla kâr hırsıyla yarattıkları finansal krizde batma tehlikesiyle karşı karşıya olan bankaları ayağa aldırmak için milyarlarca milyar doları gözden çıkaran Amerika, bir milyon az beslenen çocuğunun bu yaşamsal sorunu kaşısında çaresizdir. Kronik açlığın yaşandığı Afrika ve Uzakdoğu ükelerini bırakınız, zengin Fransa ve İtalya gibi Avrupa ükeleri de açlarına, az beslenenlerine, evsiz barksızlarına çare üretmekte yayadır. Yoksul, aç, az beslenen, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yoksun, ağır işlerde yok pahasına zorla çalıştırılan, eline silah verilerek savaşa sürülen, Tanrının her günü otuz bini ölüp giden çocuklar günümüz dünyasının yüz karası, bağışlanmaz insanlık ayıbıdır. BM uzmanı İsvçreli bilim adamı Jean Ziegler’in deyişiyle “İnsanların açlıktan ölmesi, insanlığa karşı işlenen bir cinayettir”. İklim değişikliklerinin, küresel ısınmanın sorumlusunun sera etkili gaz salınımları olduğu bilinmektedir. Odağında ise gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sanayilerinde kullanılan fosil yakıtlar yer almaktadır. Uzun zamandır gündemde olan çare ise sera etkili gaz salınımlarının kısa, orta ve uzun vadede azaltılmasıdır. Ne var ki, konuyla ilgili olarak üretilen sayısız planlar, her defasında ‘rekabeti önleyeceği, maliyeti arttırarak kârları olumsuz yönde etkileyeceği’ bahanesiyle engellenmekte, başka baharlara ertelenmektedir. BM bilim adamları ve uzmanlar söyleyeceklerini söylemişler, topu hükümetlere atmışlardır. Ancak görülen o ki, hükümetler ‘acilen, hemen şimdi’ harekete geçmek yerine çeşitli planlar ve önerilerle işi savsaklamakta, laf üretmekten öte bir şey yapmamaktadırlar. Daha açık bir deyişle, Kopenhag İklim Zirvesi, çocukların sorunları, dünyada yoksulluk ve açlığın önlenmesi yönünde kimse ‘acilen, hemen şimdi’ türünde bir karar almak niyetinde görünmemektedir. Biraz da bu yüzden Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün kasım ortasında yapılan zirvesinin sonuç bildirgesinde “Açlık zengin ülkelerin öncelikleri arasında yer almamaktadır” denmiş, ayrıca hedefin, açlığın önlenmesi olduğunun altı çizilmiştir. Ancak, ne rakamdan ne de zamandan söz edilmemiştir. Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından Jacques Chirac’ın 2002 yılında Johannesburg’da düzenlenen ‘Dünya Sürdürülebilir Gelişme’ zirvesinde söyledikleri, Kopenhag zirvesi yanı sıra ne yazık ki “Çocuk ve açlık sorunları” için de geçerlidir: “Evimiz yanıyor, biz başka tarafa bakıyoruz!” DMİTRİY BABİÇ Kosova’da 15 Kasõm’da yapõlan yerel seçimler, bölge açõsõndan, tarihi önem taşõyor. Bu seçimlerin önemi sadece Kosova’nõn Şubat 2008’de tek taraflõ bağõmsõzlõk ilanõndan sonraki ilk seçimler olmasõndan kaynaklanmõyor. Seçimleri önemli kõlan asõl husus, ilk kez bu seçimlerin AGİT ya da Birleşmiş Milletler denetiminde değil de yerel hükümetin denetiminde yapõlõyor oluşu. Seçimlere katõlõm, yüzde 42.2 oranõndaydõ ki bu yerel seçimler açõsõndan hiç de küçümsenmeyecek bir rakamdõr (Unutmayalõm ki Rusya’da uzun yõllar boyunca yerel seçimlere katõlõm yüzde 25’lerde seyretmişti). Seçimlere, bölgedeki Sõrplarõn da önemli kõsmõ katõldõ. Seçimlere Sõrplardan da yoğun katõlõmõn olmasõ, bu seçimlerin kesinlikle meşru seçimler olduğu anlamõna gelmiyor, hiç kuşkusuz. Rusya Devlet Başkanõ Dmitriy Medvedev’in geçen haftalarda Belgrad ziyaretinde de dile getirdiği gibi, ayrõlõkçõ bir bölgenin bağõmsõzlõğõnõn herhangi birkaç devlet tarafõndan değil de ABD ve AB tarafõndan tanõnmasõ, dünyada son derece tehlikeli bir süreci başlatõyor ve diğer ayrõlõkçõ bölgeler için de örnek oluşturuyor. Fakat bu seçimlerde, Kosova’nõn bağõmsõzlõğõnõn tanõnõp tanõnmamasõ değildi söz konusu olan. Bu seçimlerde yanõtõnõ arayan soru, bu devletin bundan böyle sadece Arnavutlar tarafõndan mõ yönetileceği, yoksa Kosovalõ Sõrp nüfusun, en azõndan yerel düzeyde siyasi süreç üzerinde etkisini mi koruyacağõ idi. Boykot mu, oy kullanmak mı... Kosovalõ Sõrplarõn “ülke genelinde” siyasi etki sahibi olma şanslarõ pratikte sõfõra yakõn durumda. Zira Kosova’nõn 2 milyon civarõndaki nüfusu içinde Sõrplarõn sayõsõ sadece 120 bin. Bu şartlar altõnda, parlamentoda nüfuz sahibi bir Sõrp partisinin oluşmasõ imkânsõz. 17 Kasõm 2007’deki parlamento seçimleri de bunu göstermiş ve bu seçimlerde parlamentonun bütün sandalyeleri Arnavut partiler arasõnda paylaşõlmõştõ. Oysa yerel seçimlerde durum daha farklõ. Kosova genelindeki 38 belediyeden 5 tanesinde Sõrplar çoğunluğu oluşturuyor. Dolayõsõyla bu seçimlere katõlmak, yerli Sõrplara, yerel yönetimlerde iktidarõ koruma şansõnõ sağlayacaktõ. Bu 5 belediyeden, kuzeyde, Sõrbistan denetimindeki bölgeye bitişik olan ikisinde Priştine Arnavut yönetiminin denetimi bulunmuyor. Bu nedenle buradaki Sõrplar, yerel seçimlere katõlma gereği duymadõlar. Oysa etrafõ Arnavut bölgeleriyle çevrilmiş olan diğer üç Sõrp belediyesinde durum daha farklõ. Burada Sõrplar, Belgrad yönetiminin çağrõsõna uyup seçimleri boykot etmek ve bunun sonucunda belediye başkanlõğõ koltuğunda kendilerine düşman bir Arnavut’u görmek seçeneği ile seçimlere katõlarak en azõndan kendi yerleşim yerlerinin belediyesini kendilerinin yönetebilmesi seçenekleri arasõnda kaldõlar. Rusya’nın Balkanlar’a yeniden girme fırsatı Belgrad yönetimi, 1999’daki NATO müdahalesinden bu yana Kosovalõ Sõrplara, “gayrimeşru seçimlere” katõlmama ve yaşadõklarõ bölgeyi terk etmeme çağrõsõ yapõyor. Fakat Kosova’nõn Sõrbistan’dan ayrõlmasõnõn geri Ayrılıkçı bir bölgenin bağımsızlığının herhangi birkaç devlet tarafından değil de ABD ve AB tarafından tanınması, dünyada son derece tehlikeli bir süreci başlatıyor ve diğer ayrılıkçı bölgeler için de örnek oluşturuyor. Fakat bu seçimlerde, Kosova’nın bağımsızlığının tanınıp tanınmaması değildi söz konusu olan. Bu devletin bundan böyle sadece Arnavutlar tarafından mı yönetileceği, yoksa Kosovalı Sırp nüfusun, en azından yerel düzeyde siyasi süreç üzerinde etkisini mi koruyacağı idi. dönülemez bir süreç olduğuna ilişkin kanaat güçlendikçe, Belgrad yönetiminin bu çağrõsõ, özellikle Arnavut nüfusla çevrili yerlerde yaşayan Sõrplar tarafõndan, “kendi kaderine terk edilmek” olarak algõlanõyor. Belgrad yönetiminin karşõ karşõya kaldõğõ durum da hiç imrenilecek gibi değil. Belgrad yönetimini, Kosova’daki seçimlerin meşruiyetini tanõmak, Rusya’dan uzaklaşmak, Rusya ile enerji anlaşmalarõnõ yeniden gözden geçirmek gibi şartlara zorlayan da, diğer taraftan Sõrplara uyguladõğõ vize rejimiyle Sõrp gençlerin AB ülkelerine girmelerini önleyen de (bu arada belirtelim ki şimdiki Sõrp gençliği, Yugoslavya Savaşõ’na katõlmõş olan kuşaktan değil ve dolayõsõyla, o dönemde yaşananlarla hiçbir ilişkisi yok), Sõrbistan yönetiminin girmeyi çok arzuladõğõ Avrupa Birliği’dir. Fakat Sõrbistan’a karşõ ayrõmcõ politikalar uygulayan Batõlõ çevrelerin Kosovalõ Arnavutlara en geniş hoşgörüyü göstermesi, Sõrbistan’da AB üyeliği yanlõlarõnõn oranõnda son yõllarda ciddi bir düşüşe neden oldu. İşte bu ortam, Rusya’nõn Balkanlar’a yeniden girmesi açõsõndan büyük fõrsat yaratõyor. Rusya’nõn 1990’larda Boris Yeltsin döneminde Belgrad’õ önce savaşa cesaretlendirmesi, sonra da teslim olmaya teşvik etmesini Sõrplar hâlâ unutmuş değil. Bu nedenle, AB’den yana hayal kõrõklõğõna uğramõş ve Rusya ile işbirliğine yatkõn hale gelmiş olan bu bölgelere yeniden girerken çok dikkatli olmak ve karşõ tarafta hayal kõrõklõğõ yaratmamak gerekiyor. Aksi takdirde bu hayal kõrõklõğõ, yaşayacağõmõz son hayal kõrõklõğõ olur. Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Rus resmi haber ajansı RİA Novosti, 16 Kasım 2009) Başkan Barack Obama’nõn vaatlerinin demagojiden öteye gitmemesinin nedenleri ABD’nin enerji bağımsızlığı masalı TURKİ EL FAYSAL “Enerji Bağımsızlığı” Amerikan siyaset sahnesinde adeta bir slogan haline geldi ve bu politikacõlarõn gördükleri yerde bebek öpmesi kadar gerekli görülür oldu. Son dönemin bütün ABD başkan adaylarõnõn hepsi bu söyleme uygun hareket etti. Beyaz Saray’õn internet sitesinde “petrol bağımlılığımızı dizginleyip Amerika’yı enerjiden bağımsız bir ülke haline getirmeye” niye ihtiyaç duyulduğu idari prensipler olarak sõralanmõş durumda. Küresel ekonomide düzelme başlayõnca bu türden yepyeni bir retorik dizisi ve bunun sonucu olarak da daha yüksek petrol fiyatlarõna dönüş bekleyin. Ama bu “enerji bağımsızlığı” sloganõ siyasi bir duruş olarak, gerçekçi olmayan, yanlõş yönlendiren ve sonuçta enerji üreten ülkelere olduğu kadar, enerji tüketen ülkelere de zarar veren bir yaklaşõm. Ve bundan da çoğunlukla küresel terorizmden, yüksek benzin fiyatlarõna kadar her şey için suçlanmakta olan ülkem Suudi Arabistan’a “ABD’nin tehlikeli bağımlılığı” anlaşõlõyor. Suudi Arabistan dünyada varlõğõ tespit edilmiş petrol rezervlerinin yüzde 25’inin sahibi olarak dünyanõn en büyük petrol ithalatçõsõdõr ve dünyadaki en büyük üretim kapasitesine sahip ülkedir. ABD petrol üretimi 1970’te düşmeye başlarken o dönemden beri petrol tüketimi tavan yaptõ ve ABD şu anda dünyanõn en büyük petrol tüketicisi. Ufukta, ABD’deki devasa üretimde, ulaşõmda ve askeri alandaki petrol ihtiyacõnõn tümüyle yerini alacak bir teknoloji görünmüyor. Gelecek, ne kadar hayalci olunursa olunsun, yenilenebilir veya yenilenemez petrolün karõşõmõnõ içinde barõndõracak. Bunu dikkate alarak enerji bağõmsõzlõğõ ile ilgili inanç değişikliği yaratma çabalarõ yerine, “enerji dayanışması” için harcanacak çabalara odaklanõlmalõdõr. İster beğenin ister beğenmeyin ABD ve Suudi Arabistan birbirlerine bağlõdõr ve daha on yõllarca bu böyle olacaktõr. Bunu fark etmenin Amerikalõlarõn yürekleri ve cüzdanlarõnõ vuran bir korku haline gelmesine gerek yok. Suudi Arabistan dünyaya sürekli olarak enerji sağlayarak taahhütlerine güçlü bir şekilde bağlõ olduğunu somut girişimlerle dolu geçmişiyle kanõtlamõştõr. Biz istikrarlõ olarak fiyatlarõ aşağõ doğru çekmek için diğer OPEC üyelerinin hepsinden daha fazla uğraştõk ve İran devriminden sonra da birinci körfez savaşõ sõrasõnda Irak’taki üretim kaybõnõ karşõlamak için de 11 Eylül 2001’deki terör saldõrõlarõndan hemen sonra gergin küresel piyasalarõ sakinleştirmek için de arzõ arttõrdõk. Aslõnda, Suudi Arabistan’õn petrol politikasõ son 30 yõldõr istikrarlõ gidiyor; bu politika dünyanõn petrol arzõnõn istikrarõnõ teminat altõna almaktõr. Bugün petrolün varili genellikle 70 dolar civarõnda. Bunu doğru anlayabilmek için, hatõrlamalõyõz ki 1973 krizinde bile 2008 dolar fiyatõ baz alõndõğõnda varilin fiyatõ 100 dolarõn biraz üstündeydi. Yüksek petrol fiyatlarõ hiç kuşkusuz, ABD’nin enerji bağõmsõzlõğõ adõna konuşanlara yeni bir konu sağlamõştõr. Ama burada da aslõnda ne olup bittiğini anlamak önemli. Son birkaç yõlõn mantõksõz ve sürdürülemeyen fiyat patlamalarõndan sonra, Suudi Arabistan yatõrõmlar yaparak dünyanõn bir arz başarõsõzlõğõ ile bir kez daha şoka girmemesini garanti altõna aldõ. Günde, sürdürülebilir 12.5 milyon varil kapasitesine ulaşmak için yaklaşõk 100 milyar dolar yatõrõm yaptõktan sonra, bugün yaklaşõk günde 4.5 milyon varil yedek kapasitemiz (veya küresel toplamõn yüzde 90’õ) var. Bu, dünya daha fazla petrole gereksinim duyduğu anda, en büyük ikinci ve üçüncü OPEC üreticisinin bir gün içinde yerine geçmeye yeter. ABD ve diğer ülkeler gibi biz de son yõllarda fiyatlarõn yükseliş şeklini hayretle karşõladõğõmõzõ itiraf ediyoruz. Birçok kişi Çin veya diğer gelişen piyasalardan gelen talebi suçladõ. Ama üzücü olan asõl gerçek şu ki dört petrol üreticisi ülke üretim beklentilerini karşõlamayõ başaramamõştõ. 1998 yõlõnda Iran, Irak, Nijerya ve Venezüella günde 12.7 milyon varil petrol üretiyordu. BP gibi belli başlõ şirketler ve bizim Saudi Aramco’daki planlamacõlarõmõz dahil herkes 2008’de bu ülkelerin günde 18.4 milyon varil üretmelerini bekliyordu. Bunun yerine iç çatõşmalar, başarõsõz yatõrõmlar veya Irak’ta olduğu gibi ABD işgali yüzünden günde 10.2 milyon varil ürettiler. Bu fiyatlarõ bir miktar yukarõ çekti. Sonra da spekülatörler serbest fonlar sayesinde gerisini tamamladõ. Fiyatlarõn yükselmesine yol açan başka bir faktörse dünyanõn rafineri kapasitesindeki sõkõntõ oldu. Örneğin ABD’de 30 yõldan fazla bir süre içinde tek bir rafineri bile inşa edilmedi. Buna bir sorun daha ekleyin; farklõ yerlerde farklõ benzinlere duyulan, “butik benzin” ihtiyacõ. Bu anormalliklerden birine üç yõl önce ziyaret ettiğim Chicago’da rastladõm. Chicago’ya 50 mil mesafede bir rafineri var, ama şehrin benzin standartlarõna uymadõğõ için oraya benzin tedarik edemiyor. Onun yerine Chicago’ya benzini batõ kõyõsõndan getirmek zorunda kalõyor. Eğer benzin şehre direkt rafineriden getirilebilse fiyatlar daha düşük olur. Geçen yõl yaşanan benzin fiyatlarõndaki patlamanõn ardõnda birçok neden var, ama Suudi Arabistan bu nedenlerden biri değil. Daha fazla sermaye yatõrõmlarõyla kriz dönemine cevap vermekte yavaş kalan büyük petrol şirketlerinin tam tersine, krallõk bu tip yatõrõmlarõn, kõsa dönem için mantõk dõşõ bile olsa, büyük enerji şoklarõnõn neden olabileceği felaketleri önlemek için gerekli olduğunu fark etti. Petrolün daha çevre dostu hale gelebilmesi için bir milyar dolarlõk bir fon teklif ettik. Üreticileri, tüketicileri ve petrol şirketlerini bir araya getiren Uluslararasõ Enerji Forumu’nu destekledik. Tüketicilerin tam desteğini henüz sağlayamadõysa da forum, ilgili konularõn tartõşõldõğõ toplantõlar düzenledi. Ama Amerikalõlar bütün bunlarõ siyasi liderlerinden duymuyorlar. Örneğin, Barack Obama yaptõğõ ilk konuşmalarõndan birinde “Amerika’nın petrol bağımlılığı, ulusumuzun yüzleşmek zorunda kaldığı en ciddi tehditlerden biridir” dedi. “Diktatörleri finanse ediyor, nükleer silahların yayılması için para ödüyor ve terör karşısındaki mücadelemizde her iki tarafa da fon sağlıyor” diye konuştu ve “enerji bağımsızlığı için ilk adımların atıldığı yolcululuk” dediği şeyin başladõğõnõ duyurdu. Demagojinin albenisi fazla olur, ama ABD’li siyasetçiler cesaretlerini toplayõp enerji bağõmsõzlõğõ masalõnõ bir kerede ve sonsuza kadar çöpe atmalõlar. Eğer insanlarõnõ bağõmsõzlõk serabõna doğru yönlendirmeye devam edip, işbirliği ve dayanõşmanõn vahasõnõ yüzüstü bõrakõrlarsa sonuç sadece bir felaket olur. İngilizce’den çeviren: Çimen Turunç Baturalp (Foreign Policy Dergisi, Eylül-Ekim 2009) KKosova seçimleri: Bölünmeye giden yol
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle