07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 16 EYLÜL 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Laikleri hedef gös- teren gazetenin adı- nı artık herkes bili- yor!.. İşte o gaze- tede 11 Eylül günü akla ziyan bir yazı yayımlandı. CHP’de- ki telekulak tartışmalarıyla tanınan Serdar Arseven o yazısıyla kimi çev- relerin din-iman kisvesi altında elle- rindeki kalemi nasıl kullandıklarını göz- ler önüne sermişti! Yetim hakkını sa- vunan kimi muhazafakâr yazarların Deniz Feneri’ne yönelik eleştirileri bu zatı kızdırmış olacak ki, ruh yapısı ve ka- rakterini en ince ayrıntıla- rına kadar deşifre etmek- ten çekinmemişti. Gaze- tesinin yayın politikasını da ifşa eden şu satırlar salt medya etiğine değil İslam inancının doğruluk, dü- rüstlük gibi kurallarına da ters düşü- yordu: “Ben; bir Müslümanı, hele bir fâsık saldırıyorken, asla yıpratmam! Belki kendim ısırırım Müslüman kardeşimi; lâ- kin köpeklerin yalamasına dâhi mü- saade etmem! Kesin çizgilerim vardır; ve çifte standartlarım! İtham Müslü- man’a yönelmişse; iftira olduğu ön- yargısından hareketle çıkarım yola. ‘Kafir’e yönelmişse; doğru olabileceği önyargısından! ‘Ergenekon iddiana- mesine balıklama atladın ama Deniz Feneri iddianamesiyle hiç ilgilenmi- yorsun’ diyerek gaza getirmeye çalı- şanlara itibar etmiyorum. Zira; Erge- nekon terör örgütüdür. Deniz Feneri bir yardım derneği!” Akşam gazetesi bir gün sonra bu ya- zıyı “Benim hırsızım iyidir” diye değer- lendirince gerici gazete öfkelenmişti. Oysa Arseven, Fethullah Gülen yan- lısı Bugün gazetesinden iki sert eleş- tiri almıştı. Gülay Göktürk pazar gün- kü yazısında, “Tabii, insanların çifte standartlı olma hakkı da var. Ama bu- nu marifetmiş gibi ilan eden kişi, bir haberciyse, varın o gazetenin inanılırlığını hesap edin” demişti. Mehmet Metiner ise dünkü yazı- sında, Saidi Nursi’nin, “Kâ- firin her hali küfür değildir” sözünü anımsatmış ve Ar- seven’e ağzının payını şu satırlarla vermişti: “Doğru kimden gelirse gelsin kabul ederim. Bunu yaparken de kimsenin ne dinine bakarım, ne de imanına. Dinin bu konudaki standardı bellidir: Hiçbir din- darın hırsızlık veya zalimlik gibi fiilleri- ne arka çıkılmaz. Standardımız tek ol- malıdır: Hırsız hırsızdır, zalim zalimdir. Kendi hırsızına arka çıkan her anlayış, ahlakiliği olmayan bir çifte standart ör- neğidir.” İleride yandaşlık ve yalan rüzgârın- da medya başlıklı bir kitap yazılırsa, Ar- seven’in ibretlik yazısı kapak olmaya adaydır! Şaban Dişli ve Deniz Feneri yolsuzluğunda biat medyasının tu- tumu utanç veriyor. TRT ise geçmişte “Hükümet borozanı” şek- lindeki eleştirilere bile rahmet okutu- yor. Artık Başbakan’ın kü- fürleri devlet kanalında can- lı yayımlanıyor. Bu da yet- miyor TRT’de bırakın yoldaş yazarların her programda boy göstermesini, sabah gazeteler okunurken bile inanılmaz bir yandaşlık örneği sergileniyor. Yeniçağ’da med- ya köşesi hazırlayan Selcan Taşlı 10 Eylül’de, “TRT’de gazeteler okundu demek, okumak gibi kutsal bir kavramı sulandırmak olur” diye yazmıştı. Dün sabah TRT 1 ve 2’yi izleyince Yeni- çağ’ın siteminin ne kadar haklı oldu- ğunu gördük. Örneğin TRT’nin iki ka- nalında gazeteler okunurken son üç sıraya AKP muhalifi Cumhuriyet, Ye- niçağ ve Milli Gazete konuldu. TRT 2’de, Başbakan’ın, “İspatlamayan şerefsizdir” sözünü ağzını doldurarak okuyan spiker, Cumhuriyet’in birinci sayfasında “Erdoğan susamıyor” başlığını, Başba- kanlık sözcüsü Akif Beki’nin şirket ortaklıklarını içeren ha- beri, Abdüllatif Şener‘in “Kaynaklar kime verildi” şeklindeki açıklamasını es geçti. Aynı spiker Yeniçağ’ın man- şetinde Başbakan’ın argo sözlerini yansıtan “Ağız dolusu küfür” başlığı- nı da okumadı! TRT sayesinde “Biat” kelimesini ter- sinden okumayı da öğrendik. Siz de deneyin, gerçeği görürsünüz! Haşmet!.. Perihan!.. “Burada açık görünen Türkiye’nin şu anda despotik bir zihniyetle yönetilmekte olduğudur. O zihniyet için tutarlı olma gibi bir gereksinim yoktur. O isteyince bağıracaksınız, o sus deyince susacaksınız. Doğ- rusu Tayyip Erdoğan’ın demokra- siyi hem bildiğini hem de özümse- diğini sananlardır asıl ders verilme- si gerekenler. Bunların başında da Erdoğan’ı de- mokrat ilan eden Avrupa Birliği ile- ri gelenleri vardır. Bir de Atatürk’e ve devrimlerine karşı olmayı de- mokratlık sayan ve liberal geçinen gizli faşistler var.” Oktay Ekşi, Hürriyet “Nerede birleşeceğiz? Yasakçılık- ta mı? Özgürlükçülükte mi? Bu çifte standart Türkiye’yi sonunda hiçbirimizin baş edemeyeceği şid- detli bir bölünmeye götürmekte. Bu- nu engellemenin tek bir yolu var. Ev- rensel hukukun tarif ettiği özgür- lüklerde mutabık ol- mak. Neden mi? Çünkü ‘kelam’ ile ‘eylem’ çelişiyor. Örneğin, Başbakan ‘özgürlükçü’ konu- şuyor, belediye ‘ya- sakçı’ davranıyor. Ne Hidiv Kas- rı’nda... Ne Mo- da’da... Ne Üskü- dar’da... İçenin ve içmeyenin aynı ma- sada oturacağı bir yaklaşım yok. Bu, garip bir çelişki de- ğil mi?” Mehmet Altan, Star e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ Standart!.. Engin Ardıç’ın Atatürk ve Cumhu- riyetçilere saldırmaktan fırsat bilip şu Deniz Feneri ya da Şaban Dişli ola- yına girmesini artık kimse beklemiyor! O köşesinde kendine özgü alaycı üs- lubuyla yazılar yazıyor. Dünkü konu- larından biri de Haşmet Babaoğ- lu‘nun Vatan’dan Sabah’a geçmesiydi. Bu yüzden, “Aramıza, daha doğrusu asıl yuvana hoşgeldin Haşmet. Önce- likle, ‘oradan’ kurtulduğun için seni kut- larım” demişti. Peki Ardıç zeytin dalıyla süslenmiş bu satırları niye yazmıştı acaba? Ba- baoğlu bir süre önce Ardıç’tan “cahil” diye söz etmişti. Ardıç da, 6 Ocak 2007 tarihli köşesinde “Hırpala beni de Haşmet” başlıklı şu satırları kaleme al- mıştı: “Aşk çocuğu ve de yazarı Haşmet’i bilirsiniz, son zamanlarda fırtınalı iliş- kileri ve kavgalarıyla gündeme gelmiş bir arkadaşımız. Geçen gün bana bu- laştı. Haşmet, ben burada lise kom- pozisyonu yazmak için bulunmuyorum. Zamanımı ağarmış kıllarımla karı kız pe- şinde koşmakla, orada burada mara- za çıkarmakla geçirmiyorum. Futbol kültürünü hangi berber dükkânından edindiğini bir açıklayıver... (Aşk uz- manlığını hangi yataklarda edindiğini sormuyorum, orasını biliyoruz.)” Ardıç dünkü yazısını, “Kavgalar gü- rültüler edilmiş olsa da, paylaşacak şeyler daha fazladır ikimizin arasın- da”diye bitirmişti ama Hıncal Uluç’a niye “Faşo?” demişti işte o anlaşıla- mamıştı! 14Eylül2008(EvrenselGazetesi) Biat’ın Tersi!.. Fethullah Gülen’in Yargıtay’daki davası sonuçlanınca konuyu Sabah gazetesinde Nazlı Ilıcak alevlendir- mişti. 4 Ağustos tarihli, “Bir gece an- sızın” başlıklı yazısında, “Fethullah Gülen ramazan sonrası Türkiye’ye gelebilir mi? Eğer bir gün gelecekse, Fethullah Hoca, bugünkünden daha olumlu şartları kolay kolay bulamaz” demişti. Ramazan ayının yarısı geçti. Tam da bu sırada Gülen’le ilgili bir kitabın rek- lamları her gün bir gazetede yayım- lanmaya başladı. Kitaba yansıyanla- ra göre Gülen’in postuna oturmayan ünlü şahsiyet kalmamış! Radikal’de Perihan Mağden herhalde bu yüzden olsa gaza gelmişti. Pazar günkü kö- şesinde, “Hoca yurda dönebilmeli” başlıklı yazısında, yaşlı gözlerinden do- layı Gülen’i Sadri Alışık’a benzetmişti! Önce “Benim bir alakam yok kendi- siyle, tanımam etmem, hiçbir müritli- ğim söz konusu değil” diye önlemini almıştı! Sonra da, “Yaşını başını almış bir beyefendinin; beyhude bir sürgünle bir nevi eziyete uğratılması” düşün- cesiyle, “Yeter artık! Dönsün” diye yol vermişti! Hatta Gülen’in vatan hasre- tinin içine nüfuz ettiğini itiraf ederek, “Fethullah Gülen’i yasaklayamazsı- nız” diye çığlık da atmıştı! A nkara’da Dikmen’in, Altõndağ’õn, Mamak’õn... İstanbul’da Ümra- niye’nin, Kartal’õn, Pendik’in... İzmir’de Bayraklõ’nõn, Kadifekale’nin, Limontepe’nin... Dili olsa... Dese ki: Beni kim yarattõ? 78 kuşağõnõn özverili devrimci genç- leri bir bir tarih tuğlalarõnõn arkasõndan çõkõp gelecektir. Halkõn akla gelen gelmeyen bütün sorunlarõnõ yakõn-uzak hedeflemelerle çözmeye yemin etmiş bir kuşak, elbette gündüz amfideyse, gece de kent bayõr- larõnda olacaktõ. Ne özverili bir kuşaktõ... Çinli düşünür Taklamakan Çölü’nün ortasõnda oturmuş, yerden kum avuçla- yõp yarõm metre yüksekten yere dökü- yormuş... Haritaya bakan, Taklamakan Çölü’nün nasõl da uçsuz bucaksõz oldu- ğunu görecektir. Taklamakan’õn sözcük anlamõ da durumu anlatmaya yetiyor: Gidip de gelinmeyen! Düşünürün çocuklarõndan biri babasõna sormuş: - Ne yapõyorsun? Düşünür yerden bir avuç kum daha alõp bõrakõrken seslenmiş: “Çölü değiştiriyorum...” 78 kuşağõ da tüm ülkeyi değiştirme, devrime kavuşturma uğraşõnõn yanõnda kimi günlerini de gecekondu yapõmõnda geçirmeyi, mücadelesinin önemli bir ki- lometretaşõ olarak görüyordu. 70’li yõllar Türkiye’de toplumsal dö- nüşümün de çok hõzlõ olduğu dönemdi. İç göçün hõzõnõ tutabilene aşk olsun. Ana- dolu’nun uçsuz bucaksõz bozkõrlarõn- dan tahta bavulunu toplayõp büyük kent- lere gelen insanlar, kendine yer etti mi; ilk iş, memleketteki yakõnlarõnõ da yanõ- na alõp sülaleyi genişletmek... Osmanlõ’da lale devri varsa, 70’li yõl- larõn Türkiye’sinde de sülale devri var- dõ... Kent varoşlarõnda hõzla oluşan ye- ni semtlerin adõ da bunu anlatmaya ye- tiyordu: Erzurumlular Mahallesi, Mardinliler Mahallesi, Yozgatlõlar Mahallesi... Her kentin ister istemez siyasal karşõ- lõğõ da vardõ. 12 Eylül döneminde salt bu adõ nedeniyle daha fazla “ilgiyle” kar- şõlaşan semtler oldu! Büyük kentlerin çevresi halka halka ku- şatõlõyordu... Devrimciler bu kuşatmayõ gördüler ve devrimin örgütlenebileceği önemli kaleler inşa edebileceklerini dü- şündüler. Yaptõlar da... ODTÜ’nün her fakültesinden gençler ellerinin nasõrlanmasõna bakmaksõzõn Dikmen sõrtlarõnda kat kat gecekondu yükselttiler. Arada selvi ağaçlarõnõ da ih- mal etmediler... İstanbul’da Ümraniye sõrtlarõ, gençlik ateşinin enerjisine nasõl dayanõr... Göz açõp kapayana dek Anadolu’dan gelen halkõmõzõn barõnma sorunu çözümlen- mişti bile... Bu inşaatlara katõlanlarla yõllar sonra ara ara sohbet ettim... Anõlar, iyi fõrõn- lanmõş tuğla bloklarõ gibi bir bir dökül- dü ağõzlarõndan. Onlarõ en çok üzen o semtlerin artõk solun semtinden bile geçmez oluşuydu... Her seçimde bam- başka siyasi partilere yardõm ve sandõk- lõk edişiydi... Yaptõklarõna pişman mõy- dõlar? Kesinlikle hayõr... Konunun bu yanõ ayrõ... Biz 78 kuşağõnõn özverisinin dõşõna taş- mayalõm... O gençler gecekondularõ inşa ettikle- rinde hiç ama hiç “bir oda da bizim ol- sun” demediler. Akõllarõndan dahi ge- çirmediler. Belki böyle bir düşünce dü- şüncesini yazmam da düşüncesizce bir düşünce! Ama şunu da vurgulamadan geçme- yelim: 70’li yõllarda o evleri ören gençler, 2000’li yõllarda “anılar” deyip o semt- lere gittiklerinde fiziki olarak da tanõya- madõlar. Ne doğru dürüst yazõ yazõlacak boş duvar vardõ ne o sokaklar devrime gi- den yoldu... 78 kuşağõ sadece gecekondu inşa et- mekle yetinmedi, daha önce yapõlmõş semtlerde de varlõk göstermeyi görev say- dõ. Yer yer bu semtlerin korunmasõ için de seferber oldu. Kurtarõlmõş bölgeler bü- yük ölçüde gecekondulardan başladõ. Yõllar sonra gecekondu semtleri mü- teahhit akõnõna uğradõ. İki göz gecekon- du 4-5 ağaçlõk bahçe onlara 2-3 daire olup geri döndü. 78 gençliği o daireleri gör- dükçe başõnda daireler dönse de gerçek buydu: Gecekondunun yerini betonkon- dular almõştõ! Gecekondulara devrim harcõ Orhan Veli’ye selam verip şöyle desek: Sol hiçbir şeyden çekmedi Kendisinden çektiği kadar. Hatta iktidara ulaşamamõş olmasõndan Bile muzdarip değildi... Kendi içinde bölünmediği zaman Biraz sõkõlõrdõ ama canõ Pek haklõ da sayõlmazdõ Yazõk oldu onca enerjiye... Sözü getireceğimiz yer şu: Devrimci gruplar öylesine çok bö- lündüler ki, terörden de faşist saldõrõ- lardan da tehlikeli ve zararlõ olan bir şey- di bu. Bölünmeye hazõr olduktan son- ra bahane mi yoktu? Neler gerekçe olmadõ ki, ayrõşma için... Afganistan’dan İran’daki gelişme- lere uluslararasõ bir sorun mu öne çõk- tõ; doğal olarak yanõtlanmasõ gereken so- ru şu: Hareket buna nasõl bakmalõ? Anõnda birden fazla görüş ortaya çõ- kõyor ve her yorum yeni gruplaşmala- rõ beraberinde getiriyordu. Kahramanmaraş katliamõndan Ço- rum olaylarõna ülkede ciddi bir olay meydana geldi. Nasõl tepki koymalõ? Buyrun size birden fazla tepki koy- ma yöntemi... Bu ve benzeri ayrõşmalar geçici ola- biliyordu. Zaman içinde, yeni geliş- melerle birlikte ikincilleşebiliyordu. Asõl bölünme nedenlerinin başõnda; örgütlerin başõndaki kadrolarõn kendi içindeki ayrõlõklar geliyordu. Bunlar dõşarõya “kişisel bakış farklılıkları” olarak değil, “ilkesel ayrılıklar” olarak yansõyordu! Hani diyalektikte bir söz vardõr: Hiçbir sorun yoktur ki, içinde çözü- mü de barõndõrmasõn. Bu gerçek devrimci hareketlere şöy- le uyarlanabilirdi: Hiçbir hareket yoktur ki, içinde se- çeneğini barõndõrmasõn! İş sadece bölünme ile kalsa, belki ka- bul edilebilir... Artõk “ileriye bakma dö- nemi” yorumuyla geçiştirilebilir. An- cak soldaki bölünmelerin büyük ço- ğunluğu çatõşmalarõ da beraberinde ge- tirdi. O zaman da güçlerini birbirlerine karşõ kullanõp, karşõlõklõ erime sürecine girdiler. Öyle ki en ağõr suçlama olarak kullandõklarõ “faşist” sözcüğünü bile birbirlerine karşõ kullanmaktan çekin- mediler. Bunun devamõnda “hain” sözcüğü doğal olarak daha kullanõlan bir ifade oldu! Bunu kullanan ülkücülerin ürettiği sloganlardan biri şuydu: Mao, Lenin, birbirinize girin! İdeolojik bakõş farklõlõklarõndan öte bazen bir sokağõn paylaşõmõ bile birbi- rine çok yakõn gruplar arasõnda çatõş- maya neden olabiliyordu. Büyük bölünmelerden biri 1978’de yaşandõ. Devrimci Yol’u pasif bulanlar buradan ayrõlõp, Devrinci Sol’u kurdu. “Halkın” sözcüğü de gruplar arasõnda farklõ paylaşõmlara konu oldu. Halkõn Kurtuluşu hareketinin dõşõnda Halkõn Yolu, Halkõn Sesi akõmlarõ da yükse- lince ortaya “Halkın” enflasyonu çõk- tõ. Zamanla Halkõn Yolu da kendi için- de bölününce ayrõlan grup adõnõ koydu: Devrimci Halkõn Yolu. Bu durum öteki siyasi gruplarca alay konusu yapõlmõş, tümünden şöyle söz edilmeye başlanmõştõ: Halkõn sülalesi... İlerici Gençler Derneği (İGD) hare- keti de kendi içinde yeni grup doğurdu: İşçinin Sesi... 1980’e girerken irili ufaklõ fraksiyon sayõsõ 100’ün üzerindeydi... Bu konuda sağõn bakõşõ nasõl? Sağ şunu çözdü: Hedef birlikteliği! İç çelişkilerinde birbirini vurmaya kurşunu olmayan gruplar, hedefe kilit- lenince aynõ safta iç içe mücadele etmeyi görev saydõlar. Bu anlayõş sonraki yõl- larda da devam etti. 2000’li yõllarõn ik- tidar gücünü oluşturan AKP’nin duru- muna baktõğõmõzda şu söylenebilir: Tabanõnõ irili ufaklõ t-onlarca tarika- tõn, cemaatin, şeyhin, şõhõn oluşturdu- ğu bir hareket. Sonuç ne? AKP iktidar... İktidar AKP olduğu için mi tarikat- lar, cemaatler güçlü? Hayõr... Ya ne? Tarikatlar, cemaatler güçlü olduğu için, güçlerini birleştirebildiği için AKP iktidarda... Bu yelpaze için şu tanõm yapõlabilir: Çok parçalõ tek hedefli... Solda ise durum geleneksel olarak şu: Bütün amaç, öteki sol hareketten da- ha güçlü olmak! 70’lere dönersek... O dönemin en büyük sol siyasal ör- gütü elbette CHP idi... Sol hareketler başlangõçta CHP’nin güçlü olmasõ için çaba harcadõlar. Seçimlerde destekle- diler. Genel Başkan Bülent Ecevit, kendisini destekleyen devrimci gruplara randevu vermeyi bile çok önemli bul- madõ. Biraz zorlama olunca şu karşõlõ- ğõ verdi: “Benim size diyet borcum yok- tur...” Oysa Demirel, zaman zaman kendi- sine ülkücüyüm diyenlerin cinayetlere karõşmasõna temkinli yaklaşõrken şu sözüyle tarihe geçti: “Bana milliyetçiler suç işliyor de- dirtemezsiniz...” Demirel, dönemin sandõk sonuçlarõ õşõğõnda iktidara ulaşmak için çevre- sindeki yelpazeyi kendi etrafõndaki renkler olarak görmek istiyordu. 78 kuşağõnõn bölünme hastalõğõnõn bir başka biçimi de büyük gruplarõn arada bir çatõşmasõydõ. Bu dönemler hem çok kanlõ hem de çok gerilimli geçer- di. Zira gruplar birbirinin ne olduğunu bilir, gücünü nerede nasõl kullanacağõ- nõ tahmin ederdi. Bölünmelerin verdiği zarar ilk aşa- mada öngörülenden daha fazla olu- yordu. Her şey bir yana hareketlerin top- lam gücü yarõlanõyordu. Bunu dõşarõdan yapõlan hiçbir baskõ başaramazdõ. Bu- nun yanõnda bir de moral güç vardõ. Dü- ne kadar yan yana olan insanlar bir gün- de karşõ karşõya gelebiliyordu. O nedenle birbirine yakõn hareketlerin çatõşmasõ so- na erdiğinde taraflarda çok büyük sevinç yaşanõrdõ. Bölünmelerin ne kadarõ provokatifti, ne kadarõ kendi iç dinamiklerinden oluştu, kestirmek elbette zor. Ancak şu kesindi: 1970’lerden 2000’lere sol, hedef or- taklõğõ kurabilseydi Türkiye başka tür- lü olurdu! 12 Mart’tan 12 Eylül’e Gençlik Başõnõ Türkiye İşçi Partisi’nin çek- tiği, işçi sõnõfõ hareketinin yükselişe geç- tiği bir ortamda, egemen sõnõflar için, gençlik dünyasõndaki nitel değişme çok tehlikeliydi. İşçi sõnõfõ hareketini bölmeye çalõşõrken, gençliği de bölmek; her ikisinin de altõndan anayasal da- yanaklarõ çekip almak: Tekelci ser- mayenin başlõca kaygõlarõndan biri ol- muştur. 12 Mart’la 1961 Anayasa- sõ’nda ilk gediklerin açõlmasõnõn altõn- da bu kaygõ yatar; faşist MHP’nin pa- lazlandõrõlmasõnõn da asõl nedeni budur. Belirtmeye gerek yok: Kürt ulusal de- mokratik hareketinin gelişmesine de böylece engel olunabilecekti. Sermaye sõnõfõnõn bütün bunlarda ba- şarõlõ olduğu yadsõnabilir mi? Bu başarõ, özellikle 1980 arifesindeki yõllarda, çok daha belirgindir. Gerici- liğin yaptõğõ en korkunç şey de, ileri- ci gençliğin karşõsõna faşist terörü çõ- kararak, onu “can güvenliği” gibi bir sorunla karşõ karşõya koymasõdõr. 12 Eylül sonrasõnda, faşist rejimin, solcu gençliğin sõrtõna kolaylõkla yõkabildi- ği terörün kaynağõ, aslõnda doğrudan doğruya faşist odaklardõ. Bunlarõ söy- lerken; 12 Eylül öncesi Türkiye solu- nun, giderek ilerici gençliğin yanõlgõ- larõ olmadõğõnõ söylemek istemiyoruz. Yanlõşlar da yapõldõ elbet! Ne var ki, onlarõ tartõşmanõn yeri bu- rasõ değil. Önemli olan, tekelci ser- mayenin ne pahasõna olursa olsun ger- çekleştirmek istediği gündemdir; o gündemde başlõca madde, çağdaş bir demokrasiye giden yollarõ tõkamak ve onu savunanlarõ susturmaktõ. O gün- demin uygulayõcõsõ 12 Eylül rejimi işte bunu yapmõştõr. Türkiye’nin Ay- dõnlanma hareketi boyunca elde ettiği bütün demokratik kazanõmlarõ yerle bir edip, işçi sõnõfõna siyaset arenasõnõ ya- saklarken, gençliğin karşõsõna da iki şeyle çõkmõştõr: Hapishaneler ve geri- ci bir eğitim, giderek üniversite! Yarõnlarõn aydõnlõk ve sömürüsüz Türkiye’si adõna, düşüncelerine, deli- kanlõlõğõn heyecanlarõnõ da katmak- tan başka günahlarõ olmayan binlerce, onbinlerce genç insanõ “terör suçlusu” ilan edip, demir parmaklõklarõn arkasõna koymuştur; onlarõ, insanlõğõn ve hu- kukun her türlü kuralõnõ çiğneyerek iş- kenceden geçirmiş, en ağõr cezalarla ya- şamlarõnõ söndürmüş, kimini de fõrsa- tõnõ yakaladõğõnda asmõştõr. Bu vic- dansõz, öyle olduğu kadar da elleri kan- lõ iktidarõn, hapishane duvarlarõ dõşõn- daki gençlikten anladõğõ ise başka bir şeydir: Düşünmeyen, tartõşmayan, dü- zeni, bu tepeden tõrnağa kirli düzeni ol- duğu gibi kabul edecek insanlar! Eği- tim dünyasõnõ da, böylesi kuşaklar ye- tiştirmek amacõyla tezgâhlamõştõr. Server Tanilli YARIN: KATLİAMLAR, KATLİAMLAR Terörden daha büyük tehlike: BÖLÜNME Gecekondular devrimin örgütle- neceği kalelerini bulmuşlardı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle