Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2009 PAZARTESİ
10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Açlık Zenginlerin
Önceliği Değil..
Küresel ısınmada milat olarak anılan
Kyoto’dan (1997) sonra 7-8 Aralık’ta bir ikinci
milat sayılan Kopenhag İklim Zirvesi’ni
önceleyen düzineyle ön toplantının ardından
Dünya Gıda ve Tarım Günü ve 20 Kasım Dünya
Çocuk Günü’nün neredeyse aynı zaman
dilimine denk gelmesi salt raslantıdan ibaret
değil. Zira gezegenini ve üzerinde yaşayanların
varlığına yönelik potansiyel tehlike olan bu üç
küresel sorunu birbirlerinden soyutlayarak
düşünmek olanaksız. Daha açık bir deyişle bu
üç sorun birbirleriyle bağlantılıdır.
İklim değişiklikleri ve küresel ısınmanın baş
sorumlusunun sera etkili gaz salınımları olduğu
ve çaresinin de söz konusu gaz salınımlarının
azaltılmasından geçtiği bilimsel olarak
saptandığı uzun yıllardan bu yana kimse için sır
değilir. Küresel ısınma, kuraklık, taşkınlar ve
benzeri bir dizi doğal felaketin giderek
artmasının kaynağında ise küresel ısınmanın
varlığı da keza, bilinmektedir. Bütün bunlar ise
kolaylıkla anlaşılacağı üzere bugün 1.5 milyar
sınırını aşan açlığı tetikleyen önde gelen
nedenler arasındadır. Açlık ve susuzluk ‘hemen
şimdi’ önlem alınmazsa giderek artacaktır.
Açlıktan, kuşkusuz, çocuklar da nasibini alıyor.
BM (Birleşmiş Milletler) verilerine göre aç
çocukların sayıları 40 milyon gibi vahim bir
düzeydedir. Yoksulluk sınırı altındaki çocukların
sayıları ise 380 milyon. Daha birkaç gün önce
basında yer alan haberlere göre dünya zengini
Birleşik Devletler’de bir milyon çocuk az
beslenme sorunuyla karşı karşıyadır. Ve daha
fazla kâr hırsıyla yarattıkları finansal krizde
batma tehlikesiyle karşı karşıya olan bankaları
ayağa aldırmak için milyarlarca milyar doları
gözden çıkaran Amerika, bir milyon az
beslenen çocuğunun bu yaşamsal sorunu
kaşısında çaresizdir. Kronik açlığın yaşandığı
Afrika ve Uzakdoğu ükelerini bırakınız, zengin
Fransa ve İtalya gibi Avrupa ükeleri de açlarına,
az beslenenlerine, evsiz barksızlarına çare
üretmekte yayadır.
Yoksul, aç, az beslenen, sağlık ve eğitim
hizmetlerinden yoksun, ağır işlerde yok
pahasına zorla çalıştırılan, eline silah verilerek
savaşa sürülen, Tanrının her günü otuz bini
ölüp giden çocuklar günümüz dünyasının yüz
karası, bağışlanmaz insanlık ayıbıdır.
BM uzmanı İsvçreli bilim adamı Jean
Ziegler’in deyişiyle “İnsanların açlıktan ölmesi,
insanlığa karşı işlenen bir cinayettir”. İklim
değişikliklerinin, küresel ısınmanın
sorumlusunun sera etkili gaz salınımları olduğu
bilinmektedir. Odağında ise gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin sanayilerinde
kullanılan fosil yakıtlar yer almaktadır. Uzun
zamandır gündemde olan çare ise sera etkili
gaz salınımlarının kısa, orta ve uzun vadede
azaltılmasıdır. Ne var ki, konuyla ilgili olarak
üretilen sayısız planlar, her defasında ‘rekabeti
önleyeceği, maliyeti arttırarak kârları olumsuz
yönde etkileyeceği’ bahanesiyle
engellenmekte, başka baharlara
ertelenmektedir. BM bilim adamları ve
uzmanlar söyleyeceklerini söylemişler, topu
hükümetlere atmışlardır. Ancak görülen o ki,
hükümetler ‘acilen, hemen şimdi’ harekete
geçmek yerine çeşitli planlar ve önerilerle işi
savsaklamakta, laf üretmekten öte bir şey
yapmamaktadırlar. Daha açık bir deyişle,
Kopenhag İklim Zirvesi, çocukların sorunları,
dünyada yoksulluk ve açlığın önlenmesi
yönünde kimse ‘acilen, hemen şimdi’ türünde
bir karar almak niyetinde görünmemektedir.
Biraz da bu yüzden Dünya Gıda ve Tarım
Örgütü’nün kasım ortasında yapılan zirvesinin
sonuç bildirgesinde “Açlık zengin ülkelerin
öncelikleri arasında yer almamaktadır” denmiş,
ayrıca hedefin, açlığın önlenmesi olduğunun
altı çizilmiştir. Ancak, ne rakamdan ne de
zamandan söz edilmemiştir.
Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından
Jacques Chirac’ın 2002 yılında
Johannesburg’da düzenlenen ‘Dünya
Sürdürülebilir Gelişme’ zirvesinde söyledikleri,
Kopenhag zirvesi yanı sıra ne yazık ki “Çocuk
ve açlık sorunları” için de geçerlidir: “Evimiz
yanıyor, biz başka tarafa bakıyoruz!”
DMİTRİY BABİÇ
Kosova’da 15 Kasõm’da yapõlan
yerel seçimler, bölge açõsõndan,
tarihi önem taşõyor. Bu seçimlerin
önemi sadece Kosova’nõn Şubat
2008’de tek taraflõ bağõmsõzlõk
ilanõndan sonraki ilk seçimler
olmasõndan kaynaklanmõyor. Seçimleri
önemli kõlan asõl husus, ilk kez bu
seçimlerin AGİT ya da Birleşmiş
Milletler denetiminde değil de yerel
hükümetin denetiminde yapõlõyor oluşu.
Seçimlere katõlõm, yüzde 42.2
oranõndaydõ ki bu yerel seçimler
açõsõndan hiç de küçümsenmeyecek bir
rakamdõr (Unutmayalõm ki Rusya’da uzun
yõllar boyunca yerel seçimlere katõlõm
yüzde 25’lerde seyretmişti). Seçimlere,
bölgedeki Sõrplarõn da önemli kõsmõ katõldõ.
Seçimlere Sõrplardan da yoğun katõlõmõn
olmasõ, bu seçimlerin kesinlikle meşru seçimler
olduğu anlamõna gelmiyor, hiç kuşkusuz. Rusya
Devlet Başkanõ Dmitriy Medvedev’in geçen
haftalarda Belgrad ziyaretinde de dile getirdiği gibi,
ayrõlõkçõ bir bölgenin bağõmsõzlõğõnõn herhangi
birkaç devlet tarafõndan değil de ABD ve AB
tarafõndan tanõnmasõ, dünyada son derece tehlikeli
bir süreci başlatõyor ve diğer ayrõlõkçõ bölgeler için
de örnek oluşturuyor. Fakat bu seçimlerde,
Kosova’nõn bağõmsõzlõğõnõn tanõnõp tanõnmamasõ
değildi söz konusu olan. Bu seçimlerde yanõtõnõ
arayan soru, bu devletin bundan böyle sadece
Arnavutlar tarafõndan mõ yönetileceği, yoksa
Kosovalõ Sõrp nüfusun, en azõndan yerel düzeyde
siyasi süreç üzerinde etkisini mi koruyacağõ idi.
Boykot mu, oy kullanmak mı...
Kosovalõ Sõrplarõn “ülke genelinde” siyasi etki
sahibi olma şanslarõ pratikte sõfõra yakõn durumda.
Zira Kosova’nõn 2 milyon civarõndaki nüfusu içinde
Sõrplarõn sayõsõ sadece 120 bin. Bu şartlar altõnda,
parlamentoda nüfuz sahibi bir Sõrp partisinin
oluşmasõ imkânsõz. 17 Kasõm 2007’deki parlamento
seçimleri de bunu göstermiş ve bu seçimlerde
parlamentonun bütün sandalyeleri Arnavut partiler
arasõnda paylaşõlmõştõ.
Oysa yerel seçimlerde durum daha farklõ. Kosova
genelindeki 38 belediyeden 5 tanesinde Sõrplar
çoğunluğu oluşturuyor. Dolayõsõyla bu seçimlere
katõlmak, yerli Sõrplara, yerel yönetimlerde iktidarõ
koruma şansõnõ sağlayacaktõ. Bu 5 belediyeden,
kuzeyde, Sõrbistan denetimindeki bölgeye bitişik
olan ikisinde Priştine Arnavut yönetiminin denetimi
bulunmuyor. Bu nedenle buradaki Sõrplar, yerel
seçimlere katõlma gereği duymadõlar. Oysa etrafõ
Arnavut bölgeleriyle çevrilmiş olan diğer üç Sõrp
belediyesinde durum daha farklõ. Burada Sõrplar,
Belgrad yönetiminin çağrõsõna uyup seçimleri
boykot etmek ve bunun sonucunda belediye
başkanlõğõ koltuğunda kendilerine düşman bir
Arnavut’u görmek seçeneği ile seçimlere katõlarak
en azõndan kendi yerleşim yerlerinin belediyesini
kendilerinin yönetebilmesi seçenekleri arasõnda
kaldõlar.
Rusya’nın Balkanlar’a
yeniden girme fırsatı
Belgrad yönetimi, 1999’daki NATO
müdahalesinden bu yana Kosovalõ Sõrplara,
“gayrimeşru seçimlere” katõlmama ve yaşadõklarõ
bölgeyi terk etmeme çağrõsõ yapõyor. Fakat
Kosova’nõn Sõrbistan’dan ayrõlmasõnõn geri
Ayrılıkçı
bir bölgenin
bağımsızlığının
herhangi birkaç
devlet tarafından
değil de ABD ve AB
tarafından tanınması,
dünyada son derece
tehlikeli bir süreci
başlatıyor ve diğer
ayrılıkçı bölgeler için de
örnek oluşturuyor. Fakat
bu seçimlerde, Kosova’nın
bağımsızlığının tanınıp
tanınmaması değildi söz
konusu olan. Bu devletin
bundan böyle sadece
Arnavutlar tarafından mı
yönetileceği, yoksa
Kosovalı Sırp nüfusun,
en azından yerel
düzeyde siyasi süreç
üzerinde
etkisini mi
koruyacağı
idi.
dönülemez bir süreç olduğuna ilişkin kanaat
güçlendikçe, Belgrad yönetiminin bu çağrõsõ,
özellikle Arnavut nüfusla çevrili yerlerde yaşayan
Sõrplar tarafõndan, “kendi kaderine terk edilmek”
olarak algõlanõyor. Belgrad yönetiminin karşõ karşõya
kaldõğõ durum da hiç imrenilecek gibi değil.
Belgrad yönetimini, Kosova’daki seçimlerin
meşruiyetini tanõmak, Rusya’dan uzaklaşmak, Rusya
ile enerji anlaşmalarõnõ yeniden gözden geçirmek
gibi şartlara zorlayan da, diğer taraftan Sõrplara
uyguladõğõ vize rejimiyle Sõrp gençlerin AB
ülkelerine girmelerini önleyen de (bu arada
belirtelim ki şimdiki Sõrp gençliği, Yugoslavya
Savaşõ’na katõlmõş olan kuşaktan değil ve
dolayõsõyla, o dönemde yaşananlarla hiçbir ilişkisi
yok), Sõrbistan yönetiminin girmeyi çok arzuladõğõ
Avrupa Birliği’dir. Fakat Sõrbistan’a karşõ ayrõmcõ
politikalar uygulayan Batõlõ çevrelerin Kosovalõ
Arnavutlara en geniş hoşgörüyü göstermesi,
Sõrbistan’da AB üyeliği yanlõlarõnõn oranõnda son
yõllarda ciddi bir düşüşe neden oldu.
İşte bu ortam, Rusya’nõn Balkanlar’a yeniden
girmesi açõsõndan büyük fõrsat yaratõyor. Rusya’nõn
1990’larda Boris Yeltsin döneminde Belgrad’õ önce
savaşa cesaretlendirmesi, sonra da teslim olmaya
teşvik etmesini Sõrplar hâlâ unutmuş değil. Bu
nedenle, AB’den yana hayal kõrõklõğõna uğramõş ve
Rusya ile işbirliğine yatkõn hale gelmiş olan bu
bölgelere yeniden girerken çok dikkatli olmak ve
karşõ tarafta hayal kõrõklõğõ yaratmamak gerekiyor.
Aksi takdirde bu hayal kõrõklõğõ, yaşayacağõmõz son
hayal kõrõklõğõ olur.
Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Rus resmi haber
ajansı RİA Novosti, 16 Kasım 2009)
Başkan Barack Obama’nõn vaatlerinin demagojiden öteye gitmemesinin nedenleri
ABD’nin enerji bağımsızlığı masalı
TURKİ EL FAYSAL
“Enerji Bağımsızlığı” Amerikan
siyaset sahnesinde adeta bir
slogan haline geldi ve bu politikacõlarõn
gördükleri yerde bebek öpmesi kadar
gerekli görülür oldu. Son dönemin bütün
ABD başkan adaylarõnõn hepsi bu söyleme
uygun hareket etti. Beyaz Saray’õn internet
sitesinde “petrol bağımlılığımızı
dizginleyip Amerika’yı enerjiden
bağımsız bir ülke haline getirmeye” niye
ihtiyaç duyulduğu idari prensipler olarak
sõralanmõş durumda. Küresel ekonomide
düzelme başlayõnca bu türden yepyeni bir
retorik dizisi ve bunun sonucu olarak da
daha yüksek petrol fiyatlarõna dönüş
bekleyin.
Ama bu “enerji bağımsızlığı” sloganõ
siyasi bir duruş olarak, gerçekçi olmayan,
yanlõş yönlendiren ve sonuçta enerji üreten
ülkelere olduğu kadar, enerji tüketen
ülkelere de zarar veren bir yaklaşõm. Ve
bundan da çoğunlukla küresel terorizmden,
yüksek benzin fiyatlarõna kadar her şey için
suçlanmakta olan ülkem Suudi Arabistan’a
“ABD’nin tehlikeli bağımlılığı”
anlaşõlõyor.
Suudi Arabistan dünyada varlõğõ tespit
edilmiş petrol rezervlerinin yüzde 25’inin
sahibi olarak dünyanõn en büyük petrol
ithalatçõsõdõr ve dünyadaki en büyük üretim
kapasitesine sahip ülkedir.
ABD petrol üretimi 1970’te düşmeye
başlarken o dönemden beri petrol tüketimi
tavan yaptõ ve ABD şu anda dünyanõn en
büyük petrol tüketicisi. Ufukta, ABD’deki
devasa üretimde, ulaşõmda ve askeri
alandaki petrol ihtiyacõnõn tümüyle yerini
alacak bir teknoloji görünmüyor. Gelecek,
ne kadar hayalci olunursa olunsun,
yenilenebilir veya yenilenemez petrolün
karõşõmõnõ içinde barõndõracak.
Bunu dikkate alarak enerji bağõmsõzlõğõ
ile ilgili inanç değişikliği yaratma çabalarõ
yerine, “enerji dayanışması” için
harcanacak çabalara odaklanõlmalõdõr. İster
beğenin ister beğenmeyin ABD ve Suudi
Arabistan birbirlerine bağlõdõr ve daha on
yõllarca bu böyle olacaktõr. Bunu fark
etmenin Amerikalõlarõn yürekleri ve
cüzdanlarõnõ vuran bir korku haline
gelmesine gerek yok.
Suudi Arabistan dünyaya sürekli olarak
enerji sağlayarak taahhütlerine güçlü bir
şekilde bağlõ olduğunu somut girişimlerle
dolu geçmişiyle kanõtlamõştõr. Biz istikrarlõ
olarak fiyatlarõ aşağõ doğru çekmek için
diğer OPEC üyelerinin hepsinden daha
fazla uğraştõk ve İran devriminden sonra da
birinci körfez savaşõ sõrasõnda Irak’taki
üretim kaybõnõ karşõlamak için de 11 Eylül
2001’deki terör saldõrõlarõndan hemen sonra
gergin küresel piyasalarõ sakinleştirmek
için de arzõ arttõrdõk.
Aslõnda, Suudi Arabistan’õn petrol
politikasõ son 30 yõldõr istikrarlõ gidiyor; bu
politika dünyanõn petrol arzõnõn istikrarõnõ
teminat altõna almaktõr. Bugün petrolün
varili genellikle 70 dolar civarõnda. Bunu
doğru anlayabilmek için, hatõrlamalõyõz ki
1973 krizinde bile 2008 dolar fiyatõ baz
alõndõğõnda varilin fiyatõ 100 dolarõn biraz
üstündeydi. Yüksek petrol fiyatlarõ hiç
kuşkusuz, ABD’nin enerji bağõmsõzlõğõ
adõna konuşanlara yeni bir konu
sağlamõştõr. Ama burada da aslõnda ne olup
bittiğini anlamak önemli.
Son birkaç yõlõn mantõksõz ve
sürdürülemeyen fiyat patlamalarõndan
sonra, Suudi Arabistan yatõrõmlar yaparak
dünyanõn bir arz başarõsõzlõğõ ile bir kez
daha şoka girmemesini garanti altõna aldõ.
Günde, sürdürülebilir 12.5 milyon varil
kapasitesine ulaşmak için yaklaşõk 100
milyar dolar yatõrõm yaptõktan sonra, bugün
yaklaşõk günde 4.5 milyon varil yedek
kapasitemiz (veya küresel toplamõn yüzde
90’õ) var. Bu, dünya daha fazla petrole
gereksinim duyduğu anda, en büyük ikinci
ve üçüncü OPEC üreticisinin bir gün içinde
yerine geçmeye yeter.
ABD ve diğer ülkeler gibi biz de son
yõllarda fiyatlarõn yükseliş şeklini hayretle
karşõladõğõmõzõ itiraf ediyoruz.
Birçok kişi Çin veya diğer gelişen
piyasalardan gelen talebi suçladõ. Ama üzücü
olan asõl gerçek şu ki dört petrol üreticisi
ülke üretim beklentilerini karşõlamayõ
başaramamõştõ. 1998 yõlõnda Iran, Irak,
Nijerya ve Venezüella günde 12.7 milyon
varil petrol üretiyordu. BP gibi belli başlõ
şirketler ve bizim Saudi Aramco’daki
planlamacõlarõmõz dahil herkes 2008’de bu
ülkelerin günde 18.4 milyon varil
üretmelerini bekliyordu. Bunun yerine iç
çatõşmalar, başarõsõz yatõrõmlar veya Irak’ta
olduğu gibi ABD işgali yüzünden günde 10.2
milyon varil ürettiler. Bu fiyatlarõ bir miktar
yukarõ çekti. Sonra da spekülatörler serbest
fonlar sayesinde gerisini tamamladõ.
Fiyatlarõn yükselmesine yol açan başka bir
faktörse dünyanõn rafineri kapasitesindeki
sõkõntõ oldu. Örneğin ABD’de 30 yõldan fazla
bir süre içinde tek bir rafineri bile inşa
edilmedi. Buna bir sorun daha ekleyin; farklõ
yerlerde farklõ benzinlere duyulan, “butik
benzin” ihtiyacõ.
Bu anormalliklerden birine üç yõl önce
ziyaret ettiğim Chicago’da rastladõm.
Chicago’ya 50 mil mesafede bir rafineri
var, ama şehrin benzin standartlarõna
uymadõğõ için oraya benzin tedarik
edemiyor. Onun yerine Chicago’ya benzini
batõ kõyõsõndan getirmek zorunda kalõyor.
Eğer benzin şehre direkt rafineriden
getirilebilse fiyatlar daha düşük olur.
Geçen yõl yaşanan benzin fiyatlarõndaki
patlamanõn ardõnda birçok neden var, ama
Suudi Arabistan bu nedenlerden biri değil.
Daha fazla sermaye yatõrõmlarõyla kriz
dönemine cevap vermekte yavaş kalan
büyük petrol şirketlerinin tam tersine,
krallõk bu tip yatõrõmlarõn, kõsa dönem için
mantõk dõşõ bile olsa, büyük enerji
şoklarõnõn neden olabileceği felaketleri
önlemek için gerekli olduğunu fark etti.
Petrolün daha çevre dostu hale
gelebilmesi için bir milyar dolarlõk bir fon
teklif ettik. Üreticileri, tüketicileri ve petrol
şirketlerini bir araya getiren Uluslararasõ
Enerji Forumu’nu destekledik.
Tüketicilerin tam desteğini henüz
sağlayamadõysa da forum, ilgili konularõn
tartõşõldõğõ toplantõlar düzenledi.
Ama Amerikalõlar bütün bunlarõ siyasi
liderlerinden duymuyorlar. Örneğin,
Barack Obama yaptõğõ ilk
konuşmalarõndan birinde “Amerika’nın
petrol bağımlılığı, ulusumuzun
yüzleşmek zorunda kaldığı en ciddi
tehditlerden biridir” dedi. “Diktatörleri
finanse ediyor, nükleer silahların
yayılması için para ödüyor ve terör
karşısındaki mücadelemizde her iki
tarafa da fon sağlıyor” diye konuştu ve
“enerji bağımsızlığı için ilk adımların
atıldığı yolcululuk” dediği şeyin
başladõğõnõ duyurdu.
Demagojinin albenisi fazla olur, ama
ABD’li siyasetçiler cesaretlerini toplayõp
enerji bağõmsõzlõğõ masalõnõ bir kerede ve
sonsuza kadar çöpe atmalõlar. Eğer
insanlarõnõ bağõmsõzlõk serabõna doğru
yönlendirmeye devam edip, işbirliği ve
dayanõşmanõn vahasõnõ yüzüstü bõrakõrlarsa
sonuç sadece bir felaket olur.
İngilizce’den çeviren:
Çimen Turunç Baturalp (Foreign Policy
Dergisi, Eylül-Ekim 2009)
KKosova seçimleri:
Bölünmeye giden yol