03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 MART 2008 CUMA 4 HABERLER Beş büyük kentteki TİHV merkezlerine kötü muamele gördükleri iddiasıyla 452 kişi başvurdu DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Sorunu Çözmeyecek Olan Seçim Siyaseti bir dönem, mesleğinin yanı sıra konumu gereği de içinden yaşamış olan tecrübeli gazeteci, rahmetli Metin Toker, kritik dönemlerde “çözümü makulde aramayı” önerirdi hep. Doğrusu sağduyulu ve gerçekçi bir ifadeydi, ama siyasetçiler tarafından her zaman dikkate alındığını da söyleyemem. Bu durum, biraz siyasetin gelip takıldığı noktanın zaman zaman liderlerin çapını aşmasından, biraz da Türkiye gibi atipik ülkelerde, makulün her zaman genel kuralın gösterdiği yerde olmamasından kaynaklanmaktaydı. Örneğin, bir partinin tek başına iktidarı elde etmesi siyasi istikrarın öğesi olarak kabul edilir genelde. Nitekim AKP’nin iki kez tek başına iktidar olması başlangıçta siyasi istikrarı sağlayacak bir öğe olarak algılandı kimileri tarafından. Genel kurala uygun olan bu görüş yanlıştı. AKP’nin her iki iktidar dönemi de bu görüşün yanlışlığını kanıtladı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden, tek başına bir AKP iktidarı yerine bir koalisyon çıkmış olsaydı, hiç kuşkunuz olmasın ki Türkiye bugünkünden daha fazla istikrar içinde bir ülke olurdu. ??? Türkiye’de bir türlü çoğulcu demokrasiye dönüşemeyip, hemen her dönemde, ama özellikle sağ iktidarlar devrinde hep çoğunlukçu demokrasi çizgisinde kalan rejim bu yüzden bir kez daha çıkmaza saplanmış bulunuyor. Bu durumda, çözümü makulde aramak, bunalımın baş nedeni olan “oy çokluğuna sahip olduğuma göre istediğimi yaparım” zihniyetini bırakıp, diktaya giden yoldan çıkarak, demokrasi yoluna sapmakla mümkün olacaktır. Ama bu gerçeği ne Tayyip Bey’e, ne de AKP kurmaylarına anlatmak mümkün. Onlar onun yerine, oylarını daha da arttıracaklarını umdukları bir erken seçim ile sorunu çözmeye çalışıyorlar. Genelde demokrasilerde, kilitlenme olduğu zaman, halkın iradesine başvurmak üzere bir erken seçime gitmek, makul bir çözümdür. Ama Türkiye gibi, demokrasinin özünü kavrayamamış olanların iktidarda bulunduğu ülkelerde, bu kafa değişmedikçe yapılan bir erken seçim istenen sonucu vermiyor. Her şeyden önce, milli iradenin demokrasinin onsuz olmazı olduğunu kabul etmekle birlikte, onun yalnızca zorunlu koşuldan ibaret olduğunu, ama hiçbir zaman aynı zamanda yeterli koşul olmadığını görmek gerekir. Rejimin sınırları dışına taşmış olan, demokratik meşruiyetini yitirmiş bir iktidarın oyunu arttırması, arkasına daha geniş bir kitleyi alması, meşru olmayan davranışları meşru kılmaya yetmez ki... ??? 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde de Türkiye’de sistem kilitlenmişti. Kilitlenme nedeni, bir partinin parlamentoda yeterli çoğunluğa sahip olmaması değil, tam tersine oy oranından fazla bir çoğunlukla temsil edilirken, “çoğunluğa sahip olanın her şeye muktedir olduğunu” düşünmesiydi. 22 Temmuz seçimleri, sadece bir sakatlığı giderdi. Artık kimse seçmenin çoğunluğa yakın bir bölümünün Meclis’te temsil edilmediğini söyleyemez. Ama oyların yarıya yakın bölümünü tek başına AKP’nin almış olması yine de sorunları çözmedi. Nitekim seçimlerin üstünden sekiz ay geçince, Türkiye bu kez 2007 yazındakinden daha büyük bir bunalımın içine düştü. Bu duruma düşülmesinin nedeni de, iktidardaki partinin kafasındaki demokrasi algılamasını değiştirip çağdaş gelişmelere uydurmak yerine, sadece oy oranını değiştirmeyi yeğlemesi ve bu son değişikliğin verdiği cüretle, rejim ihlallerini daha da arttırmasıdır. Şimdi kimi AKP’liler, yeni bir erken seçimin soruna çözüm olacağı yanlışına bir kez daha düşmekte ve böyle bir öneriyle ortaya çıkmaktadırlar. Böyle bir öneriyle ortaya çıkanlar, önce şu soruya yanıt vermek zorundalar: 22 Temmuz 2007’de yapılan öne alınmış seçimler, sorunu çözdü mü ki başka bir erken seçim çözsün? Rejim, iktidarın ardında yeterli çoğunluk olmamasından çıkmış olsaydı, yeni seçim çare olabilirdi. Ama durum bu değildir. Doğru tedavinin önkoşulu doğru tanıdır. Türkiye’ de işkence artıyor HÜLYA KESKİN Türkiye’de 2007 yılında işkence gördüğü iddiasıyla 452 kişi Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) başvurdu. İşkence görülen kurum ve yerler ile işkencenin şiddetine de değinilen raporda, kötü muamelenin en çok karakollarda, açık havada ve sokakta görülmesi ve bu yerlerde en ağır işkence türlerine rastlanması Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişiklikliği tekrar gündeme getirdi. Türkiye’de başta yaşam hakkı, işkence yasağı, düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere ciddi insan hakları ihlalleri gereken yasal önlemler alınmadığı için halen devam ediyor. İşkence ve kötü muamelede artış anlamına gelen hak ihlallerinin ülke çapındaki sonuçları THİV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri’nin çalışmaları kapsamında açıklanan raporla da ortaya çıktı. TİHV’nin İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır olmak üzere beş kentte bulunan merkezine işkence gördüğü iddiasıy ? TİHV’nin İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır olmak üzere beş kentte bulunan merkezlerine işkence gördüğü iddiasıyla 2007 yılında toplam 452 kişi başvurdu. Bu rakam 2006 yılında 337’ydi. Raporda dikkat çeken diğer bir nokta ise işkencenin en çok emniyet müdürlüklerinde meydana geldiğini sayısal verilerle gözler önüne seriyor. İşkence yüzde 30 oranıyla emniyet müdürlüklerinde, yüzde 34.9 açık alanda, yüzde 19 polis karakollarında, yüzde 5.2 jandarma karakolu/komutanlığında ve yüzde 10.2 diğer yerlerde meydana geldiği belirtiliyor. la 2006 yılında başvuran kişi sayısı 337’ydi. 20007 yılında ise bu rakam 293’ü erkek, 159’u kadın ve 33’ü çocuk olmak üzere toplam 452’yi buldu. EN AĞIRI EMNİYET İŞKENCENİN MÜDÜRLÜKLERİNDE İşkence gördüğü iddiasıyla başvuran kişilerin 320’si 2007 yılında kötü muameleye maruz kaldığını belirtirken, bu rakamın 2006 yılında 252 olduğu ifade ediliyor. Raporda dikkat çeken diğer bir nokta ise işkencenin en çok emniyet müdürlüklerinde meydana geldiğini sayısal verilerle gözler önüne seriyor. PVSK ile işkence yüzde 30 oranıyla emniyet müdürlüklerinde, yüzde 34.9 oranıyla açık alanda, yüzde 19 oranıyla polis karakollarında, yüzde 5.2 oranıyla jandarma karakolu/komutanlığında ve yüzde 10.2 oranıyla diğer yerlerde meydana geldiği belirtiliyor. Rapora kişilerin maruz kaldığı işkence yöntemleri arasında “ağır kaba dayak”, “aşağılama” ve “hakaret etme” ilk sıralarda yer alıyor. Bu şiddet türlerinin yanı sıra “öldürme tehdidi”, “diğer tehditler”, “işkenceye görsel ve işitsel tanıklık”, “yakınlarının yanında işkence yapma”, “anlamsız itaat etmeye zorlama”, “vücudun tek bir noktasına sürekli vurma”, “saç, sakal, bıyık yolma”, “aşırı fiziksel aktiviteye zorlama”, “soğuk ortamda bekletme”, “biber gazı sıkma”, “cinsel taciz”, “haya burma” gibi muameleler de başvuran kişilerin gördükleri şiddet türleri arasında yer alıyor. ĞIR FİZİKSEL TRAVMALAR A Şiddete maruz kalan bazı kişilerde kırıklar, organ yaralanmaları ve kaybı, kulak zarı yırtılması gibi çeşitli ağır travma tablolarıyla karşılaşıldığına dikkat çekilen raporda fiziksel tanıların yanı sıra başvurularda başta akut stres bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu olmak üzere çeşitli ruhsal bozukluklarının da saptandığı belirtiliyor. Rapor kapsamında işkence türlerinin şiddeti incelendiğinde, bu yöntemlerin en çok karakollarda, açık alanda veya sokakta görüldüğü ortaya çıkıyor. Bu alanlarda işkence gördüğünü iddia eden kişilerin fiziksel tanıları incelendiğinde de büyük çoğunluğunun ağır fiziksel travmalara maruz kaldığı anlaşılıyor. MEB iş bırakan öğretmenler hakkında soruşturma başlattı. EğitimSen iktidara tepki gösterdi AKP’nin özgürlüğü kendine FIRAT KOZOK Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, Başkent Okulları’nda “Anadolu Medeniyetlerinden Günümüze Kadın” konulu konferans verdi. (Fotoğraf: YUSUF BAŞTUĞ) ‘İslamda kadın hakkı yok’ Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, 4 bin yıl önce Sümerlerde kadınların İslam hukukundan daha üstün bir konum ve yaşama sahip olduklarını söyledi ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, 4 bin yıl önceki Sümer kültüründe bile kadınların İslam hukukundan daha üstün bir konum ve yaşama sahip olduklarını söyledi. Cumhuriyetin kurulmasının ardından kadınlara evlilik belgesinin verildiğini anımsatan Çığ, “İslamda kadınlarla erkekler eşit değildir. Oysa bundan 4 bin yıl önce Sümerlerde bile kadınlarla erkekler eşit haklara sahipti” dedi. Başkent Okulları’nda “Anadolu Medeniyetlerinden Günümüze Kadın” konulu konferans veren Çığ’a öğrenciler büyük ilgi gösterdi. Öğrencilerin “Atatürk’ü gördünüz mü”, “Cumhuriyet döneminde kadınların toplumdaki yeri nasıldı”, “Kadınlar haklarına tam olarak sahip olabilecek mi” şeklindeki sorularına yanıt veren Çığ, “Atatürk’ü gördüm, ama yakın diyaloğumuz olmadı. Cumhuriyet döneminde kadınlar erkeklerle eşit hale getirildi. Kadınlar mücadele ederse, yasalardaki tüm haklarına sahip çıkarsa bu ülkede her şey daha iyi olur” diye konuştu. Mezopotamya kültüründe kadınların içinde bulundukları duruma değinen Çığ, şunları söyledi: “Sümerlerde çok tanrı vardı. Bereketin, sağlığın, barışın koruyucusu hep tanrıçalar olmuştu. Onlarda kadınerkek eşit. Kadın boşanmak istese mahkemeye gidiyor. Ve gerekirse tazminat alabiliyor. Mahkemede kadın erkekle aynı tanıklığı yapabiliyor. İslamda ise 2 kadının tanıklığı 1 erkeğin tanıklığına eşit sayılıyor. Sümerlerde bir kadın bir erkekle evlenebiliyor. Oysa İslamda bir erkek çok sayıda kadınla evlenebiliyor. Türkiyemizde ise Cumhuriyetin ilanının ardından kadına evlilik belgesi veriliyor. İslamda kadınlarla erkekler eşit değildir. Bunu kimse söyleyemez. Oysa bundan 4 bin yıl önce Sümerlerde kadınlarla erkekler eşit haklara sahipti.” asirmen?cumhuriyet.com.tr YRD. DOÇ. DR. TARAKÇI’NIN KİTABI ÇIKTI ‘Milli Mücadele ve Mücadeleci Kadınlar’ İstanbul Haber Servisi Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tarakçı’nın “Milli Mücadele ve Mücadeleci Kadınlar” kitabı çıktı. Başlık Yayın Grubu’nca yayımlanan kitapta, Kurtuluş Savaşı’nda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan Nene Hatun, Tayyar Rahmiye, Satı Kadın, Sultan Hanım, Nezahat Onbaşı’nın da aralarında bulunduğu kadınların hikâyeleri öne çıkarılarak anlatılıyor. Tarakçı, kitabına yazdığı önsözde, Milli Mücadele’nin Mustafa Kemal önderliğinde, Anadolu insanının erkeği ve kadınıyla işgalci düşmana karşı verdiği mücadelenin adı olduğunu vurgulayarak, “Bu toprakların haksız yere işgaline karşı, işgal kuvvetlerinin onur kırıcı davranışları üzerine yalnız erkekler değil, kadınlarımız da karşı çıkmışlardır. Hatta azınlıkların, işgalci kuvvetlerden güç alarak vapurlarda, trenlerde aldıkları ikinci sınıf biletle birinci sınıf mevkilerde seyahat etmelerine en az erkekler kadar kadınlarımız da tepki göstermesini bilmişlerdir” diyor. ANKARA Türban tartışmalarında sık sık özgürlük ve demokrasi vurgusu yapan AKP iktidarı, Emek KP’NİN TURNUSOL Platformu kararı doğrultusunda SosKÂĞIDI’ yal Güvenlik Yasa Tasarısı’nı protesSoruşturmaya tepki gösteren Eğito etmek için 2 saat iş bırakan öğrettimSen 2 No’lu Şube Başkanı Tuğmenler hakkında soruşturma başlatrul Culfa, AKP iktidarının soruşturtı. EğitimSen 2 No’lu Şube Başkamayla gerçek yüzünü bir kez daha nı Tuğrul Culfa, soruşturmaya tepgösterdiğini söyledi. Culfa, “Anaki gösterdi. yasanın 90. maddesi gereği, ulusMilli Eğitim Bakanlığı, Sosyal Gülararası sözleşmelerden doğan, yivenlik Yasa Tasarısı’yla getirilen düne Danıştay ve Yargıtay kararlarıyzenlemelere tepki göstermek amacıyla güvence altına alınan bir hakla Emek Platformu’nun kararı kın kullanımına yönelik basdoğrultusunda 14 Mart’ta kı ve ceza yöntemleriyle 10.0012.00 saatleri araeğitim emekçileri sustu? Bakanlık sında iş bırakan öğrettalimatıyla ilçe mil rulmak isteniyor” demenlerden intikam alli eğitim müdürlükleri di. Soruşturmaların, mak için harekete “AKP ve onun milli okullara birer yazı göngeçti. Bakanlık talieğitim bakanının dererek, Sosyal Güvenlik matıyla ilçe milli turnusol kâğıdı” olYasa Tasarısı’yla getirilen duğunu söyleyen eğitim müdürlükleri okullara birer ya düzenlemelere tepki göster Culfa, şunları kayzı göndererek, eyledetti: “Demokrasimek amacıyla 14 Mart’ta me katılan personel yi ve özgürlüğü sa10.0012.00 saatleri arahakkında gerekli didece kendisi için issında iş bırakan öğretmensiplin işlemlerinin teyen, kendi uygulaler hakkında gerekli di dığı politikalara mubaşlatılmasını istedi. siplin işlemlerinin Yenimahalle İlçe Milhalefet edenleri her başlatılmasını isli Eğitim Müdürlüğü tatürlü yöntemlerle susrafından okul ve kurum tedi. turmak isteyen zihniyet, müdürlüklerine gönderilen görülüyor ki sadece kendi“İş Bırakma Eylemi” başlıklı ve si için Müslüman. “B.08.4.MEM.4.06.08.01.02.231/11 Milli Eğitim Bakanı, bir an ön50” sayılı yazıda şöyle denildi: “Okuce eğitim emekçilerine yönelik bu lunuzda 14.03.2008 günü yapılan faşizan saldırıyı durdurmalıdır. iki saat iş bırakma eylemine katıEğitim emekçileri ve onların örgütlarak görevini aksatan personel leri olarak, bu saldırılar durdu(memur, öğretmen, yönetici vb.) rulmazsa, fiili ve meşru mücadehakkında disiplin amiri olarak; le hakkı ile en kısa sürede alanlar657 sayılı Devlet Memurları Kanuda cevabı verilecektir. Ayrıca sennu’nun 126. maddesi, Disiplin Kudika yönetimi olarak soruşturmarulları ve Disiplin Amirleri Hakyı açtıranlar hakkında sendikal kında Yönetmelik, Milli Eğitim faaliyetlerin engellenmesinin ceBakanlığı Disiplin Amirleri Yözalandırılmasını düzenleyen Türk netmeliği ve ilgi yazılar doğrultuCeza Yasası’nın (TCY) 118. madsunda gerekli disiplin işlemlerinin desi gereğince suç duyurusunda uygulanarak sonucunun belge gönbulunacağız.” dermek kaydıyla müdürlüğümüz incelemesoruşturma bölümüne bilgi verilmesini rica ederim.” ‘A Oğlumuz Reşat ilkokul son sınıfta tarih dersi çalışırken aniden gelip bana şöyle bir soru sormuştu: “Bizim, yani Türklerin haksız olduğu savaş hiç olmadı mı?” Ders kitaplarını ve de tarih kitaplarını bu kadar güzel özetleyen bir soru ile karşılaşmamıştım. Orta Asya’daki Uygurlar döneminden başlayarak Türklerin tarihi hep düşmanın oyunlarıyla doludur. Özellikle Çinlilerin oyunları hiç bitmez. Tabii bu arada oynanan oyunlarda fettan, baştan çıkarıcı düşman kadınların rolünü de unutmamak gerekir. Önceki gün Sabancı Üniversitesi’nden bir grup öğretim üyesinin öncülük ettiği bir araştırma ve eğitim programını dinlerken bunlar aklıma geldi. “Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Ortak Programı” bir toplumsal kalkınma ve insani gelişim programı olarak yürütülüyor. Sabancı Üniversitesi, Sabancı Vakfı, Türkiye’deki tüm Birleşmiş Milletler kuruluşları ve İçişleri Bakanlığı’nın işbirliği ile yönetilen bu programın ama 9 Kadın Yazara 440 Erkek Yazar... cını şöyle özetleyebiliriz: Kadın erkek ilişkilerinde erkek egemen kültüre karşı “farkındalık yaratmak”. ??? Bu farkındalık yaratma projesinin adı da “Mor Sertifika.” Projenin başlamasından itibaren toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için yürütülen çalışmaların hedefi lise öğretmenleriydi. Türkiye’nin değişik illerinden bir grup öğretmenle cinsiyet eşitliği ve kadının insan haklarını ele alan seminerler düzenlenmişti. “Lise eğitiminde toplumsal cinsiyet kavramı nerede?”, “Bu kavram nasıl algılanıyor ve ne şekillerde kullanılıyor?”, “Toplumsal cinsiyet lise ders kitaplarına nasıl yansıyor?”, “Şiddet lise ders kitaplarında nasıl normlaştırılıyor?” “Lise ve üniversite seviyesinde cinsel tacize karşı ne yapılıyor?”, “Cinsel taciz neden eğitim eşitsizliği demektir?, “Lise ders kitaplarında Türk edebiyatı, sanatı, sineması, Osmanlı tarihi ve bilim gibi konularda neden kadınlar yok?” sorularına bu seminerler boyunca cevap aranmıştı. Tabii bu seminerlere hazırlanırken lise ders kitaplarındaki cinsiyet ayrımcılığı bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmişti. Lise edebiyat kitapları bu açıdan incelendiğinde ilginç bir tablo ortaya çıkmıştı. Bu kitaplarda yalnızca 9 kadın yazarın adından söz edilirken, adından söz edilen erkek yazar sayısının 440 olduğu ortaya çıkmıştı. Bu 9 kadının içinde çevirmenlik yapan, metinleri aktaran kadınları da çıkınca geriye yalnızca 3 kadın yazar kalmıştı. Bu kadın yazarlar şair Leyla Saz, Şuküfe Nihal ve Halide Edip’ti. Adından söz edilen kadın yazarlar da 80 sene öncesinde kalmıştı. Sanki ülkemizde o günden bu yana hiç kadın yazar olmamış gibiydi. Araştırma ve seminer programlarını düzenleyenlerden öğretim üyeleri Hülya Adak ve Ayşe Yüksel ders kitaplarındaki erkek egemen ve şiddet yüklü öykülerden ilginç örnekler aktardılar. Hülya Adak’ın örnek olarak gösterdiği öykünün adı “Muradına Eren Kız”dı. Bir prense âşık olan iki genç kız arasında büyük bir rekabet vardır. Genç kızlardan birisi yalan söyleyerek diğer rakibini alt ediyor ve prensle evlenmeyi başarıyor. Prensi asıl seven diğer kız ise bağrına taş basarak, bu yalancılık karşısında sesini çıkarmıyor. Aradan zaman geçiyor ve prensi aldatan kadının yalanı ortaya çıkıyor. Yalan ortaya çıkınca, prens evlendiği kadını boşayıp, bağrına taş basan iyi kalpli kadınla evlenmeye karar veriyor. Bu arada yalan söyleyen kadın, yeni evlendiği kadının da onayıyla katırların arkasına bağlanarak büyük bir işkenceyle 40 parçaya ayrılarak öldürülüyor. Mazlum Prens, birbirini yiyen iki kadın ve şiddeti onaylayan bir ibret öyküsü. Adak ve Yüksel, buna benzer çok sayıda öykünün ders kitapları içinde yer aldığına dikkat çekerken ilginç bir noktayı daha vurguladılar: Bu kitapları hazırlayanlar, yazanlar arasında kadınlar da yer alıyordu. ??? Seminerlerde öğretmenlerin erkek egemen kültürün ne kadar çok etkisi altında kaldıkları ortaya çıkmıştı. Ancak bu seminerlerde bir farkındalık yaratıldığı da bir gerçekti. Özellikle kadın öğretmenler duruma daha çabuk adapte olabiliyorlardı. Mor Sertifika Programı için söylenebilecek daha çok şey bulunuyor. Ancak yerimiz bu kadar. Sabancı Vakfı’nın da desteğiyle yürütülen bu programın bir deneme olduğunu söyleyebiliriz. Bu programdan çıkarılacak dersler, kitaplar, birikimlerle eğitimi sistemimizde yeni bir ufuk geliştirilebilir. Emeği geçen herkese teşekkürler. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle