18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PERİHAN ERGUN Bir Halk Filozofu saydığım büyükanacığım her 10 Kasım’da Atatürk’e indirdiği hatimi gönderirken “Sonbaharla ilkbahar ölüm mevsimidir. Özellikle ekimle kasımda, çoğunlukla yaprakların sararıp düşerek toprağa karışması gibi sevdiklerimiz de ahrete göçer” diyerek fatihasını ölenlerin hepsine okurdu. Çocukluk ve gençlik yıllarımda bu sözleri pek önemsemezdim.. giderek bu gerçeği kabullendim. Geçen yazımda 6 Ekim’in anılarıyla Sevgili Bahriye Üçok’la Behice Boran’ı acıyla anmıştım. Sonbahar, acımasızlığını nefes aldırmadan sürdürüyor. Hemen 10 Ekim’de akciğerlerine musallat olan kanseri hiç önemsemeden işlerini aralıksız, dört elle sarılarak sürdüren gazetemizin titiz Yazı İşleri Müdürü Sayın Mehmet Sucu’yu sonsuza gönderdiğimizi acıyla öğrendik. Ecelin, olgunluğa ulaştığı, gazeteciliğin ustası 49 yaşın en verimli çağında bu acımasız vuruşuna isyan ederken, O’nun sakin, efendi tavırlı, nezaketle selam verişi gözümün önüne gelince sabretmemiz, sakinleşmemiz gerektiğini düşündüm. Birlikte çalıştığı yakın arkadaşlarıyla gazetedeki dostlarının üzüntülerini Sayın eşi Canan Hanım’la biricik yavrusu oğlu Fırat’ın yanan yüreklerine serinletici sabırlar diledim. Yerinin doldurulması zor olan Sucu, kesinlikle orada da nurlar içindedir. Ertesi gün 11 Ekim Pazar sabahı, ilk sıfatı ‘Büyük Sinema Yönetmeni’ olan Halit Refiğ’i yitirdik. Oysa çok kısa süre önce hastanede olduğunu öğrendiğimde O’nun hastalığını yeneceğine inanarak yazmış, kendisine şifalar dilemiştim; Burgazada’da karşı komşumdurlar. Eşi Gülperi Hanım’la telefonla haberleşmemizde “İyileşiyor” demesine çok sevinmiştim. Halit Refiğ sadece usta bir yönetmen değil, büyük bir düşün adamı ve vatansever bir kişiydi. Yıllardır yarattığı büyük yapıtlarında bunu hep kanıtladı. Ayrıca; HaberTürk’te Balçiçek Pamir’in “Söz Sende” saatindeki konukluğunda hiç çekinmeden, “Benim kendilerine öğünçle saygı duyduğum gazeteci, sanatçı, ilim adamı, parti başkanı yurttaşlarım suçlarının ne olduğunu bilmeden ‘Darbecilik’!.? suçlamalarıyla Silivri’de tutuklulukla cezalandırılmışlarken, ben bu içime sinmeyen uygulamada, karşınızda onlardan ayrı, dışarıda özgürce konuşmaktan utanç duyuyor ve ‘beni de alın diyorum’ diye seslenmişti. Bu dileği, şimdi sonsuzlukta beraber olduğu büyük düşün adamı H. Refiğ gibi yürekli, edebiyatımızın yüz akı Demirtaş Ceyhun da Silivri Mahkemesi önünde tutuklamalara tepkilerini gösterenlere sözcülük yaptığı gün açıkça seslendirmişti. O’nun içtenlikli deyişini, Ulusal TV’de her sabah Halil Nebiler, yüklendiği yayında “BENİ de ALIN” kampanyasında, Atatürk’ten emanet aldıkları laik Cumhuriyeti sonsuza dek korumaya ant içen milyonlara varan yurtsever vatandaş, adlarını ve hatta adreslerini de vererek “Beni de Alın” diye yüreklice haykırıyor. Böylece Halit Refiğ’in yalnız olmadığını, O’nunla aynı duyguları taşıdıklarını kanıtlıyorlar. Gene geçen yıl 10 Ekim’de Ağa Han ödüllü, Akyaka’nın kendine özgü mimarı, sevgili eşi, can yoldaşı arkeolog Halet Çambel’in Osmaniye yükseltisinde Türkiye’de ilk kez oluşturduğu Kastabala Açık Hava Müzesi’nin koruyucu, aydınlık çatısının da mimarı olan Nail Çakırhan da sonsuzluğa yürümüştü. O, Nâzım Hikmet’in de mahpusluk, fikir ve şiir yoldaşıydı. Birlikte yarattıkları 1+1= Bir şiirleri tarifsiz, tadına doyulmaz dizeleriyle yaradılıştan şairliklerinin örneklerindendir. 10 Ekim 1971’de bir değerli kaybımız da Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ydı. Kıvılcımlı Yugoslavya göçmeni olarak ailesiyle çocukken Kuşadası’na yerleşmiş. İzmir’le çevresinin işgalinde bıçkın delikanlı olarak aynı benim büyükanam, küçük dayım ve anam gibi İzmir’den ayrılıp Hasköy’de Yörük Ali Efe’nin yanında ve himayesinde Kuvayi Milliye saflarında yer aldı. 1925’ten sonra da Nâzım ve yandaşlarıyla birlikte Komünist Partili oldu. Yaşam boyu halkın hak savunucusu ve öğreticisiydi. Hep suçlanıp mahkûm edildi. 12 Martçılarca da tutuklanacağını öğrenince, Tito’nun himayesinde Belgrat’a sığındı ve orada öldü. Yaprak dökümü, 15 Ekim 2008’de “Türkçem benim ses bayrağım” diyen abide şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca’ yı da rüzgârına kattı. Ben de eşimi 1971’in 21 Ekim’inde genç denecek yaşta, 46’sında kaybettim. Yetmedi.. 1963’ün 12 Kasım’ında henüz 56 yaşındaydı; (10 Kasım’da komaya girerken) “Çok şükür Atatürk’le aynı günde beraber oluyoruz” demişti.. hakkını ödeyemediğim anacığımı yitirdim. Hepsi de ışıklar içinde yatsınlar. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 20 Ekim OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Ekimle Kasımda Dökülen Yapraklar... HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 20 EKİM 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Nezle Ahmet Önen: “Obama’nın 29 Ekim’de ABD’ye davet ettiği Recep’in Cumhuriyet Bayramı’ndan yırtmak için nezle olmasına gerek kalmadı!” Eşit Yaşar Şengel: “Rakının vergisini viskinin vergisine eşitlerken Mehmet’in maaşını da John’un maaşına eşitlesene!” Demagoji Necati Cebe: “Recep, İsrail’i kastederek, ‘Zalimin yanında olmayız’ demiş. İsrail’in arkasındaki baş zalimin emir eri demagoji yapıyor!” 29 Ekim Çalışma Ziyareti Bayramı! ABD ve Büyük Ortadoğu Projesi Başkanı Obama’nın, bizim Recep’i Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümünde Washington’da “çalışma ziyareti”ne çağırması ne anlama geliyor? Hilmi Taşkın’ın yorumu: “12 Eylül darbesinden bugüne siyasal süreci dikkatle incelersek, ülkemizdeki siyasal iktidarların belirlenmesinde Washington etkisini kolayca görürüz. 2002 seçimleri öncesi Recep’in Beyaz Saray ziyareti ve konuşulanlar sırdır. Ancak o konuşma ve anlaşma AKP’yi iktidara taşımıştır. O güç, AKP’yi iktidarda tutmaya da devam etmektedir! Son günlerin moda sözcüğü olan ‘açılım’ telkinleri de o güçten gelmiştir. İsteyen Obama’nın TBMM konuşmasını dikkatlice okusun ve o konuşma sonrası atılan adımlara da nesnel değerlendirmeler yapsın. Bakmayın siz iktidar çevrelerinden ve o çevrelerin medyadaki kalemşorlarının köşelerde ve ekranlarda söylediklerine. Onlar toplumu küresel gücün istediği şekilde yönlendirmeye çabalıyorlar; çok kanallı tekseslilik ile toplum mühendisliği yapıyorlar! Büyük Ortadoğu Projesi trenine bindirilmiş ülkemiz, bildik istasyona doğru sürükleniyor. O istasyonun adı Sevr’dir ve birtakım ‘istasyon şefleri’ bu işte görev almaktadırlar. Bu arada Washington ile İmralı arasındaki ilişkiler de iyi anlaşılmalıdır!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” GEÇEN Cumartesi akşamı, saat 22.30 suları. Çankaya’daki AKP’li “kırmızı telefon”u çevirip Washington’daki ABD’liyi arıyor ve Türkiye’nin “açılım” yaptığı Karabağ konusu ile “açılım” yapacağı Kıbrıs konusunda “yardım” istiyor. Ertesi gün yani pazar sabahı bu telefon görüşmesi Hürriyet gazetesinin sürmanşetinden Fatih Çekirge imzasıyla yayımlanıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Fatih’in yaptığı büyük bir gazetecilik başarısıdır. Kendisi de bunun farkında olmalı ki Çankaya’daki AKP’linin Washington’daki ABD’li ile yaptığı telefon muhabbetini yazarken “Ankara’nın derin kulislerinden süzdüğüm diyalog” diyor. Saat 22.30’da başlayan telefon görüşmesinde neler konuşulduğunu, gazetenin birkaç saat sonraki şehir baskısına yetiştirecek kadar kısa sürede hem de siyasetin derin kulislere inerek süzüp öğrenmek öyle her gazetecinin harcı değildir. Yine doğrusunu söylemek gerekirse, gazetecilik açısından bu işin birkaç yolu vardır... Bunlardan ilk akla geleni; Fatih son yıllarda dijital habercilikle ilgilendiği için hükümetin telekulak düzeni gibi bir dinleme ağını Çankaya Köşkü’ne yerleştirmiş olabilir. Ama bu işin sonunun casusluğa kadar uzanacağı ve ayrıca Fatih’in Çankaya’daki AKP’li ile yakınlığı da düşünülürse böyle bir olasılık söz konusu olamaz. Yakınlıktan yola çıkarsak; Çankaya’daki AKP’li Çankaya Camisi’nde Fatih’le yatsı namazını kıldıktan sonra Washington’daki ABD’liyi telefonla aramış olabilir. Fakat bu durumda da cami cemaati veya köşk personeli telefon görüşmesine tanık olacağı için Fatih’in derin kulislere dalması gibi bir duruma gerek kalmayacaktır. O halde geriye bir tek olasılık kalıyor: Çankaya’daki AKP’linin Washington’daki ABD’li ile yaptığı telefon görüşmesi Çankaya’dan özel olarak servis edilmiştir. Bunun adı ise gazetecilik değil, Çankaya’daki AKP’linin resmen sözcülüğünü yapmaktır! Çünkü günümüzde gazeteciler kullanılarak topluma hazmetme ve hazmettirme talimleri uygulanmaktadır. ABD’nin güdümündeki AKP-FG iktidarının Kafkasya’da “kardeş vatan” Azerbaycan’ı Ermenilere satması gibi Doğu Akdeniz’de “yavru vatan” Kıbrıs’ı Yunanistan’a satmasının altyapısı hazırlanmaktadır. Sırada görünen köy “Kürdistan” vardır. Türkiye’de gazetecilik mesleğinin acilen yeniden tanımlanması gerekmektedir! Gazetecilik SESSİZ SEDASIZ (!) Polis, Kanal 7’de ne arıyor? Ahırkapı Feneri’nin inşaat ruhsatını! YağmurDeniz GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Bienali Eleştirmek Yasak mı? BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yağ, kireç, ken- dirden yapõlan ve su borularõnõ birbi- rine tutturmaya ya- rayan macun. 2/ Ek- vator bölgelerinde yetişen bir meyve ağacõ... Kadõnlarõn omuzlarõnõ örtmek için kullandõklarõ geniş atkõ. 3/ Eski bir uzunluk ölçü- sü... Ucu yanõk odun. 4/ Şarkõ, türkü... Ti- bet sõğõrõ... İskambilde bir kâğõt. 5/ Osmanlõ devle- tinde 1868’de yürürlüğe giren medeni yasa. 6/ Lamba... Aldatma işi, hi- le. 7/ Soğurma, emme... İs- lam dünyasõnõn kutsal hac kenti. 8/ “Gösteriş, kaba- dayõlõk” anlamõnda argo sözcük. 9/ Henüz olgun- laşmamõş ekşi üzüm... Bir gösterme sõfatõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir bilgisayarõn komutlarõ yerine getirmesi ve verileri işlemesi için gerekli olan bütün programlar. 2/ Bir tür ya- banmersini... Franz Kafka’nõn bir romanõ. 3/ Eski Yunan mimarlõğõnõn üç biçeminden biri... Afrika’da bir ülke. 4/ İyilik, ihsan... Rutenyum elementinin simgesi. 5/ Arjan- tin’in plaka imi... Reşat Nuri Güntekin’in bir romanõ. 6/ Düzenli olarak ekim yapõlan arazi. 7/ Eski dilde gözyaşõ... Antalya’nõn bir ilçesi. 8/ Başkalarõnõn sõrtõndan geçinen kim- se. 9/ Eliaçõk, cömert. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A R A P K I Z I L E Ş A S İ S T B A K A L H I R A Y A L A M A İ R A L M A F İ Ş D E Ş A R N İ A S A T A M A N K A L T A B A N F A O A Y Ç A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 11. İstanbul Bienali yine kentin kültürel hayatının çekim noktasını oluşturdu bu sonbahar. Sonuçta herhangi bir sosyal buluşmada “Bienali gezdin mi” sorusuna cevap verirken buna “hayır” demek, biraz “hor görülmeyi” beraberinde getireceği için, bu etkinliği zor da olsa gezmeye çalıştı birçok sanatsever. Bundan 5 sene önce, küratörlük (tek seçici!) sistemini eleştirmek için bir sergimizde AKM’ye 41 canlı koyun getirmiştim. Sanatçılara sorduğum soru şuydu: Bunlar gibi, çobana muhtaç bir koyun mu olmak istersiniz, yoksa bağımsız bir sanatçı mı?” Olay ciddi polemik yaratmıştı. Bu sefer ise, İstanbul Bienali’ni Hırvatistanlı WHW üyesi dört kadın küratör düzenlemiş olduğu için bu “ekip işi” sayesinde, tek başına kimse öne çıkmadan olay kotarılabildi. Konu başlığı “İnsan Neyle Yaşar?” olan bu büyük buluşma, genellikle Balkanlar, Kafkasya ve (eski) Doğu Avrupa’nın yaşadığı geçmiş veya taze travmalara yoğunlaşan bir sergi olmuş. İstanbul’un “zamansızlık” krizlerinin ortasında, tek bir yere gitmek bile özveri isterken, biri büyük (Antrepo) diğerleri küçük (Tütün Deposu ve Feriköy eski Rum Okulu) üç mekâna yayılan bienali gezmek iyice zorlaşmış. Zamanla yarışan mütevazı insanlar, 40 ülkeden gelen 70 sanatçının işlerini hızla gezmek durumunda kalıyorlar. Çok az sayıda izleyici 15 ya da 30 dakikalık videoları baştan sona izlemeye girişebildi. Asılı diğer “iş”lerin önünden de genellikle yavaş yavaş yürüyerek geçiliyor. Bu arada gördükleri “sanat eserleri”nden de, samimi olarak genelde çok etkilendiklerini sanmıyorum. Çünkü dünyada artık “Bienal sanatı” diye adlandırılabilecek olgu, belirli “kod”lara uymak durumunda olan, fazla sürpriz taşımayan, küratörlerin disiplin anlayışı ile “terbiye edilmiş aslan misali steril bir sanat” görünümünde. Bu kodlar çerçevesinde, büyütülen HER fotoğraf, videosu çekilen HER düz konuşma ya da sokak, geniş bir projeksiyonla bir bienal duvarında belirdiği anda çok havalı duruyor. Bunların önünden resmi geçit yapan halk ise, bu parçalanmış hatta kristalize, hatta atomistik bilgi-estetik ve kavram sağanağından nasibini alırken, anlayamadığı şeyler varsa -yanlış anladıkları hariç, genellikle çoğu- üzerindeki medya bombardımanının etkisiyle suçu mütevazı bir şekilde kendi üstlenip, “kendi çıplaklığımı ele vermeyeyim” diyerek, ziyaret turları hasbelkader sona erebilirse, “beğendiğini” söyleyerek işin içinden sıyrılabiliyor. Peki, Türkiye’ye bienal ne getiriyor? Bienal genel olarak, Türk sanat ortamı ile pek ilişkide değil ve bienale hep “dışarıdan” bakılıyor. Bienal, ünlü Türk sanatçılarından uzak durduğu gibi, genç kuşağın “yerleşmeye başlamış” kesimini bile “teğet” geçiyor! Ama şöyle yan faydaları var: Halk sanatla ilgileniyor ve o günlerde sanat ortamında herkes galerisinde özel bir şeyler gösterip duruyor. Bienalin ilk üç gününe yayılan partilerde, “önemli” ziyaretçilerle tanışmayı becerenler, onları kendi ortamlarına hasbelkader çekip “Avrupa’ya bir şans bileti” almış oluyorlar! Üretilen politik eserler, (1987’de “siyaset ve sanat karıştırılır mı” diye bienalde beni ayıplayanlar vardı!) yani neredeyse şimdilerde hepsi, “ulusalcı” ve “Kemalist” olmamak kaydıyla sergilerde bulunabilirler. Hele Erkan Özgen’inki gibi, “Ne Mutlu Türküm Diyene” deyişini aşağılıyorsa, özel vurguyu hak ederler. Bienalde ana tema, Doğu Avrupa’nın içindeki Sovyet baskısını ruhtan atabilme sendromlarına dönüşmüş. Bunun ötesinde mesela Doa Aly’nin “Harika Yürüyüşlü Kız”ının o nefis melodiyle uyumunu ve oyuncunun zarif, seksi ve yumuşak geçişlerini beğenirseniz, hemen kaçın, çünkü “out” olursunuz. Çünkü günümüz, her anlama gelebilecek simgeler eşliğinde, beyin oyunlarıyla farklı okumalar tetikleyip, sanata “benzeyen” düz bienal sanatı üretmek, estetik aramak değil! Sorun şu: Ortada, içeriksiz haber-övgü yazıları dışında, olayı kuşbakışı siyasi, sosyal ve kültürel olarak sorgulayan “eleştirmen” yok. Biri hariç. O da çeyrek asır önceden çıkıp geldi: Emin Çetin Girgin’in önemli ve özgür bienal eleştirilerini okuyun. http://emincetingirgin.blogspot.com/ Son not: Feriköy Rum Okulu’nu gezerken, “çok çekici” bulduğum bir işe tam “giriyordum” ki, kolumdan çekip durdurdular. Meğer orası, bekçi dairesinin kapısıymış... [email protected] www.bedribaykam.com Tiryakilerin sigaraya ödedikleri her lira başta kendilerine, sonra ailelerine, çocuklarına, çevrelerine; zehir, hastalık ve ölüm olarak geri dönmektedir. TİRYAKİLER, DAHA NE KADAR KENDİNİZİ VE ÇEVRENİZDEKİLERİ ZEHİRLEMEK, HATTA ÖLDÜRMEK İÇİN PARA HARACAYACAKSINIZ. En kısa zamanda sigarayla ilişkinizi bitirin, yoksa o sizi bitirecek. Türkiye Sigarayla Savaş Derneği 0212 425 97 22- 599 17 84 www.ssder.org.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle