22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 24 EYLÜL 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 ABD Irak’ta gizli üs peşindeymiş. Açıkları yetmiyor mu? Don Gel-gel Hakan Gündoğan: “AKP’ye yamanan Özdemir Erdoğan’a: İkinci bahar yaşıyor ömrüm; gel benim yalakam oluver şimdi!” Kızılhaç Hasan Baş: “Fetoş’un dinler arası hoşgörü formülü Almanya’da somutlaştı: Müslüman’ın paraları Kızılhaç’a devrediliyor!” YağmurDeniz - Bülent Arınç da çiftçi azarlamış... “Validenizi alıp da gidiniz!” HUKUKÇU Prof. Dr. Aydın Aybay, gereksinimi olanlara hukuk dersi vermeye devam ediyor: “Yargılanıp hüküm giyen ‘Deniz Feneri’ tayfasının Türkiye’deki ‘kaptan’ takımı, Alman mahkemesinin kararı ile belirlendi. Bu durumda Türkiye’de derhal gerekli resmi soruşturmaya başlamak ve ardından da kovuşturmaya geçmek gerektiğini sıradan bir yurttaş bile bilir. Çünkü gecikme olursa zanlıların suçu örtmek için bazı manipülasyonlar yapma olasılığı vardır. Ama bizim iktidardaki siyasetçi takımı bakın neler yapıyor: Önce Bay Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ortaya çıkıp, etrafa korku salacak bir üslupla, bu konuda görev yapmaya niyetlenecekleri sindirip ellerini kollarını bağlıyor. Sonra ikinci görevli/siyasetçi Bay Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken ‘fener işi’ni soran gazetecilere, ‘Birdenbire kimse suçlu ilan edilemez’ buyuruyor. Sonuncu aktör ise Bay İçişleri Bakanı Beşir Atalay; bir soru üzerine, sanki olay ‘Ahırkapı fenerinin bekçisi’nin suiistimali imiş gibi, derneklerle ilgili örgütün bir görevlisinin ‘git bakıver bakalım ne olmuş’ gibisinden bir talimatından söz ediyor. Yahu, söz konusu olan suçlama, ‘fener bekçisi’nin aldığı erzak bedelini cebe atması değil, kocaman bir soygun: İşin içinde iddiaya göre milyonlarca dolar dönmüş. Kamuya yararlı bir dernek ya da herhangi bir vakıf olsa, ilk olarak ‘hesap kitap’ işinde uzmandan Maliye Müfettişlerini ya da kara para aklama ile mücadele için kurulmuş resmi organı görevlendirerek, derhal işe el konulmasını sağlamaktır. Defterlere, hesaba kitaba el konarak resmi incelemeye başlamak gerekirken ‘fenerciler’in hâlâ saf yurttaşların yardım paralarını toplamaya deva etmelerine göz yumulması ne demek oluyor? Korkarım sonucun şöyle olması planlanıyor: Hesap kitap işinden pek anlamayan bir idari görevli derneğe gidip derneğin karar defterlerine göz atıp, Bakanlığa gelip ‘her şey düzgün ve yolunda’ diyecek; Bay Bakan da ‘İşte gördünüz, bir şey yokmuş’ deyip dosyayı kapatacak. Ne desek acaba: Yolsuzluklardan bunalan Osmanlı padişahı gibi; ‘İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele (Allah’a)’ mi diyelim?” Fenerciler PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Günaydın! Nüfusu 2 binden aşağõya düşen belediyelerle “Büyükşehir bel- deleri”ni kapatan 6 Mart 2008 ta- rih ve 5747 sayõlõ yasa Anayasa Mahkemesi’nde yarõn görüşüle- cek... CHP’nin açtõğõ davada, çağdaş demokrasilerdeki “yerin- den yönetim” kurumlarõnõ “sa- kinleri azaldı” diye yok etmek sorgulanacak... Türkiye’deki 3225 belediye- nin 16’sõ büyükşehir, 101’i bü- yükşehir ilçeleri, 283’ü büyükşe- hir beldeleri, 65’i il, 749’u ilçe ve 2011’i de belde belediyesi... Yar- gõlanacak kanun ise 863 beldeyi “köy”leştirirken 249 büyükşehir beldesini de “mahalle”ye dö- nüştürüyor. Yani, 1000’den fazla yerleş- memizde artõk ne belediye başkanõ seçilecek ne de meclis... Üstelik Osmanlı’dan bu yana belediye olanlar bile var; çoğunun da dün- yadan “kardeş belediye”leri bu- lunuyor... Bahaneleri ‘imar’! Ülkedeki yönetim düzeniyle birlikte demokrasi ve toplumsal yaşam kültüründe de “dönü- şüm”e neden olacak böylesi “kökten”ci bir yasaya kamuoyu gereken duyarlõlõğõ göstermedi... Dahasõ, nice “demokrasi mi- litanı” yazarõmõz bile “kentli hakları”nõn evrensel kurumuna yönelik bu “darbe”yi umursa- madõlar. İktidar kadrolarõ ise an- cak İran, Arabistan gibi ülke- lerde görülebilen “belediyesiz” yönetim anlayõşõnõ özellikle “imar”õ bahane ederek savundu- lar... Örneğin TOKİ Başkanõ, yasa- nõn “tasarı”sõnõ överken “imar planlarının sağlıklı uygulan- ması, mimari rejim bütünlüğü- nün korunması” gibi gerekçeler sõralayarak diyordu ki; “Bir yer- de imar yoğunluğu bir iken di- ğerinde beş olmaz. Belde bele- diyelerinin bir an önce kapatıl- ması yararlı olacaktır.” (Bizim Kocaeli /18 Şubat 2008) Oysa imar planlarõnõ yok sayan; 3 katlõ yere 30 katlõ bloklar diken; tarlalarõ, yeşil alanlarõ betonlaştõ- ran; ülke düzeyindeki “mimari rejimi” kimliksiz tünel kalõp si- lolarõna dönüştüren “kendileri” değil miydi? Belediyelerin ‘sabıka’sı Ne var ki belediyelerin “imar aymazlıkları” ileri sürülerek ka- patõlmalarõna kamuoyunda sessiz kalõnmasõnõn bir nedeni de yine “belediye yönetimleri”dir. Çünkü, az sayõdaki bazõ olum- lu örnekler dõşõnda, 1980’lerden sonra üstlendikleri imar ve plan- lama yetkilerini genelde kötüye kullandõlar. Deyim yerindeyse, şehircilikte sõnõfta kaldõlar; hatta “sabıkalı”lar... Peki, acaba bunun sorumlusu, demokratik ve çağdaş bir yerel yö- netim “kurum”u olarak “bele- diye” midir? Yoksa yerel yöneti- cileri, özellikle imardaki “key- fi”liğe özendiren ve “kente kar- şı suç”lara yõllardõr önlem alma- yan “yağmacı siyaset” midir? Avrupa belediyelerinde bizdeki gibi bir imar rezaleti yoksa; mec- lis gündemlerinde ranta dönük binlerce “plan değişikliği” değil kenti gözeten “plan disiplini” varsa; bunun nedeni de yapõlaş- mada “bilimsel ve kamu yara- rına denetim”in “kurumsallaş- mış” olmasõdõr... Bu nedenle, örneğin ülkeyi ber- bat binalarla donattõ diye “TO- Kİ’yi kapatmak” ya da kõyõlarõ, ormanlarõ yapõlaşmaya açarak pa- zarlõyorlar diye “bakanlıkları yok etmek” nasõl saç- maysa, imarda akõllarõna eseni yapõyorlar diye bu- nu önleyici düzenlemeler yerine tutup demokrasinin beşiği kurumlarõ ortadan kaldõrmak da o kadar ilkel bir yaklaşõmdõr. Kaldõ ki yasanõn “ka- patmadığı” büyükşehir, il ve ilçe belediyelerinde doruğa çõkan “imar yol- suzlukları” da manşet- lerdeyken sadece “belde”leri idamla cezalandõrmak nasõl bir “adalet”tir? Bilim ve demokrasi Bizce çözüm, “bilimi dışla- mayan demokrasi”dedir... Yani, bir yandan “daha fazla belediye” kurarak ülkedeki de- mokratik yerel yönetim sayõsõnõ arttõrmak; bir yandan da şehirci- liğin ve toplumsal çõkarlarõn ön- gördüğü bir imar düzenini sağla- mak... Bunun için de belediyelerin imar yetkilerini kullanmalarõna kenti, çevreyi ve toplum yararõnõ gözeten “koşul”lar getirerek plan- lamada bilimsel ve kamusal de- netimi yaşama geçirecek yasalar geliştirmek... İşte bunlarõ yapmadan, “küçük belediyelerdeki imar talanını da büyük belediyeler yönetsin” anlamõna gelen böyle bir yasayõ kim nasõl akõl edebildi; TBMM’den nasõl geçebildi; Çan- kaya’dan nasõl onay alabildi, hay- ret doğrusu!.. Duruş ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Belediyesiz’ Demokrasi! Avni Kurtuldu: “RTE’nin baskı ve yönlendirmelerine karşı Deniz Feneri olayında Mali Suçları Araştırma Kurulu’ndan şöyle ‘masaklı‘ bir duruş bekliyoruz!” Hamza Saykan: “Moody’s’in Başkan Yardımcısı Kristin Lindov ‘Türk piyasası esnek ve güçlü’ demiş. Don lastiği gibi mi?” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ABD: Böyle dost düşman başına! STARTEJİK ortak ABD’nin Dışişleri Bakanlığı’nca yayımlanan bu yılki “Uluslararası Din Özgürlükleri Raporu”nda Türkiye’nin anayasası, Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve ordusu dini özgürlükleri kısıtlayan kurumlar olarak gösterildi. Selahattin Gül de bir yurttaş olarak tepkisini şöyle gösterdi: “Dost olarak anılan bir devletin Dışişleri Bakanlığı‘ndan çıkan bu rapor için ‘Gerçekten böyle dost düşman başına’ demekten daha başka ne diyebiliriz! Bugün yaşamakta olduğumuz olaylar, dindar insanların şu ya da bu biçimde söğüşlenmesiyle kurulan soyguncu dinci holdingler ve iktidarın bu olaylara yaklaşımı ortada iken... Ülkemizi rejim değişikliği ile ılımlı İslam adı altında bir din devletine dönüştürmek isteyen zihniyet ortada elini kolunu sallayarak dolaşır iken... Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurumlarını ‘dini özgürlükleri kısıtlayan kurum’ olarak nitelendiren bir rapor yazmak ABD Dışişleri Bakanlığı’na yakıştı mı? Yoksa bu raporun başka bir amacı mı vardı? CIA’nın Türkiye’de işbirliği yaptığı dincilere bir armağanı mıydı bu rapor! Küçük gibi görünen ama içinde büyük bir düşmanlıklar saklı olan bu rapora Türkiye’nin hangi temel kurumundan gereken yanıt verilecektir merak ediyorum.” SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 24 Eylül BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Tropikal bölgelerde su kõyõlarõnda ba- zõ ağaç ve çalõ türlerinin oluş- turduklarõ or- manlara veri- len ad. 2/ Bir anlatõmõ oluş- turan sözcük ya da tümcele- rin topu... Kaz Dağõ’nõn antik dö- nemlerdeki adõ. 3/ Osmanlõ mutfağõna özgü, çamsakõzlõ mu- hallebi. 4/ İskambil- de bir kâğõt... Meka- nik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren aygõt. 5/ “ --- Kuş- lar”: Sait Faik’in öykü kitabõ... Ticaret mallarõnõ saklamak için rõh- tõmda yapõlan büyük depo. 6/ Karakter... Motorlu taşõtlarõn elektriğini sağlayan aygõt. 7/ Aziz Ne- sin’in bir oyunu... Mektep. 8/ Güzel, şõk... Bir no- ta. 9/ İçine başka bir sõvõ karõştõrõlmamõş içki... Ağ- zõ yayvan toprak kap. YUKARIDAN AŞAĞIYA: l/ “Kelle peyniri” de denilen, İzmir ve Balõkesir yöresinde üretilen bir peynir cinsi. 2/ Akla ve sağ- duyuya aykõrõ olan... Bir ilimiz. 3/ Hizmet hayvan- larõnõn ayağõna çakõlan demir... Havlu ya da halõ ke- narõndaki püskül. 4/ Bir sõvõnõn içindeki alkol de- recesi... Tümör. 5/ Gözün ağ tabakasõ... İlkel benlik. 6/ Küçük mağara... Saz, kamõş. 7/ Yüksek ve uzun köprü. 8/ Bir şarkõnõn ya da bir filmin deneme kay- dõ... Mersin’in Silifke ilçesinde antik bir kent. 9/ Tantal elementinin simgesi... Optik aygõtlarõnda ob- jektiften aldõğõ õşõnlarõ göze veren mercek dizgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K Ö M Ü R E N T Ü Z Ü M D İ B A L R İ V A Y E T L A V T A A L İ D E L E Z İ Z Y O R D A M K İ A N O B U R G T İ R S İ U F O S E T A J A N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ‘Tarihi Belde’ler de kapatılıyor! Geçen cumartesi günkü Radikal’in manşeti ve altındaki fotoğraf ürkünçtü. Sayfayı hazırlayanlar “Faşizmin ayak sesleri” manşetinin altına 10 Ma- yıs 1933 gecesi Berlin Opera Meydanı’nda Naziler tarafından düzenlenen “kitap yakma ayininden” bir ânı gösteren büyük bir fotoğraf koymuşlardı. Son- radan Alman sosyalizminin önderlerinden August Bebel’in adı verilen alanda o gece binlerce nas- yonal-sosyalistin “zafer haykırışları” eşliğinde Karl Marx, Friedrich Engels, Sigmund Freud, Kurt Tucholsky, Erich Kaestner, Heinrich Hei- ne, Erich Maria Remarque gibi 94 düşünür, bi- lim adamı, yazar ve şairin kitapları yakılmış, bu fa- şist ayin radyo tarafından naklen yayınlanmıştı. Radikal’in manşeti ve o çarpıcı fotoğraf, Baş- bakan’ın Doğan Grubu medyasına karşı başlat- tığı boykot kampanyasına karşı bir tepkidir. Do- ğan Grubu’nun, daha düne kadar AKP’yi ve liderini Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda bir “umut” olarak gören/gösteren AKP savunmanı “demok- rat”, “liberal” yazarlarının da oklar kendi gazete- lerine, televizyonlarına yönelince düşüncelerini de- ğiştirmek zorunda kaldıkları görülüyor. Ancak sıra kendisine geldiğinde tehlikenin “tehlike”, yanlışın “yanlış” olduğunun farkına var- mak, -daha da vahimi- farkına varmak zorunda kalmak ne yazık ki bizim liberallerimize özgü bir eksikliktir. Yine 1933 yılı Almanya’sının kitap yakma ayin- lerine dönelim. Birçok üniversite kentinde çok sa- yıda “bilim insanı”nın o yüz kızartıcı ayinlere sır- tında cüppesiyle katılıp destek verdiğini biliyoruz. Berlin’de felsefeci Alfred Baeumler, Bonn’da dil- bilimciler Hans Naumann ve Friedrich Naumann, Göttingen’de Gerhard Fricke, Dresden’de Will Fricke gibi. Bu “bilim adamları”nın bir bölümü ayinlerin düzenlendiği alanlara tezek kağnılarıy- la taşınarak aşağılanan ve tezek yabalarıyla ate- şe atılan kitapların yazarlarıyla arkadaştı. Ne var ki ihtiraslarının tatminini iktidarı desteklemekte gör- meleri, onları salt gerçeklerden değil insani de- ğerlerden de uzaklaştırmıştı. İlerleyen yıllarda bizzat kendileri, görmek iste- medikleri gerçeklerle yüz yüze geldiklerinde ise geri dönüş koşulları çoktan ortadan kalkmıştı. Ta- rihe, “bilim dünyasının alçakları” olarak geçtiler. İstedikleri bu muydu? Sanmıyorum, fakat ba- zen ihtiraslar insanları arzu etmedikleri, pişman ol- dukları sonlara götürüyor. Medyada hiç de azımsanmayacak sayıda ya- zar/yorumcu tanık oldukları bunca olumsuz ge- lişmeye karşın hâlâ, hedefleri İslami siyasal/ideo- lojik zeminden kaynaklanan bir partinin Türkiye’yi demokratikleştirebileceğini, insanlarını özgürleş- tirebileceğini, ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyine yük- seltebileceğini düşünüyor, düşünebiliyor. Oysa İslam, toplumun ve bireylerin hayatlarının her alanına kurallar getiren, tartışılamazlığı, do- kunulamazlığı, değiştirilemezliği müminler tara- fından kabul edilen bir inanç, bir dünya görüşü, bir dogmadır. Bir dogmanın demokrasiyle, bireysel özgür- lüklerle bağdaşabilir bir yanı olabilir mi? Nasıl ki “demokratik İslam” ya da “özgürlükçü İslam” diye bir kavram yoksa, olamıyorsa, “ılım- sızı”, “ılımlısı” da yoktur, olamaz. Dolayısıyla İslamı evrensel demokrasiyle, ev- rensel hak ve özgürlüklerle ilişkilendirmek boş bir çabadır, son çözümlemede bir aldatmacadır. “Liberal” yazarlar, yorumcular ağız birliği et- mişlercesine şimdi Başbakan’ı basın özgürlü- ğünden hareketle kıyasıya eleştiriyorlar, altı yıldır alanlarda hak arayan emekçilere uygulanan şid- detin, bireysel özgürlüklere getirilen yasakların ye- ni farkına varmışlarcasına… Şimdi Allah’tan Başbakan’a akıl fikir vermesini diliyorlar. Günaydın!.. ekinci@cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle