14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 MART 2008 PAZAR 4 HABERLER AKP’nin çete oluşturmakla suçladığı yapılanmalara karşı yürütülen operasyonlardaki sanıklar tahliye edildi DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Kendi Heykelini Yontan Adam Sevgili, İlhan Selçuk’u ilk kez, Cağaloğlu’nda Cumhuriyet gazetesinin eski binasına 250 – 300 metre uzaklıktaki Eminönü Halkevi konferans salonunda gördüğümde üniversite öğrencisiydim. Hangi tarih olduğunu tam olarak hatırlamıyorum, ama kırk beş yıl kadar oluyor. O gün, salona güç girebilmiştik ve çok önceden gitmediğimiz için oturmak mümkün olmamış, iki saate yakın süre Cumhuriyet’ten bize “Pencere” sini açıp, dünyanın yeni boyutlarını algılamamızı sağlayan adamı, ayakta dinlemiştik. Gazeteciliğin, köşe yazarlığının ötesinde toplumsal bir olaydı. O günlerde, cumhuriyet aydınlanması ve Cumhuriyet gazetesi ile özdeşleşmişti. Nereden çıkmıştı bu adam? Pek fikrimiz yoktu. Daha sonra, ağabeyi Turhan Selçuk’un tablosunda gördüm, öykünün başlangıç yıllarını. Küçük bir çocuk, yanında oturan adama Cumhuriyet gazetesini okuyordu. Çocuk büyük sanatçı Turhan’ın üç yaş küçüğü İlhan, adam ise baba Jandarma Albayı Kasım Selçuk idi. Küçük çocuğun oluşumunda büyük payı olan anne Hikmet Hanım tabloda yoktu. Çocuk, acaba o sıralarda, uzun ve acılar, zaferler, başarılar, hapisler, işkenceler, sevdalarla dolu bir yolculuğun ilk adımlarını attığını, vakur, sorumlu, tutkulu, yurtsever bir aydınlanma bilgesinin heykelini kendi suretinde yontmaya başladığını biliyor muydu? ??? Kendisini ilk gördüğümden yıllar sonra İlhan Selçuk bir gün şöyle demişti: Herkes yaşamı boyunca, kendi yontusunu (heykelini) yontar, oluşturur. O kendi heykelini yontmaya subay babasının mesleği gereği oradan oraya Anadolu’yu dolaşmasıyla başladı. Bir yandan kendi yontusunu yontan adam, aynı anda kalemiyle aydınlanma yolunda toplumsal yontunun oluşmasına katkıda bulunmaya çabalıyordu. Kendi yontusunu yontarken, üniversite yıllarımdan başlayarak, bize pencere açan adamla, zaman içinde aynı davalarda aynı kurumlarda buluştuk, çalışma arkadaşlığı ve yoldaşlıktan gelen içten bir dostluk oluşturduk. Kimi zaman yan yana odalarda, kimi zaman Nadir Bey’in odasında ya da evinde bir araya geldik. Karşılıklı olarak birbirimizi hapishanelerde ziyaret ettik, kâh aynı davanın sanık sandalyesinde yan yana oturduk, kâh birimiz savunma yaparken, öbürümüz onu dinleyici olarak izledik. “12’den 12’ye Türkiye”yi soluk soluğa birlikte yaşadık. Zaman içinde İlhan Selçuk İlhan Abi oldu. Nadir Nadi’nin ölümü üzerine, Cumhuriyet’in sorumluluğu onun sırtına bindi. Gazeteyi çok güç bir dönemde çok elverişsiz koşullarda fırtınalı suların tehdidinden kurtardı, yeni ufuklara yelken açacak hale soktu. ??? Türkiye Cumhuriyeti’nden kendini sorumlu hisseden adamın sırtına bir de Cumhuriyet’in sorumluluğu binmişti. Arada yukarıda aktardığım sözünü anımsar ve kendimi bir an konuşulanlardan çeker, şöyle bir bakardım sürekli kendi yontusunu oluşturan adama. Bağırdığını hiç görmemiştim. Yazarken olduğu gibi konuşurken de sözlerini özenle seçiyordu. Artık yalnızdı. Yalnızlığının üstesinden dostlarıyla, dava arkadaşlarıyla, okurlarıyla bütünleşerek geliyordu. İlhan Abi, galiba İlhan Selçuk’ta, bir kurumun yontusunu oluşturmakta olduğunu biliyordu. Onu ilk gördüğümde, kırkına bile varmamıştı, oğlumun bugünkü yaşının altında bir delikanlıydı. Birlikte geçen kırk yıl içinde, yaşı aklıma gelmiyor, onu hep genç olarak algılıyordum. Önceki gün bir kez daha gözaltına alındığında, herkes yaşından söz edince ayıldım. İlhan Selçuk 83 yaşına gelmişti. 83 yaşında, sabahın dört buçuğunda, terörle mücadele timleri tarafından evi basılarak, gözaltına alınıp götürülmüştü ve ilk anlarda herkes onun orada ne yaptığını merak etmekteydi. Ben biliyordum. Orada aynı kararlılık ve sükunetle yontusunu oluşturmaya devam ediyordu. İktidarın asılsız ‘çete’ iddiaları ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çetelerle mücadeleyi İtalya’daki yolsuzluklara karşı başlatılan “Temiz Eller” operasyonuna benzetirken AKP döneminde çetelerle savaşım hep sözde kaldı. Zanlıları arasında askerlerin de bulunduğu ve “vatansever çeteler” olarak nitelendirilen yapılar, hep hükümete karşı darbe ile suçlandı, ancak bu davaların hiçbirinde tutuklu kalmadı. 9 Kasım 2005 tarihinde Şemdinli’deki Umut Kitabevi’ni bombalayanların PKK itirafçısı Veysel Ateş, astsubaylar Özcan İldeniz ve Ali Kaya olduğu belirtildi. Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın düzenlediği iddianame, tartışmaları daha da alevlendirdi. İddianamede, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Büyükanıt başta olmak üzere bölgedeki çok sayıda üst düzey komutana yönelik suçlama yer aldı. Genelkurmay Başkanlığı’nın suç duyurusu üzerine yapılan soruşturma sonucunda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Sarıkaya’yı iddianamede bulunmaması gereken unsurlara yer verdiği gerekçesiyle meslekten ihraç etti. İtirafçı Ateş ve astsubaylar, yapılan yargılama sonucunda tahliye edildiler. ve izinsiz patlayıcı bulundurmakla” suçlandılar. Başbakan Erdoğan’ın “ihanet çetesi” olarak nitelendirdiği sanıkların tamamı daha sonra serbest bırakıldı. Danıştay’a yönelik saldırının tetikçisi Alparslan Arslan’ın üzerinde Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi Derneği Genel Başkanı’nın kartvizitinin çıkması üzerine gözler derneğe çevrildi. İçişleri Bakanlığı’nın isteğiyle düzenlenen Girdap operasyonu sonucu, derneğin genel başkanı Taner Ünal da dahil 12 kişi tutuklanırken sanıklar daha sonra hükümete karşı darbe suçlamasından tahliye edildiler. 2006 yılında, aralarında eski Emniyet Genel Müdür Vekili Ertuğrul Çakır, Özel Kuvvetler Muharebe Arama Kurtarma Timi Komutanı Yüzbaşı Nuri Bozkır’ın da bulunduğu 11 kişi tutuklandı. “Çete” üyeleri, devletin gizli bilgi ve belgelerini ellerinde bulundurmak, silahlı örgüt kurmak ve yönetmekle suçlandılar. Haklarında 18.5 yıla kadar hapis cezası istenen sanıkların tamamı tahliye edildi. 2005 yılında Van Başsavcılığı’na gelen ve Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın rektörlüğünü yaptığı Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin alımlarında yolsuzluk yapıldığı iddiasına ilişkin ihbarı savcı Ferhat Sarıkaya, çıkar amaçlı suç örgütü kurulduğu suçlamasıyla işleme koydu. Soruşturma kapsamında Aşkın ve üniversitenin genel sekreter yardımcısı Enver Arpalı tutuklandı. Enver Arpalı, “Ben bu lekeyle yaşayamam” diyerek 13 Kasım 2005’te cezaevinde intihar etti. Aynı koğuşta kalan ve kalp spazmı geçiren Rektör Yücel Aşkın yoğun bakıma kaldırılıp kalbine üç stent takıldı. 3 bin yıla kadar hapsi istenen Aşkın, tarihi eser kaçakçılığı suçundan beraat etti. İlhan Selçuk’un gözaltına alınma biçimini şu ana kadar kimse savunamadı. Bu da bir hukuk uygulaması değil midir? Soruşturmanın nasıl yapılacağı, soruşturma sırasında hakkında soruşturma açılan kimsenin de birçok hakkı olduğu, hukukun en temel ilkelerinden biri değil mi? Bir ülkenin demokratikleşmesinin önemli ölçütlerinden birisinin hukukun demokratikleşmesi olduğuna artık iyice inanıyorum. Tabii bir ülkede hukukun demokratikleşmesi için önce yasaların demokratikleşmesi gerekiyor. Yasaları demokratikleştirecek olan kimdir? Tabii ki siyasi iktidarlar ve ülkenin hukukçularıdır. Bu noktada geçmişte çok acılar çekildi. Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddeleri neredeyse birkaç kuşağın baskı altına alınmasına ve düşünce hayatının zehirlenmesine neden oldu. 1960’lı ve 1970’li yıllar Türk Ceza Kanunu’nda özgürlüğü hedef alan maddelerin egemenliğinde geçti. Özellikle 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri döneminde bu maddeler binlerce insanın hapishanelere yollanmasına neden oldu. ??? Tabii kanunların değişmesi tek başına bir anlam ifade etmez. Nitekim son yıllarda Hukukun Demokratikleşmesi Üzerine... Türk Ceza Kanunu dahil birçok kanun demokratik standartlara uydurulacak değişikliklerden geçti. Hâlâ kanunların demokratikleşmesi tartışması sürüyor. Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ve benzer bazı maddeler hâlâ ciddi bir sorun olarak düşünce özgürlüğünün önünde engel olarak duruyor. Ancak, artık günümüzdeki belki de geçmişteki en temel sorunlardan birisi uygulama. Hukukçuların, demokratik, sosyal ve laik bir hukuk devletini geliştirecek ve güçlendirecek şekilde davranmaları. ??? Tabii, ülkemizdeki alışkanlıklar, geçmişte yaşananlar, bu tür uygulamaların normalmiş gibi algılanmasına neden oluyor. Çünkü bu ülkenin yakın tarihi işkencede öldürmeye kadar varan baskıların varlığıyla ünlüdür. Hukukun demokratikleştirilmesi, en küçük uygulamalardan en büyük kararlara kadar tümüyle bir bütünlük arz ediyor. Gözaltına aldığınız kimseye hoyrat davranırsanız, soruşturmaları da adil yapacağınız konusunda kuşkulara neden olur. Bütün bu süreç için toplumda güvensizlik yaratır. ??? Tabii hukukun demokratikleşmesi aynı zamanda toplumun da demokratikleşmesiyle bir arada yürüyecek bir konudur. Hukuku hayata geçiren hukukçular, toplumun tepkilerinden de etkilenirler. Çünkü, sonuç olarak bir hukuki kararın kamu vicdanında kabul görmesi önemlidir. Yargıçlar, savcılar da sonuç olarak bu toplumun bir parçası. O nedenle kararlarında ve iddialarında toplumun eğilimlerinin de mutlaka bir rolü ve etkisi oluyor. Burada çok sözünü ettiğim için bu kez üzerinde fazla durmayacağım konu, hukukçuların kanunları nasıl yorumlayacağı konusudur. Kanunların baskıcı ve otoriter bir devlet için mi, yoksa demokratik bir hukuk devleti için mi yorumlanması bu ülkenin siyasi ve toplumsal yapısını da kaçınılmaz olarak etkiliyor. ??? Tabii, hukukun siyasileşmesi ve siyasi iktidar mücadelesi yürüten tarafların hukuku kendi amaçları için kullanmaya kalkmaları da hukukun demokratikleşmesini engelli yor. Hukuk, siyasi amaçlarla kullanılmaya başlandı mı, kime ne zarar vereceğini kestirmek çok zordur. Ülkemizin tarihi de ne yazık ki hukukun siyasi amaçlara çokça alet edildiği bir tarihtir. Olağan dönemlerde de, olağanüstü dönemlerde de ülkemizde hukuk siyasi amaçlarla kullanıldı, günümüzde de kullanılmaya devam ediyor. ??? Tabii kim hukuku kendi siyasi amaçları için kullanıyorsa, şu sözleri söylemeyi de ihmal etmiyor: “Yargıya müdahale etmeyin, yargıya saygı gösterin.” Türkiye, zor bir dönemden geçiyor. Hukukun gerçekten kendini kanıtlayabileceği, ülkenin demokratikleşmesine katkı sağlayabileceği bir süreç de yaşanabilir, tersi de olabilir ve hukuk tamamen siyasi emellerin parçası haline dönüşebilir. O zaman, hukukun demokratikleşmesi duyarlığımızı sürdürmeliyiz. Demokratik hukuk devletinin hepimizin hak ve hukukunu garanti altına alacağına inanmalıyız... ??? İlhan Selçuk’un bir an önce aramıza, sağlıklı ve zinde bir şekilde dönmesini bekliyoruz... İnanıyoruz... Sarı zarflı çeteleşme 18 Mayıs 2006 tarihinde Ankara Emniyeti’ne Merzifon’daki bir internet kafeden “Vatansever” rumuzuyla gönderilen mesaj üzerine Atabeyler operasyonu başlatıldı. Mesajda, Erdoğan ve Cüneyd Zapsu’ya silahlı eylem düzenleneceği iddia edildi. Operasyon kapsamında, aralarında yüzbaşı, üsteğmen ve astsubayların da bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alındı. Soruşturmanın başladığı gün, Genelkurmay’ın önüne çağrılan muhabirlere, Erdoğan’ın eviyle BİM mağazalarının adreslerinin bulunduğu krokilerin de aralarında yer aldığı bazı belgeler verilmesi “askere karşı komplo” iddialarını gündeme getirdi. Atabeyler çetesi üyeleri, “hükümetin görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye (darbe) teşebbüs suçunu işlemek için anlaşma asirmen?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle