Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 15 EYLÜL 2008 PAZARTESİ
10 DİZİ
CMYB
C M Y B
G
önlünü devrime kaptõrmõş
78’liler için uğrak yerle-
rinden biri cezaevleriydi.
İzinsiz gösteriler, forumlar, ya-
zõlamalar cezaevini gerektir-
miyordu. Bu eylemlerde
yakalananlar bir gün-
lük gözaltõnõn ar-
dõndan bazen
karakolca,
bazen de savcõlõkça serbest bõrakõ-
lõyordu. Ancak silah bulundurma,
çatõşmalarda yakalanma ya da yu-
karõdaki eylemler nedeniyle sü-
rekli yakayõ ele verme farklõydõ.
Bunlar birkaç aylõk hapis ceza-
larõnõ gerektiriyordu. Cezaevinden
çõkan bir kişi, büyük bir işlev üst-
lenmiş lider edasõyla okula gelirdi.
Karşõlama da öyle olurdu. Etrafõn-
da daha çok insan bulunurdu. Kan-
tine gittiğinde de havasõ başka
olurdu. Bir anlamda onur belgesi
edinmiş demekti. İçeriden anõlar,
karşõlõklõ kahkahalar eşliğinde bal-
landõrõlarak anlatõlõrdõ. Ceza-
evinden çõkanõn etrafõnda-
kiler, kendisini birkaç
kez ziyaret etmiş
olurdu. Her ziya-
retin önü ar-
kasõ ayrõ-
ca paylaşõlõrdõ. Cezaevine girmenin
hukuktaki karşõlõğõ sabõka ise, dev-
rimci hareketteki karşõlõğõ onurdu.
Sabõka sözcüğünün devrimci-
likte karşõlõğõ ise şuydu:
Sevgili edinmek...
Olacak iş değil!
Hırsızlık değil
kamulaştırma
Özel yaşam kavramõ örgütsel
yaşam olarak biçimlenmişti. Yurt-
lar doğal olarak birlikte yaşama or-
tamõydõ. Her şey ortaklaşa yürütü-
lüyordu. Yerine göre para da bir-
likte harcanõyordu. Parasõz kalõnan
anlarda üniversiteye ait bir şeyi al-
mak ya da ondan yararlanmak ge-
rekirse buna kesinlikle “hırsız-
lık” denmezdi.
Ya ne denirdi?
Kamulaştõrma...
Ege Üniversitesi’nin meyve
bahçeleri başlõca kamulaştõrma
alanlarõndan biriydi.
Evlerde yaşayanlar için de du-
rum pek farklõ değildi. En az bir-
kaç kişi kalõnõrdõ. Tabii tümü
aynõ siyasetten... Sayõ ar-
tabiliyordu. Kent dõ-
şõndan misafir ge-
lenler, hareke-
tin özel görev verdiği kişiler bu ev-
lerin doğal konuğuydu.
Devrimci gruplarõn içinde yer al-
mayanlarõn da üniversite içinde
özgürce dolaşmasõ, örneğin arka-
daşõyla el ele tutuşmasõ kabul gö-
ren bir şey değildi. Dikkati çeken
davranõşlar uyarõlõyordu. Olmazdõ,
yakõşmazdõ... Birlikte dolaşmaya
evet ama, ele ele tutuşmak hoş bir
şey değildi. Bu denetimden geçen,
ama devrimci hareketlerin içinde
yer almayanlara genel olarak şu ad
takõlõrdõ:
Sev-genç!
Bütün bu örgütlü kontrole, uya-
rõya, devrimcilik ateşine karşõn
kalbe kilit vurulur mu?
Elbette vurulamaz... Örgüte ha-
ber vermeksizin âşõk olanlar gizli
gizli buluşur, dõşa vurmamaya ça-
lõşõrdõ. Ama er ya da geç bu orta-
ya çõkardõ. İşte o an damga da vu-
rulurdu:
“O sabıkalı...”
Üniversite gençliğinin temel iş-
levlerinden biri de işçileri aydõn-
latmak, gecekondu semtlerini uyan-
dõrmaktõ. Özellikle gecekondu
semtlerinde yapõlan çalõşmalarda
kõz öğrencilerin gecekondu genç-
lerini devrime çekme çabasõ ço-
ğunlukla yanlõş anlaşõlõrdõ. Üni-
versiteye gidememiş, kalfalõk ya da
benzer işlerde çalõşan delikanlõlar
karşõlarõnda üniversiteli kõzlarõ gö-
rünce hemen devrimci olurlardõ
ama âşõk da olurlardõ!
Devrim nikâhı
Önceden izin alõnmasõ şartõyla,
evlilik zeminli birlikteliklere de bü-
yük ölçüde karşõ çõkõlmazdõ. Ön-
koşul örgüt yönetiminin bunu onay-
lamasõ idi. Hatta bazõ gruplar bu
onayõ “devrim nikâhı” kõyma tö-
renine kadar götürürdü.
Devamõnda resmi nikâh kõyõlsa
da asõl olan devrim nikâhõ idi. Bu
evliliklerden çocuklar olduğunda
herkesin yüzünü büyük bir sevinç
kaplardõ. Müjde verilirken “kız
oldu-erkek oldu” denmezdi. Şuy-
du müjde:
“Bir devrimci doğdu!”
Çocuk daha doğar doğmaz bi-
rinci gün geleceğin devrimcisi ilan
edilirdi.
Hal böyle olunca, çocuğa isim
bulmak da zor olmazdõ...
“Devrim” ne güne duruyor...
Sonra “Deniz”, “Mahir”, “Tay-
lan”, “Ulaş”... Sonra “Ürün”,
“Atılım”...
Ü
niversiteli devrimci gençliğin
önündeki bir başka ikilem de
şuydu:
Burjuvazinin eğitim sistemini kabul
edip diploma sahibi olmak mõ, eğitim sis-
temine karşõ da mücadele etmek, gere-
kirse direnmek mi?
Çoğunluk için diploma ikinci plan-
daydõ. Üstelik devrimden sonra zaten her
şey yeniden planlanacaktõ. O nedenle ön-
celiği devrimci mücadeleye vermek ge-
rekiyordu. Ancak, üniversitede mücadele
vermek için üniversiteli olmak gerekti-
ğine göre, bunun asgari şartlarõnõ da ye-
rine getirmeliydi. Hemen her devrimci
grubun içinde son derece zeki, üniver-
site sõnavlarõna yeniden girdiğinde ba-
şarõlõ olabilecek öğrenciler vardõ. Özel-
likle devamsõzlõk nedeniyle birkaç yõl üst
üste aynõ sõnõfõn öğrencisi olarak kalan
gençlerden bazõlarõ yeniden sõnava gi-
riyor ve birinci sõnõftan başlõyordu. Ör-
güt kararõ böyleydi.
Bu yöntemleri benimsemiş öğrenci-
lerin çoğu, üniversiteyi 12 Eylül’den yõl-
lar sonra bitirdi ya da eğitimi yarõda bõ-
raktõ.
Buna koşut bir başka tartõşma da
şuydu:
Devrimci olmak için ne kadar kitap
okumak gerekir?
Her grubun kendi “teorisyenleri”
vardõ. Onlar özeldi. Belli başlõ temel ki-
taplarõn tümünü okumuş ve çok iyi
alõntõ aktarma ustasõ olmuşlardõ. Karşõ-
lõklõ tartõşmalarda Lenin’in bir kitabõnõn
falanca sayfasõnõn ikinci paragrafõnõ ay-
nen ezbere aktarabilen bir teorisyene kar-
şõ öteki grubun teorisyeninin de başka bir
kitaptan daha uzun bir alõntõyõ aktarmasõ
gerekiyordu.
İlk baskı 5 bin adetti
Karşõlõklõ alõntõ yarõşmasõ sõk sõk
yumruklarõn konuşmasõyla noktalanõr-
dõ. Ama yine de kitabõn çok okunduğu
bir dönemdi. Bunu kitabevlerinin bü-
yüklüğünden anlamak da olasõydõ. Bü-
yük kentlerin merkezindeki kitabevleri
70’li yõllar boyunca büyük salonlarda
hizmet verirken, 12 Eylül’ün ardõndan
adõm adõm küçüldüler.
Ne kadar kitap okunduğuna ilişkin
gösterge olmasõ bakõmõndan şu bilgiyi
verelim:
2000’li yõllarda sosyal içerikli kitap-
larõn bir baskõsõ bin adet yapõlõyor.
1970’li yõllarda ise bu tür kitaplarõn ilk
baskõsõ 5 bin adetti.
Bir kitabõ birden fazla kişinin okudu-
ğunu da vurgulamak gerek. Kimi uya-
nõklar, okunmuş, altõ çizilmiş kitaplarõ
alõr, sadece çizili bölümleri okurdu.
Böylece hareketin verdiği “okuma öde-
vini” yerine getirmiş sayõlõrdõ. Yeniden
altõnõ çizelim; bir devrimcinin sözü edi-
len kitabõ okuduğunu ortaya koymasõ
için en önemli kanõt, alõntõlar yapmasõydõ.
O alõntõlarõ ezberleyince iş tamamdõ.
Kitap okumayõ ikincil iş sayanlarõn sõk
anlattõğõ fõkralardan biri şuydu:
Devrimci olmak için önce temel teo-
rileri bilmek gerektiğini düşünen bir genç
okumasõ şart olan kitaplarõ alõp evine çe-
kilmiş. Günlerce okumaya devam etmiş.
Bir sabah sokaktan gelen gürültülerle
uyanmõş. Pencereyi açõp bakmõş, bir de
ne görsün; devrim olmuş... İnsanlar se-
vinçle devrimi kutluyor!
Bir de “toplu okumalar” vardõ. 8-10
kişilik gruplar, seçilmiş bir kitabõ yük-
sek sesle satõr satõr okurdu. Sadece
okumakla yetinilmez, bölüm sonlarõnda
tartõşma da yapõlõrdõ. Tartõşõlmasõ en çok
heyecan veren kitaplar, Çin’den Sov-
yetler’e, Küba’dan Vietnam’a kadar
devrimin başarõldõğõ ülkelerde bunun na-
sõl gerçekleştirildiğine ilişkin olanlardõ.
Özellikle o ülkelerin koşullarõyla Tür-
kiye’ninkini karşõlaştõrmak ve devri-
min bizde de yakõn olduğunu hissetmek
güzel bir duyguydu.
Bundan bütün öğrencilerin hoşlandõ-
ğõ da söylenemezdi tabii. Güvenlik gö-
revinde bulunmak üzere saatlerce bir
semtte, sokakta beklemek mi; bir saat ki-
tap okumak mõ ikileminde çekincesiz bi-
rincisine yazõlanlar da az değildi!
Devrimci-Yol’un tirajı
150 bini aşıyordu
Kitabõn yanõ sõra politik içerikli der-
gilerin de çok yoğun okuyucu bulduğu
bir dönemdi. Dergiler, kent merkezle-
rinden üniversite kampuslarõna kadar pek
çok yerde satõlõyordu. Örneğin 1977’de
yayõna başlayan Devrimci-Yol dergisi-
nin tirajõ sõk sõk 150 bini aşõyordu.
Sonuç olarak öyle ya da böyle mutlak
kitapla, okumakla ilgili bir kuşaktõ 78’li-
ler.
Deyim yerindeyse; bildiğini okuyan
değil, kitap okuyandõ.
Hariçten gazel okuyan değil; ülkenin,
dünyanõn bütün sorunlarõyla ilgili bul-
duğunu okuyandõ.
Biraz da meydan okuyan bir kuşaktõ;
eşitsizliğe, yoksulluğa, halkõn ezilmesine,
emperyalizme...
Emperyalizm de öyle çok büyütülecek
bir düşman değildi.
Evet kaplandõ ama...
Kâğõttan kaplandõ!
Cezaevine girmek onur,
sevgili edinmek sabõkaydõ
Önce devrim sonra diploma
‘İZMİR BİRİNCİ
KORDON MADEN
İŞÇİLERİNİN...’
B
ir önceki kuşaktan devrime olan inancõ tam alan
78 kuşağõ, kendisi için hiçbir şey istemiyordu. Za-
ten devrimin özü de halkõn iktidara gelmesiydi.
Devrimle birlikte her şey daha eşit olacak ve halk, re-
fahtan payõnõ tam alacaktõ. Başlõca yol haritalarõndan bi-
ri şuydu:
Üreten biziz, yöneten de biz olacağõz!
Sendikalarõn, beyaz yakalõ işçilerin bu yöndeki mü-
cadelesine gençlik de omuz veriyordu. O dönemin ko-
şullarõ içinde gençliğin sendikalara, meslek odalarõna baş-
lõca katkõsõ şuydu:
Güvenlik ve afiş-pankart asma...
Her iki sorumluluğu da başarõyla ve sonuna kadar üst-
lendiler.
70’li yõllarõn sonu aynõ zamanda büyük grev dalga-
larõnõn da yaşandõğõ dönemdi. Özellikle maden, tekstil
iş kollarõnda yaşanan grevler hem devrimci mücadele-
nin bir parçasõ olarak görülüyor hem de iktidarlarõn ül-
keyi yönetememe noktasõna gelmesini sağladõğõ düşü-
nülüyordu. Devrimden sonra işçiler zaten en iyi şekil-
de yaşayacaklardõ...
Bu inancõ paylaşan bir grup genç 1978 yazõnda İzmir’in
Bornova bölgesindeki bir grevi ziyaret etti. Grev çadõ-
rõnda çay içtiler. Ortada asõlõ radyodan son haberleri din-
lediler. Fabrikanõn önündeki demir parmaklõklara asõlõ
kararlõlõk pankartlarõnõ selamlayõp kent merkezine doğ-
ru yürüyüşe koyuldular. Gençlerin zaman zaman yap-
tõğõ keyifli işlerden biri Bornova’dan Alsancak Lima-
nõ’na kadar yürümek, limandan Birinci Kordon’a geç-
mek, oradan yürüyerek Pasaport İskelesi’ne gelmekti.
Orada yorgunluk çayõnõn yanõnda sohbet-tartõşmanõn ta-
dõna diyecek yoktu.
Gençler Alsancak Limanõ’ndan Birinci Kordona ge-
çince, deniz havasõ, martõlar, õlõk rüzgâr, derin bir ne-
fes aldõlar... İçlerinden biri Birinci Kordon’un önü
palmiyeli apartmanlarõna bakõp yanõndakilere seslendi:
- Arkadaşlar, devrimden sonra Birinci Kordon’u
maden işçilerine verelim...
Öylesine içten ve pazarlõksõz bir öneriydi ki, genel ka-
bul gördü. Öneriyi getiren de iyi bir paylaşõm yapma-
nõn keyfi içinde bir kordona bir denize bakarken, itiraz
geldi. Kampustan bir genç dedi ki:
- Ben maden işçilerine verilmesinden yana değilim...
“Nasıl yani?”
- Bence birinci kordonu maden işçileri değil, tekstil
işçileri hak ediyor.
“Ama en ağır işçilik madencilik... Metal işkolu da
öyle...”
- Ağõr iş olduğunu kabul ediyorum... Tekstil işçileri-
nin nasõl çalõştõğõnõ biliyor musun?
“Şimdi tutup kimin işi daha ağır tartışmasına gir-
menin ne gereği var... İşte metal işçilerini ziyaret et-
tik. Ne koşullarda çalıştıklarını anlattılar. Üstelik iş
kazalarının en yoğun olduğu sektör...”
- Tekstil işçileri bazen 15-16 saat çalõşõyorlar. Nâzım
Hikmet’in Bursa İpek Fabrikasõ işçileri şiirini okuma-
dõn mõ? Genç kõzlarõn kanõyla ipek dokunuyor, diyor...
“Bir de maden ocağının dibini düşün... Bin dere-
cenin üzerine çıkan sıcak ocakların önünde demir köz
köz erirken onun karşısında ter dökenleri düşün...”
- Ben tekstil işçileri diyorum arkadaş...
“Yav sen nereden taktın bu tekstil işçilerine?..”
- Geçen hafta Kula Mensucat işçilerini ziyaret et-
miştik...
Durum anlaşõlmõştõ... Tartõşma Pasaport İskelesi’ne
yaklaşõncaya dek sürdü. Pasaport’a doğru tatlõya bağ-
landõ... Birinci Kordon maden işçilerinin olacaktõ, Kar-
şõyaka’da deniz kõyõsõndaki evler de tekstil işçilerinin...
Aydınlanma ve
Gençlerimiz
Aydõnlanma hareketimizde,
gençlerin özel bir yeri vardõr.
Her Aydõnlanma gibi bizim Ay-
dõnlanmamõzda da, “ilerleme”
düşüncesi, baştacõ kavramlar ara-
sõndadõr: Toplum, durağan bir
varlõk değildir; akan zamanla be-
raber değişiyor, değişecek; çün-
kü bilim ve teknik ilerliyor; in-
sanlõğõn “altın çağ”õ geçmişte de-
ğil, gelecekte. İlerleme kavramõ,
böylelikle “yarın”lara inanõyor ve
-pek doğal olarak da- yarõnlarõn
insanõna; yani “gençlik”e.
Aydõnlanma hareketimizin Nâ-
zım Hikmet’ten önceki dev şai-
ri Tevfik Fikret, bir şiirinde “Bir
gün yapacak fen şu kara top-
rağı altın; her şey olacak bilim
gücüyle... inandım” deyip bilime
saygõsõnõ dile getirirken; o güze-
lim “Ferda” (yarõn) adlõ şiirinde,
ilerlemenin tablosunu çizer ve
güçlerini belirtir.
Nasõl başlõyordu -günümüz di-
liyle- o şiir?
Yarõn senin, senin bu yenilik, bu
devrim.
Herşey senin değil mi ki, zaten?
Sen ey gençlik!
Ey umudun parlak çehresi...
Şiir de “bugünün gençleri-
ne” ithaf edilmiştir aslõnda.
Öyle derler, Atatürk’ün en
sevdiği şairmiş Tevfik Fikret.
İkisi de Aydõnlanma hareketi-
miz içinde yer alan bu iki insan
arasõndaki ruhsal ve düşünsel ya-
kõnlõk pek doğal. Böylece, onun
Söylev’in sonunda Cumhuriyeti,
kalkõp “gençlik”e emanet etme-
sinde şaşõlacak hiçbir yön yoktur.
Söylev’in o parçasõnda kimi cüm-
lelere takõlõp şovenlik yapõldõğõ gi-
bi bir kanõya da hemen varma-
yalõm; orada dile getirilmek iste-
nen asõl düşünce başkadõr.
Laik eğitim de, işte bu bağ-
lamda anlam kazanõyordu: Çün-
kü amaç, “fikri hür, irfanı hür,
vicdanı hür” kuşaklar yetiştir-
mekti; yani yarõnlarõ yaratacak
gençliği!
Server Tanilli
Y A R I N: G E C E K O N D U L A R A D E V R İ M H A R C I