03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 NİSAN 2008 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA HABERLER BİR DAVA DA EMİNÖNÜ BELEDİYESİ’NDEN öyle uzaktan bakınca, “Gerger niree, Eminönü niree?” diye düşünebilir insan... Öyle ya, bu adamın başka işi mi yoktu da, taa Gerger’den kalkıp İstanbul’a gelerek Eminönü Belediyesi’nin AKP’li Başkanı Nevzat Er ile Yardımcısı Mahir Katırcı hakkında yazı yazdı? Olur a yazar, Patagonyalı bir gazeteci Allah hakkında, bir başkası ABD Başkanı Bush hakkında yazar da bizim Haco Eminönü Belediye Başkanı hakkında yazmış neden çok görülür? Kaldı ki, Türkiye çapındaki üç bin abonesinden iki bini İstanbul’dadır Gerger Fırat gazetesinin... Haco yazar, yazabilir... İyi de belediye Başkanı Er ile Yardımcısı Katırcı’nın bu “küçücük gazetesiyle küçücük gazetecisi” hakkında neden 20 bin YTL’lik manevi tazminat davası açar? 11 bir cemaatin, bir şeyhin, bir feodal beyin, ağanın kalesine, kulesine dokunmuştu Haco... Bu önemliydi, bunu ıskalamadı Gergerli gazeteci Hacı Boğatekin... JİTEM korumasındaki TEDAŞ ekibi baskın yapmıştı Menzil’e... Düzenlenen tutanaklar TEDAŞ’ın bir politika olarak bilinçle seçtiği, aşağılayıcı bir kavramı içeriyordu: Hırsızlık... Üstelik, tutulan tutanaklar insanlara çalmamayı, hakkı, hak yememeyi, erdemli yaşamı öğretme savında olan bir tarikatcemaat şeyhinin adına düzenlenmişti... Haco, bu nedenle yazısında soruyor, soruyor, soruyordu... Diyordu ki; “TEDAŞ başka kaçak olaylara hep şunu söyler. Kaçak elektrik dürüst halkın cebinden gidiyor. O zaman Menzil Şeyhi’nin 20 yıldır harcadığı, kullandığı elektrik kimden gitmiş, kime fatura kesilmiş? Bunu açıklamak kişi olarak şeyhimize, kurum olarak da TEDAŞ’a düşmez mi?” Sorduğu en önemli soru ise “Menzil Şeyhi elektrik çaldı mı çalmadı mı”ydı... Elimizdeki kaçak elektrik tutanaklarıyla belirlenen miktar hiç önemli değil... İşin ahlaki boyutu yapanları, inanç boyutu müritlerini ilgilendirir, ama toplumu ilgilendiren yanı, dördü de 21 Mayıs 2003 tarihini taşıyan bu tutanakların sonucunda kime ne işlem yapıldığıdır? Soyadlarından hepsi de şeyhin yakınları olduğunu sandığımız Ahmet Erol, Mehmet Nizamettin Erol, Tacettin Erol ile Muhittin Erol hakkında acaba ne işlem yapılmıştır? Kimler savcı, yargıç karşısına çıkartılmıştır? Bu olay, Anadolu’da ılımlı İslamın nasıl palazlandırıldığı, yeşil sermayenin nasıl birikim sağladığı konusunda örnek olması açısından önemli bir ipuçları vermektedir... Ş Cumhuriyet’te yayımlanan bir savunmasında, ne demişti Haco, anımsamakta yarar var: “Küçücük bir ilçede, küçücük bir gazetede, küçücük bir gazetecinin yazdığı ‘Feto ile Apo’ başlıklı köşe yazısı bir anda Türkiye’de gündemi oluşturuyorsa bu yazı üzerine binlerce haber, makale yazılıyor, program yapılıyorsa, halkımızda Cumhuriyet’in tarikat tehlikesi altında olduğu bu haber vesilesiyle duyarlılık sağlanmışsa bu gazeteciyi cezalandırmanın ve onun yazdığı haber üzerine yapılan haberleri yayından kaldırmanın, durdurma kararı verilmenin hukuki bir hata olduğu inancındayız.” Demek ki, bu küçücük gazetenin Eminönü’ndeki etkisi de oldukça büyük olmuştu... Haco, bu davayla ilgili olarak da savunmasını yapmak üzere yargıcın karşısına çıkacak... ‘MENZİL ŞEYHİ ELEKTRİK ÇALDI MI ÇALMADI MI?’ M enzil’i, oradaki tarikat, cemaat yapılanmasını bilmeyen birisi için Gergerli Gazeteci Hacı Boğatekin’in gazetesine “Menzil Şeyhi Elektrik Çaldı mı, Çalmadı mı?” diye bir başlık atması, pek bir şey anlatmayabilir... Bunun ne demek olduğunu bir Anadolu sözüyle açıklamaya çalışalım: “Ergene karı dövmek kolaydır...” Bu sözü yorumlarken, Haco’nun daha önce Menzil’de fotoğraf çekerken yakalandığını ve şeyhin müritleri tarafından bir güzel pataklandığını, şu anda Menzil’e otomobille 20 dakika kadar uzaklıkta yaşadığını unutmayın lütfen! Bir soruyla açımladığı yazısında belirttiği gibi eline ulaşan belge ve bilgilerde tüyler ürpertici rakamlar, savlar vardı... Bir kez en önemlisi, o güne dek hep kamu görevlilerinin, siyasilerin koruyup kolladığı, dolayısıyla dokunulamaz imajı verilen bir tarikatın, Haco ‘sözde değil, özde bir cumhurbaşkanı’ arandığı dönemde Köşk adayını açıklar ‘Gülen cumhurbaşkanı olsun’ acı Boğatekin’in tanımıyla tirşikçi gazetecilerin yargılandığını yazdığı davaların ve yol açan olayların geniş özeti böyle... Haco’nun öyküsü anlatmakla öyle kolay biter mi? Hayata karşı hep böyle umut büyüten bir bakışla yaklaştığı sürece biteceğe de benzemiyor... Hacı Boğatekin’e ait öykülerin hepsi öyle darağaçlarının, zindanların gölgesinde geçmez... Renkli yanları da çoktur Haco öykülerinin... Haco bu, yapacak işi olmayan şeytan gibi, hiç rahat durur mu? Arı kovanına çomak sokmasa kalemini sokar; mizah yaparak gündeme ucundan kıyısından dokunur... Hacı Boğatekin duvardaki kurşun izini gösteriyor. H Örneğin, altıyedi ay önce ülkenin karman çorman olduğu, sözde değil, özde bir cumhurbaşkanının arandığı günlerden birinde, “Ne uğraşıp duruyorsunuz, Feto’yu cumhurbaşkanı yapın, bitsin,” demeye getiren ve özetle şu görüşleri içeren bir yazı yazdı: “Hocanın adaylığına, ABD ve İsrail evet derse dünya ülkelerinin bir itirazı olabilir mi? Bunca gücekuvvete, desteğe sahip nurlu bir insana cumhurbaşkanı olamaz, diyebilen çıkar mı? Bu imanlı insana bu ülkeyi yönetemez diyebilen var mı? Hele bakın şu Türkiye’ye milli eğitim çökmüşken hocanın okulları nasıl da arttıkça artıyor. Evet sevgili okurlar, bu satırların yazarı olarak, adayımız Fethullah Gülen’dir. Var mı itirazı olan? Gülen’in üzerine aday arayanlara ne demeli? Ya ahmak ya da deli… Hele cumhurbaşkanı olmak isteyenler veya aday arayanlar Gülen’in müridiyse bu saygısızlık değil mi? Cumhurbaşkanı adayımız, Fethullah Gülen... Allah millete, memlekete hayırlı etsin. Amin...” Baş edilemez cemaat H aco, bölgenin geleceği için en büyük tehlike, en büyük tehdit olarak din afyonunu, Fethullah hareketini görüyor... Haco’ya göre bölge için, ülke için en büyük tehdit “Feto”... Bu nedenle karşı Feto’ya Haco... Ülkesi için Feto tehdidini erken sezen bir taşra aydını olarak bu konuda yakın çevresini uyarmakla yetinmiyor, bir gazeteci olarak kalemiyle de sürdürüyor savaşımını... Haco, Hoca’ya (Feto) nasıl karşı olduğunun ipuçlarını aylar öncesinde yazdığı yazıda mizah okları savurarak verdi, ama pek anlayan, algılayan olmadı... O da bunun üzerine cepheden saldırma gereği duyarak “Feto ile Apo” yazısını yazdı... Ama ne yazık ki o zaman iş işten geçmiş olacak. Yapacakları bir şey bulunmayacak. Dönüp türban ve tarikat önünde selam duracak bu laik bekçilere benim tavsiyem, eşyalar tez elden tükenmeden, hemen yakınlardaki tesettür mağazasına koşun; baylar için birer cüppe ve takke, bayanlar için birer çarşaf ve türban satın alın. Yarın, devlet kurumlarına bu giysileri giymeden giremeyeceğinizi bilin ve ona göre hareket edin. Sevgili okurlar, bu saatten sonra, 47 yıl boyunca devlet yemliklerinde otlatılan tarikat ve cemaat güçlerine artık laik Cumhuriyet güçlerinin nüfuz edebilmesi mümkün değildir. 10 milyonu aşmış tarikat gençliği ve sırtını ABD’ye dayamış Feto cemaati ile baş edebilmesi mümkün değildir.” Evi tarandı oğlu yaralandı M erkezkaçın en kırılgan noktasında yaşamanın bilinciyle her türlü zorluğa göğüs gererek ilkelerinden ödün vermeyen bir gazeteci, bir dava adamı olarak onun, “...çok yıprandık,” demesine bakmayın siz yine de... Çünkü, tanıdığım kadarıyla onda öyle yılgınlığa düşecek bir adam karakterinin zerresi yok... Eğer öyle olsaydı, eski Gerger belediye başkanlarından İzzet Aksoy’un kuşkulu bir trafik kazasıyla ölümünü araştırmaz, aldığı ihbarlar ve tehditler üzerine hemen geri adım atardı... Aksoy’un 1995’te zamansız ve bir trafik kazası sonucu kuşkulu biçimde ölümü üzerine o yine bildiğini yaptı... Bu ölümü soruşturdu... İhbarlara, tehditlere aldırmadı, üstüne üstüne gitti; bildiğini okudu, yazdı yazdı... Başkan Aksoy’un ölümünün üzerinden bir hafta kadar bir süre geçmişti... O gün tanımadığı birçok kişi, değişik tipte insan gördü yazıhanesinin çevresinde... Aldırmadı, paranoyak davranışına verdi... Gecenin ilerleyen saatlerindeyse evin çevresinde polis otolarına özgü flaşörün yanıp söndüğünü fark etti... Pencereden baktı, polis otosunu görünce, kendi kendine, “Amma da ödlekleştin ha” diye söylendi... Devletin polisiydi gördüğü, insan polisinden korkar mıydı? Kaldı ki, ihbarlar tehditler alırken, yaşamı tehdit altındayken bunlardan polisin haberinin olmaması düşünülemeyeceği gibi, kendisini korumak için gelerek evin çevresinde devriye gezmelerinin başka bir anlamı olabileceğini kim söyleyebilirdi? Biraz ikircikli olsa da tam yatmaya hazırlanıyordu ki, bir cayırtıdır koptu... Evin damı başına göçtü sandı... Çevreye saçılan cam kırıklarının sesi, kurşun seslerine karışıyor, kurşunların çarpıp saplandığı yerlerden gelen ikinci patlama sesi hepsini bastırıyordu... Andaki sonsuzluğu yaşadığı sıra çocuklarının daha güvenli olan arka odada olduğunu düşünerek rahatladı, ama yanılmıştı; hayatın bir sürprizi vardı ona o gece... “Yandım anam” diye bir ses duyar gibi olmuştu... Hemen dışarı fırladı ki ne görsün; oğlu Hüseyin yerde yatmıyor muydu; bir yandan da kanlar içindeki sol kolunu tutmuyor muydu?.. Şu anda hukuk fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi olan Hüseyin, tam da saldırının başladığı an, yatmadan önce tuvalet gereksinimi için evin verandası konumundaki dama çıkmıştı... Saldırı sırasında eve isabet eden kurşunlardan biri de tavandan sekerek koluna saplanmıştı... Ama ne yazık ki, bu eylemin sorumluları da, Haco’nun Belediye Başkanı Aksoy’un ölümü üzerine yazdığı gibi “faili meçhul” kaldı... Sıkıyönetim döneminde arzuhalci Haco’nun zor günler geçirdi Ata’ya şikâyet mektubu lkede siyasal açıdan yaprağın kıpırdamadığı günlerdi... Dönemin, bastığı yeri titreten yöneticisi, “Benim adımı söyleyeni 90 gün içeri atıyorum, hangi cesaretle beni şikâyet edebilirler?” diye tepiniyordu... Yöneticinin bu sözlerinde hiç eksik ya da yalan yoktu... Gergerliler, uygulamalarından inim inim inliyorlardı çünkü... Bu nedenle, aralarında sol, sosyal demokrat olarak bilinen bir partinin ilçe başkanı da bulunan 5 kafadar Haco’nun kapısını “arzuhalci” kimliğiyle çaldı ve dönemin sıkıyönetim komutanına bir şikâyet dilekçesi yazmasını istedi... Halkın bir an önce bu adamın zulmünden kurtarılması gerekiyordu... Arzuhalci Haco, böyle bir dilekçeyi kaleme alır da, kaleminden kan damlatmaz mı? Ayrıca, altına imza atmayarak ününe gölge düşürür mü? Altıncı imzayı Haco atar atmasına, ama en büyük yöneticinin buyruğuyla savcının karşısına çıktığında ilçe başkanı da dahil yiğit dört yakınmacının tüydüğünü öğrenir şaşkınlıkla... Sadece, Terzi Şeyhmuz Yılmaz’la ikisi vardır savcının karşısında... “Devlet memuruna hakaret”ten anında gözaltına alınarak Adıyaman Doğum Hastanesi’ne götürülürler... Terzi Şeyhmuz’la arzuhalci Haco, tam 21 gün süreyle doğum hastanelerine yakışacak türde sancılar çekmek zorunda bırakılırlar orada... Tam üç ay on beş gün temiz hapis yattıktan sonra salıverilirler ancak, tutuksuz yargılanmak üzere... Mahkeme, bu davayla ilgili kararını ise bir 10 Kasım günü verir... Haco için, işkenceler görmesinden, 3.5 ay hapis yatmasından çok, olayın en dokunaklı yanı kararın böyle bir günde verilmesidir. Mahkeme başkanının Atatürk’ü anma törenlerine katıldık Ü tan sonra gelerek kararını açıklaması çok batar Haco’ya... Aklına takılan soru, mahkeme bu kararını neden yılın 365 gününden herhangi birinde değil de 10 Kasım’da vermişti... Ona göre bu tarihin alegorik çağrışımında sanık olarak kendilerini “vatanmillet düşmanı bir bölücü” olarak gösterme psikolojisi yatmaktaydı... Ata’yı sevmek, sadece yargı ve ordu mensuplarının, devlet memurlarının tekelinde değildi; o da Ata’sını, Mustafa Kemal’i çok seviyordu... TA’YA MEKTUP A İşte bunun üzerine Ata’sına bir di CITACAK BİR OLUĞU YARGICIN A YAZI Mademki, artık kimse mi SKARŞISINDA ALDI Sesi duyulsun istiyordu, zah yazısına aldırmıyordu, öyleyse o da biraz acıtacak bir yazı yazmalıydı... Öyle de yaptı; bu kez eline aldığı kalemi, kendi kanını doldurduğu hokkaya batırarak yazdı, acıtmak için yazdı: “Bölünmemesi için uğrunda can verdikleri laik Cumhuriyetin sessiz sedasız ve kansız bir şekilde, Feto’nun tarikatçıları tarafından ele geçirilerek yer yer şeriat, tarikat, cemaat, ümmet kurallarının uygulanmaya başlandığını, laik Cumhuriyetin kutsalları olan laiklik ve demokrasinin yerini tarikat ve cemaat, türban ve çarşaf kutsallarının aldığını görecek ve büyük pişmanlık duyacaktır. duyuldu... Sağır sultan bile duydu sesini... Bu yazıyı bilinçle yazmıştı... Gerekirse kendi canı da acıyabilirdi... acısın istiyordu... Acıdı... Soluğu yine savcının, yargıcın karşısında aldı... Ona sorarsanız bu son komploydu... Sistem, “Yazma, işine bak, kardeşim!” diyordu... Kendisinin tek belirgin geliri ise 450 YTL ’lik emekli maaşıydı... Bunu da, hakkında dava açan valiye mi, müftüye mi, belediye başkanına mı versindi? Böyle yaklaşıyordu savaşımını anlatırken... Bıyık altından da gülümsüyor gibiydi... S Ü R E C E K C MY B C MY B lekçe döşendi... “Sayın Mustafa Kemal Atatürk, AnıtkabirANKARA” adresine gönderdiği dilekçede şöyle yazdı: “Sevgili Atam... 10 Kasım günü damarlarında asil kan bulunan her TC vatandaşı için ulusal yas günüdür. O gün Atamın aramızdan ayrılışının acısı ve yası anılır. Atamızın bize verdiği cumhuriyet ve Atatürk devrimlerinin varlığı ve çağdaş nimetlerin değeri konuşulur. Yediden yetmişe her ferdin dilinde o gün Atatürk ve Devrimleriyle bir likte Cumhuriyet de anılır. Her namuslu TC vatandaşı gibi 10 Kasım günü Atamızın yasını çektiğimiz sırada, Gerger hükümet konağının bahçesinde sirenler çalınarak saat 9’u 5 geçe yapılan saygı duruşuyla Atamız anılırken Gerger Asliye Ceza Hâkimi hükümet konağının birinci katında bana 3 ay 15 günlük hapis cezası vermiştir. Hem de 10 Kasım 1980 günü saat 9’u 5 geçe... Sanki 365 günlük koca sene bitmiş, ceza verilmesi için sadece 10 Kasım kalmıştır, ki o gün ceza verilmiştir. Bu ceza beni mağdur ettiği kadar Atamızın ulusal yas gününe de saygısızlıktır. Çünkü, 10 Kasım günü insanlara Ata’nın hatırı için de olsa ceza verilmemesi, verilen cezanın da kaldırılması gerekir. Bu ceza beni üzdüğü kadar Atamın ruhunu da incittiği inancındayım. Atamın makamı Anıtkabir her şeyin üstündedir. Adalet Bakanlığı’nın yazılı emirle temyiz hakkı vardır. Bu hakkın kullanılması ve haksız cezanın kaldırılması için makamınıza başvuruyorum. En derin saygılarımla... Sizi bir kez daha rahmetle yâd ediyorum... Sevgili Atam...” Tahmin ettiğiniz gibi Haco’nun mektubu Ata’sına ulaşamaz... PTT, Haco’nun dilekçesini götürür, Adalet Bakanlığı’na verir... Dilekçeyi değerlendiren Adalet Bakanlığı’nın ilgili birimi inisiyatif kullanarak Arzuhalci Hacı Boğatekin’le Terzi Şeyhmuz Yılmaz’ın davasını temyiz eder...Dosyayı inceleyen Yargıtay, yerel mahkemenin kararını bozar... Böylece Arzuhalci Haco’yla Terzi Şeyhmuz’un gördükleri işkenceyle yattıkları üç buçuk aylık hapis yanlarına kâr kalır...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle