03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 MART 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Himaye Vahdi Bingöl: “AKP’nin anayasası sümüklünün himayesinde Amerika’da görücüye çıkıyormuş. Oldu olacak halkoyuna da sunsunlar.” Yağmur Ekim Kıdem tazminatı kaldırılacakmış... “İşçiliği kaldırsalar daha iyi!” GENELKURMAY Başkanlığı, Irak’ın kuzeyine düzenlenen sınır ötesi operasyon için “Harekâtın başlangıç ve bitiş zamanı tamamen askeri gerekçe ve ihtiyaçlara göre tarafımızdan belirlenmiştir” diyorsa; inanmak durumundayız! Zira İslamcı iktidar tarafından kuşatılan devletimize baktığımız zaman, ulus olarak güvenebildiğimiz kurum sayısının parmakla sayılacak kadar azaldığını görüyoruz! Cumhuriyetin bütün kaleleri birer birer düşüyor, düşürülüyor. Örnek mi; adamlar laik cumhuriyetin anayasasına türban giydirmek istiyor ve buna direnen rektörler hakkında işlem yapılması için cumhuriyetin savcılarını göreve çağırabiliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgileri vardı; bölücülük ve irtica. İki çizgi de yozlaştırılan demokrasi ile pembeleşti ve deyim yerindeyse muhafazakâr eşcinsellerin favori rengine dönüştü! Bu arada yurdun bütünlüğü konusu, kendi organ PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bülent Ersoy: “Bir tabuyu yıktım.” Kaç tabuyu yıkmadı ki! Tramvay Can Tekeli: “Bireysel gelişimini tamamlayamamış kişiler, topluma yön vermeye başlamışsa, tramvay totaliter rejim durağında duracak demektir!” bütünlüğünü koruyamamış bir transseksüelin ağzına sakız oldu! Operasyon, ABD’nin baskısıyla bitirilmiş. Varsın öyle olsun. İslamcı iktidarın da operasyonun bitirildiğinden haberi sonradan oldu! Bu son operasyonun en büyük kazanımı; Türkiye’nin harekâtı tek başına yürütüyor olmasıydı; Türk askeri ilk kez yanında peşmerge olmadan Irak’ın kuzeyindeydi. Irak’taki Kürtlerin sıkıntısı da zaten buydu. Bu izni ABD’den almışız. Varsın öyle olsun. Şimdi diyeceksiniz ki sözü nereye getireceksin. Kaşarlanmış liboşların bir süre önce İslamcı iktidarla yollarını ayırmış olduğunu düşünürsek bizim dikkatimizi şu sıra, genç liberallerden biri çekti. Televizyonda ekonomi programlarından tanıdığımız Sürpriz Düşünce Serüveni – Umut (24) Bu yazımda, yabancısı olan okurlarımı Belçikalı kadın felsefeci Isabelle Stengers ile tanıştırmak istiyorum. Stengers, düşünce serüveninin, ‘bir umut serüveni’ olduğuna inanıyor. Bundan, bizi umutsuzluğa iten onca nedene rağmen ‘yaratıcı girişim’ olarak serüveni kastediyor. Ona göre umut, ‘olasılık’ (ihtimal) ile ‘olanaklılık’ (imkân dahilinde olmak) arasındaki farktır; olasılığı izleyecek olursak umuda yer kalmayacaktır, çünkü onun bize verebileceği tek şey ancak içinde bulunduğumuz durumdan çıkarsayacağımız ‘hesaplanmış bir beklenti’ olacaktır. ‘Düşünmek’ ise olasılığa karşı olanaklılığı yaratmaktır. O halde ‘düşünmek’, herhangi bir şey için ya da hesaplanmış bir beklenti için beslenen umut anlamına değil, bir varoluş olanaklılığını hissetmek ve onu sözcüklere dökmek anlamına geliyor. ??? ‘Hesaplanmış beklenti’ insanın yaratıcılığının önünü kesiyor, böyle bir beklenti içinde olanlar ‘olmamış, daha yaşanmamış bir geleceği’ hayal etmekte zorlanıyorlar, çünkü insanın tasavvur gücünün sınırları yaşadıklarıyla/bildikleriyle belirlenmiştir. Somutlaştıralım: Cumhuriyet Halk Partisi, 1946 genel seçimlerinden bu yana hiç tek başına iktidar olamamıştır. Bunun nedenleri üzerinde geçen yazılarımızda durduk, ama bir kez daha yineleyelim. CHP, özü itibarıyla ve çok partili hayata geçildiği 1945 yılına kadar ‘devletle özdeşleşmiş’, hedef seçmeni kentliler olan bir siyasal partidir; kırsal, CHP’yi, parti müfettişlerinin ‘vali’ olarak atandıkları ‘baskıcı devlet partisi’ döneminde tanımış, benimsememiştir, siyasal tercihi hep muhafazakârpopülist partilerden yana olmuştur. Bu partiler, politikalarında köylü kitlelerinin dinsel duygularını kışkırtan söylemlerini yoğunlaştırdıkça kırsalda daha da güçlenmişlerdir. Aynı durum, büyük kentlere yerleşen kırsal göçmenlerin yaşadıkları bölgelerdeki siyasal ilişkiler için de geçerlidir. Örneğin, Bülent Ecevit’in büyük kentlerin varoşlarına yönelik uyguladığı ‘sol popülist’ politikaların da görece başarısı kısa sürmüş, bu yerleşim bölgeleri gettolaştıkça bir süre sonra dincimuhafazakâr partilerin ‘sürekli/kalıcı’ oy depolarına dönüşmüştür. Baştaki iktidarın uygulamalarından hoşnut olmayan muhalif kitlelerin önemli bir kesimi CHP’ye yönelik bir beklenti içindedir. Dinsel muhafazakârlık başat üstyapı olarak kapitalist altyapı üzerinde gelişip kurumlaştıkça CHP’nin işi daha da zorlaşmaktadır. CHP’den bir ‘seçim zaferi’ beklentisi içinde olan seçmenlerin her seçim sonrası düş kırıklığına uğramalarının nedeni budur, ‘beklenti hesabı’ tutmamaktadır. Türkiye’nin kendine özgü koşulları kaba tanımıyla, ‘altyapıda kapitalist, üstyapıda feodal’ olma durumu var oldukça bu hesabın orta değil, uzun vadede de tutması nesnel olarak olanaklı görülmemektedir. Bu eğer düşünülüyorsa, CHP’de bir lider değişikliği ile çözülebilecek bir sorun olmanın da çok ötesindedir. ??? Adalet ve Kalkınma Partisi, sağ kulvarda rakibi olan Anavatan Partisi ve Demokrat Parti’yi eritip seçmenlerini kendi oy dağarcığına ekleyerek kitleselleşmiş, aynı zamanda da İslamdan kaynaklanan ideolojisini korumuş, hatta daha da geliştirmiştir. Bilindiği gibi İslam, Müslümanların siyasal davranışları gibi yaşam biçimlerini de belirleyen bir ideoloji, bir dünya görüşüdür. Bu noktada tartışılması gereken şey, ideolojik bir güç karşısında, ideolojik zemine dayanmayan siyasal örgütlenmelerin alışılageldik yöntemlerle başarı şanslarının olup olmadığıdır. Örneğin, AKP, muhafazakâr bir parti olmanın ötesinde siyasal/ideolojik referanslarını İslam dininden alan bir örgüttür. İslam ise birçok kez yinelediğimiz gibi, her türlü reforma kapalı, dönüştürülemeyen, değiştirilemeyen fakat kendinde hayatın her alanına müdahale etme hakkını gören bir dogmalar bütünüdür. İslam ülkeleri dışında yeryüzünde bu tür siyasal örgütlenmelerin başka örneklerine rastlanmamaktadır. Dolayısıyla AKP karşısındaki siyasal muhalefet Türkiye’ye özgü bu sorunsalın yine Türkiye’ye özgü yaklaşım ve yöntemlerle üstesinden gelmek zorundadır. Belçikalı felsefeci Isabelle Stengers’in önerisi burada önem kazanmaktadır: Gün, ‘düşünmek’, ‘yaratıcı girişimlerde’ bulunmak günüdür. Hiçbir sonuç getirmeyeceği belli olmuş ‘hesaplanmış beklentileri’ bir yana bırakıp ‘olasılığa karşı olanaklılığı yaratmaktır’. Umut serüveni ancak böyle başlayabilir. Tartışmayı sürdüreceğiz. (Bir kitap önerisi: Umut Değişim İçin Yeni Felsefeler, Mary Zournazi; Literatür Yayıncılık, 2004) [email protected] genç liberal, gazete yazısında ilginç bir saptama yaptı: “Belli bir süredir Ortadoğu’da Türkiyesiz olmaz noktasına gelen Amerika, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti tehlikesinden, içeride ‘irticai faaliyet’in zirve yaptığı ‘din devleti’ tehlikesinden dönmüş, var olanın değerini daha iyi anlamış bir Türkiye’yi yanında görmek istiyor. Amerika’nın da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de zamanlaması ayrılıkçı Kürtlerden sonra içeride ve dışarıda irticai unsurlara sıra geleceğini gösteriyor. ‘Amerika bizim arkamızda, Büyük Ortadoğu Projesi gereği din odaklı bir Türkiye istiyor’ diyenlere duyurulur.” Deliğe süpürülme olasılığı sinyalini almış olmalılar. Kendilerini kurtarmak için aldıkları önlem; türbanla ülkeyi bölmek, halkı birbirine düşürmekten geçiyor. Bu saatten sonra artık hiçbir şey “sürpriz” değildir! Niyet Avni Kurtuldu: “Bülent Ersoy kadar cesur olsaydık, biz de bir yanlarımızı kestirirdik diyen AKP’lilere; siz niyetlenin yeter, Allah cesaretinizi verir!” SESSİZ SEDASIZ (!) Tuzla tersanelerinde 110 metre engelli TUZLA tersanelerindeki ölümleri Gemi İnşa Sanayicileri Başkanı işçilerin eğitim eksikliğine bağlarken aynı zamanda beslenme eksikliğinden de söz etmiş ve “İşçilerin öğle paydosları verildiğinde yemeğe gidişlerine bakarsanız, sanki 110 metre engelli koşuyorlar. Kaportaların üzerinden atlayarak gidiyorlar. Paydosları sırasında verilen yarım saatlik eğitime ise katılmak istemiyorlar” demişti. Mustafa Saraç da bunun üzerine şöyle diyor: “İşçilerin beslenme yetersizliği ve aslında ücret eksikliği ancak bu kadar sevimsiz ve ancak bu kadar aşağılayıcı bir üslupla ifade edilebilirdi! Tersanecilerin başkanı, işçi âlemine, alenen hakaret etmektedir; özel tersanelerin, yalnızca işçi sağlığını değil, insan haysiyetini de hafife aldığını düşündürmektedir. Hem kentlerde, hem de köy ve kasabalarda, yemeğe ‘arsızca’ koşmak, geleneklerimize ve adabı muaşeret anlayışımıza ters sayılmaktadır. Fakat emeğin aşağılanması anlamına gelen bu görüşün arasında, işçilerin açlık düzeyi de itiraf edilmiş olmaktadır. Demek, işçiler, öylesine aç ve yoksul ki, geleneksel yemek adabını hiçe sayarak, bir kap yemek uğruna birbirleriyle yarış etmektedir! Ve demek, tersanelerde çıkan yemek miktarı öylesine kısıtlı ki, yemeğe biraz geç kalanlar aç kalabilmektedir! Aksi takdirde ‘tok’ canlıların (daha sonra da geviş getiremiyorlarsa) yemek için 110 metre engelli koşmaları söz konusu değildir; biliyoruz!” 28 Şubat Gülhan Elmas: “28 Şubat niye yapılmıştı? Şimdilerde üniversitelerde oynanan karşı devrim oyunu o zamanlar belediyenin tiyatro sahnesinde oynandığı için!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Şehircilik Kimin İçin? TMMOB’yi oluşturan meslek odaları seçimlerinde sıra “genel merkez yönetimleri”ne geldi. Şehir ve Bölge Planlamacıları Odası’nı (ŞPO) önümüzdeki 2 yıl yönetecek kurullar bugün Ankara’da seçiliyor. Tartışmalara bakılırsa, plancılarımız da mimarlardakine benzer bir yarış içindeler... Bir tarafta toplumsal çıkarları çiğneyen yapılaşma kararlarına karşı direnenler; yani “dar” çıkar çevrelerinin imar kazançları yerine mesleğin toplumsal sorumluluklarını savunanlar... Diğer tarafta ise aynı tutumun “mesleğin (iş yapmanın) önünde engel” oluşturduğunu savunanlar... Emlakçi siyasilerin öteden beri “sakıncalı” gördükleri birinci anlayış, anayasadaki, “Odalar kamu yararına çalışırlar” ilkesini de yaşama geçiriyor. Bu nedenle meslek kuruluşlarının aslında “varlık nedeni”... İkinci kesimin ise mimarlar arasındaki 2008 örgütlenmesi “mimarlık için mimarlar” denerek gerçekleşti. Siyasal destekle eşgüdüm içindeki “medya Çünkü bütün o gösterişli “talan yapılaşması”nın dayandığı ayrıcalıklı kurallar, imar planlarındaki “düzmece düzenlemeler”le yasallaştırılıyor. Bunlara karşı “mesleğin evrensel ilkeleri”yle “geleceğe dönük insani sorumluluklar”ı savunan plancıların ŞPO’daki etkinliğini “kırmak” isteyenler de emlak pazarına bağımlı bir ‘sözde şehircilik’ten nemalanma peşindeler... Dahası, Dünya Bankası’nın sömürgeciliğe uyumlu “planlama yerine piyasa” hedefiyle bütünleşiyorlar... Nitekim Başbakan’ın “Odaları istiyorum” demesi, işte bu özlemden ötürü değil mi? Plansızlığın, bilim dışı keyfiliğin, kenti ve çevreyi göz ardı eden soyguncu yatırımların karşısında, sadece “susan meslek odaları”, şu rant ekonomisinin “muhafazakâr”ları için “türban”dan bile daha değerli... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Bir çağrı Bugün Ankara’da ŞPO’nun yeni yöneticileri seçilirken, ben de şehircilik hocaları Çağatay Keskinok ile Tarık Şengül’ün tüm oy kullanacaklara “rehber” olacak yazılarını okuyorum. Yaşanagelen süreci şöyle özetliyorlar: “Planlama alanı, uzun vadeli bütüncül bir yaklaşımdan ve kamu yararı kaygısından uzaklaştırılmış; talan ekonomisinin önünü açan, parçacı kararlar üreten bir anlayışla piyasa güçlerinin emrine verilmiştir...” Bu gerçek karşısındaki ortak sorumlulukları da şöyle vurguluyorlar: “Yeni liberalizmin, ‘nerede ve nasıl isterlerse yapsınlar’ modeline karşı; planlı kentsel ve bölgesel gelişme ile toplumsal refah ve kalkınmayı temel alan bir şehircilik anlayışı için; ‘toplum için mimarlık ve mühendislik’ diyen tüm kesimlerin ortak mücadelesi için; toplum için şehircilik...” Bu çağrı karşısında hem heyecanlandım; hem de düşündüm: Hangi kent, bölge ya da ülke planı; o kentte, o bölgede ve o ülkedeki herkesin, gelecek kuşaklarla birlikte ortak yaşam ve kültür kaynaklarını, ortak esenliklerini ve ulusal çıkarları göz ardı edebilir; bunları yadsıyan hangi plan şehircilik sayılabilir; hangi plancıya şehirci denebilir ki? ŞPO seçimleri işte bu soruların da karar günü... “Ya planlama, ya pazarlama...” ekinci?cumhuriyet.com.tr HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN pohpohlaması” da görülmemiş düzeydeydi. O kadar ki seçimi kaybetmeleri, “inşaat sektörü”nde adeta “hüsran”la karşılandı. Örneğin İnşaat Dünyası dergisinde, 2400 mimardan 800’ünün oyunu alarak seçilemeyenler şöyle tanımlanıyordu; “birikimleriyle çok önemli projelere imza atan ve Türkiye mimarlığının gelişmesine katkıda bulunan saygın mimarlar”... (Şubat/08) Demek ki seçimi kazananlar ve onlara oy verenler, “saygın” olmayan, “birikim”siz, mimarlığın gelişmesine “katkısı olmayan” mimarlardı… Umarız bu yakışıksız söylemin sorumluları, “toplum için mimarlık” diyen mimarlarımızdan özür dilemesini de bilirler.. (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 2 Mart www.mumtazarikan.com Plancılarda durum Benzer durum plancılar için de geçerli. Kentlerimizi kimliksiz “alışveriş merkezleri”yle dolduran, “port”çu, “center”cı, “rezidans”çı, “city”ci ve emlak pazarına arsa sağlamayı amaçlayan “kentsel dönüşüm”cü imar furyasının “kutsal rant ittifakı”, şimdi de ŞPO için devrede... SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Kars’ın Sarıka1 mış ilçesinde, kayak merkezi olan 2 dağ. 2/ Erzurum’un 3 bir ilçesi... Eşitliğe uygun olan. 3/ Bı 4 çak, kılıç gibi kesi 5 ci araçların kabı... 6 Bir pamuk cinsi. 4/ Notada durak işa 7 reti... Bir işin, bir 8 yapıtın gerçekleş9 tirilmesi için uyulması tasarlanan düzen. 5/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Hayvanın sırtına, eyerin 1 P İ N O K Y O E altına konulan belleme... 2 E V İ N E B A T Aksaray ilindeki Ihlara 3 T E R A N E L E Vadisi’nin girişinde bulu4 E D E B İ R A N nan kaplıca. 6/ Batı Samoa’nın başkenti... Tü 5 R İ N O L O J İ G R E S Y O mör. 7/ Ekmek yapmak 6 P A L EM için çeşitli tahılların yasa 7 A F İ S A N K A Ç ca gerekli karışım oranı... 8 N E Yoksun, çıplak. 8/ Buyu 9 S Ü L A V T A rucu... Kuru soğuk. 9/ Elazığ’ın Sivrice ilçesinde, kayak merkezi olan dağ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yarış atı binicisi... Eğik olarak kesilmiş kenar. 2/ Batman’ın Hasankeyf ilçesini sular altında bırakacak olan baraj... Gözleri görmeyen. 3/ Sıkıntı, gam... Değersiz, önemsiz. 4/ Şarkı, türkü... Ekmek, peynir ve et suyuyla yapılan bir yemek. 5/ “Ben havada uçar idim / ile tuttun beni” (Türkü)... İsrail’in plaka imi. 6/ Azarlama, serzeniş... Eski dilde su. 7/ Aşağılık kimseler, bayağı insanlar... Avuç içi. 8/ Kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çeviren aygıt... Osmanlı donanmasında kullanılmış bir savaş gemisi. 9/ Bir göz rengi... Yüksek bir makama sunulan mektup ya da dilekçe. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle