25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 MART 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Yetiş M. Alpaslan Yener: “Rambo, Afganistan’da çuvalladı. Çarşaflılar; ortağınızı kurtarmak için Memed yetiştirin!” TÜRKİYE’NİN bir “karanlık savaş”ın içinde olduğunu anlatıyor Barış Doster, son kitabı “Türkiye ve Karanlık Savaş”ta. Bizim Kitaplar’dan yayımlanan araştırmasında Barış Doster, “Türkiye’ye yönelik kuşatmanın, Türkiye üzerindeki karartmanın doruğa çıktığı bir dönemde yaşıyoruz” diyor ve yaşamakta olduğumuz, daha doğrusu bize yaşatılmakta olan sürecin analizini yapıyor: “Sadece siyasi ve iktisadi yapı değil toplumsal, kültürel, manevi, ahlaki değerler de çöküyor, çözülüyor, çürüyor. Topluma yön vermesi gereken kişi ve kurumlar büyük ölçüde susmuş ya da susturulmuş, teslim olmuş ya da yozlaşmış bulunuyor. Bilginin kirletilip, yönlendirildiği, insanların kötü gidişe karşı duyarsızlaştırıldığı, tepkisizleştirildiği, alıştırıldığı gözleniyor. Halkı uyarmaya, uyandırmaya Emine Erdoğan barış elçisi oluyormuş... “Hayrünnisa’nın başı türbansız mı!” BAKIŞ AÇISI GÜRBÜZ ÇAPAN Çok çocuğa resmi teşvik geliyormuş. “İktidar” dediğin böyle olur! Hiçbir iktidarsızlığa izin vermez! Müstahak Oktay Özaydın: “Türban kadına haksa; çarşaf, burka, çadur müstahaktır!” çalışanlar ise genelde yalnız bırakılıyor. Gerçeklerle halk arasında kalın bir perde çekiliyor adeta. Kuşatma altındaki Türkiye’de psikolojik harbin, algı yönetiminin, siyasi, ekonomik, kültürel yönlendirmelerin, kısaca karanlık savaşın tüm unsurları kullanılıyor.” Evet, bir “karanlık savaş”ın içindeyiz. Barış Doster, yurtsever aydın sorumluluğu ile anlatmaya devam ediyor: “Küreselleşme, Yeni Dünya Düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi gibi cilalı lafları en çok edenler, ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında 1 milyonu aşkın Iraklının öldüğünü dillendirmiyorlar. İnsan hakları, hukuk devleti, özgürlükler, sivil toplum, demokrasi, piyasa ekonomisi gibi sözcükleri Karanlıkta dilinden düşürmeyenler, küreselleşmenin eşitsizlikleri derinleştirip, kökleştirdiğini söylemiyorlar. Zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğunu, çokuluslu şirketlerin kazancı katlanırken, açlıktan ölen bebeklerin sayısının da arttığını gündeme getirmiyorlar. Emperyalizm gerçeğini saklamaya, sözlüklerden çıkarmaya çalışanlar bağımsızlıktan, aydınlanmadan, çağdaşlıktan, uygarlıktan, emekten yana olanları dinozorlukla, çağı yakalayamamakla, geri kafalılıkla, tutuculukla suçluyorlar.” Evet, “karanlık savaş”ın tam göbeğindeyiz. Biz bu savaşı daha önce de yaşadık; 1919’da toplarıyla tüfekleriyle geldiler. O gün tek başına olan Mustafa Kemal’in söylediği gibi; geldikleri gibi gittiler. Bugün ise hepimiz Mustafa Kemal’iz ve Kemal’in askerleriyiz! Neden 14 Mart Tıp Bayramı... Tıphanei Amire ve Cerrahhanei Amire adlı tıp mektebinin açılışı 14 Mart 1827’dir. II. Mahmut’un modernite çalışmalarının biri de tıp fakültesi idi. 1830’da Tercüme bürosu kurar ilk defa. Türklere yönelik yabancı dil eğitimi de Sultan Mahmut’un.. “Elçilerimiz neden Türk değil?” ile başlamış, bu okulun ilk öğrencisi de bildiğiniz meşhur Mithat Paşa’dır. O güne kadar elçilerimiz Rum, Ermeni ve Yahudi tebaadan seçilirmiş. Zira yabancı dil bilen Türk yokmuş. Tıbbiye 1839’da Galatasaray’a taşındığı zaman Mektebi Tıbbiyei Şahane adını aldı ve Fransızca eğitim yapılmaya başlandı. Okulun açılışını 17 Şubat 1839’da Sultan II. Mahmut yaptı. Tarihin cilvesi olacak ki; II. Mahmut verem hastalığından kurtulamayarak 54 yaşında vefat etti. Okul, dört yıllıkmış, hekim muavini çıkıyormuş. Sonra bir hekimin yanında ustalaşarak hekim sıfatıyla özel çalışma hakkı ediniyormuş. Sonraları Fransızca eğitim Türkleri yorduğu için, öğrenci sayısı azalmaya başlamış. Nitekim 1867’de Türkçe eğitim yapan Mektebi Tıbbiyei Mülkiye (sivil tıp mektebi) açılmış. 1870’te Askeri Tıbbiye de Türkçeleşmiş. 1894’te Sultan II. Abdülhamit’in emriyle, Haydarpaşa’daki Tıbbiye binası inşa edilmeye başlanmış. Bu görkemli bina 1903’te tamamlanmış. İki tıbbiye buraya taşınmış. 1909’da Darülfünun Tıp Fakültesi olmuş. Ya ğ m u r E k i m Soyun Sedat Çobandere: “Bakıyorum da biri üniforma çıkartıyor, öteki siyaset elbisesini. Kadınları türbanladınız, şimdi niye soyunuyorsunuz!” SESSİZ SEDASIZ (!) Faşist gömleğinin tarihsel rengi! GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ı Başbakan RTE ile yakınlaştıran; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile karşı karşıya getiren sınır ötesi operasyonun yorumunu bir de Ankara’daki dostumuz Mustafa Yıldırım’dan dinleyelim: “Türkiye yıllardır gizliden kabullendiği Irak’ın mezhepseletnik parçalanmasını açıkça kabul etmiş oldu. Yıllardır dolaylı olarak kabul edilmiş Kürdistan Güney Devleti’ni (sonradan Amerikalılarca ‘Bölge’ dendi) açıkça tanıdı. Türkiye CumhuriyetiABD müttefikliği askersel anlamda pekiştirildi ve ABD’nin geniş hedeflerine uyum sağlandı. İran’a karşı (‘uluslararası terör’ü birinci tehdit göstererek) yapılacak askersel harekâtın örtülü anlaşmaları pekiştirildi. Harekâtla elbette bazı yararlar elde edildi; ancak ele geçenle yitirilen arasındaki hesap yakın gelecekte kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Yalın gerçekse, Türkiye’nin 1923’ten bu yana sürdürdüğü Ortadoğu dış siyasetinin kökten değiştirilmiş olmasıdır. Yurdumuza gelince; kendi kendine güvey olmanın açtığı yaralar kolay kolay kapanmaz. Ilımlısert İslam yönetimi ABDABİranSuud ortak yapımı harekâtla ulusal devletin yıkımının önünü açacak oyunun son perdesini çoktan açtı. Açık yeşil Anadolu İslam devrimi tamamlanmak üzere. Yeşile kan karıştırıldıkça kahverengiye döner. Kahverengiyse faşist gömleğinin tarihsel rengidir.” A ile B Ahmet Arpad: “Sarkozy, Türkiye’yi Avrupa Birliği yerine Akdeniz Birliği’ne almak istiyormuş. Bu işe en çok Ankara’dakiler memnun olur; onun da kısaltılmışı AB.” İlk kutlama 1919’da İlk Tıp Bayramı 14 Mart 1919’da, İngiliz işgali altındaki İstanbul’da tıp öğrencileri tarafından kutlanmış. Bu gösterilere Dr. Fevzi Paşa, Dr. Besim Ömer Paşa, Dr. Akil Muhtar gibi dönemin ünlü hocaları da destek vermiş. Darülfünun Tıp Fakültesi’nden Türk aydınlanmasının ve bağımsızlıkçı hareketin sayısız önderleri çıkmış. İttihat Terakki’nin unutulmazları; Dr. Nâzım ve Dr. Bahattin Şakir de bu okuldandır. Sonra da Kuvayı Milliye’nin öncülüğünü yapan sayısız hekim yetişmiştir. Cumhuriyetin kuruluşunda da bir yığın hekim hep bu okuldan çıkmıştır. Anadolu ihtilalinde hekimlerin öncülüğünün yeri hep farklı olmuştur. Bugün de toplumsal sorunlarda hekimlerimiz hep faziletli davranarak ezilmişlerin hak mücadelesinde, toplumun özgürlük ve demokrasi mücadelesinde öncü rol üstlenmektedirler. Günümüzde doktorluk zor sanat haline getirildi. Liseden sonra 6 yıl tıp fakültesi okuyorlar, 2 yıl askerlik, 4 yıl mecburi hizmet, 4 6 yıl ihtisas, 4 yıl bir uç ihtisas yaptıktan sonra ekmeğe ulaşabilmektedirler. Liseden sonra 1820 yıl eğitim şartı var. 12 Eylül paşalarının deyimi ile “İki tık tık, bir şık şık ve 1500 lira, oh ne hayat!” denilerek hekimler aşağılanmış, bayağılaştırılmış, öğretim üyesi olmayan yerlerde tıp fakültesi açılarak sayı çoğaltılıp nitelik bozulmuştur. Şimdiki hükümet de Asya’da oluşan genç Türk cumhuriyetlerinden diploma edinmiş kimselere ‘denklik’ vererek hekimliği ayaklar altına sermeye çalışıyor. Artık her şey parayla ölçülmeye başladı. Bütün bu şartlara rağmen, fedakârca çalışan, ciddi bir onur kavgası veren, bu kötü şartlarda halkına hizmeti esirgemeyen bütün hekim arkadaşlarımın bayramını kutluyorum. II. Mahmut’u rahmetle anıyor, modernite çalışmalarının bir kısmını gün yüzüne çıkardığım için seviniyorum. Başka bir gün II. Mahmut’u yazmak umuduyla sevgili doktor arkadaşlarımın bayramını kutluyorum. gurbuzcapan@eksev.org.tr/Faks: 0212 672 71 71 Kadın Üzerine Bir Yazı MERİÇ VELİDEDEOĞLU Dünya Kadınlar Günü kutlamaları, İstanbul’da 1 Mart’ta başladı, 12 Mart’a dek sürdü. Bu süreç içinde, kadın sorununu inceleyen açık oturumlarda, söyleşilerde, basın bildirilerinde vö’de ortak bir sonuca varıldı. Türkiye’de “kamusal yaşam”ın dinselleştirilmekte olduğu, bir “İslam devleti” yapılanması yoluna girildiği, bunun da bir bakıma “kadın” üzerinden yürütüldüğü vurgulandı. Dolayısıyla bu oluşumun “gösterge”sinin de, başı bohçalanan “kadın” olduğu böylece bir kez daha belirtildi. Laik bir cumhuriyet olan Türkiye’nin, özellikle 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra hızla derinleşen bu durumu, liberaller, sınırsız özgürlükçüler, çok demokratlarca ve bunların basını tarafından da artık görüldü. Az da olsa. Nedenler üzerinde duruldu. Nedenlerden birinin Aydınlanma sürecinde, Batı’nın, kutsal kitap da içinde olmak üzere “din” konusunda gerçekleştirdiği geniş kapsamlı eleştirilerin, tartışmaların Türkiye’de yapılmamış olduğuydu. Ama din konusunda herhangi bir tartışmanın hiç yapılmadığı söylenemez. Özellikle 19. yy sonlarına doğru bu bağlamda kadının durumunun ele alınışı oldukça yüreklicedir. Tartışmaya katılanlar, “Türkiye’nin geriliğinin başlıca nedeni kadınlarının durumunun aşağılığıdır. Bunun sorumlusu da dindir” (1) gibi bir görüşü ortaya koyabilmişlerdi. Bu konuda yapılan, yabancıların da katıldığı bir ankette, bir Fransız yazın (edebiyat) adamı şöyle bir yanıt vermiş: “Kuran’ı kapa, kadını aç!” (2) 1900 başlarında bu anketi yapan Dr. Abdullah Cevdet, bunu “Hem Kuran’ı, hem kadını aç!” (3) biçimine sokup bir bakıma Kuran’ın kadınlara özgü ayetlerinin ele alınıp tartışılmasını ister. Ne var ki neden ilk önce erkeğin yaratıldığı (Ali İmran 59); neden kadının erkekten yaratıldığı (Nisa 1); neden öteki canlıların (hayvanlar) dişisinin erkeğinin ayrı ayrı yaratıldığı; kadının yaratılma nedeninin, neden erkeğin “gönlünü huzura kavuşturmak” (Araf 189) için olduğu; neden erkeklerin kadınlardan bir üstün dereceleri bulunduğu (Bakara 228); kadınların atlarla, çocuklarla neden bir tutulduğu (Ali İmran 14) ve kadını yaptırımlarıyla da ikinci sınıf insan yapan o ünlü ayetlerin nedeni ve bu ayetlerin doğrudan anlaşılan, apaçık “muhkem” ayetler (Ali İmran 7) kapsamında görülüp 1400 yıldan bu yana, İslam dünyasında hemen hemen neden hiç yorumlanmadığı tartışılamadı. Ama yine de bu sınırlı tartışmaların bile bir yankısı oldu. 1917’de, kadına boşanma hakkı tanıyan ve çokeşliliği ilk eşin iznine bağlayan bir yasa çıkarılabildi. Böylece, Kuran’ın bu iki konudaki ayetleri geçerliliğini yitiriyordu. Ne ki dinciler, din görevlileri, şeyhülislam, halife adeta bir fırsat gözlüyorlardı. 16 Mart 1920’de bu fırsat doğdu. İstanbul işgal edildi. İşgal Kuvvetleri Komutanlığı yoluyla bu yasa yürürlükten kaldırılıverdi. İçerideki işbirlikçilerle emperyalizmin bir başarısıydı bu. Daha sonra, gerek “Kurtuluş” gerekse “Kuruluş” döneminde de bunu yine denediler. Başaramadılar. “1923 Devrimi” yoluna devam edip “laik” Türkiye’yi yarattı. İşte bu noktada, yazının başında sözü edilen kişiler ve basın, laiklikle kamu yaşamından çekilen “din” hiç tartışılmamıştır; halka sorulmamıştır; dolayısıyla “laiklik” hep sorun olmuştur gibi bir görüş sergiliyorlar. İyi de, siz Türkiye’de yaşamıyor musunuz? Hürriyet’te Özdemir İnce böyle bir tartışmayı bir bakıma başlattı. “Nur” suresinin 31. ayetini gündeme getirdi; görüşlerin ortaya konmasının kapısını açtı. Nerelerdesiniz? Bu konuyla ilgili Diyanet’ten neden “çıt” çıkmıyor? Ö. İnce’nin ileriye sürdüğü görüşler hakkında ne diyeceği sorulan Diyanet’in Başkanı Prof. A. Bardakoğlu şu yanıtı vermiş: “Temel bir gün otobanda ters yönde gidiyormuş... Arkadan polis anons ediyormuş. Dikkat, otoyolda ters yönde giden bir araç var! Temel başlamış bağırmaya: Ne bir araç kardeşim, baksanıza kaç tane araç ters yönde geliyor!” (Hürriyet, 10.3.2008) Böyle bir konuyu bu denli hafife alması bir “profesör”e yakıştı mı, ne dersiniz? (1), (2), (3) N. Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 14 Mart www.mumtazarikan.com m.velidedeoglu?hotmail.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Üç zar ve iki ya da daha 1 fazla oyun 2 cuyla oyna 3 nan şans oyunu. 2/ Gözle 4 ri görme 5 yen... Yağ do 6 kusunun, bu7 lunduğu yerde büyüme 8 siyle oluşan 9 iyicil ur. 3/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Balıkesir’in Susurluk ilçesinde bir 1 U Y U Ş U K M E A R A K kaplıca. 4/ Alanya il 2 Y Ö R E L İ K E N çesinin tanınmış bir 3 U R plajı... Yunan mito 4 Ş E L E K N A S İ K ON S E lojisinde aşk tanrısı. 5 U 5/ Tavlada “üç” sa 6 K A K N İ Ş M R E N Ş İ L E yısı... “Trabzon 7 hurması, cennet 8 M A N A S L A R hurması” gibi adlar 9 E K S EME R E da verilen bir meyve. 6/ AIDS’e neden olan virüs... Sina Yarımadası’nın ortasındaki çöl. 7/ Bilgisayarda, üzeri tıklanan küçük simgelere verilen ad... Yerölçümünde uzaktan gözlenen taksimatlı cetvel. 8/ Şöhret... Rütbesiz asker. 9/ Sinema filmlerinin çekimi sırasında kullanılan ve üzerinde birtakım bilgiler bulunan tahta... Eski dilde su. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Rus mutfağına özgü, yemekten önce sunulan meze tabağı. 2/ İşçi... “Bebek beni del’eyledi / Yaktı yaktı eyledi” (Türkü). 3/ Giysi ve eldiven yapımında kullanılan bir tür yumuşak deri... Erkek geyik. 4/ Atın aralıksız ve düzenli adımlarla hızlı yürüyüşü. 5/ Başlangıçta yer alan... Tuzağa düşürülen şey... Bir soru sözü. 6/ Elle kolun, ayakla bacağın birleştiği bölüm... Eskişehir yöresine özgü, çubuk biçiminde yapılan bir tür helva. 7/ İştah açmak için yemekten önce alınan içki. 8/ Bir tür deniz taşımacılığı... Cennet bahçesi. 9/ Artvin ilinde, “ulusal park” kapsamına alınan bir yayla. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle