25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 24 OCAK 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Amerikan Yahudisi Ne Yaptığını Biliyor mu?.. Yahudiler İsa’yı çarmıha gerdikleri zaman or- talıkta Müslüman yoktu... Hazreti Muhammet bu tarihten yuvarlak sayıyla 600 yıl sonra dünyaya gelmiştir... Peki, bugün durum nedir?... Hıristiyanla Yahudi arasından su sızmıyor... Çünkü, en başta Amerika olmak üzere, kapi- talizmin doruklarında Hıristiyan-Musevi serma- yeleri kol kola, el ele... 20’nci yüzyıl ortalarına doğru Alman kapitaliz- minde uç veren Hitler faşizmi, Yahudi düşman- lığını devlet politikasına dönüştürmüştü... Oysa ne Osmanlı’da Musevi düşmanlığı vardır... Ne de Atatürk Türkiye’sinde... Peki, bugün ortalığı saran Yahudi düşmanlığı nereden kaynaklanıyor?.. ABD’nin en güçlü beş Yahudi örgütü Başbakan RTE’ye bir mektup yollamışlar... Demişler ki: “- ...Türkiye’deki Yahudi dostlarımız kendileri- ni kuşatılmış ve tehdit altında hissediyorlar. Ülkede yükselen antisemitizm (Musevi düşmanlığı) ile res- mi makamların ortamı alevlendiren söylemleri ara- sında bir bağ olduğu ortada...” (Milliyet, 23 Ocak 2009) Amerikan Yahudi lobisinin uyarısı yerli yerin- dedir... Gazze olaylarındaki İsrail eleştirisini, AKP ikti- darının, başta RTE olmak üzere, antisemitizm si- yasetine çevirdikleri bir gerçek... Ancak İsrail ile iç içe bulunan Amerikan Yahu- dilerinin de akıllarını başlarına toplamaları gerek... BOP kapsamında ılımlı İslam modelini kesip bi- çen, dikip Türkiye’ye giydirmeye çalışan ABD de- ğil mi?.. Atatürkçülükte antisemitizm yoktur... İslamcılıkta vardır... Laiklik dinci antisemitizmin panzehiridir. ABD ile özdeş Amerikan Yahudileri ve İsrail, hem Türkiye’de laik Cumhuriyeti yıkıp İslamcı devlet kurmayı düşünüyorlar hem de bu amaçla iktida- ra bizzat oturttukları Tayyip Erdoğan’ın antise- mitizminden yakınıyorlar... Evet, Osmanlı’da Musevi düşmanlığı yoktu, ter- sine, İspanya’dan göç eden Yahudileri padişah mülküne buyur etmişti... Atatürk milliyetçiliği, Hitler’in zulmünden kaçan Yahudi profesörlerle İstanbul Üniversitesi’ni kur- muştur. Bugün ise iktidarda, Osmanlı’dan da geri ka- falı İslamcılar bulunuyor... Antisemitizm ya ırkçılıktan kaynaklanır... Ya da dincilikten... AKP’nin dinciliğini Türkiye’de devlet modeline dönüştürmek isteyen Amerikan Yahudisinin bu- gün RTE’den şikâyete hakkı var mı?.. 16 yõldan beri omuz başõmõzda boş- luğunu duydu- ğumuz yurtseverliğin sim- gesi o yiğit adamõ ne kadar çok anõyor, ne kadar çok arõyoruz. Evet, yõllardõr ül- kemin Atatürk’ten, ay- dõnlanmadan uzaklaşarak bir karanlõğa doğru dõş güç- lerin güdümünde dinci bir yapõlanmaya doğru sürük- lenişine tanõklõk ederken, Uğur geliyor aklõma. Vurgunlarõ, soygunlarõ, yolsuzluklarõ, Deniz Fene- ri’ni izledikçe, Uğur’u an- mak geliyor içimden. Ay- dõn yaftalõ AKP’ye de- mokrasi misyonu biçen, soldan dönme, emperya- lizmi lügatlerinden çõka- ran liberalleri okuyup din- ledikçe, Uğur’u ne çok öz- lüyorum. Türkiye’de sosyal devletin, laikliğin, bağõm- sõzlõğõn kökünü kazõyanla- rõn güç kazandõğõnõ görüp yaşadõkça, Uğur’u anma- mak mümkün mü? Töre cinayetleri ile yitirdiğimiz gencecik, günahsõz genç kõzlarõmõzõn acõsõ yüreği- mizi dağlarken keşke Uğur bizimle olsaydõ diye düşü- nüyorum. Yakõn dostlarõ- mõz İlhan Selçuk, Musta- fa Balbay, Kemal Alem- daroğlu ile birlikte emek- li generaller, profesörler sabah karanlõğõnda bir bas- kõnla ve hoyratça gözaltõna alõndõğõ zaman, Uğur’u ha- tõrlõyorum. Uğur Geliyor Aklõma Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR KAVRAMLAR birbirine ka- rıştırılırsa yapılmayan hata, dü- şülmeyen çukur kalmaz. Eczane rastgele bir dükkân mıdır? Eczacı müşteri bekleyen bir tacir mi? Bu soruları “evet” diye ya- nıtlayan bir yaklaşıma düştü- ğünüz an, ulusal sağlık soru- nunun kritik bir halkasında top- lumu birbirine düşüren ve doğ- ru tutumları engelleyen çık- mazların içine sürüklenmiş sa- yılırsınız. Eczacılık, hekimlik gibi, bir üniversite fakültesinde öğ- renilen, hekimliği ilaç aşama- sında tamamlayan ve halkla sürekli ilişkide olan bir meslek. Daha doğrusu, bir kamu hiz- meti. Onun sorunlarına eğilmek, halka yardım demektir. Ne var ki, eczaneye dükkân, eczacıya dükkâncı diye bakın- ca, “Para kazanmasını bilmi- yorsa ben n’apiyim?” yaklaşı- mıyla onu kendi sorunlarıyla ve dertleriyle baş başa yalnız bı- rakmak da kolaylaşıyor. Galiba son yıllarda mesleğin yaşadığı sorunların temelinde, biraz da sözde küreselleşmiş dünyanın etkisiyle, hep bu yaklaşım ya- tıyor. Üstelik, kendisi de “özel- leşen”, neredeyse bütün hiz- metlerini şirketlere ve taşeron- larına devreden bir devlet ve onun yerel yönetimleri bu yak- laşımdan başkasını da benim- semez duruma gelmekte git- gide. Bir hizmeti doğru yapa- mayıp yüzüne gözüne bulaştı- rınca tek çaresi, yanlışlar üze- rinde düşünüp düzeltmek de- ğil, hizmeti yürütmeyi başkala- rına devretmektir. Hastanelerdeki muayene üc- retlerinin tahsilini ilaç satışı sı- rasında eczacıya yüklemenin mantığı nedir? Tahsili şu ya da bu yöntemle kolaylaştırıp be- cerme çarelerini bulmak kamu yönetiminin işi değil mi? Ecza- cıyı “tahsildar” durumuna so- kup muayene ücretini fazla bu- lan vatandaşın karşısına dikmek mantıklı mıdır? Bu, son aylar boyunca ec- zacılık alanında yaşanan sorunlardan sadece biriydi. Bereket, Eczacı Odaları’nın temsilcileriyle hükümet arasın- da yapılan görüşmelerle bu ve buna benzer bazı sorunlara kısmen ortalama çözümler bu- lundu da sağlık zincirinin bu halkasında feci bir kopuş ön- lenmiş oldu. Ama, sorunların büyük kısmı hâlâ duruyor. Örneğin, AB ül- kelerine de sıçrayan “zincir ec- zaneler” formülü, mesleği bü- yük şirket ticaretine kurban et- me yanında, eczacıyla halk arasındaki insancıl ilişkinin sı- caklığını ortadan kaldırma teh- likesini de taşıyor. “Eczacıdan başka hiçbir kişi ya da kurum eczane sahibi olamaz” kuralı bu bakımdan sürdürülmesi gere- ken bir düstur değil midir? Daha büyük bir sorun, ilaç sanayi alanındadır. AB ile Güm- rük Birliği iyi müzakere edil- meden kurulduğu ve patentler konusunda korunma hazırlığı için yeterli uzunlukta süre elde edilemediği için, ulusal ilaç sa- nayi hemen hemen ölmüş du- rumda. SSK’nin ilaç fabrikası kapatıldı. Eczacıbaşı gibi yerli sanayinin simgesi olmuş bir kuruluş artık devre dışı. Eczacısını ve eczacılığını yal- nız bırakan toplum, kendi sağ- lık dertlerine deva bulmakta da yalnız kalmaya mahkûm sayılmaz mı? AÇI MÜMTAZ SOYSAL Eczacı Yalnızlığı mumtazsoysal@gmail.com Arkası 16. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle