29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 17 EYLÜL 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Eskiden: Öfkeyle kalkan zararla oturur. Şimdi: Öfke hitabet sanatıdır! Rahatsız Boynuz Osman Şapçı: “Boynuz kulağı geçti; Erdoğan da hocası Erbakan’ı geride bıraktı!” Yöntem Nezihe Sanal: “Basını sustur, askeri sindir, yargıyı bastır, üniversiteleri yıldır; bunun adı İslami demokrasi mi?” YağmurDeniz - Endonezya’daki ramazan yardımında 21 kişi ölmüş... “Cennetten arsa mı dağıtmışlar!” TÜRKİYE Cumhuriyeti yurttaşı Kemal Öncü’nün Venezüella Devlet Başkanı Hugo Rafael Chavez Fria’ya dilekçesidir: “Sayın Başkan; değerli vaktinizi harcamamak için dileğimi kısa ve öz olarak ileteceğim. Ben bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım ve yıllardır terör belasının acılarını yaşamaktayım. Terörle baş edilmesinin askerin becerisinden ziyade siyasi iradenin niyet ve becerisine bağlı olduğuna inanan biri olarak, Türkiye’nin 2003’ten beri Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’nin gelmiş geçmiş başbakanlar içinde en beceriklisi olduğundan hiç kuşkum yoktur. Ancak, o değerli devlet adamının on parçaya bölünmesini beklemenin de insafsızlık olacağının farkındayım. Dolayısıyla, bir yandan partililerinin ve yakın çevresinin birer birer gün ışığına çıkan yolsuzluklarını temsilen koskoca bir mızrağı çuvala sığdırmaya çalışır ve dikkatleri iş adamlarının, siyasal muhaliflerinin mal varlıklarına çekmeye çalışırken; bir yandan da yarıya yakınını zapturapt altına aldığı medyanın geri kalanının sesini kısmak için gecesini gündüzüne katarak kürsülerden laf yetiştirmesinin, kendisine terörle uğraşmak için yeterli zaman bırakmadığı gerçeğini de dürüstçe kabul etmek gerekir. Sayın Başkan; Türkiye’de teröre her gün birer ikişer verilen kurbanların acısı anaların, babaların, eşlerin, çocukların ve insan olanların yüreklerini dağlıyor. Bu koşullarda, vakti olmadığı için haklı olarak terörle mücadeleyi arka plana iten Beyefendi’yi anlayışla karşılayarak terörle mücadele konusunda başka bir siyasal iradeden medet ummak zorundayız. Coğrafik konumumuz gereği (malum, Ortadoğu’dayız) çevremizde bu mücadeleyi terörünün hamisi ve destekçisi ABD’ye rağmen yapabilecek bir babayiğit devlet ve devlet adamı malumunuz olduğu üzere yoktur. Yine malumunuz olduğu üzere bu çapta bir devlet adamı olarak sadece Beyefendi var ve ne yazık ki onun da açıkladığım nedenlerle bu mücadeleye ayıracak vakti yok. Medyayı ve muhalefeti tam susturduktan sonra belki. İşin özü Başkan Chavez; teröristbaşı ABD’ye kafa tutan sizin gibi bir Başkan için, bizdeki terör fındık fıstık çerez olsa gerektir. Alacağınız önlemler bir şehit eksik olmasını sağlayacak ise eğer, bizler için dünyalara değerdir.” Teröre çare PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Düşüş AKP ilçe kongrelerine katılan delege ve izleyici- ler, Sayın Başbakan ne söylerse söylesin, çılgınca alkışlıyorlar. Televizyonların verdiği görüntülere bakıyorum, çoğu orta ve dar gelirli kesimlerden in- sanlar. Sonu görünmeyen bir denizde akıntıya ka- pılmışlar, nerede karaya vuracaklarını bilmeden, üs- telik bunu merak da etmeden sürükleniyorlar. Ekonominin büyüme hızı son üç ayın toplamın- da, geride kalan altı yılın en alt düzeyine, yüzde 1.9’a düşmüş. Enflasyon çift haneli rakamlarda yukarı- ya tırmanıyor, yaz aylarında sezona bağlı olarak gö- rülen istihdamdaki görece rahatlama kışla birlikte yerini daralmaya, işsizliğe bırakacak. Son üç ay için- de sokağa atılan emekçi sayısı daha şimdiden 96 bini bulmuş bile. Ne var ki tüm bunlar Başbakan’ı alkışlayanların umurunda değil. Oysa ekonomideki olumsuz gidişte topun ağzında olanlar, kepenklerini ilk indirecekler, banka borç- larının altında ilk ezilecekler, ilk işsiz kalacaklar on- lardır. Ama alkışlıyorlar. Almanya’da yıllardır din kisveli dolandırıcı şe- bekeleri tarafından birikimleri cukkalananlar, Avro’ları iç edilenler onların hemşerileri, onların akrabaları; yine de seslerini çıkarmıyorlar. Şaşılası bir tevek- kül içindeler, sanki efsunlanmışlar, afyonlanmışlar. Başbakan’ı dinliyorlar. Başbakan’ın sesi öfkeli, kaşları çatık, yolsuzluklardan söz ederken yapanlara değil, yazanlara çatıyor. Alkışçılar o zaman hare- ketleniyorlar, ayağa fırlayıp yolsuzlukları yazan gazetecilere çatan Başbakan’a “Türkiye seninle gu- rur duyuyor!” diye tezahürat yapıyorlar. Başbakan’ı alkışlayanların okuduğu gazeteler, iz- ledikleri televizyon kanalları yolsuzluklara, yoksul- luklara, çalıp çırpmalara, işsizliğe, pahalılığa yer ver- miyor. Onlar da dünyayı Başbakan’ın anlattığı gi- bi tozpembe sanıyorlar, öyle görmek istiyorlar. Öy- le sanmak, öyle görmek isteyecek kadar uzaklaş- tırılmışlar, kopartılmışlar yaşadıkları hayatlardan. Bu- rada din üzerinden siyaset yapanların, dinci med- yanın hakkını teslim etmek gerekiyor, çünkü insanları kendi hayatlarına kopacak ölçüde yabancılaştırmak, kendi kendilerini hançerleyecek ölçüde uyutabilmek hiç de küçümsenecek bir “başarı” değildir! Ne var ki bu devran ebediyete kadar sürüp git- meyecek; çünkü düşüş hep yükselişin vardığı en üst noktada, zirvede başlar, AKP iktidarı da, lide- ri de bu kaçınılamaz sonu değiştiremeyecektir. Dü- şüş başlamıştır bile. Yoksa kendine özgüveni sağ- lam olan bir siyasal güç neden böylesine hırçın- laşsın, öfkesini gemleyemez olsun? Düşüşü en yakından duyumsayanın düşen olduğu bilinen bir gerçektir. Ülkenin dört bir yanında ay- yuka çıkan yolsuzluklar, “laikliğe karşı eylemlerin odağı olunması” hali, muhalefetin sesini kesme gi- rişimleri, yargı fiyaskoları, eş-dost kayırmaları ön- lenemez düşüşün somut görüntüleridir. Tüm bu görüntüleri perdelemeye, olan biteni yok göstermeye yandaş medyanın çabaları da bir sü- re sonra yetmez olacak, efsunlanmış kitlelerin yanlış alkışları, düşenlerin kulaklarında sadece hoş bir seda olarak kalacaktır. Düşüş bir süreçtir, çıkışta aldığından daha kısa bir zaman alır. Bunu daha da hızlandırmak başta sosyalistler olmak üzere bu ülkenin kafaları aydınlık, iktidardan çıkar beklemeyen dürüst, erdemli, ça- lışkan, demokrat, yurtsever insanlarının işidir, gö- revidir. Türkiye’de demokrasinin işlerlik kazanması için, toplumun ve bireylerinin özgürleşmesi için parla- menter savaşım tek başına yeterli değildir. Türki- ye’de demokrasiyi, hayatın her alanında örgütlen- me becerisini gösteren bireyler kuracaktır. Bunu bil- diği içindir ki Moda İskelesi’nde her cuma akşamı düzenlenen “Moda İskelesi’ni yobazlara kaptır- mayacağız! Işığını al da gel!” eylemi Başbakan’ın si- nirini bozmuştur, çünkü etkin bir parlamento dışı muhalefet her iktidar için gelen bir toplumsal/siyasal depremin habercisidir. Dolayısıyla tabandan gelen bu tür yurttaş girişimleri karşısında iktidar sahiplerinin sinirlerinin bozulması doğaldır. Ve sinirleri daha da bozulacaktır. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Eylülle birlikte kültür ve sanat etkinlikleri de yoğunlaştõ... İstanbul’dakilerin ortak özel- liği, “Avrupa Kültür Başkenti” vurgulamalarõ. Davetiyelerinde, afişlerinde hep “2010 logosu”... Öyle görünüyor ki 2010’un tek farkõ, kültür ve sanat etkin- liklerindeki “artış” olacak. Ser- giler, gösteriler, konserler baş döndürecek. Ancak, bununla yetinilmeme- sini; 2010’a asõl yakõşanõn “ken- tin tarihten gelen kültür zen- ginliğini çağdaş yaşamla bu- luşturacak projeler” olacağõnõ bir türlü anlatamadõğõmõz “yet- kililer” de o salondan öbür gale- riye koşturmaktan yorgun düşe- cekler... Oysa aynõ yorgunluk, bir ba- kõma her zaman gerçekleşebilecek etkinlikler için değil, doğrudan Avrupa Kültür Başkenti olma “gerekçesi”ne ve “amacı”na uy- gun çalõşmalarla yaşanmalõ... Ne var ki bunun için de artõk çok geç. Böylesine önemli bir baş- kentliğin “temel sorumlulukla- rı”na uygun hazõrlõklarõ kalan bir yõlda gerçekleştirmek müm- kün görünmüyor... Peki, neler yapõlmalõydõ? AB’nin resmi beklentisi Sorunun yanõtõnõ, AB’nin “Av- rupa Kültür Başkentleri” baş- lõklõ resmi metninden kim bilir ka- çõncõ kez yine birlikte okuyalõm: “Avrupa Kültür Başkentleri, Avrupa kentlerinin ortak kül- türel mirasını değerlendirmek programıdır. Temel hedef, geç- mişe ait ve çağdaş kültürel de- ğerlere çok fazla sayıda kentli- nin erişebilmesini sağlamaktır. Bu nedenle topluma ait alanlar rehabilite edilmelidir..” Tarihi kentler için “Avrupa mirası” kavramõ, Avrupa Kon- seyi’nin 25. kuruluş yõlõ anõsõna 1975’te başlatõlan “Ortak Mi- rasımız” kampanyasõnõn ürünü- dür. İlerleyen yõllardaki uluslar- arasõ sözleşmelerde de her ülke- nin öncelikle tarihi kent dokula- rõnõ ve mimarlõk değerlerini ya- şatarak korumalarõ, “Avrupalı olma sorumluluğu” sayõlmõştõr. Bu nedenle yine AB bakõn ne diyor: “Kentlerimiz yüzyıllardır insanlara ışık saçmış, büyüle- miştir. Kültür Başkenti adaylı- ğında, kentin tarihi mirasının değerlendirilmesi ve buna kent halkının da katılımının sağlan- ması konusunda kesin teminat verilmelidir...” Nitekim İstanbul’un 2010 aday- lõğõnda da “konserler ve göste- riler”den önce “2600 yıllık Av- rupa kenti olma ve buna daya- lı kültürel kimliğini belgeleyen tarihsel mirasının önemi” be- lirtilmişti... Bu sayede kazanõlan 2010’un gerekçesi de aynõ biri- kimin “Avrupa mirası” olarak sahiplenilmesi ve toplumla daha fazla buluşmasõnõ sağlayacak pro- jelerin gerçekleşmesiydi. ‘Yanıtsız’ sorular Şimdi soralõm... 2010 için ör- neğin Zeyrek ya da Süleymani- ye gibi yõllardõr çökmeye terk edi- len tarihi semtlerde kaç sokak kur- tarõlmakta; kaç konak restore edilmekte; hangi tarihi çevre dü- zenlemeleri yapõlmakta ve AB’nin deyişiyle “topluma ait alan- lar”a yönelik ne gibi kentsel ta- sarõm projeleri uygulanmakta- dõr? Örneğin 1997’de Avrupa Kül- tür Başkenti olan Selanik, apart- manlarõn altõndaki antik dokusunu meydanlarda ve caddelerde arkeolojik park- lar yaratarak gün õşõğõna çõ- kardõ. AB kaynaklarõnõ tarihi dokusunun çağdaş yaşamla kucaklaşmasõna ayõrdõ... Benzer şekilde 2004’te Cenova, hemşerisi Kristof Kolomb’un yaşadõğõ sem- ti canlandõrarak turizme açarken, 2008’de de Lük- semburg zaten korunan tarihi peyzajõna “uyumlu” modern mi- mari örneklerini “kültürel sü- reklilik” programõyla onurlan- dõrdõ... Söyler misiniz, İstanbul için ne yapõlõyor? Sakõn “Tarlabaşı” denmesin; hem 2010’la ilgisi yok; hem de zaten duyarlõ uzmanlarõn “ko- ruma değil dekoratif kandır- maca” dedikleri, ruhsuz bir tu- ristik rant projesi... Benzer şekilde “Fener-Balat” da denmesin; çünkü orasõ da 1996’daki Habitat Zirvesi’nde karar verilen ve dönemin Fatih Belediye Başkanõ Sadettin Tan- tan’õn başlattõğõ bir UNESCO projesi... Yani, 2010’da, kentin uygarlõk değerlerinin yok oluştan kurta- rõlmasõnõ sağlayacak hemen hiç- bir çaba yok; hatta “niyet” bile yok! Onca güçlükle ayrõlan büt- çeyi, AB kaynaklarõnõ ve en önemlisi de heyecanõ, hevesi “harcıyor”uz, aldõran yok! İstanbul için Avrupa Kültür Başkenti hazõrlõklarõ, kentsel mi- rasõmõza karşõ süregelen duyar- sõzlõğõn doruktaki son örneği ola- rak tarihe geçiyor... Bocalama ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘İstanbul 2010’ Harcanõyor Hasan Baş: “Beslenmek için çadır aramakla meşgul halkım, alçak ve şerefsiz ikileminde bocalıyor!” Necati Cebe: “Abdullah Gül ‘Birbirimize düşmek bize yakışmaz’ demekle, din üzerinden dolandırıcılık yapılmasından değil olayın tartışılmasından rahatsız olmuşa benziyor!” HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] ‘Sıfır eraş irtica, yaka paça ülkemle!’ KIZMAK, sinirlenmek, hiddetlenmek, öfkelenmek, şiddetlenmek, köpürmek, asabileşmek, asmak, kesmek sadece sultanlara özgü bir duygu olmasa gerek. Ahaliden Kasım Şair de şu sıra sinirlenmiş; “Gönderdiğim hicvi köşenizde görmek sinirlerime iyi gelecektir” diyor. “Biri var, su başında/ Düşük omuz, dar şalvar/ Dili işlek, eli tez/ Ağzı yalan yuvası. Biri var, ışığımızı kırıyor/ Kör sözlerle/ Elleri kapımızın çengelinde/ Bekliyor içeri karanlık/ Üflemek için. Biri var, tek heceli/ Bir sözcük gibi bakıyor/ Gülünce/ Tüylü bir çukur açılıyor yüzünde. Biri var, kan grubu/ Sıfır eraş irtica/ Yaka paça ülkemle...” Yine ahaliden biri, Haşim Can Sözer de, kısaca darülharp denen gâvur memleketlerinden birinde olan bitenlere fena halde sinirlenmiş: “Milli irade kavramından zerre kadar nasibini almamış, ille de adalet diyebilecek kadar yanlış bir hukuk yorumuna saplanıp kalmış, çıkar çelişkisi içine düşmüş, dinozor kafalı bir savcı, saltanatımızı yıpratma ve karalama çabasına girişmiş bulunmaktadır. Alacaksın bunlardan bir iki tanesini içeri, işte o zaman öğrenecekler demokrasinin ne olduğunu.” SESSİZ SEDASIZ (!) [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com HARBİ SEMİH POROY 17 Eylül BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Antalya’nõn Alanya ilçe- sinde bir ma- ğara. 2/ Ce- maate namaz kõldõran kim- se... İçki içi- lirken yenilen yiyecek. 3/ “Adam, herif” anlamõnda ar- go sözcük... Osmanlõ toprak dü- zeninde yõllõk geliri yüz bin akçeyi aşan dirlik. 4/ İlkel ben- lik... Lavta ailesin- den bir çalgõ. 5/ Açõk seçik olan, anlaşõl- maz yanõ bulunma- yan... Radon ele- mentinin simgesi... Genişlik. 6/ Sayõlarõ göstermek için kullanõlan işa- retlerden her biri. 7/ Bir adõn ya da sözcüğün baş harfi. 8/ Teniste kullanõlan spor aracõ... Tarih ön- cesine dayanan efsane. 9/ Yunan mitolojisinde aşk tanrõsõ... Ege Bölgesi’nin en büyük gölü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Mersin ilinde bir mağara. 2/ Bir işi yapmaya hazõr... Bir meyve. 3/ Arap abecesinde bir harf... Örülerek dokunan bir cins yün kumaş. 4/ Yılmaz Güney’in bir filmi... Osmanlõlarda gece bekçi- si. 5/ Dokumacõlõkta atkõ ipliğini sõkõştõrmakta kul- lanõlan dişli araç. 6/ Parola... Uygun bulma, tas- dik. 7/ “Ateş gibi bir --- akõyordu/Ruhumla o ru- hun arasõndan” (Ahmet Haşim)... Genelev işle- ten kadõn. 8/ Madenleri ergitme... Siirt ilinde bir kaplõca. 9/ Kokulu ve uçucu sõvõ... Tantal ele- mentinin simgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 H O R A N T A A O N A T O L A Y R U L İ M O N İ A R S A T A A N T İ S İ R İ N A İ T B A R E T L İ K A O T O B A L E R İ N K U N P İ R İ N A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 “Bizans’ın üzerinde”ki otel de 2010’a yetişecek!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle