22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 NİSAN 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Mekke Faruk Sayılır: “Her şey nasıl da değişiyor hızla; eskiden ‘Şişli’de bir apartman’dı, şimdi ‘Mekke’de bir devre mülk’ oldu!” Yağmur Deniz Gülen, Humeyni gibiymiş... “Tek farkla; Ayetullah değil Fethullah!” “AMELİYAT dokuz saat sürmüş“ dedim. “Ne ameliyatı“ dedi. “Kalp ameliyatı; kalbi destekleyen bir ana damarı ve üç koroner damarı değiştirdiler; sol kulakçık ile sol karıncık arasındaki kalp kapakçığını onardılar” dedim. “Niye ki” dedi. “Daha önce iki kez enfarktüs geçirmişti; son günlerde yaşadığı olaylar kalbini tetiklemiş olmalı; doktorlar da böyle söylüyor” dedim. “Ne olayı“ dedi. “Sabahın kör ayazında gözaltına alınmıştı ya” dedim. “Ne zaman” dedi. “21 Mart sabahı saat 4’te polisler evini bastı; alıp götürmüşlerdi” dedim. “12 Mart’ta götürülmemiş miydi” dedi. “O eski hikâye” dedim. “Yeni hikâyede nereye götürdüler” dedi. “Terörle Mücadele Şubesi’ne” dedim. “Bu yaştan sonra terörist mi olmuş” dedi. “Yok, yasadışı bir örgüte fikri lider olmuş” dedim. “Gözaltındayken mi ameliyata alındı” dedi. “Gözaltında 40 saat kaldı, yurtdışına çıkış yasağı PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Türkiye bir yanıyla buna başlıca özelliklerinden biri de diyebiliriz bir yurtsuzlaştırılanlar ülkesidir. Nüfusunun önemli bir kesimini, çöküş döneminde Osmanlı Devleti’nin yitirdiği topraklardan sürülen Kafkas ve Balkan/Rumeli kökenli insanların ardılları oluşturmaktadır. Yurt sevgisi, yurdu sahiplenme duygusu, yurtsuzluğu tanımış/yaşamış insanlarda çok güçlüdür; Kurtuluş Savaşımızda birçok Çerkezin, Gürcünün, Rumelilinin ve daha birçok yeni Anadolulunun öne çıkmasının nedeni budur. Yurtlarından sürülen milyonlarca insan Trakya ve Anadolu’da yeniden yurtlanmışlardır. Bir de “içeriden dışarıya” yurtsuzlaştırılanlar vardır: Türk dilinin en büyük şairi gibi siyasal nedenlerden ötürü yurtdışına çıkıp bir daha dönemeyenler; kaçıp uzun yıllar dışarıda, sürgünde yaşadıktan sonra dönebilenler; 1923 TürkYunan nüfus mübadelesinde Yunanistan’a sürülen bir buçuk milyon Anadolu Rumu, ki aralarında sayıları elli bini bulduğu söylenen Ortodoks dininden Karaman Türk’ü de vardır; yurtdışında bulundukları sırada çeşitli nedenlerden ötürü yurttaşlıktan çıkarılıp kendilerine yurt kapıları kapananlar; önce 6/7 Eylül 1955 olaylarının yinelenmesi korkusuyla, daha sonra da 1963/1964 sürgün kararlarıyla Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan İstanbul Rumları; 11 Kasım 1942 tarihli Varlık Vergisi Yasası uygulamaları sonucunda mülksüzleştirilen ya da mülksüzleştirilme korkusuyla yeni kurulmakta olan İsrail’e göçen Museviler; 1973 yılında başlayarak 1980’li yılların ortalarına kadar onlarca Türk diplomatını katleden Asala terör örgütünün faaliyetlerine karşı “görülmeyen misilleme” olarak Türkiye Ermenilerine uygulanan baskılar sonucunda ülkeyi terk eden İstanbul Ermenileri; gördükleri sürekli dinsel baskılara karşı dirençleri kırılarak çareyi yurtdışına göçmekte gören Süryaniler, Yezidiler ve diğer Müslüman olmayan topluluklardan insanlarımız “içeriden dışarıya” yurtsuzlaştırılmışlardır. ??? İnsanların yurtsuzlaşmaları için mutlaka yurtlarından sürülmelerine, yurtlarını terk etmelerine gerek yoktur; insan, yurdunda kalarak da yurtsuzlaştırılabilir. Bunun en somut örneği Nazi Almanya’sıdır. 19331945 yılları arasında nasyonalsosyalistler, gaz odalarında katlettikleri 6 milyon Yahudi dışında, komünistleri, sosyalistleri, demokratları, antifaşist Katolik din adamlarını, Protestan direnişçileri toplama kamplarına, cezaevlerine atarak, evlerinde göz hapsinde tutarak, kendileri gibi düşünmeyenlerin yaşam biçemlerine müdahale ederek, el koyarak, onlara kendi yaşamak istediklerinden farklı bir hayatı dayatarak yurtsuzlaştırmışlardır. Üzerinde yaşayan tüm canlıları ve doğasıyla salt bir toprak parçası olmanın ötesinde yurt, eğer insanları özgürse, kendilerini özgür duyumsayabiliyorlarsa, diledikleri yaşam biçemini özgürce, hiçbir zorlamayla, dayatmayla karşılaşmadan seçebiliyorlarsa bir anlam kazanır. Aksi durumda yurdu “yurt” yapmak için direnmek, bu direnişte özverilerde bulunmaya, acılara katlanmaya hazır olmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, Nazilerin iktidara geldiği 1933 yılı Alman parlamentarizminin en demokratik dönemi kabul edilen Weimar Cumhuriyeti’ne rastlamaktadır. Faşist Mussolini ise “Napoli’den Roma’ya yürürüm!” tehdidiyle İtalya’da iktidarı elini kolunu sallayarak eline geçirmiş, komünistlerle başı belada olan Kral Emanuel, 18 Ekim 1922 günü Mussolini’yi başbakanlığa atamıştır. Hem Almanya hem de İtalya’da nasyonalsosyalist/faşist diktatörlüklerin kurulmasında her iki ülke toplumlarının basiretsizliklerinin payı vardır. Çünkü ne nasyonalsosyalizm 1933’te, ne de faşizm 1922 yılında ortaya çıkmıştır. Her ikisinin de önceleri vardır. Bireyler, karşılaştıkları, tanık oldukları olumsuzlukları “münferit” olarak değerlendirmişler, tepkisiz kalmışlar, kitleler alıştırılarak edilgenleştirilmiş, tutsaklaştırılmıştır. Alman ve İtalyan tarihinden çıkartmamız gereken önemli dersler vardır. Eğer bir gün gelip de kendi yurdumuzda yurtsuz kalmak/yurtsuzlaştırılmak istemiyorsak çevremizde olup bitenleri “ufak tefek, münferit şeyler” demeden, daha dikkatli gözlemlemeli, daha fazla merak etmeli, daha çok sorgulamalı, daha çok sormalıyız. Her şeyden de önemli, gözlemlediklerimizi, tanık olduklarımızı, yaşadıklarımızı birbirimize aktararak örgütlenmeliyiz; iş işten geçmeden… ??? Sevgili İlhan Ağabey, seni, gülümsemeni, ışıklı yazılarını çok özledik. Bir an önce iyileş artık. Bir daha da böyle kötü şakalar yapma bize! eposta: dkavukcuoglu@superonline.com Yürek koyup serbest bıraktılar, birkaç gün sonra da rahatsızlandı” dedim. “Niye serbest bıraktılar” dedi. “Bilmiyorum” dedim. “İddianamede nasıl bir suç yüklemişler” dedi. “Onu da bilmiyorum, kitap bile yazıldı ama iddianame yazılmadı“ dedim. “Merak etme yazılır” dedi. “Şimdilik, polis sorgusunda verdiği ifadeleri gazetelere veriyorlar, özel yaşamını falan yazıyorlar” dedim. “Yazarlar” dedi. “Gözaltındayken, kalp krizi geçirebilir diye telaşlanmıştık” dedim. “Savcı gereğini düşünmüştür” dedi. “Yok, gazeteciler daha iyisini düşünmüş“ dedim. “Nasıl düşünmüş” dedi. “Gözaltından çıktıktan sonra bir yazısında savcıyı tehdit etmiş” dedim. “Nasıl tehdit etmiş” dedi. Yoksulluk sınırı 2 bin liraymış. Milli gelir sınırı da 10 bin lira! Verim Nail Muzaç: “Otuz yıl önce mazot rüşveti ekenler şimdi mahdumlarına gemicik, mısırcık, holding genel müdürlüğü gibi nice rüşvetler biçiyor. Ne verim ama...” “Yazdığı yazıyı bir gazete haber yapmış, bir gazeteciye de haberle ilgi görüşünü sorup savcıyı tehdit ettiğine karar vermişler” dedim. “Verirler” dedi. “Bu yazıyı ihbar kabul edip, hakkında yeni bir soruşturma başlatılmasına karar vermişler” dedim. “Yeni soruşturmada ifadesini aldılar mı” dedi. “Henüz alamadılar, hastanede yatıyordu ve ameliyata girmek üzereydi” dedim. “Merak etme, devlet güçlüdür ve hükümet işbaşındadır; ameliyattan çıktıktan sonra alırlar” dedi. “Ameliyattan çıktı ama göğüs kafesini kapatmadılar, yüreği açıkta atıyor” dedim. “Eyvah” dedi. “Niye titriyorsun” dedim. “Korkuyorum” dedi. “Neden korkuyorsun” dedim. “Neden olacak; gözaltına alınışından beri görmezden gelmeye çalıştığım bu koca yürekten; bu yürek hiç yılmak bilmiyor” dedi. “Korkma, seni de affedecektir” dedim. SESSİZ SEDASIZ (!) Her aileden en az üç sapık! DAMDAKİ Mizahçı arkadaşımız Cihan Demirci, pek yakında ‘her aileden en az üç sapık istiyorum’ denmesi gerektiğini söylüyor ve şöyle diyor: “RTE, ‘en az üç çocuk istiyorum’ diyerek fazla nüfustan batmakta olan ülkede yepyeni bir batışın daha ilk işaretlerini vermişti geçenlerde. Toplumda gittikçe yükselen sapık, manyak, psikopat vaziyetine bakarak bu sözlerine bir an önce ‘en az üç sapık istiyorum’u eklemelidir. Zira bu ülkeye çok uzun yıllardır hakim olan gerici, ırkçı, yobaz zihniyet çok çocuk, çok çocuk diye tuttura tuttura var olan bu tabloyu yarattı. Ülke sadece doğup, yaşamadan ölen psikopat, manyak ve sapıktan geçilmez oldu. Bu kış da manyak ve psikopat bol oldu gene ülkede! ‘İyiler Cinnete Gider’ adında kitaplar yazarak ta 1995’lerde göstermiştik bugünkü manzarayı. Ülkedeki cahil, işsiz, niteliksiz, ruh sağlığı bozuk milyonların daha da artmasını sadece ‘kolay oy kapmak’ için isteyenler; ne kadar cahil bir toplum o kadar oy mantığıyla fazla çocuktan oluşmuş, kuru kalabalık bir nüfus peşinde koşanlar çok yakında ‘her ailede en az üç sapık’ isterlerse bu duruma hiç şaşırmayın. Onlara yakışan vaziyet budur!” Arab’a Muhsin Salman: “Kiminin arabası bahşiş. Kimine araba dayanmaz. Kimi araba dayanır!” Kadir Dörtyıldız: “Şarkıcı Harun Kolçak, bir tarikatın kapısından döndüğünü söylemiş. Oysa, içeri girse köşeyi dönecekti!” Tarikat ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AÇ behicak?yahoo.com.tr Anadolu’nun ‘Eren’i... İlhan Selçuk’un pazar günkü Pencere’si sayfanın altına kadar dayanmıştı. Gören de zannederdi ki yer bitince, yazıyı da bitirmiş... Oysa her zamanki gibiydi. Öylesine sonlanmıştı ki sayfada yer kalsa bile devamı artık olamazdı. O sözünü söylemiş, gerisi okuyanların “düş”lerine kalmıştı... Fransız atasözü nasıldı? “Her şey bitti dediğinde, geride koskocaman bir gelecek vardır..” Pazar günkü Pencere’nin özeti de bu değil miydi? ??? Ne var ki aynı Pencere, yıllardır sayfanın sonuna dayanmaz; çoğunlukla ortalara doğru biter... Düşünce berraklaşmış; söz de açık ve anlaşılır olunca, uzatmaya ne gerek var? Nitekim bizlere de “kısa der ve ekler: Buna rağmen lafa girdi mi çıkamayanlarımız için, hiç değilse “ara başlık”larla sözlerini kılmalarını da kibarca anımsattığını bilirim. Ama asla incitmeden? ??? İlhan Selçuk, eleştirinin saldırmak değil, uyarmak olduğunu; kızgınlığımızı aşağılayarak değil, öğreterek göstermemiz gerektiğini; hatta sözümüzü sakınmamak için bile bir kez daha düşünüp, kırıp dökmeden söylemek gerektiğini öğretti... Bu nedenle, geçen 21 Mart’ın kör karanlık sabahınlerin coğrafyada; yani sında “Nevruz şafağı”na az kala; doğanın ve insanlığın bu yeniden doğuş gününü lara sevdalanmış bir bilgeyi, e hep sormak istedim: Ertesi gün de yazmıştım. Japon Gülü’nün yazarı, artık sonsuza dek müz... Her 21 Mart, bundan böyle Nevruz Gülü’nün de kutsanacağı tarih olacak... ??? , yılların tanığı binlerce Pencere’siuydu; nin belki de en ama okuyan herkes için ne kadar da kısaydı? En kalın kitaplara sığmayacak onca derinliği nasıl da hemen paylaşıverdiğini düşünmeyen var mıdır? Bir keresinde, 2. sayfayı dev bir reklam kaplamış; sağ üstteki köşesi için, ancak birkaç satırlık yer kalmıştı. de işte o kadar olmasın mı? Üstelik girişiyle, devamıyla ve bitişiyle yine tam bir makale olarak... Çünkü İlhan Ağabey, yazmadan önce sorar; Sonra santimine uyarak döktürür... Okurları, için başka sayfaya göndermek yerine, üç cümleyle düşünmeye yöi nedir? neltmenin Dünyada bilmem ama Anadolu’da bunun adı liktir... ??? Sözü yine pazar günkü yazısında da kucakladığı erenler”e getirmeyi becerebildim mi, bilmiyorum... Ama artık şunu açıkça ve yüksek sesle söylemeliyiz ki İlhan Selçuk, tarihin o efsanevi “baba leri arasındaki yerini çoktan aldı... Onlara duyduğu hayranlığı yansıtan yazılarından ötürü değil. Hele Bektaşilerin, her nedense “fıkra” denilen ama tüm yönleriyle ni yansıtan özlü sözlerini anımsattığı için de değil... Yaşamdaki her an ve her koşulda terk etmediği una bakarsanız; Gericilerin ve laşmışların onca yıpratma gayretlerini nasıl da gülümseyerek boşa çıkardığını anımsarsanız; Sevgili Orhan Bursalı‘nın hayran kaldığım deyişiyle, kimi gazete köşelerindeki ları bile ne denli sakin ve bir sabırla izlediğini fark ederseniz; Hatta kimi karşıt düşünceliler arasından, özünde olanlarla kurduğu ı düşünürseniz; Eğer birisi diye soracak olsa, Selçuk” demez de ne dersiniz?.. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 16 Nisan www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Antalya ilinde, 1 yarıklarından sızan doğalgaz sü 2 rekli olarak yanan ve bu ateşin, ilk 3 çağda Kimera ad 4 lı canavarın nefesi 5 olduğuna inanılan yöre. Dökülen 6 tohumlarla ertesi 7 yıl çıkan tahıl... 8 Uygun, tıpatıp gelen. İri ve uzun 9 taneli bir üzüm cinsi... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Romanya’nın plaka imi. 1 İ S T İ MV A L Şarkı, türkü... Güneydoğu 2 N U A R A B A T Anadolu’ya özgü, 3 T Ş A İ R A N E adlı cezvede kaynaE R tılarak hazırlanan acı kah 4 İ K İ N D İ O D A E ve. 5/ İsviçre’ye özgü, 5 H A K ağaç kütüklerinden yapılan 6 A R A K L A M A K T İ R E dağ evi... İslam dinini ko 7 L A R A rumak ya da yaymak ama 8 İ D İ L G AM cıyla yapılan savaş. Me 9 A N İ M A T O E ra. Soy, sülale... Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alıp verme işini sağlayan organ. Yosunların kökü andıran tutunma organı... Şafak. 9/ Cinsel güçsüzlük... Bir nota. Burdur ilinde bir göl. Akdeniz Bölgesi’nde bir akarsu... Evcil bir geyik türü. “Eyvan gerek oturmaya yaz ile / Bir de sâki mey doldura ile” (Köroğlu)... Bir tür hamur tatlısı. 4/ Görkem, heybet... Hayvanlara vurulan damga. 5/ “Bir de şişesinde balık olsam” (Orhan Veli)... Donmuş lav akıntılarıyla kaplı alan. 6/ Tarım işçisi. Bir renk... Bir spor aracı. Şaraplık bir üzüm cinsi... Bir meyve. İtalya’nın en uzun ırmağı... Kötü bir işteki yardımcılar. DAN AŞAĞ : ekinci@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle