06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 16 EYLÜL 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Eylül Geçip Giderken... PENCERE RTE Aydın Doğan’ı Başbakan Yapacak... RTE ne yaptığının farkında mı?.. Başbakan seçeneğini kendi elleriyle yaratıyor... Alternatifini bizzat hazırlıyor... Saldırganlık.. Gerilim.. Öfke.. Recep Tayyip kürsülerde bağırıp çağırıyor... Hedef Aydın Doğan.. Aydın Doğan da Aydın Doğan.. RTE konuştukça Aydın Doğan’a yatırım yaptı- ğının bilincinde mi?.. Erdoğan Türkiye’yi yüzde 100 görmüyor... Yüzde 47 görüyor... Peki bu ülkenin öteki yarısı ne düşünüyor?.. Recep Tayyip saldırdıkça öteki yarıda Aydın Do- ğan’ın önemi ve yandaşı artıyor... Aydın Doğan kaybetmiyor.. Kazanıyor... RTE bilindiği gibi medyada Sabah Grubu’nu şa- vulladı.. Damadının şirketi.. Katar Emiri’nin kefaleti.. Devlet bankalarının kredisi.. İktidarın baskısı.. Hepsi bir araya gelince Sabah RTE’nin emri- ne girdi; iktidarcı-dinci medya artık zillerini tak- tı; çalıp oynuyor... Ama bu da yetmedi... Çünkü türbancı iktidarın hedefi belli... RTE dinci sermaye sınıfını yaratmadan hede- fine ulaşamaz... Aydın Doğan İslamcı mı?.. Değil... Öyleyse tasfiyesi gereken sermaye sınıfın- dandır... Recep Tayyip sanki şirazesinden çıkmış gibi... Bağırıyor çağırıyor... Saldırıyor... Ya Aydın Doğan?.. Nutuk atmıyor.. Saldırmıyor.. Normal bir konuşma üslubuyla RTE’yi yanıtlıyor... Bir ülkenin Başbakanı TV’lerde kendinden geçmişçesine bağırıp çağırırsa etkili olur mu?.. RTE Aydın Doğan’a çalışıyor... TV’leri izleyenler diyorlar ki: - Başbakan’ın frenleri patlamış, Aydın Doğan ise dengeli.. Doğan hem medyacı.. Hem işadamı.. Hem merkez sağda.. RTE bu gidişle Aydın Doğan’ı daha da meşhur edecek, siyaset dünyasında aklı başında birini ara- yan kitleler: - Hah.. diyecekler, Başbakan böyle olur... RTE bağır bağır bağır bağırdıkça kazanıyorum sanıyor... Kaybediyor... RTE bu gidişatla yakında Aydın Doğan’ı Baş- bakan yapacak... “Yargı bağımsızlığı ve yargıç gü- vencesi (teminatı), hâkimlerin do- kunulmaz olduklarını göstermez. Bu teminatlar hâkim ve savcılar için değil, yargı hizmetlerinden ya- rarlanan yüce ulusumuzun gü- vencesi olarak tanınmıştır.” Bu tes- pit, Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu’na aittir. Kurulun 6.6.2005 tarihinde yayõmladõğõ ve hükümetin yargõyõ siyasallaştõrma girişimlerine karşõ çõkõldõğõ bildirisinde yer al- mõştõr. (Cumhuriyet gazete- si,7.6.2005). Yargõç dokunulmazlõğõnõ bir tür ayrõcalõk(imtiyaz) olarak gören sõğ siyaset anlayõşõna “özlü” bir yanõt ni- teliğindeki bu kavramsal analiz, yalnõz siyasiler için değil, hâkim ve savcõ dokunulmazlõğõnõ “keyfilik”, hukukun üstünlüğünü “hukukçu- nun üstünlüğü” olarak algõlayan adalet mensuplarõ için de yol gös- terici bir uyarõ niteliğindedir. Yargõya güvenmek için soruşturan savcõ ve karar veren yargõcõn “güven sarsı- cı” her türlü etkiye karşõ korun- muş, güvence altõna alõnmõş olma- sõ gerekir ki, işte hâkim ve savcõ gü- vencesinin özü budur. Ülkemizde yargõnõn bağõmsõzlõğõnõ ve yargõç güvencesini tam olarak sağlayabilmenin önündeki en büyük engel, milli iradeyi “amentü” bel- lemiş bir “milli irade softalığı”dõr. “Madem ki çoğunluk oyu ile gel- dim, o halde her şeyi yapabilirim” diyen ve bugünkü iktidarõn elinde had safhaya ulaşan bu softalõk, 1950’lerden bu yana “yargının ba- ğımsızlığı”nõ ve “yargıcın doku- nulmazlığı”nõ “yasama” ve “yü- rütme”nin sõnõrlarõ dõşõnda tutmak için yoğun çaba harcamõş, bu yön- deki niyetler “meşruiyet” şalõna sarõlarak maskelenmeye çalõşõlmõş- tõr. Bu maskeleme o kadar başarõlõ yapõlmõştõr ki, milli irade softasõna göre de yargõ bağõmsõz, yargõç do- kunulmazdõr. Hatta softa usta bir de- magog olduğu için, inanmadõğõ hal- de inanõyormuş gibi görünerek, her- kesten fazla bu prensiplerin bekçi- liğine soyunmuş görünür. Fakat bu prensip bekçiliğinin sõ- nõrlarõ, kendi şahõslarõ ya da kendi ik- tidarlarõna kadardõr. Yargõ kendile- ri ile ya da iktidarlarõ ile ilgili saha- ya girmişse, prensip bekçiliğine so- yunmuş “milli irade softası”nõn maskesi düşer, o ana kadar sadakatle savunuyor göründüğü “yargının bağımsızlığı” ve “yargıcın doku- nulmazlığı” ilkelerini tepelemeye, yargõya ve yargõca hakaret etmeye başlar. “Yargı kimseden emir al- maz” diye bas bas bağõran milli ira- de softalarõnõn kendileriyle ya da par- tileriyle ilgili yargõ kararlarõ karşõ- sõnda sergilediği tutumla sarf ettiği sözler, ulusumuzun “ibret belle- ği”ne kazõnmõştõr.Bu nedenle ülke- mizde “adalet”, “meşruiyet” ile milli irade softasõnõn “niyet”i ara- sõnda sõkõşõp kalmõştõr. Şu mantõğa bakõnõz ki, milli irade Ergenekon’da “savcı”, Deniz Feneri’nde “avu- kat” (şüphelinin avukatõ). Ergene- kon’da yandaş basõna bilgi sõzdõr- mada kusursuz, Deniz Feneri’nde basõnõ tehditte fütursuz. Ergene- kon’da saldõrgan, Deniz Feneri’nde kaçan. Ergenekon’da gemi azõya almõş dörtnala gidiyor, Deniz Feneri’nde eyer vurmuş, yarasõndan gocunuyor. Böylesine bir milli irade softalõğõnõn başõnda ekşidiği adalet, hangi ba- ğõmsõz yargõ ve hangi bağõmsõz yar- gõcõn ellerinde yükselecektir? Nite- kim Cumhuriyetin bir tek savcõsõ, ay- yuka çõkmõş kimi “dişli” yolsuz- luklarla ilgili soruşturma açmaya ce- saret edememekte, açõlmõş kimi so- ruşturmalarda da “zanlı”, “sanık”, “tanık” ayrõmõ yapõlõrken iktidara (o meşhur milli iradeye) yakõnlõk veya uzaklõğõn ölçü alõndõğõ gözlenmek- tedir. Somut örnek, Ergenekon so- ruşturmasõdõr. Elbette “suç” soruş- turulacak, “suçlu” cezalandõrõla- caktõr. Ancak, soruşturmada izlenen yön- tem, hukuk ihlallerini o boyutlara vardõrmõştõr ki, ülkenin gündemine birdenbire “yargıya güven” sorunu gelip oturmuştur. Bu soruşturmada kim şüpheli, kim sanõk birbirine karõşmõş, iletişim kayõtlarõndan “şüp- heli” yaratmayõ zorlayan bir hu- kuk mantõğõyla, laiklik karşõtõ ey- lemlerin odağõ olduğu mahkeme kararõyla “sabit” olan bir iktidara te- lefonla olsun yazõyla olsun karşõ çõk- mak anayasal bir “hak” ve “görev” olmak gerekirken, “suç” sayõlmõştõr. Oysa Yargõtay Başkanlar Kuru- lu’nun 29.6.2004 tarihli bir kararõ, Ergenekon’la Coşar, Deniz Feneri’nde Şaşar! İbrahim TÜRKEŞ Felsefeci Hukukçu Yasallõkla (legalite) ahlaklõlõk(moralite) arasõndaki ince çizgiyi gösteren bu saptama, ancak “ahlaki tavõr”la uygulandõğõ zaman “adalet” olan “yasa”yõ ahlaki içeriğinden arõndõrõp bir “formül” ve “formalite” düzenbazlõğõna indirgeyen takõyyecinin, hilei şeriyyecinin, milli irade softasõnõn elinde hukukun ne hale geleceğini de gösteren özlü bir saptamadõr. Bu hukuk ve adalet anlayõşõ ile ne Ergenekon’dan çõkõlabilir, ne de Deniz Feneri’ne girilebilir. Eylül ayını sever misiniz? Ey- lül, ekim, kasım, aralık, derken yeni bir yıl!.. Size de eylül sonları ürküntü verir mi? Birden değiş- miştir hava; rüzgârlar üşütür, güneş olsa da ısıtmaz. Kış gel- di gelecektir. Sobalar yanacak, yağmurlar, derken kar... Yaz bitişleri hüzün verir. Ka- zaklar giyilecektir. Ne der tak- vimler: “Bu ayda havalar bir dü- zende gitmediği için çok dikkat- li olunmalıdır. Sıkı giyinmek ter- lemeye yol açar. Güzel ve uygun havalarda evlere kapanmamak gerekir.” Hiç şaşmaz bu takvimler!.. Yıllar geçer, bir de bakarsınız ge- çen yılın, önceki, daha önceki yı- lın belirli günlerinde hep aynı olaylar yaşanmış: “Bu ay sene- nin en içli ayıdır” diyor takvim. Ağaçlarda yapraklar sararır, ot- lar solar. Kuşlar, böcekler uzak- laşırlar, kendi dünyalarına kapa- nırlar... Eski defterlerim çekmeceler doldurur! İlk günlerimde tuttu- ğum notlar... Liseden bu yana, bir yaşamın tarihçesi gibi!.. Rüz- gârda uçuşan sarı yapraklarla birlikte bir genç insanın içinde de bir şeyler bitmiş, yeni bir şeyler başlamıştır. Kimi zaman yarıda kalan umutlar, umutsuzluklar... On yedi yaşın duyumsamala- rı: Yıl 1940! “Yıllar akarsuya ka- pılmış gibi ağır ağır... Ve ben, bir gün aynalarda tanıyamayaca- ğım kendimi. O zaman ne bir umudum ne de bir amacım ola- cak. Sevgilerim, acılarım. Bu not defterini okurken gözlerimde iki damla yaş belirecek belki!.. Sev- diğim bir el karıştırınca beni bu- lacak... İnsanın saklandığı en güzel yer, işte bu yapraklardır.” Şiirlerle başlıyor 1940 yılı def- terim. Şiirler akrostişli! Hepimiz şairdik o günlerde. İnsan on ye- disinde olur da şair olmaz mı? Nerde çocukluğumu saklayan bahçe Dallarından sapan yaptığım erik ağacı Kovalarca suyunu çektiğim kuyu Mırıldandığım senin sevdİğin şarkı Nerde. Gençliğinde şair olmak iyidir. Kötü olan, yaşlılığında şair ol- maya heveslenmektir. Gerçek şair genç olur. Hep genç kalır gerçek şairler! Yaşlanmış şairler de vardır, güzellikleri yaratan, ye- ni yeni tatlar arayan, bulan... Ama sayılıdır bunlar, bir avuçtur. Yine de onların gençlik şiirleri ya- şar, sevilir, anılır. Sayfa sayfa geziniyorum: 1940 yılının ilk günü: “Mektepler açıl- dı. Gittim. Adil, Enver, Feyzi bir sırada oturuyoruz. İlk derse İrfan Bey geldi. Yeni-eski münakaşa- sını yaptık. Benim Uyanış’ta yaz- dığımı öğrendi. Bol bol konuştuk. Akşam, Beyazıt’a çıktım. Çem- berlitaş’ta onu ve arkadaşını gör- düm. Gülerek selam verdi. Takip ettim. Sonra Feyyaz ve Enver’le Yenikapı’ya gittik. Dönüşte onu pencerede buldum.” Yıllar yıllar önceden bir esinti işte! Daha saklamalı mı bunları?.. Çekmeceler dolusu 40’lı yıllar, o 40’lı yıllarda 17 yaş!.. O anılar, bir “Düş Ekmeği” sanki! Bunlar bir gün yayımlanabilir mi? Geçmişi bugüne getirmek!.. Yırtıp yakmaklı mı? Ama geçmiş nasıl yok edilir? Hele o 17 ya- şındaki şair çocuk!.. teknik takiple (telefon dinleme ile) suç kanõtõ- na ulaşmada bir sõnõr getirmiştir. O tarihte Ankara Dev- let Güvenlik Mahke- mesi Başsavcõlõğõ, Sos- yal Sigortalar Kuru- mu’ndaki soygun id- diasõyla ilgili bir soruş- turma kapsamõnda usu- lüne uygun (hâkim ka- rarõ ile) bazõ telefonlarõ dinletirken, Yargõtay mensubu bazõ yargõçla- rõn soygun çetesi ile yaptõğõ telefon görüş- melerine rastlamõş, an- cak, “Telefon dinleme kararı dinlenen kişiler hakkında alınıp konu- şan yargıçlar hakkın- da alınmamış olduğu için, onların yaptığı konuşma suç kanıtı sa- yılamaz” şeklinde karar almõştõr. Kararõ beğen- meyebilirsiniz, eleştire- bilirsiniz, fakat yok sa- yamazsõnõz. Çünkü bir Yargõtay kararõ niteli- ğindedir. İçeriği suç ka- nõtõ oluştursa bile hak- kõnda dinleme kararõ ol- madõğõ için bu konuşma Yargõtay’ca suç kanõtõ sayõlmazken, hakkõnda dinleme kararõ olmayan insanlarõn dinlenenlerle yaptõğõ normal konuş- malardan “şüpheli” ya- ratmaya çalõşmak, hu- kuk ihlali değil midir? Yöntemi toplumu te- dirgin etmiş bir soruş- turmada ülkenin Baş- bakanõ’nõn kendisini savcõ ilan etmesi yargõ- ya güveni sarsmamõş mõdõr? “İnsan meşru olmaya (yasalara uy- gun davranmaya) zor- lanabilir, fakat ahlak- lı olmaya zorlanamaz, çünkü niyetler zorla- namaz” der, Kant. Yasallõkla (legalite) ahlaklõlõk(moralite) ara- sõndaki ince çizgiyi gös- teren bu saptama, ancak “ahlaki tavır”la uygu- landõğõ zaman “adalet” olan “yasa”yõ ahlaki içeriğinden arõndõrõp bir “formül” ve “formali- te” düzenbazlõğõna in- dirgeyen takõyyecinin, hilei şeriyyecinin, milli irade softasõnõn elinde hukukun ne hale gele- ceğini de gösteren özlü bir saptamadõr. Bu hu- kuk ve adalet anlayõşõ ile ne Ergenekon’dan çõ- kõlabilir, ne de Deniz Feneri’ne girilebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle