23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 EYLÜL 2008 PAZARTESİ 10 DİZİ CMYB C M Y B G önlünü devrime kaptõrmõş 78’liler için uğrak yerle- rinden biri cezaevleriydi. İzinsiz gösteriler, forumlar, ya- zõlamalar cezaevini gerektir- miyordu. Bu eylemlerde yakalananlar bir gün- lük gözaltõnõn ar- dõndan bazen karakolca, bazen de savcõlõkça serbest bõrakõ- lõyordu. Ancak silah bulundurma, çatõşmalarda yakalanma ya da yu- karõdaki eylemler nedeniyle sü- rekli yakayõ ele verme farklõydõ. Bunlar birkaç aylõk hapis ceza- larõnõ gerektiriyordu. Cezaevinden çõkan bir kişi, büyük bir işlev üst- lenmiş lider edasõyla okula gelirdi. Karşõlama da öyle olurdu. Etrafõn- da daha çok insan bulunurdu. Kan- tine gittiğinde de havasõ başka olurdu. Bir anlamda onur belgesi edinmiş demekti. İçeriden anõlar, karşõlõklõ kahkahalar eşliğinde bal- landõrõlarak anlatõlõrdõ. Ceza- evinden çõkanõn etrafõnda- kiler, kendisini birkaç kez ziyaret etmiş olurdu. Her ziya- retin önü ar- kasõ ayrõ- ca paylaşõlõrdõ. Cezaevine girmenin hukuktaki karşõlõğõ sabõka ise, dev- rimci hareketteki karşõlõğõ onurdu. Sabõka sözcüğünün devrimci- likte karşõlõğõ ise şuydu: Sevgili edinmek... Olacak iş değil! Hırsızlık değil kamulaştırma Özel yaşam kavramõ örgütsel yaşam olarak biçimlenmişti. Yurt- lar doğal olarak birlikte yaşama or- tamõydõ. Her şey ortaklaşa yürütü- lüyordu. Yerine göre para da bir- likte harcanõyordu. Parasõz kalõnan anlarda üniversiteye ait bir şeyi al- mak ya da ondan yararlanmak ge- rekirse buna kesinlikle “hırsız- lık” denmezdi. Ya ne denirdi? Kamulaştõrma... Ege Üniversitesi’nin meyve bahçeleri başlõca kamulaştõrma alanlarõndan biriydi. Evlerde yaşayanlar için de du- rum pek farklõ değildi. En az bir- kaç kişi kalõnõrdõ. Tabii tümü aynõ siyasetten... Sayõ ar- tabiliyordu. Kent dõ- şõndan misafir ge- lenler, hareke- tin özel görev verdiği kişiler bu ev- lerin doğal konuğuydu. Devrimci gruplarõn içinde yer al- mayanlarõn da üniversite içinde özgürce dolaşmasõ, örneğin arka- daşõyla el ele tutuşmasõ kabul gö- ren bir şey değildi. Dikkati çeken davranõşlar uyarõlõyordu. Olmazdõ, yakõşmazdõ... Birlikte dolaşmaya evet ama, ele ele tutuşmak hoş bir şey değildi. Bu denetimden geçen, ama devrimci hareketlerin içinde yer almayanlara genel olarak şu ad takõlõrdõ: Sev-genç! Bütün bu örgütlü kontrole, uya- rõya, devrimcilik ateşine karşõn kalbe kilit vurulur mu? Elbette vurulamaz... Örgüte ha- ber vermeksizin âşõk olanlar gizli gizli buluşur, dõşa vurmamaya ça- lõşõrdõ. Ama er ya da geç bu orta- ya çõkardõ. İşte o an damga da vu- rulurdu: “O sabıkalı...” Üniversite gençliğinin temel iş- levlerinden biri de işçileri aydõn- latmak, gecekondu semtlerini uyan- dõrmaktõ. Özellikle gecekondu semtlerinde yapõlan çalõşmalarda kõz öğrencilerin gecekondu genç- lerini devrime çekme çabasõ ço- ğunlukla yanlõş anlaşõlõrdõ. Üni- versiteye gidememiş, kalfalõk ya da benzer işlerde çalõşan delikanlõlar karşõlarõnda üniversiteli kõzlarõ gö- rünce hemen devrimci olurlardõ ama âşõk da olurlardõ! Devrim nikâhı Önceden izin alõnmasõ şartõyla, evlilik zeminli birlikteliklere de bü- yük ölçüde karşõ çõkõlmazdõ. Ön- koşul örgüt yönetiminin bunu onay- lamasõ idi. Hatta bazõ gruplar bu onayõ “devrim nikâhı” kõyma tö- renine kadar götürürdü. Devamõnda resmi nikâh kõyõlsa da asõl olan devrim nikâhõ idi. Bu evliliklerden çocuklar olduğunda herkesin yüzünü büyük bir sevinç kaplardõ. Müjde verilirken “kız oldu-erkek oldu” denmezdi. Şuy- du müjde: “Bir devrimci doğdu!” Çocuk daha doğar doğmaz bi- rinci gün geleceğin devrimcisi ilan edilirdi. Hal böyle olunca, çocuğa isim bulmak da zor olmazdõ... “Devrim” ne güne duruyor... Sonra “Deniz”, “Mahir”, “Tay- lan”, “Ulaş”... Sonra “Ürün”, “Atılım”... Ü niversiteli devrimci gençliğin önündeki bir başka ikilem de şuydu: Burjuvazinin eğitim sistemini kabul edip diploma sahibi olmak mõ, eğitim sis- temine karşõ da mücadele etmek, gere- kirse direnmek mi? Çoğunluk için diploma ikinci plan- daydõ. Üstelik devrimden sonra zaten her şey yeniden planlanacaktõ. O nedenle ön- celiği devrimci mücadeleye vermek ge- rekiyordu. Ancak, üniversitede mücadele vermek için üniversiteli olmak gerekti- ğine göre, bunun asgari şartlarõnõ da ye- rine getirmeliydi. Hemen her devrimci grubun içinde son derece zeki, üniver- site sõnavlarõna yeniden girdiğinde ba- şarõlõ olabilecek öğrenciler vardõ. Özel- likle devamsõzlõk nedeniyle birkaç yõl üst üste aynõ sõnõfõn öğrencisi olarak kalan gençlerden bazõlarõ yeniden sõnava gi- riyor ve birinci sõnõftan başlõyordu. Ör- güt kararõ böyleydi. Bu yöntemleri benimsemiş öğrenci- lerin çoğu, üniversiteyi 12 Eylül’den yõl- lar sonra bitirdi ya da eğitimi yarõda bõ- raktõ. Buna koşut bir başka tartõşma da şuydu: Devrimci olmak için ne kadar kitap okumak gerekir? Her grubun kendi “teorisyenleri” vardõ. Onlar özeldi. Belli başlõ temel ki- taplarõn tümünü okumuş ve çok iyi alõntõ aktarma ustasõ olmuşlardõ. Karşõ- lõklõ tartõşmalarda Lenin’in bir kitabõnõn falanca sayfasõnõn ikinci paragrafõnõ ay- nen ezbere aktarabilen bir teorisyene kar- şõ öteki grubun teorisyeninin de başka bir kitaptan daha uzun bir alõntõyõ aktarmasõ gerekiyordu. İlk baskı 5 bin adetti Karşõlõklõ alõntõ yarõşmasõ sõk sõk yumruklarõn konuşmasõyla noktalanõr- dõ. Ama yine de kitabõn çok okunduğu bir dönemdi. Bunu kitabevlerinin bü- yüklüğünden anlamak da olasõydõ. Bü- yük kentlerin merkezindeki kitabevleri 70’li yõllar boyunca büyük salonlarda hizmet verirken, 12 Eylül’ün ardõndan adõm adõm küçüldüler. Ne kadar kitap okunduğuna ilişkin gösterge olmasõ bakõmõndan şu bilgiyi verelim: 2000’li yõllarda sosyal içerikli kitap- larõn bir baskõsõ bin adet yapõlõyor. 1970’li yõllarda ise bu tür kitaplarõn ilk baskõsõ 5 bin adetti. Bir kitabõ birden fazla kişinin okudu- ğunu da vurgulamak gerek. Kimi uya- nõklar, okunmuş, altõ çizilmiş kitaplarõ alõr, sadece çizili bölümleri okurdu. Böylece hareketin verdiği “okuma öde- vini” yerine getirmiş sayõlõrdõ. Yeniden altõnõ çizelim; bir devrimcinin sözü edi- len kitabõ okuduğunu ortaya koymasõ için en önemli kanõt, alõntõlar yapmasõydõ. O alõntõlarõ ezberleyince iş tamamdõ. Kitap okumayõ ikincil iş sayanlarõn sõk anlattõğõ fõkralardan biri şuydu: Devrimci olmak için önce temel teo- rileri bilmek gerektiğini düşünen bir genç okumasõ şart olan kitaplarõ alõp evine çe- kilmiş. Günlerce okumaya devam etmiş. Bir sabah sokaktan gelen gürültülerle uyanmõş. Pencereyi açõp bakmõş, bir de ne görsün; devrim olmuş... İnsanlar se- vinçle devrimi kutluyor! Bir de “toplu okumalar” vardõ. 8-10 kişilik gruplar, seçilmiş bir kitabõ yük- sek sesle satõr satõr okurdu. Sadece okumakla yetinilmez, bölüm sonlarõnda tartõşma da yapõlõrdõ. Tartõşõlmasõ en çok heyecan veren kitaplar, Çin’den Sov- yetler’e, Küba’dan Vietnam’a kadar devrimin başarõldõğõ ülkelerde bunun na- sõl gerçekleştirildiğine ilişkin olanlardõ. Özellikle o ülkelerin koşullarõyla Tür- kiye’ninkini karşõlaştõrmak ve devri- min bizde de yakõn olduğunu hissetmek güzel bir duyguydu. Bundan bütün öğrencilerin hoşlandõ- ğõ da söylenemezdi tabii. Güvenlik gö- revinde bulunmak üzere saatlerce bir semtte, sokakta beklemek mi; bir saat ki- tap okumak mõ ikileminde çekincesiz bi- rincisine yazõlanlar da az değildi! Devrimci-Yol’un tirajı 150 bini aşıyordu Kitabõn yanõ sõra politik içerikli der- gilerin de çok yoğun okuyucu bulduğu bir dönemdi. Dergiler, kent merkezle- rinden üniversite kampuslarõna kadar pek çok yerde satõlõyordu. Örneğin 1977’de yayõna başlayan Devrimci-Yol dergisi- nin tirajõ sõk sõk 150 bini aşõyordu. Sonuç olarak öyle ya da böyle mutlak kitapla, okumakla ilgili bir kuşaktõ 78’li- ler. Deyim yerindeyse; bildiğini okuyan değil, kitap okuyandõ. Hariçten gazel okuyan değil; ülkenin, dünyanõn bütün sorunlarõyla ilgili bul- duğunu okuyandõ. Biraz da meydan okuyan bir kuşaktõ; eşitsizliğe, yoksulluğa, halkõn ezilmesine, emperyalizme... Emperyalizm de öyle çok büyütülecek bir düşman değildi. Evet kaplandõ ama... Kâğõttan kaplandõ! Cezaevine girmek onur, sevgili edinmek sabõkaydõ Önce devrim sonra diploma ‘İZMİR BİRİNCİ KORDON MADEN İŞÇİLERİNİN...’ B ir önceki kuşaktan devrime olan inancõ tam alan 78 kuşağõ, kendisi için hiçbir şey istemiyordu. Za- ten devrimin özü de halkõn iktidara gelmesiydi. Devrimle birlikte her şey daha eşit olacak ve halk, re- fahtan payõnõ tam alacaktõ. Başlõca yol haritalarõndan bi- ri şuydu: Üreten biziz, yöneten de biz olacağõz! Sendikalarõn, beyaz yakalõ işçilerin bu yöndeki mü- cadelesine gençlik de omuz veriyordu. O dönemin ko- şullarõ içinde gençliğin sendikalara, meslek odalarõna baş- lõca katkõsõ şuydu: Güvenlik ve afiş-pankart asma... Her iki sorumluluğu da başarõyla ve sonuna kadar üst- lendiler. 70’li yõllarõn sonu aynõ zamanda büyük grev dalga- larõnõn da yaşandõğõ dönemdi. Özellikle maden, tekstil iş kollarõnda yaşanan grevler hem devrimci mücadele- nin bir parçasõ olarak görülüyor hem de iktidarlarõn ül- keyi yönetememe noktasõna gelmesini sağladõğõ düşü- nülüyordu. Devrimden sonra işçiler zaten en iyi şekil- de yaşayacaklardõ... Bu inancõ paylaşan bir grup genç 1978 yazõnda İzmir’in Bornova bölgesindeki bir grevi ziyaret etti. Grev çadõ- rõnda çay içtiler. Ortada asõlõ radyodan son haberleri din- lediler. Fabrikanõn önündeki demir parmaklõklara asõlõ kararlõlõk pankartlarõnõ selamlayõp kent merkezine doğ- ru yürüyüşe koyuldular. Gençlerin zaman zaman yap- tõğõ keyifli işlerden biri Bornova’dan Alsancak Lima- nõ’na kadar yürümek, limandan Birinci Kordon’a geç- mek, oradan yürüyerek Pasaport İskelesi’ne gelmekti. Orada yorgunluk çayõnõn yanõnda sohbet-tartõşmanõn ta- dõna diyecek yoktu. Gençler Alsancak Limanõ’ndan Birinci Kordona ge- çince, deniz havasõ, martõlar, õlõk rüzgâr, derin bir ne- fes aldõlar... İçlerinden biri Birinci Kordon’un önü palmiyeli apartmanlarõna bakõp yanõndakilere seslendi: - Arkadaşlar, devrimden sonra Birinci Kordon’u maden işçilerine verelim... Öylesine içten ve pazarlõksõz bir öneriydi ki, genel ka- bul gördü. Öneriyi getiren de iyi bir paylaşõm yapma- nõn keyfi içinde bir kordona bir denize bakarken, itiraz geldi. Kampustan bir genç dedi ki: - Ben maden işçilerine verilmesinden yana değilim... “Nasıl yani?” - Bence birinci kordonu maden işçileri değil, tekstil işçileri hak ediyor. “Ama en ağır işçilik madencilik... Metal işkolu da öyle...” - Ağõr iş olduğunu kabul ediyorum... Tekstil işçileri- nin nasõl çalõştõğõnõ biliyor musun? “Şimdi tutup kimin işi daha ağır tartışmasına gir- menin ne gereği var... İşte metal işçilerini ziyaret et- tik. Ne koşullarda çalıştıklarını anlattılar. Üstelik iş kazalarının en yoğun olduğu sektör...” - Tekstil işçileri bazen 15-16 saat çalõşõyorlar. Nâzım Hikmet’in Bursa İpek Fabrikasõ işçileri şiirini okuma- dõn mõ? Genç kõzlarõn kanõyla ipek dokunuyor, diyor... “Bir de maden ocağının dibini düşün... Bin dere- cenin üzerine çıkan sıcak ocakların önünde demir köz köz erirken onun karşısında ter dökenleri düşün...” - Ben tekstil işçileri diyorum arkadaş... “Yav sen nereden taktın bu tekstil işçilerine?..” - Geçen hafta Kula Mensucat işçilerini ziyaret et- miştik... Durum anlaşõlmõştõ... Tartõşma Pasaport İskelesi’ne yaklaşõncaya dek sürdü. Pasaport’a doğru tatlõya bağ- landõ... Birinci Kordon maden işçilerinin olacaktõ, Kar- şõyaka’da deniz kõyõsõndaki evler de tekstil işçilerinin... Aydınlanma ve Gençlerimiz Aydõnlanma hareketimizde, gençlerin özel bir yeri vardõr. Her Aydõnlanma gibi bizim Ay- dõnlanmamõzda da, “ilerleme” düşüncesi, baştacõ kavramlar ara- sõndadõr: Toplum, durağan bir varlõk değildir; akan zamanla be- raber değişiyor, değişecek; çün- kü bilim ve teknik ilerliyor; in- sanlõğõn “altın çağ”õ geçmişte de- ğil, gelecekte. İlerleme kavramõ, böylelikle “yarın”lara inanõyor ve -pek doğal olarak da- yarõnlarõn insanõna; yani “gençlik”e. Aydõnlanma hareketimizin Nâ- zım Hikmet’ten önceki dev şai- ri Tevfik Fikret, bir şiirinde “Bir gün yapacak fen şu kara top- rağı altın; her şey olacak bilim gücüyle... inandım” deyip bilime saygõsõnõ dile getirirken; o güze- lim “Ferda” (yarõn) adlõ şiirinde, ilerlemenin tablosunu çizer ve güçlerini belirtir. Nasõl başlõyordu -günümüz di- liyle- o şiir? Yarõn senin, senin bu yenilik, bu devrim. Herşey senin değil mi ki, zaten? Sen ey gençlik! Ey umudun parlak çehresi... Şiir de “bugünün gençleri- ne” ithaf edilmiştir aslõnda. Öyle derler, Atatürk’ün en sevdiği şairmiş Tevfik Fikret. İkisi de Aydõnlanma hareketi- miz içinde yer alan bu iki insan arasõndaki ruhsal ve düşünsel ya- kõnlõk pek doğal. Böylece, onun Söylev’in sonunda Cumhuriyeti, kalkõp “gençlik”e emanet etme- sinde şaşõlacak hiçbir yön yoktur. Söylev’in o parçasõnda kimi cüm- lelere takõlõp şovenlik yapõldõğõ gi- bi bir kanõya da hemen varma- yalõm; orada dile getirilmek iste- nen asõl düşünce başkadõr. Laik eğitim de, işte bu bağ- lamda anlam kazanõyordu: Çün- kü amaç, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştir- mekti; yani yarõnlarõ yaratacak gençliği! Server Tanilli Y A R I N: G E C E K O N D U L A R A D E V R İ M H A R C I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle