05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER DTP heyeti Çankaya Köşkü’ne çıkarak önerilerini sundu. Bir grup partili de Bakan Çiçek’le görüştü GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Paket değil çözüm istiyoruz’ SAKIK’IN FEZLEKE TEPKİSİ Bunlar Hep Böyle Yapıyor Bu büyük ekonomistler hep böyle yapıyor. Dışarıda bir şey söylüyorlar, Türkiye’ye gelince başka bir şey! DTP Grup Başkanı Türk, Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmelerinde ‘Şiddetin olmadığı demokratik sürecin yaratılması için neler yapabileceğimizi anlattık’ diye konuştu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) “Kürt sorununa diyalogla barışçıl çözüm” arayışı çerçevesinde önceki gün TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı ziyaret eden DTP’liler, dün de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından kabul edildi. DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş ve Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna’dan oluşan DTP heyeti, Gül ile yaklaşık 1 saat görüştü. Ahmet Türk görüşmeden sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, son gelişmelerle ilgili düşünce ve beklentilerini Gül’e ilettiklerini söyledi. Ahmet Türk, Cumhurbaşkanı Gül’ün, herkesin süreci hassasiyet ve dikkatle değerlendirerek çalışması gerektiğini ifade ettiğini anlattı. DTP olarak kendilerinin daha demokratik, kucaklayıcı bir sürecin nasıl yaratılabileceğine ve nasıl katkıda bulunabileceklerine ilişkin düşüncelerini aktardıklarını belirten Türk, “Artık bir diyaloğa ihtiyaç duyduğumuzu, şiddetin, çatışmanın olmadığı demokratik sürecin yaratılması için neler yapabileceğimizi anlatmaya çalıştık” dedi. Öte yandan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın DTP’lilerin randevu talebini Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e yönlendirdiği bildirildi. Çiçek’in, Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın da aralarında bulunduğu bir grup DTP milletvekiliyle görüştüğü öğrenildi. 1 kilo makarna, 35 kilo şeker çıkıyor. Biz çözüm istiyoruz” dedi. Ahmet Türk, Doğu ve Güneydoğu’da halkın bir süredir “artık yeter” eylemleri düzenlediğine dikkat çekerek kendisi de tüm kesimlere bu çağrıyı yaptı. Türk, “Operasyonlara artık yeter, kin ve nefret tohumları ekmeye yeter! Yeni bir süreci, yeni bir çıkışı toplumsal uzlaşıyı sağlayacak yeni bir mantığı, düşünceyi ortaya koyalım” dedi. Türkiye’nin tehlikeli, zor bir süreçten geçtiğine dikkat çeken Türk, bu süreçte siyasi diyaloğun çok önemli olduğunu belirterek Meclis Başkanı Toptan’ın partiler arasında bir diyalog ve soruna ilişkin görüş konusunda tartışma zemini yaratmasını istedi. Türk, bu çerçevede yeni anayasa için Toptan’ın “150200 kişilik kurucu meclis” önerisine de sonuna kadar destek verdiklerini söyledi. Kürtçe Meclis’te ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, hakkında fezleke düzenlenmesine neden olan Kürtçe “Bir bardak su getirin” sözlerini Meclis kürsüsünden yineledi. TBMM Genel Kurulu’nda söz alan Sakık, bir mitingde Kürtçe söylediği “Bir bardak su getirin” sözleri nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılması için hakkında fezleke hazırlandığını anımsatarak, “Kürt coğrafyasında Kürtçe konuşmadan siyaset yapılamayacağını” söyledi. Diyarbakır’da AKP’li vekiller ve bakanların da seçim çalışmalarında Kürtçe konuştuğunu belirtti. Sakık’a yanıt veren Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, ‘Kürt coğrafyası’ ifadesinden rahatsız olduğunu dile getirerek, “Kürt coğrafyası değişik yorumlara sebep olacak bir ifadedir” dedi. Dışarısı felaket, ama ‘Size bir şey olmaz’ demiş. Bu kez, Prof. Rubini Türkiye’deymiş. Dünya ekonomisinin “yapısal krizinin” içinde bulunduğu “konjonktüre” ilişkin, çoğunluk “toz pembe gözlüklerle” dolaşırken yaptığı gerçekçi saptamalarla dikkat çekti son yıllarda. Rubini Türkiye’deyken de gerçekçi bir konuşma yapmış (ben konuşmanın ancak metinini okuma şansına sahip olabildim). Ek olarak ekonomistlerle, işadamlarıyla görüşmüş. Güngör Uras’ın aktardığına göre “Size bi şey olmaz abicim!” mesajı vermiş... Uras, “kiminle konuşsa, dışarısı hakkında felaket haberleri verdi, felaket tahminleri yaptı ama, Türkiye için hep iyi şeyler söyledi” diyor ve ekliyor: “Dedi ki, ‘Türkiye, 2001 yılındakine benzer bir krize girmez. Son 67 yılda (1) Dünyadaki iyilik rüzgârından yararlandınız. (2) Bankafinans sistemi güçlendi. (3) Bütçe az çok kontrol altına alındı. (4) Bazı yasal düzenlemeler (reformlar) yaptınız. Bunlar büyük bir krize girmenizi önler.” Bunları okuyunca aklıma Stiglitz’in, Derviş döneminde yaptığı Türkiye ziyareti geldi. Stiglitz yıllardır IMF’ye verip veriştiriyordu. Bu yüzden Dünya Bankası’ndaki işinden oldu. Olunca daha da verip veriştirdi. IMF ekonomistleriyle alay etti: “Aynı raporu, yalnızca ülkenin adını değiştirip başka ülkeye vermişler…” Stiglitz’e göre, IMF ülkeleri, bilmem kaç adımda yıkıma sürülüyordu… 19982001 arasında biz de bu adımları fiilen yaşadık. Sonra Türkiye’ye geldi ve önüne çıkan herkese, IMF reformlarına devam etmenin erdemlerini anlattı. Rubini de, 2006’dan bu yana dünya ekonomisindeki kırılganlıkların artışına ilişkin uyarılarını yaparken sık sık Türkiye’yi en kırılgan ülkeler arasında saydı (Örneğin, Rubini blog: 24 Haziran 2006” ). Biz de her seferinde, bazen bu köşede bazen pazartesi yazılarımızda aktardık. Rubini, büyüyen cari açık, aşırı değerli döviz kuru, kısa dönemli sermaye hareketleriyle desteklenen tüketime dayalı büyümenin sürdürülemez olduğunu vurguluyor, bu arada oluşan borsa ve gayrimenkul piyasaları köpüklerinin altını çiziyordu. Şimdi gelmiş, “Size bir şey olmaz” diyormuş. ‘Paketler boş çıkıyor’ Türk grup toplantısında da Güneydoğu’ya yönelik yeni bir paket hazırlığında olan AKP’ye tepki göstererek “Artık paket açmayın, çözüm üretin. Çünkü paketler boş çıkıyor. Paketler boş çıkıyor, paketlerden Ahmet Türk, yeni hazırlanacak anayasada “ulusçu devlet” mantığından uzaklaşılması gerektiğini savundu. Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğu belli ki zor bir yolculuk. Türkiye’nin sorunları büyük, sıkıntıları büyük ve çözümü de kolay değil. Kuzey Irak’a “kara operasyonu” muhalefet partileriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karşı karşıya getirdi. Hükümet “Ordu siyasetten uzak dursun” demekten vazgeçti ve bu tartışmanın tarafı olarak TSK’nin yanında durduğunu söyledi. Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi iki yıldan fazla bir zamandan beri “Gelecek hafta değiştiriliyor” söyleminden kurtulamadı. Değişmedi de. Hrant Dink davası, rahip Santoro davası, Malatya katliamı davası da bildiğimiz gibi seyretmeye devam ediyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kadınlar Günü’nde kadınlara “En az üç çocuk yapın” çağrısında bulundu. Türkiye nüfusu hızlı artan ülkeler arasında olduğu için yıllardan beri “nüfus planlaması” çalışmaları yapılırken Başbakan’ın bu çalışmaları yok sayan ve tersinden bir söylem içine giren tutu Ne Olacak Bu Avrupa’nın Hali!!! mu da ülkemize özgü bir durum olarak kayda geçilebilir. ??? Türkiye, gerçekten ciddi bir gerginlik yaşıyor. Bu gerginliğin sonu nereye varacak, onu da şimdiden kestirmek çok zor. Çünkü hemen her gün yeni bir olayla ve yeni bir gerginlikle yüz yüze geliyoruz. Toplum içinde iki kesim arasındaki mesafe giderek açılıyor. ABD’nin Irak’ı işgalinden bu yana bölgedeki bütün dengeler altüst oldu. ABD’nin bizzat kendisi ummadığı bir direnişle karşılaştı ve şimdi bu ülkede ne yapacağını, yapabileceğini bilmiyor. Örneğin Irak üçe mi bölünecek? Yoksa üç farklı kesim bir arada yeni bir birlik mi oluşturacak? Tabii gelişme daha çok parçalanma yönünde ilerliyor. Irak parçalanırsa bu Türkiye’ye nasıl yansır? ABD, İran’la nasıl bir ilişki yürütecek? Müdahale edecek mi, yoksa ne yapacak? Afganistan’da ABD ve müttefikleri Taliban’la başa çıkamıyor. Pakistan büyük bir kargaşalık içinde. Pakistan’da İslamcı bir yönetim oluşursa bu dünya dengelerini nasıl değiştirir? ??? Tabii bütün bu altüst oluşlar içinde en nazik noktalardan birisinde duran Türkiye nasıl bir yol izleyecek, bu gelişmelerden nasıl etkilenecek? Türkiye’nin yüzünü Batı’ya dönmesi tek başına bir şey ifade etmiyor? Türkiye, gerçekten Batı ölçülerinde bir demokrasi standardını yakalayabilir mi? Bu kadar büyük bir iç gerginlik içindeki bir ülkede demokratikleşme adımlarını kim atacak? AKP’nin bu noktada pek de hevesli olmadığı görülüyor. 22 Temmuz seçimlerinden bu yana ciddi bir hamle yapıldığı söylenebilir mi? ??? Türkiye kendi iç sorunlarıyla boğuşurken, Avrupa Birliği içinde “Türkiye’yi istemeyenler” de boş durmuyor ve bu konuyu içinden çıkılmaz hale getirmek için ellerinden geleni yapıyor. Sarkozy, Merkel ve daha birçokları, Türkiye’yi kendi iç kavgaları için malzeme olarak kullanıyor. Tabii bu durumda Türkiye’nin üyeliğinden yana olanlar şaşırıp kalıyorlar. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Türkiye’de yürümeyen demokratik reformlar, Ankara’dan gelen tatsız haberler onları bir açmaz içine sokuyor. ??? BrükselAnkara trafiğinin iki yanında da bu ilişkinin yürümesini isteyenler ve istemeyenler oyunlarını oynuyorlar. Birileri Türkiye’yi yalnızca olumsuz tarafından göstermek isterken, Türkiye’nin içinden de böyle görünmesini isteyenler boş durmuyorlar. Sonuç olarak Türkiye’nin AB üyeliği sonu belli olmayan bir nehir gibi yönsüz şekilde akıp gidiyor. Burada beni görebildiğim kadarıyla en çaresiz olanlar Avrupa’daki Türkiye’nin üyeliğini isteyen politikacılar. Onlar ne AB içindeki Türkiye karşıtlarını durdurabiliyorlar, ne de Türkiye’nin demokratikleşme konusunda izlediği yolu yeterli görüyorlar. ??? Ben bu “Türkiye dostları”yla değişik toplantılarda karşılaştığımda onlar bana “Ne olacak bu Türkiye’nin hali?” diyorlar ve endişelerini dile getiriyorlar. Ben de onlara, “Asıl sizin işiniz zor, Avrupa’yı bir Hıristiyan Kulübü yapmak isteyenler inisiyatifi elde tutuyorlar. Ben size bakarak hep şunu düşünüyorum: Ne olacak bu Avrupa’nın hali?” Gerçekten ne olacak bu Avrupa’nın hali!!! Nasıl yani? Stiglitz’in, “devam” dediği IMF “reformları” ülke ekonomisinin kırılganlığını daha da arttırdı. Ancak tam o sırada dünya ekonomisinde bu kırılganlıkları örtecek bir mali genişleme (düşük faiz parasal genişleme, kredi köpüğü) oluşmaya başlamıştı. Türkiye de bu dalgadan yararlandı, bir mantar gibi bu dalganın üzerinde yüzdü: Özel sektör dış borçları, tüketici kredileri, kredi kartı borçları arttı, gayrimenkul piyasasında köpük oluştu. Cari açık büyüdü, ihracatın ithalata bağımlılığı arttı. Bu arada, (özellikle önemli!) mali sektör (bankalar, borsa) içinde yabancı finans sermayesinin ağırlığı kaygı verici boyutlara ulaştı. Kriz anında ulusal (sınırlar içindeki faaliyet anlamında) ekonominin bağışıklık sistemi denetlenmesi olanaksız bir konuma geldi. Diğer bir deyişle Stiglitz’in “reformlara devam, size bir şey olmaz” gazı, bizi Rubini’nin riskli ülke tanımına uygun hale getirdi. Rubini’nin konuşma metninde de, Türkiye’nin adı gayrimenkul piyasası köpüğü olan ülkelerle birlikte anılıyor. Ama sayın Prof. “Size bir şey olmaz” diyormuş. Nasıl yani? Ya da, bunlar “neden hep böyle yapıyorlar?” Benim aklıma tek bir neden geliyor. ABD’nin ulusal çıkarı (dünyanın geri kalanı bunu küresel çıkar sanıyor) böyle gerektiriyor da ondan. Biz, bize bir şey olmaz diye düşündükçe, korunma önlemleri almadıkça, uluslararası mali sermaye, ülke ekonomisine istediği gibi girip çıkabiliyor, burasını hem “sığınak”, hem de “avlanma alanı” olarak istediği gibi kullanabiliyor. Son tahlilde bu iki “büyük ekonomist” de adeta birer “ekonomik tetikçi gibi” çalışmış oluyorlar; “kolonileri” ziyaret edip merkezin kriz yönetim çabalarına uyumlu kalmaları, pürüz çıkartmamaları için ince ayar yapıyorlar. Ülkede bir operasyon sürerken (Stiglitz geldiğinde Derviş vardı, şimdi de AKP hükümeti) kayığı sallamamaya özellikle dikkat ediyorlar. Bence, Rubini’yi dinlemek, dünya “yangın” yerine dönerken, jeopolitik ve siyasi koşullarımızı da düşünerek, endişelenmek, acaba nasıl önlem alınabilir diye düşünmek gerekiyor. Emtia ve petrol fiyatları düşecek iyimserliğine ise fazla güvenmemek gerekiyor. Borsalar düştükçe mali sermaye, ihtiyat fonları bu alanlara kaçar, devlet fonları da stratejik nedenlerle bu piyasada at koştururken fiyatların, dalgalanmaların ötesinde, kalıcı bir düşme trendine girmesi olasılığı oldukça düşük. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com M HP LİDERİ BAHÇELİ ‘ABD aleni baskı yaptı’ ? Geçen hafta TSK’yi terör örgütüne “prestij” sağlamakla suçlayan Bahçeli, dünkü grup toplantısında “tansiyonu düşürmeye” özen gösterdi. Erdoğan’ın ABD’nin baskıları karşısında sessiz kaldığını belirten Bahçeli, TSK’nin hükümetin çizdiği sınırlı çerçevede görevini yaptığını söyledi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Irak’ın kuzeyine yönelik kara harekâtının kısa sürmesinden “hedefleri sınırlı tutan” hükümeti sorumlu tuttu. Türkiye’nin 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da yapılan BushTayyip Erdoğan görüşmesi sonrasında tehlikeli bir dönemden geçtiğine dikkat çeken Bahçeli, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden tehlikeli bir oyunun yaşama geçirilmeye çalışıldığını söyledi. Türkiye’nin “5 Kasım sendromu”ndan geçtiğini kaydeden Bahçeli, “5 Kasım süreci, Türkiye’nin geleceğini tehdit eden siyasi bir senaryonun ve sinsi bir siyasi oyunun hayata geçirilmesinin temel aracı ve yol haritası haline gelmiştir” dedi. Bahçeli, ABD’nin ilk günden itibaren kara harekâtının kısa kesilmesi ve sınırlı olması yönünde baskı yaptığına Türk ulusunun tanık olduğunu söyledi. Bahçeli, “ABD, taleplerini kamuoyu önünde yüksek sesle ve kaba ifadelerle dile getirerek, aleni baskı uygulamışlardır. ABD yetkililerinin beyanları karşısında Başbakan’ın sesini çıkardığını hatırlayan yoktur” dedi. Meclis’in, sınır ötesi operasyonla ilgili 17 Ekim 2007’de hükümete yetki verdiğini belirten Bahçeli, yaşanan tartışmaları da şöyle değerlendirdi: “Hükümet bu konuda sınırlı bir siyasi çerçeve çizdiyse, askeri harekâtın hedeflerinin de buna uygun olarak sınırlı kalması doğaldır. Bu noktadaki siyasi sorumluluk da hükümete aittir. Bu konuda TBMM’ye hesap verecek olan da hükümettir.” BAŞSAVCILIK GÖRÜŞÜNÜ HAZIRLADI DTP’nin kapatılması davası sürüyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, DTP’nin, “devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemlerin” odağı haline geldiği iddiasıyla temelli kapatılması istemiyle açtığı davada, esas hakkındaki görüşünü Anayasa Mahkemesi’ne verdi. DTP’nin ön savunmasını vermesinin ardından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da esas hakkındaki görüşünü tamamladı. Başsavcılık, esas hakkındaki görüşünü dün Anayasa Mahkemesi’ne verdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca DTP’nin kapatılması istemiyle açılan davanın iddianamesinde, Anayasa Mahkemesi’nce “beyan ve faaliyetleriyle partinin kapatılmasına neden olduğu” tespit edilecek olan 8’i milletvekili 221 DTP’li hakkında 5 yıl süreyle siyasi yasak getirilmesi istenmişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın esas hakkındaki görüşü DTP’ye gönderilecek. Daha sonra belirlenecek bir tarihte DTP yetkilileri sözlü savunma yapacaklar. Kandil yanıtı Bahçeli, Erdoğan’ın MHP iktidarını da kastederek söylediği “neden Kandil Dağı’na gidip terörü bitirmediler” sözlerine de sert tepki gösterdi. MHP’nin koalisyon ortağı olduğu 57. hükümetin AKP’ye “terörün bitme noktasına geldiği” bir Türkiye teslim ettiğini savunan Bahçeli, “Kandil’in ihanet merkezi” olarak etkin hale gelmesinin AKP iktidarları dönemine denk geldiğine işaret etti. . CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle