Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
16 EYLÜL 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
Laikleri hedef gös-
teren gazetenin adı-
nı artık herkes bili-
yor!.. İşte o gaze-
tede 11 Eylül günü
akla ziyan bir yazı yayımlandı. CHP’de-
ki telekulak tartışmalarıyla tanınan
Serdar Arseven o yazısıyla kimi çev-
relerin din-iman kisvesi altında elle-
rindeki kalemi nasıl kullandıklarını göz-
ler önüne sermişti! Yetim hakkını sa-
vunan kimi muhazafakâr yazarların
Deniz Feneri’ne yönelik
eleştirileri bu zatı kızdırmış
olacak ki, ruh yapısı ve ka-
rakterini en ince ayrıntıla-
rına kadar deşifre etmek-
ten çekinmemişti. Gaze-
tesinin yayın politikasını da
ifşa eden şu satırlar salt
medya etiğine değil İslam
inancının doğruluk, dü-
rüstlük gibi kurallarına da ters düşü-
yordu:
“Ben; bir Müslümanı, hele bir fâsık
saldırıyorken, asla yıpratmam! Belki
kendim ısırırım Müslüman kardeşimi; lâ-
kin köpeklerin yalamasına dâhi mü-
saade etmem! Kesin çizgilerim vardır;
ve çifte standartlarım! İtham Müslü-
man’a yönelmişse; iftira olduğu ön-
yargısından hareketle çıkarım yola.
‘Kafir’e yönelmişse; doğru olabileceği
önyargısından! ‘Ergenekon iddiana-
mesine balıklama atladın ama Deniz
Feneri iddianamesiyle hiç ilgilenmi-
yorsun’ diyerek gaza getirmeye çalı-
şanlara itibar etmiyorum. Zira; Erge-
nekon terör örgütüdür. Deniz Feneri bir
yardım derneği!”
Akşam gazetesi bir gün sonra bu ya-
zıyı “Benim hırsızım iyidir” diye değer-
lendirince gerici gazete öfkelenmişti.
Oysa Arseven, Fethullah Gülen yan-
lısı Bugün gazetesinden iki sert eleş-
tiri almıştı. Gülay Göktürk pazar gün-
kü yazısında, “Tabii, insanların çifte
standartlı olma hakkı da var. Ama bu-
nu marifetmiş gibi ilan eden
kişi, bir haberciyse, varın o
gazetenin inanılırlığını hesap
edin” demişti. Mehmet
Metiner ise dünkü yazı-
sında, Saidi Nursi’nin, “Kâ-
firin her hali küfür değildir”
sözünü anımsatmış ve Ar-
seven’e ağzının payını şu
satırlarla vermişti:
“Doğru kimden gelirse gelsin kabul
ederim. Bunu yaparken de kimsenin ne
dinine bakarım, ne de imanına. Dinin bu
konudaki standardı bellidir: Hiçbir din-
darın hırsızlık veya zalimlik gibi fiilleri-
ne arka çıkılmaz. Standardımız tek ol-
malıdır: Hırsız hırsızdır, zalim zalimdir.
Kendi hırsızına arka çıkan her anlayış,
ahlakiliği olmayan bir çifte standart ör-
neğidir.”
İleride yandaşlık ve yalan rüzgârın-
da medya başlıklı bir kitap yazılırsa, Ar-
seven’in ibretlik yazısı kapak olmaya
adaydır!
Şaban Dişli ve Deniz
Feneri yolsuzluğunda
biat medyasının tu-
tumu utanç veriyor. TRT ise
geçmişte “Hükümet borozanı” şek-
lindeki eleştirilere bile rahmet okutu-
yor. Artık Başbakan’ın kü-
fürleri devlet kanalında can-
lı yayımlanıyor. Bu da yet-
miyor TRT’de bırakın yoldaş
yazarların her programda
boy göstermesini, sabah gazeteler
okunurken bile inanılmaz bir yandaşlık
örneği sergileniyor. Yeniçağ’da med-
ya köşesi hazırlayan Selcan Taşlı 10
Eylül’de, “TRT’de gazeteler okundu
demek, okumak gibi kutsal bir kavramı
sulandırmak olur” diye yazmıştı. Dün
sabah TRT 1 ve 2’yi izleyince Yeni-
çağ’ın siteminin ne kadar haklı oldu-
ğunu gördük. Örneğin TRT’nin iki ka-
nalında gazeteler okunurken son üç
sıraya AKP muhalifi Cumhuriyet, Ye-
niçağ ve Milli Gazete konuldu. TRT
2’de, Başbakan’ın, “İspatlamayan
şerefsizdir” sözünü ağzını doldurarak
okuyan spiker, Cumhuriyet’in
birinci sayfasında “Erdoğan
susamıyor” başlığını, Başba-
kanlık sözcüsü Akif Beki’nin
şirket ortaklıklarını içeren ha-
beri, Abdüllatif Şener‘in “Kaynaklar
kime verildi” şeklindeki açıklamasını
es geçti. Aynı spiker Yeniçağ’ın man-
şetinde Başbakan’ın argo sözlerini
yansıtan “Ağız dolusu küfür” başlığı-
nı da okumadı!
TRT sayesinde “Biat” kelimesini ter-
sinden okumayı da öğrendik. Siz de
deneyin, gerçeği görürsünüz!
Haşmet!..
Perihan!..
“Burada açık görünen Türkiye’nin
şu anda despotik bir zihniyetle
yönetilmekte olduğudur. O zihniyet
için tutarlı olma gibi bir gereksinim
yoktur. O isteyince bağıracaksınız,
o sus deyince susacaksınız. Doğ-
rusu Tayyip Erdoğan’ın demokra-
siyi hem bildiğini
hem de özümse-
diğini sananlardır
asıl ders verilme-
si gerekenler.
Bunların başında
da Erdoğan’ı de-
mokrat ilan eden
Avrupa Birliği ile-
ri gelenleri vardır.
Bir de Atatürk’e
ve devrimlerine
karşı olmayı de-
mokratlık sayan
ve liberal geçinen
gizli faşistler var.”
Oktay Ekşi,
Hürriyet
“Nerede birleşeceğiz? Yasakçılık-
ta mı? Özgürlükçülükte mi? Bu
çifte standart Türkiye’yi sonunda
hiçbirimizin baş edemeyeceği şid-
detli bir bölünmeye götürmekte. Bu-
nu engellemenin tek bir yolu var. Ev-
rensel hukukun tarif ettiği özgür-
lüklerde mutabık ol-
mak. Neden mi?
Çünkü ‘kelam’ ile
‘eylem’ çelişiyor.
Örneğin, Başbakan
‘özgürlükçü’ konu-
şuyor, belediye ‘ya-
sakçı’ davranıyor.
Ne Hidiv Kas-
rı’nda... Ne Mo-
da’da... Ne Üskü-
dar’da... İçenin ve
içmeyenin aynı ma-
sada oturacağı bir
yaklaşım yok. Bu,
garip bir çelişki de-
ğil mi?”
Mehmet Altan,
Star
e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr
MED CEZİR
MEHMET FARAÇ
Standart!..
Engin Ardıç’ın Atatürk ve Cumhu-
riyetçilere saldırmaktan fırsat bilip şu
Deniz Feneri ya da Şaban Dişli ola-
yına girmesini artık kimse beklemiyor!
O köşesinde kendine özgü alaycı üs-
lubuyla yazılar yazıyor. Dünkü konu-
larından biri de Haşmet Babaoğ-
lu‘nun Vatan’dan Sabah’a geçmesiydi.
Bu yüzden, “Aramıza, daha doğrusu
asıl yuvana hoşgeldin Haşmet. Önce-
likle, ‘oradan’ kurtulduğun için seni kut-
larım” demişti.
Peki Ardıç zeytin dalıyla süslenmiş
bu satırları niye yazmıştı acaba? Ba-
baoğlu bir süre önce Ardıç’tan “cahil”
diye söz etmişti. Ardıç da, 6 Ocak
2007 tarihli köşesinde “Hırpala beni de
Haşmet” başlıklı şu satırları kaleme al-
mıştı:
“Aşk çocuğu ve de yazarı Haşmet’i
bilirsiniz, son zamanlarda fırtınalı iliş-
kileri ve kavgalarıyla gündeme gelmiş
bir arkadaşımız. Geçen gün bana bu-
laştı. Haşmet, ben burada lise kom-
pozisyonu yazmak için bulunmuyorum.
Zamanımı ağarmış kıllarımla karı kız pe-
şinde koşmakla, orada burada mara-
za çıkarmakla geçirmiyorum. Futbol
kültürünü hangi berber dükkânından
edindiğini bir açıklayıver... (Aşk uz-
manlığını hangi yataklarda edindiğini
sormuyorum, orasını biliyoruz.)”
Ardıç dünkü yazısını, “Kavgalar gü-
rültüler edilmiş olsa da, paylaşacak
şeyler daha fazladır ikimizin arasın-
da”diye bitirmişti ama Hıncal Uluç’a
niye “Faşo?” demişti işte o anlaşıla-
mamıştı!
14Eylül2008(EvrenselGazetesi)
Biat’ın Tersi!..
Fethullah Gülen’in Yargıtay’daki
davası sonuçlanınca konuyu Sabah
gazetesinde Nazlı Ilıcak alevlendir-
mişti. 4 Ağustos tarihli, “Bir gece an-
sızın” başlıklı yazısında, “Fethullah
Gülen ramazan sonrası Türkiye’ye
gelebilir mi? Eğer bir gün gelecekse,
Fethullah Hoca, bugünkünden daha
olumlu şartları kolay kolay bulamaz”
demişti.
Ramazan ayının yarısı geçti. Tam da
bu sırada Gülen’le ilgili bir kitabın rek-
lamları her gün bir gazetede yayım-
lanmaya başladı. Kitaba yansıyanla-
ra göre Gülen’in postuna oturmayan
ünlü şahsiyet kalmamış! Radikal’de
Perihan Mağden herhalde bu yüzden
olsa gaza gelmişti. Pazar günkü kö-
şesinde, “Hoca yurda dönebilmeli”
başlıklı yazısında, yaşlı gözlerinden do-
layı Gülen’i Sadri Alışık’a benzetmişti!
Önce “Benim bir alakam yok kendi-
siyle, tanımam etmem, hiçbir müritli-
ğim söz konusu değil” diye önlemini
almıştı! Sonra da, “Yaşını başını almış
bir beyefendinin; beyhude bir sürgünle
bir nevi eziyete uğratılması” düşün-
cesiyle, “Yeter artık! Dönsün” diye yol
vermişti! Hatta Gülen’in vatan hasre-
tinin içine nüfuz ettiğini itiraf ederek,
“Fethullah Gülen’i yasaklayamazsı-
nız” diye çığlık da atmıştı!
A
nkara’da Dikmen’in, Altõndağ’õn,
Mamak’õn... İstanbul’da Ümra-
niye’nin, Kartal’õn, Pendik’in...
İzmir’de Bayraklõ’nõn, Kadifekale’nin,
Limontepe’nin...
Dili olsa...
Dese ki:
Beni kim yarattõ?
78 kuşağõnõn özverili devrimci genç-
leri bir bir tarih tuğlalarõnõn arkasõndan
çõkõp gelecektir.
Halkõn akla gelen gelmeyen bütün
sorunlarõnõ yakõn-uzak hedeflemelerle
çözmeye yemin etmiş bir kuşak, elbette
gündüz amfideyse, gece de kent bayõr-
larõnda olacaktõ.
Ne özverili bir kuşaktõ...
Çinli düşünür Taklamakan Çölü’nün
ortasõnda oturmuş, yerden kum avuçla-
yõp yarõm metre yüksekten yere dökü-
yormuş... Haritaya bakan, Taklamakan
Çölü’nün nasõl da uçsuz bucaksõz oldu-
ğunu görecektir. Taklamakan’õn sözcük
anlamõ da durumu anlatmaya yetiyor:
Gidip de gelinmeyen!
Düşünürün çocuklarõndan biri babasõna
sormuş:
- Ne yapõyorsun?
Düşünür yerden bir avuç kum daha alõp
bõrakõrken seslenmiş:
“Çölü değiştiriyorum...”
78 kuşağõ da tüm ülkeyi değiştirme,
devrime kavuşturma uğraşõnõn yanõnda
kimi günlerini de gecekondu yapõmõnda
geçirmeyi, mücadelesinin önemli bir ki-
lometretaşõ olarak görüyordu.
70’li yõllar Türkiye’de toplumsal dö-
nüşümün de çok hõzlõ olduğu dönemdi.
İç göçün hõzõnõ tutabilene aşk olsun. Ana-
dolu’nun uçsuz bucaksõz bozkõrlarõn-
dan tahta bavulunu toplayõp büyük kent-
lere gelen insanlar, kendine yer etti mi;
ilk iş, memleketteki yakõnlarõnõ da yanõ-
na alõp sülaleyi genişletmek...
Osmanlõ’da lale devri varsa, 70’li yõl-
larõn Türkiye’sinde de sülale devri var-
dõ... Kent varoşlarõnda hõzla oluşan ye-
ni semtlerin adõ da bunu anlatmaya ye-
tiyordu:
Erzurumlular Mahallesi, Mardinliler
Mahallesi, Yozgatlõlar Mahallesi...
Her kentin ister istemez siyasal karşõ-
lõğõ da vardõ. 12 Eylül döneminde salt bu
adõ nedeniyle daha fazla “ilgiyle” kar-
şõlaşan semtler oldu!
Büyük kentlerin çevresi halka halka ku-
şatõlõyordu... Devrimciler bu kuşatmayõ
gördüler ve devrimin örgütlenebileceği
önemli kaleler inşa edebileceklerini dü-
şündüler.
Yaptõlar da...
ODTÜ’nün her fakültesinden gençler
ellerinin nasõrlanmasõna bakmaksõzõn
Dikmen sõrtlarõnda kat kat gecekondu
yükselttiler. Arada selvi ağaçlarõnõ da ih-
mal etmediler...
İstanbul’da Ümraniye sõrtlarõ, gençlik
ateşinin enerjisine nasõl dayanõr... Göz
açõp kapayana dek Anadolu’dan gelen
halkõmõzõn barõnma sorunu çözümlen-
mişti bile...
Bu inşaatlara katõlanlarla yõllar sonra
ara ara sohbet ettim... Anõlar, iyi fõrõn-
lanmõş tuğla bloklarõ gibi bir bir dökül-
dü ağõzlarõndan. Onlarõ en çok üzen o
semtlerin artõk solun semtinden bile
geçmez oluşuydu... Her seçimde bam-
başka siyasi partilere yardõm ve sandõk-
lõk edişiydi... Yaptõklarõna pişman mõy-
dõlar? Kesinlikle hayõr...
Konunun bu yanõ ayrõ...
Biz 78 kuşağõnõn özverisinin dõşõna taş-
mayalõm...
O gençler gecekondularõ inşa ettikle-
rinde hiç ama hiç “bir oda da bizim ol-
sun” demediler. Akõllarõndan dahi ge-
çirmediler. Belki böyle bir düşünce dü-
şüncesini yazmam da düşüncesizce bir
düşünce!
Ama şunu da vurgulamadan geçme-
yelim:
70’li yõllarda o evleri ören gençler,
2000’li yõllarda “anılar” deyip o semt-
lere gittiklerinde fiziki olarak da tanõya-
madõlar. Ne doğru dürüst yazõ yazõlacak
boş duvar vardõ ne o sokaklar devrime gi-
den yoldu...
78 kuşağõ sadece gecekondu inşa et-
mekle yetinmedi, daha önce yapõlmõş
semtlerde de varlõk göstermeyi görev say-
dõ. Yer yer bu semtlerin korunmasõ için
de seferber oldu. Kurtarõlmõş bölgeler bü-
yük ölçüde gecekondulardan başladõ.
Yõllar sonra gecekondu semtleri mü-
teahhit akõnõna uğradõ. İki göz gecekon-
du 4-5 ağaçlõk bahçe onlara 2-3 daire olup
geri döndü. 78 gençliği o daireleri gör-
dükçe başõnda daireler dönse de gerçek
buydu: Gecekondunun yerini betonkon-
dular almõştõ!
Gecekondulara
devrim harcõ
Orhan Veli’ye selam verip şöyle
desek:
Sol hiçbir şeyden çekmedi
Kendisinden çektiği kadar.
Hatta iktidara ulaşamamõş olmasõndan
Bile muzdarip değildi...
Kendi içinde bölünmediği zaman
Biraz sõkõlõrdõ ama canõ
Pek haklõ da sayõlmazdõ
Yazõk oldu onca enerjiye...
Sözü getireceğimiz yer şu:
Devrimci gruplar öylesine çok bö-
lündüler ki, terörden de faşist saldõrõ-
lardan da tehlikeli ve zararlõ olan bir şey-
di bu. Bölünmeye hazõr olduktan son-
ra bahane mi yoktu?
Neler gerekçe olmadõ ki, ayrõşma
için...
Afganistan’dan İran’daki gelişme-
lere uluslararasõ bir sorun mu öne çõk-
tõ; doğal olarak yanõtlanmasõ gereken so-
ru şu:
Hareket buna nasõl bakmalõ?
Anõnda birden fazla görüş ortaya çõ-
kõyor ve her yorum yeni gruplaşmala-
rõ beraberinde getiriyordu.
Kahramanmaraş katliamõndan Ço-
rum olaylarõna ülkede ciddi bir olay
meydana geldi. Nasõl tepki koymalõ?
Buyrun size birden fazla tepki koy-
ma yöntemi...
Bu ve benzeri ayrõşmalar geçici ola-
biliyordu. Zaman içinde, yeni geliş-
melerle birlikte ikincilleşebiliyordu.
Asõl bölünme nedenlerinin başõnda;
örgütlerin başõndaki kadrolarõn kendi
içindeki ayrõlõklar geliyordu. Bunlar
dõşarõya “kişisel bakış farklılıkları”
olarak değil, “ilkesel ayrılıklar” olarak
yansõyordu!
Hani diyalektikte bir söz vardõr:
Hiçbir sorun yoktur ki, içinde çözü-
mü de barõndõrmasõn.
Bu gerçek devrimci hareketlere şöy-
le uyarlanabilirdi:
Hiçbir hareket yoktur ki, içinde se-
çeneğini barõndõrmasõn!
İş sadece bölünme ile kalsa, belki ka-
bul edilebilir... Artõk “ileriye bakma dö-
nemi” yorumuyla geçiştirilebilir. An-
cak soldaki bölünmelerin büyük ço-
ğunluğu çatõşmalarõ da beraberinde ge-
tirdi. O zaman da güçlerini birbirlerine
karşõ kullanõp, karşõlõklõ erime sürecine
girdiler. Öyle ki en ağõr suçlama olarak
kullandõklarõ “faşist” sözcüğünü bile
birbirlerine karşõ kullanmaktan çekin-
mediler. Bunun devamõnda “hain”
sözcüğü doğal olarak daha kullanõlan bir
ifade oldu! Bunu kullanan ülkücülerin
ürettiği sloganlardan biri şuydu:
Mao, Lenin, birbirinize girin!
İdeolojik bakõş farklõlõklarõndan öte
bazen bir sokağõn paylaşõmõ bile birbi-
rine çok yakõn gruplar arasõnda çatõş-
maya neden olabiliyordu.
Büyük bölünmelerden biri 1978’de
yaşandõ. Devrimci Yol’u pasif bulanlar
buradan ayrõlõp, Devrinci Sol’u kurdu.
“Halkın” sözcüğü de gruplar arasõnda
farklõ paylaşõmlara konu oldu. Halkõn
Kurtuluşu hareketinin dõşõnda Halkõn
Yolu, Halkõn Sesi akõmlarõ da yükse-
lince ortaya “Halkın” enflasyonu çõk-
tõ. Zamanla Halkõn Yolu da kendi için-
de bölününce ayrõlan grup adõnõ koydu:
Devrimci Halkõn Yolu.
Bu durum öteki siyasi gruplarca alay
konusu yapõlmõş, tümünden şöyle söz
edilmeye başlanmõştõ:
Halkõn sülalesi...
İlerici Gençler Derneği (İGD) hare-
keti de kendi içinde yeni grup doğurdu:
İşçinin Sesi...
1980’e girerken irili ufaklõ fraksiyon
sayõsõ 100’ün üzerindeydi...
Bu konuda sağõn bakõşõ nasõl?
Sağ şunu çözdü:
Hedef birlikteliği!
İç çelişkilerinde birbirini vurmaya
kurşunu olmayan gruplar, hedefe kilit-
lenince aynõ safta iç içe mücadele etmeyi
görev saydõlar. Bu anlayõş sonraki yõl-
larda da devam etti. 2000’li yõllarõn ik-
tidar gücünü oluşturan AKP’nin duru-
muna baktõğõmõzda şu söylenebilir:
Tabanõnõ irili ufaklõ t-onlarca tarika-
tõn, cemaatin, şeyhin, şõhõn oluşturdu-
ğu bir hareket.
Sonuç ne?
AKP iktidar...
İktidar AKP olduğu için mi tarikat-
lar, cemaatler güçlü?
Hayõr...
Ya ne?
Tarikatlar, cemaatler güçlü olduğu
için, güçlerini birleştirebildiği için AKP
iktidarda...
Bu yelpaze için şu tanõm yapõlabilir:
Çok parçalõ tek hedefli...
Solda ise durum geleneksel olarak şu:
Bütün amaç, öteki sol hareketten da-
ha güçlü olmak!
70’lere dönersek...
O dönemin en büyük sol siyasal ör-
gütü elbette CHP idi... Sol hareketler
başlangõçta CHP’nin güçlü olmasõ için
çaba harcadõlar. Seçimlerde destekle-
diler. Genel Başkan Bülent Ecevit,
kendisini destekleyen devrimci gruplara
randevu vermeyi bile çok önemli bul-
madõ. Biraz zorlama olunca şu karşõlõ-
ğõ verdi:
“Benim size diyet borcum yok-
tur...”
Oysa Demirel, zaman zaman kendi-
sine ülkücüyüm diyenlerin cinayetlere
karõşmasõna temkinli yaklaşõrken şu
sözüyle tarihe geçti:
“Bana milliyetçiler suç işliyor de-
dirtemezsiniz...”
Demirel, dönemin sandõk sonuçlarõ
õşõğõnda iktidara ulaşmak için çevre-
sindeki yelpazeyi kendi etrafõndaki
renkler olarak görmek istiyordu.
78 kuşağõnõn bölünme hastalõğõnõn bir
başka biçimi de büyük gruplarõn arada
bir çatõşmasõydõ. Bu dönemler hem
çok kanlõ hem de çok gerilimli geçer-
di. Zira gruplar birbirinin ne olduğunu
bilir, gücünü nerede nasõl kullanacağõ-
nõ tahmin ederdi.
Bölünmelerin verdiği zarar ilk aşa-
mada öngörülenden daha fazla olu-
yordu. Her şey bir yana hareketlerin top-
lam gücü yarõlanõyordu. Bunu dõşarõdan
yapõlan hiçbir baskõ başaramazdõ. Bu-
nun yanõnda bir de moral güç vardõ. Dü-
ne kadar yan yana olan insanlar bir gün-
de karşõ karşõya gelebiliyordu. O nedenle
birbirine yakõn hareketlerin çatõşmasõ so-
na erdiğinde taraflarda çok büyük sevinç
yaşanõrdõ.
Bölünmelerin ne kadarõ provokatifti,
ne kadarõ kendi iç dinamiklerinden
oluştu, kestirmek elbette zor. Ancak şu
kesindi:
1970’lerden 2000’lere sol, hedef or-
taklõğõ kurabilseydi Türkiye başka tür-
lü olurdu!
12 Mart’tan
12 Eylül’e Gençlik
Başõnõ Türkiye İşçi Partisi’nin çek-
tiği, işçi sõnõfõ hareketinin yükselişe geç-
tiği bir ortamda, egemen sõnõflar için,
gençlik dünyasõndaki nitel değişme
çok tehlikeliydi. İşçi sõnõfõ hareketini
bölmeye çalõşõrken, gençliği de bölmek;
her ikisinin de altõndan anayasal da-
yanaklarõ çekip almak: Tekelci ser-
mayenin başlõca kaygõlarõndan biri ol-
muştur. 12 Mart’la 1961 Anayasa-
sõ’nda ilk gediklerin açõlmasõnõn altõn-
da bu kaygõ yatar; faşist MHP’nin pa-
lazlandõrõlmasõnõn da asõl nedeni budur.
Belirtmeye gerek yok: Kürt ulusal de-
mokratik hareketinin gelişmesine de
böylece engel olunabilecekti.
Sermaye sõnõfõnõn bütün bunlarda ba-
şarõlõ olduğu yadsõnabilir mi?
Bu başarõ, özellikle 1980 arifesindeki
yõllarda, çok daha belirgindir. Gerici-
liğin yaptõğõ en korkunç şey de, ileri-
ci gençliğin karşõsõna faşist terörü çõ-
kararak, onu “can güvenliği” gibi bir
sorunla karşõ karşõya koymasõdõr. 12
Eylül sonrasõnda, faşist rejimin, solcu
gençliğin sõrtõna kolaylõkla yõkabildi-
ği terörün kaynağõ, aslõnda doğrudan
doğruya faşist odaklardõ. Bunlarõ söy-
lerken; 12 Eylül öncesi Türkiye solu-
nun, giderek ilerici gençliğin yanõlgõ-
larõ olmadõğõnõ söylemek istemiyoruz.
Yanlõşlar da yapõldõ elbet!
Ne var ki, onlarõ tartõşmanõn yeri bu-
rasõ değil. Önemli olan, tekelci ser-
mayenin ne pahasõna olursa olsun ger-
çekleştirmek istediği gündemdir; o
gündemde başlõca madde, çağdaş bir
demokrasiye giden yollarõ tõkamak ve
onu savunanlarõ susturmaktõ. O gün-
demin uygulayõcõsõ 12 Eylül rejimi
işte bunu yapmõştõr. Türkiye’nin Ay-
dõnlanma hareketi boyunca elde ettiği
bütün demokratik kazanõmlarõ yerle bir
edip, işçi sõnõfõna siyaset arenasõnõ ya-
saklarken, gençliğin karşõsõna da iki
şeyle çõkmõştõr: Hapishaneler ve geri-
ci bir eğitim, giderek üniversite!
Yarõnlarõn aydõnlõk ve sömürüsüz
Türkiye’si adõna, düşüncelerine, deli-
kanlõlõğõn heyecanlarõnõ da katmak-
tan başka günahlarõ olmayan binlerce,
onbinlerce genç insanõ “terör suçlusu”
ilan edip, demir parmaklõklarõn arkasõna
koymuştur; onlarõ, insanlõğõn ve hu-
kukun her türlü kuralõnõ çiğneyerek iş-
kenceden geçirmiş, en ağõr cezalarla ya-
şamlarõnõ söndürmüş, kimini de fõrsa-
tõnõ yakaladõğõnda asmõştõr. Bu vic-
dansõz, öyle olduğu kadar da elleri kan-
lõ iktidarõn, hapishane duvarlarõ dõşõn-
daki gençlikten anladõğõ ise başka bir
şeydir: Düşünmeyen, tartõşmayan, dü-
zeni, bu tepeden tõrnağa kirli düzeni ol-
duğu gibi kabul edecek insanlar! Eği-
tim dünyasõnõ da, böylesi kuşaklar ye-
tiştirmek amacõyla tezgâhlamõştõr.
Server Tanilli
YARIN: KATLİAMLAR, KATLİAMLAR
Terörden daha büyük
tehlike: BÖLÜNME
Gecekondular devrimin örgütle-
neceği kalelerini bulmuşlardı.