05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 2 EYLÜL 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Vahdi Bingöl: “Anayasa Mahkemesi’nin, köye tavuk boğazlamaya gelen tilkiyi, kümeslere bekçi atadığının farkında mısınız?” Moskova’ya çağrı: Rusya, biraz us yaa! Alık Kemal Öncü: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Üsküdar’da halkı alık yerine koyup içkiyi yasaklamak için ‘halka açık balık’ restoranı açıyormuş? Alıklığı alkışlayanlara yakışır!” Fetva Uğur Pamuk: “Yurdu saran kaçak Kuran kursları için düşünüldü, taşınıldı ve fetvası verildi; kuran kursun!” Seçtir İbrahim Ormancı: “Urfa’da Oxford vardı da biz mi rektör seçmedik!” YağmurDeniz Demeçlerle laiklik gemisi yürümez! HANİ insan bir yalnızlık anında kendisi ile baş başa kalınca, bazen en acımasız hesaplaşmaya girer ya kendisi ile... İşte aynen öyle; Aysim Yükseler de onu yapmış kendi kendine: “Başarısızlık vurunca bedene, o mavi gözlere bakamaz olursun. Utanç duyar kahrolursun. Kemiklerin sızladığını uzaklardan duyar olursun. Sana bağladığı umutların kendisiyle birlikte yok olmakta olduğunu, fotoğrafındaki o hüzünlü bakışında bile yakalarsın. İki ona hasret damla süzülürken gözünden yine de sana kıyamadığını bilirsin. Aymazlarla fırıldakların bizi adım adım tükettikleri bu topraklarda ona duyduğun özlemle, ileri gidememiş olmanın verdiği acıyla, onu hayal kırıklığına uğratmış olmanın sancısıyla kıvranırsın. O gökyüzüne bakarken mavi mavi, sen kara kara çarşaflara dolanırsın, kapatır kilitlersin kendini. Bakamıyorum hiçbir fotoğrafına artık, o gururu yaşayamıyorum, o bana bakarken hâlâ umutla benim gözlerim hep başarısızlığımda, başarısızlığımızda.” Cemaatler devleti ele geçirmişse eğer, “demokrasiye bak” denilerek laiklik ve sosyal devlet yıkılmaktaysa, bir yalnızlık anında insanın bunun faturasını kendisine çıkartması ne büyük olgunluk ve yurtseverlik. Lafla peynir gemisi bile yürümezmiş ama demeçlerle laik devlet gemisinin yürüdüğünü sananlar düşünsün! - Zabıta dayağa başlamış... “Din polisinden önce zabıtası iş başında!” AYDIN kişinin, aklı ve bilimi dogmanın önüne geçiren yaşam anlayışı ile sorgulaması, kuşkulanması ve hatta “öyle gibi” görünenin üzerindeki yaldızı kazıyıp gerçeği araması gerektiğini söylüyor Ceyhun Balcı ve “İşte bu temel özellik bile, bugün sıkça rastladığımız ‘aydın yaftalı’ bireylerin gerçek aydın olmadığının biricik ölçütü sayılmaya yeter de artar bile” diyor: “Akıl ve bilim yerine dogmacı anlayışın olumlanmasından rahatsız olmayan ve bu durumu özgürlüğün gereğiymiş gibi algılayan, özgür istenci yerine başkasının istencini rehber edinmeyi yeğleyen, bağımsızlık yerine güdümlü olmayı içine sindirenden ‘aydın’ olur mu? Her ne kadar, aydınlanma başkasının kılavuzluğu olmaksızın yetkin olmama durumundan kurtuluş olsa da, toplumsal aydınlanma ‘aydın’ sayısının artışından geçse de, kamuoyu oluşturmadaki etkileri ve toplumu yönlendirici işlevleri de yadsınacak gibi değildir aydınların ve yanı sıra aydın sanılanların! Diğer yandan, yetkin olmaktan uzak, bağımsızlığı olmayan bireylerden oluşan çoğunluğun ‘aydın’ konusundaki yanılsamadan sıyrılıp uyanık ve duyarlı olmasını beklemek de safdillikten öte bir anlam taşımayacak gibi görünebilir. Ancak, umutsuz gibi görünen bu durum aynı zamanda kısırdöngünün ve umarsız tablonun değiştirilmesi için olağanüstü çabalara gereksinim olduğunun da kaçınılmazlığını ortaya koyar gibidir! Aydınlanma değerlerinin yaşama geçip kökleşmesi öncesindeki süreci ve o süreçte bugün gözlerimizin önünde canlandırması bile ürkütücü olan bedeller ödendiğini de anımsamak gerekir. Günümüz, her ne kadar çılgınlıkların ve akıl dışılıkların giderek tırmandığı bir süreci simgelese de, ortaçağa son veren aydınlanma savaşçılarının yaşadıkları ve ödedikleri bedeller ile karşılaştırıldığında daha kötü koşulları simgeliyor olmasa gerektir. Sorgulayıcı ve kuşkulanıcı olmak yerine kolaycılığı seçen, başkasının önce parasını ve bunu izleyerek doğal olarak düşüncesini ve çıkar savunuculuğunu üstlenen, giderek de ‘beşinci kol’ işlevi yoluyla eylemcisine dönüşen ‘iliştirilmişler’ dış görünümlerine bakılarak ‘aydın’ olarak adlandırılabilir mi? Yaşadıkları yurda ve topluma yarardan çok zarar veren ‘aydın(!) karanlığı’ son bulmalı! Bu karanlık dönemin sonlanması ‘aydın’ konusundaki yanılsamanın giderilmesine bağlıdır.” ‘Aydın’ yaftalılar GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Sade Cinsel Arzulardan Cinayet ve Rezaletlere! (2) Geçen haftaki yazımda, bu ülkede, sonu cinayetle, tecavüzle, tacizle biten yüz binlerce olayın kökeninin nasıl tutuculuk kılıfı ile beslendiğini çeşitli örnekleme- lerle aktarmış ve cinselliğin bu toplumda doğanın bah- şettiği bir mükâfat olarak görüleceğine, bir ayıp, gü- nah, yasak olarak değerlendirilmesinin korkunç so- nuçları ile artık yüzleşmemiz gerektiğini aktarmıştım. Ülkemizin kuşbakışı fotoğrafından bazı kareler ha- tırlatalım: Kimi Kuran kurslarında çocuklara taciz ve- ya tecavüz ediliyor. Avrupa’dan staja gelen 17-18 ya- şında genç kızlar askılı kıyafetler giymişler diye “Na- taşa” olarak adlandırılıp TPAO kapısından çevriliyor- lar. Google, internette “porno” kelimesini arayan ülkeler arasında Türkiye’nin yine zirve yaptığını açıklıyor. Bu topraklarda, bir erkek veya kız olarak doğmanın getirdiği farklı dev problemler var. Batı’da cinsellik ko- nusunda dev araştırmalarıyla tanınan Master ve Johnson, Alfred Kinsey ve Shere Hite’ın yazdıkları raporlar, cinsel gereksinim ve davranışlar konusunda kaleme alınmış bilinen en bilimsel çalışmalar. Örneğin, genç bir erkeğin, ergenlik çağında belki ortalama gün- de üç-dört kez boşalmaya ihtiyacı var. Bu büyük “iti- ci güç” çoğu zaman bireyi neredeyse kontrol dışı tah- riklere sürükler. Bunu yapan, adına Tanrı veya doğa, ne derseniz deyin, evrenin kanunlarıdır. Bunu yadsı- mak ve bu gerilimin rahatlamasını engellemek, orta- ya her an polisiye olaylar ve ölümler getirecektir. Dini ve sosyal baskılarla, cinselliği keşfettiği andan itibaren her erkek Türkiye’de mastürbasyonun “zararlı”, “gü- nah”, “ayıp” olduğu dayatmalarıyla karşılaşır, bu işle- re büyük suçluluk duygusu geliştirerek girişirler. Top- lumun üçte iki oranında bir çoğunluğunun başta kız- ları için olmak üzere, flörte soğuk, hatta düşmanca bak- tıkları ortadadır. Sonuçta genç insanlar bu baskılara bo- yun eğerek bir kaçış yolu olarak uyumsuz erken evli- liklere sığınırlar. Tatminsizlik ve cehennem gibi bir ya- şam kapıda beklemektedir... Bekâr gençler bu büyük doğa kuralı karşısında çı- kış ararken, “genelevlere” gideceklerdir. 12 Eylül son- rası Sadettin Tantan topluma “iyi” bir hizmet yaptı- ğını sanarak randevu evlerini kapattırmış, o “yol” da yok olmuştur. Bu “sayede” fuhuş, tabii ki engellenememiş, kontrollü, sağlıklı ortamlarda yaşanacağına, yarısı travestilik olarak, en kötü şekilde o günden beri so- kaklara düşmüştür. Toplum, buna karşın, yurtdışından gelen hayat kadınları ile bir çare yaratma yoluna git- mişse de, “devlet” bu ithal fuhşa karşı “acımasız” sa- vaşını sürdürerek o yolu da engellemeye çalışmıştır. Yani, bu topraklarda yaşayan erkekler için en do- ğal cinsel ihtiyaçları, hayatlarının en büyük “geri- lim”lerinden biri haline gelir. Neredeyse erkek olmak bir büyük derttir. Bu ülkede dünyaya kadın olarak geldiyseniz, der- diniz daha da büyüktür. Çünkü erkeklerden biraz da- ha farklı olsa da cinsel ihtiyaçları, bir genç insan ola- rak aynıdır. Şu farkla ki, doğanın kızlara verdiği “be- kâret zarı”, ortaçağdaki bekâret kemerleri gibi onları takip eden bir kâbustur. Ergenliğe bu yükle beraber geçen genç kızlar, kendilerinden sorumlu bireyler ola- cakları yerde, “başka erkeklerin, onların bacak arala- rında kendi namuslarını aradıkları” birer obje haline ge- lirler. Bu “namus” babadan damada, o ölürse kar- deşlerine, onlar yoksa amcaya devredilen bir çeşit po- tansiyel suç kaynağı simgesidir. Genç kızlarımız da do- ğanın dürtülerine “direnmek” ve “kısmet” beklemek durumundadırlar. “Tutku cinayetleri” her ülkede olur. Bu ülkede ise, cin- selliği yok sayma zavallılığının ortasında, cinsel kökenli ağır şiddet, tutucu toplumun yeşerttiği ve sokağa sal- dığı bir felakettir. Porno dükkânlarının da, aynen fuhuş sektöründe olduğu gibi, devletin hışmına uğradığı bir düzende, her kalabalık ortamda, bu ülkeyi ziyaret eden zavallı turist kızlar, en rezil şekilde taciz edilirler. İşin acı tarafı, bunu yapanların “en tutucu” ailelerden olmala- rıdır. Bu ayıp, televizyonlardan dünyaya yayılır. Evrenin en önemli itici gücünü yok sayan, onu or- taçağ mantığıyla mahalle baskısına almaya çalışan bir toplum, her gün üçüncü sayfada, kendi neden oldu- ğu cinayet, tecavüz ve sapıklıkları okur… Ve bunla- rın da suçunu hiç üstüne alınmaz, olan biteni ayıpla- makla yetinir... [email protected] Faks: 0212 227 34 65 PERİHAN ERGUN Sinop’ta Sanko Holding’in hükümet planlaması olarak yap- maya kalktığı nükleer santrala karşı yaşam haklarını koruma amacıyla çoğunluğu yabancı gençlerden oluşan çevreci gençlik kampındakilerin tepki- lerini dile getirirken polisçe cop- landıktan sonra gözetime alın- malarıyla Kyoto’ya karşın ulus- lararası büyük bir skandal ya- şandı. Çevreciler bu durumdan özür beklerlerken, Sayın Baş- bakan önce Rize’de sonra da gittiği her toplantıda özür dile- me yerine, çevrecilerin bu dav- ranışını “Boş gezenlerin işgü- zarlığı” olarak niteledi. Kendisi- ni de “Ben çevrecinin daniska- sıyım” diye tanımladı. Böylece kavgacılık defterindeki listesine bir de çevrecileri eklemiş oldu. Bizler de Marmara’nın incile- ri Prens Adaları’nın tarihi ve doğal yapısını korumak ama- cıyla Ada Dostları Derneği’nin mensupları olarak bu aşağılayı- cı tanımdan küçümseme payı- mızı almış olduk. Ama hayır Sayın Başbakan bizler kültürel tarihimizi, Yaradan’ın lütfu olan cennet misali adalarımızı Fatih Sultan’ın ve de 30 Ağustos’ta 86. yılını kutladığımız Atatürk’ün emaneti Kurtuluş Savaşımızın, özgürlük ve bağımsızlığımızın ta- pusu olan Zafer Bayramımızın borçluluğuyla kamunun vicda- nıyız. Şehit kanlarıyla sulanmış kutsal topraklarımızın geleceği- nin korunup yeni kuşaklara emanet edilebilmesi amacıyla “çevrecilik” sözcüğüne alaycı te- bessümlerle bakıldığı seksenli yıllarda İstanbul’un incilerini ko- rumaya soyunduk. Önceleri, doğma büyüme Bü- yükadalı Şakir Sırmalı, ressam Tiraje Dikmen, Aysel-Altan Öymen, polis emeklisi İsmail Gülsoy, gençleri temsilen İsmail Yenigün, tarihi yapıt onarımcı- sı Yorgo Bekar ve Av. Behlül Ablak olmak üzere bir avuç ada severle yola çıktık. Türki- ye’de ilk kez yeşil başlıklı ÇEV- REMİZ yerel gazetemizle ada- larımızın betonlaşmasını engel- leme savaşımını başlattık. Rant mafyasının tüm güçleriyle karşı koymalarına direndik. Kültür Bakanlığı’na da durumu anla- tarak incilerimizin 1. derece sit alanı ilanını da sağladık. Bu ça- lışmalarımızı beğeniyle izleyen İstanbul sevdalısı merhum Çe- lik Gülersoy’un başkanlığında 23.03.1989’da vilayetçe kabul görülen derneğimizi kurmuş ol- duk. Bu tescilden sonra ada- larda yaşayıp edebiyatın bütün türlerinde, resimde, heykelde güzel sanatların hepsinde ve bilimde ürettikleri eserleriyle ay- dınlanmada övüncümüz olan 150’ye yakın kişinin temsili di- leğiyle zamanın Belediye Baş- kanı Can Esen’e bir de Ata’mı- zı simgeleyen, tasarımı yontucu Nevzat Atalay’a ait olan abi- deleri yaptırdık. Büyükada’nın Cumhuriyet Meydanı’na kon- durduk. Türk edebiyatında ses- lerini eserleriyle duyurmuş olan Heybeliadalı H. Rahmi Gürpı- nar’la Burgazada tutkulusu Ata- türk’ten sonra Mark Twain ar- mağanı sahibi Sait Faik’in Mü- ze Ev’lerini Kültür Bakanlığı’na ve Sait Faik’in vakfıyesi olan Da- rüşşafaka Cemiyeti’ne onartır- dık ve gene de onartıyoruz. 30 yıldır Sait Faik’i 11 Mayıs ölüm günü haftasında anıp anlatıyo- ruz. 24 Temmuz’larda da Lozan Antlaşması’nı İsmet İnönü’nün yaşadığı, Müze Evi’nin bulun- duğu Heybeliada’da olduğu gi- bi... Bunları yeni kuşaklara, geçmişlerindeki değerleri gös- tererek geleceğe sahip çıkma- ları için yapıyoruz... Sayın Başbakan madem ki siz de “Çevrecinin daniskasısı- nız” ve devlet gücüne de sa- hipsiniz, bizlerin de yüksek ma- kamlarınızdan acizane bazı is- temlerimiz var. Ülkemiz güneş ve rüzgâr enerjisine çokça sa- hip. Öyleyse lütfen Karade- niz’in Sinop’tan başlayarak Ger- ze, Ayancık, Erfelek, İkizdere ve Fındıklı vadilerinin dışında say- makla bitirilemeyecek 62 ye- rinde nükleer ve hidroelektrik santralı yaptırılmasını Fırtına vadisindeki gibi vazgeçip önle- yiverin. Santrallar dışında altın arayıcılarınca yok edilmekte olan tarihi değerinin yanında eşi bulunmaz endemik yapısıyla bir hazine olan Kaz Dağları’yla Yortanlı Barajı’nın silip süpüre- ceği iki bin yıllık Allianoi’ye sa- hip çıkın. Burasının tarihi değeri yanında jeotermal özeliği de var. Son günlerde sıcak suyu grayderler ve kepçelerle ne acı- dır ki boşaltılıyormuş, haberiniz var mı?Torba Koyu kirlilikte son hadde varmış, yazık değil mi? Kuş cennetlerimiz Man- yas’la İzmir’in Bafa göllerinde- ki kuş çeşitliliği kuraklık ve kir- liliğin de eklenmesiyle giderek azalıyor. Bilindiği gibi Tuz Gö- lü’yle Küçük Göl de kuruyup yok oldu. Anadolu’nun orta- sındaki ışıltı da söndü... Anadolu medeniyetlerinin göstergelerine de lütfen sahip çıkın. Hasankeyf’in yok edilişi dünyanın çevrecilerini de çok üzüyor. Adana’nın Osmani- ye’sindeki Kastabela’da Prof. Halet Çambel’in gayretleriyle bizlere bahşedilen açık hava müzesinde sergilenmekte olan uygarlık örneklerimizle alt tara- fındaki bulunmaz çeşitliliğiyle kuş cenneti de tasımlanan çi- mento fabrikasıyla katledilecek. Bir de Bodrum ve Antalya’da yanarak yok olan ormanlarımı- zın tekrar yaşatılacağının sözü verilmişken MNG Holding’e trustik tesis yapılması için bah- şedilmesi de ayrı bir cinayet olsa gerek. 2003’te Burgazada ormanı yanıp kül olduğunda derneğimizin çabalarıyla tekrar ihya edilmesi hak ettiğimiz övün- cümüzdür. Daniskalı çevrecili- ğinizle hatırlayabildiklerimize el atıp gerekeni yaparsanız sizin- le de övünebiliriz(!). ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 2 Eylül Tilki SESSİZ SEDASIZ (!) OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Biz de Sapına Kadar Çevreciyiz HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yeni doğ- muş bebeğe, götürüldüğü evlerden veri- len yumurta, mendil, şeker gibi küçük ar- mağanlar. 2/ İçe doğmayla akla gelen ya- ratõcõ duygu... Mezopotam- ya’da kurulmuş eski uygarlõk. 3/ Alüv- yon... İşe yaramaz, etkisiz. 4/ Avõ çek- mek için dökülen yem. 5/ Edirne’nin bir ilçesi... “--- ömür biter bir uzun son- bahar olur” (Yahya Kemal). 6/ Olta ya da tuzağa konulan yem... Sevinçli. 7/ Kokusu hardala benzeyen ze- hirli bir savaş gazõ... Bir nota. 8/ Lantan ele- mentinin simgesi... Bir renk... Kümes. 9/ Ticaret gemilerinde tayfalarõn başõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yukarõdan aşağõya doğru büyüyen oymalõ ya- laklardan oluşan bir çeşme türü. 2/ Hararet... As- ya’da bir ülke. 3/ Bir cins çõralõ tahta. 4/ En kõ- sa zaman süresi... Ender, seyrek... Habeş soylu- su. 5/ Şöhret... Ödül olarak bir kimse ya da takõma verilen kalkan biçiminde levha. 6/ “Meyhane mu- kassi görünür taşradan amma / Bir başka ferah başka --- var içinde” (Nedim). 7/ Sõcaklõğõ çok yüksek ya da çok düşük olmayan yer... İtalya’nõn en uzun õrmağõ. 8/ Gelin olacak kõza erkeğin ver- diği para ya da armağan... Alanya ilçesinde bir çay ve mağara. 9/ Geniş kollu sabahlõk. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K Ü L Ü N K A T A N A A R A K A L K A Z A M A T U N D A K İ K A B E K E R E L A E S A T İ R P İ L İ M Y T E A M A T E R A S U İ N İ A K O R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle