22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 MART 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Yunan Hamza Saykan: “1919’da Yunan İzmir’e çıkarken Müslümanlığı kurtaracağını söylüyordu. Şimdi de Yunan Dışişleri Bakanı türbanın özgürlük olduğunu söyleyerek Müslümanlığı korumaya çalışıyor!” Ya ğ m u r E k i m Fetoş’u peygamber yapmışlar... “Allah’ın işine karışılmaz!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU 301 türbanı bekliyormuş. Demek ki, türbanla örtecekler! Bereket Ülgen Özbey: “Amerika’da okutacak biri olursa, Amerika’da iş bulacak torpil olursa, gemi alacak doları veren olursa, yirmi altısında holding genel müdürü olursa, üç değil beş çocuk da yapılır!” YEREL seçim öncesi, muhalefete bağlı belediyelerde başlatılan “rüşvet operasyonları” ve Başbakan RTE’nin bunlara gönderme yapması üzerine Mustafa Saraç şöyle diyor: “Bu iktidar döneminde herhangi bir satış faaliyetinden alınan komisyonlar, artık rüşvet sayılmamakta, ‘bahşiş’ sınıfına sokulabilmektedir. Son ‘rüşvet operasyonu’ndan sadece bir ay önce, 9 Şubat’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin Tapu ve Kadastro Genel Müdürü Mehmet Zeki Atlı, ‘Ev alanlar bahşiş verir’ şeklinde net bir açıklama yapmış bulunmaktadır. Bir bürokratik teamül olarak, ev alanların bahşiş vermesi doğal karşılanıyor ise, bir kentin belediye sarayını satın alanların ‘bahşiş’ vermesini de ‘meşru’ sayma zorunluluğu doğmaktadır! İktidarın, tapu dairelerinde meşru saydığı bir komisyon ödemesini, belediye saraylarında yüz kızartıcı suç Bahşiş! sınıfına sokması zor görünmektedir. Beyanatlar bununla kalmamış, Tapu ve Kadastro Genel Müdürü’nün ardından, hemen ertesi gün, Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Özak, ‘Rüşvetle bahşişi birbirine karıştırmamak lazım’ sözleriyle, bakanlığına bağlı genel müdürü teyit etmekten çekinmemiştir. Bakanlar Kurulu’nda, ‘rüşvetle bahşişi birbirine karıştırmamak lazım’ diyebilen siyasetçiler mevcut ise, belediye görevlilerinin, cebe attıkları komisyonun rüşvetle karıştırılmaması gerektiğini iddia etmeleri de, pekâlâ mümkün görünmektedir! Eğer bu yerel seçim hamlesinin ‘ana karargâh’ı iktidar partisi ise, operasyonun propaganda dayanaklarının yeterince sağlam olmadığını anımsatmak gerekmektedir; zira, kamuoyu, hangi ödemenin ‘komisyon’ ve hangi eylemin ‘rüşvet’ sayılacağı konusunda kafa karışıklığı yaşamaktadır. Oysa, bu kafa karışıklığı, asıl büyük ‘suç’un, kentin içme suyu şebekesinin imtiyaz hakkını yerli ve yabancı büyük şirketlere devretme cinayetinin, sis bulutları ardında kalmasına yol açabilmektedir. Rüşvetin suç olup olmadığı belirsiz görünse de, insanoğlunun en yaşamsal ihtiyacını, içme suyunu özelleştirmenin bir insanlık suçu sayılacağından hiçbir kuşku yoktur. İçme suyumuzun peşkeş çekilmesi söz konusu ise, rüşvetli ve rüşvetsiz satış arasında fazla bir ‘suç farkı’ olmamalıdır. Kent sakinleri, belediye başkanlarının komisyon alıp almadıklarından çok daha önce, yaşam pınarlarımızın, ‘cansuyu’muzun pazarlanıp pazarlanmadığına bakmalıdır.” Nasıl Bir Sosyalizm? Sosyalizm sözcüğünü duyanların sordukları ilk soru çoğunlukla, “Nasıl bir sosyalizm?” oluyor. Haksız da değiller, çünkü sosyalizmin ‘Sovyet sosyalizmi’, ‘Çin sosyalizmi’, ‘Küba sosyalizmi’ gibi çeşitli renkleri var. Bu farklılıklar olumlu ve olumsuz yanlarıyla farklı modeller oluşturuyorlar. Bizi burada ilgilendiren ise modellerden çok Marksist kuram ve bu kuramdan kaynaklanan saptamalar. Önce altını çizelim: Sosyalizm, kapitalizmin bireyciliğine karşı verilen tek sosyal yanıttır, kapitalizmin temel çelişkisi olarak emeksermaye çelişkisini gösterir, artıdeğerin, kapitalistin emekçiyi sömürmesinin ürünü olduğunu ortaya koyar, doğayı ve sosyal olguları irdeleme yöntemi, şaşmazlığı tarih içinde kanıtlanmış olan diyalektik materyalizmdir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından kuramlaştırılan bu saptamalar bugüne kadar doğruluklarını korumuşlar, başka bir deyişle 150 yıldır burjuva düşünürleri bu görüşlerin yanlışlığını kanıtlamayı başaramamışlardır. Karl Marx yapıtlarında emekzaman, emeksermaye, artıdeğer, ücretkâr ve sınıf savaşımı konularını işlemiştir. Ona göre sınıf savaşımı toplumu zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürecek ve sınıfların ortadan kalkmasıyla birlikte sömürüsüz, eşitlikçidemokratik bir toplum düzenine geçilecektir. Marx, işçi sınıfı devriminin önce en gelişmiş kapitalist ülke olan İngiltere’de gerçekleşeceğini düşünürken, devrim, dolayısıyla da proletarya diktatörlüğü, 1917 yılında, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin önderliğinde, işçilerin ancak nüfusun yüzde 3’ünü oluşturduğu Rusya’da gerçekleşmiştir. Bir azınlık diktatörlüğü olan Sovyet rejimi ilk yıllardan itibaren, devrimin başarısında emeği geçmiş olan fakat çeşitli uygulamaları nedeniyle Bolşevik merkezi yönetime eleştiriler yönelten sosyalist kişilikler de aralarında olmak üzere muhalefete göz açtırmamıştır. 1924 yılında devrimin lideri Lenin’in ölmesi üzerine başa geçen Stalin’in döneminde muhalefet tümüyle tasfiye edilmiştir. Daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi adını alan iktidar partisinin kadrolarından oluşan bürokratik diktatörlük, uyguladığı tüm baskılara karşın ‘diyalektik materyalist’ kuramının öngördüğü gibi kaçınılmaz olarak kendi karşıtlarını yaratmıştır. Stalin’in 1953 yılında ölümünden üç yıl sonra yapılan 20. Parti Kongresi’nde Kruşçov’un partinin dizginlerini iyice ele geçirmesiyle birlikte Sovyetler Birliği’ni adım adım kapitalizme geri götürecek kadrolar işbaşına gelmiştir. 1917 Ekim Devrimi ile kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, 1985 yılında Gorbaçov tarafından hayata geçirilen, altı yıl süren ve ‘Glasnost’, ‘Perestroyka’ gibi adlarla anılan reformların ardından 1991 yılının sonunda resmen dağıldı. Birliği oluşturan 15 devletten Letonya, Litvanya ve Estonya Batı’yla bütünleşti. Öbür 12 devlet ise bir araya gelerek ‘kapitalizm’ temelinde Bağımsız Devletler Topluluğu’nu oluşturdular. 74 yıllık Sovyetler Birliği tarihinden alınacak en önemli ders ‘muhalefetsiz sosyalizmin’ başarı şansı olmadığı gerçeğidir. Muhalefetsizlik, işçi sınıfı adına iktidara el koyan partiyi kısa zamanda bürokratik bir aygıta dönüştürmekte, her türlü doğrunun kendisinden kaynaklandığına inanan aygıt giderek toplumun geneli üzerinde rejime özgü bir diktatörlük olarak ortaya çıkmaktadır. Bu diktatörlüğün, Karl Marx’ın işçi sınıfı iktidarı bağlamında kullandığı ve sosyalizme geçiş süreci için öngördüğü/önerdiği ‘proletarya diktatörlüğü’ ile bir ilgisi yoktur. Tam tersine hem Sovyetler Birliği’nde hem de 2. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan ‘reel sosyalist’ rejimlerde komünist parti diktatörlükleri zaman içinde bu ülkelerde yeni bir egemen sınıf oluşturmuşlardır. Ekim Devrimi’nin hemen ertesinde Almanya Sosyaldemokrat Partisi’nin program kuramcısı, Marksist düşünür Karl Kautsky, ‘proletarya diktatörlüğü ve demokrasi’ konusunda dostu Lenin’i uyarmış, fakat aldığı karşılık, ‘döneklik’ ile suçlanmak olmuştur (Bak.: Lenin, ‘Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky’). Ne var ki tarih son çözümlemede Lenin’i değil, ‘demokrasinin vazgeçilmezliğini’ savunan Kautsky’yi haklı çıkarmıştır. ‘Demokrasi sorunu’ bugün küresel kapitalizmin çekim merkezine dönüşmüş, fakat hâlâ sosyalist olduğunu savlayan ve Komünist Partisi tarafından yönetilen Çin Halk Cumhuriyeti’nin de, Kore Halk Cumhuriyeti’nin ve sosyalist Küba’nın da temel sorunudur. Toplumumuzda sosyal demokrasinin komünizmden bir sapma olduğuna ilişkin yanlış bir kanı vardır; tarihteki ilk Marksist partilerin sosyal demokrat adı altında kurulduğunu, komünist partilerin, 1. Dünya Savaşı öncesinden başlayarak sosyal demokrat partilerden doğduğunu buraya bir not olarak düşelim. SESSİZ SEDASIZ (!) Acayip artırılan ulusal gelir! “SİZ bakmayın münafık takımına, Türkiye’de iyi şeyler de oluyor” diyor Kaya Çetin: “Türkiye İstatistik Kurumu’nun üstün çabaları sonucunda, bugüne kadar bazı gözlerin göremediği gelirlerimiz, elle tutulur, gözle görünür hale geldi. Kırsal kesimde insanımızın sofrasından eksik etmediği deniz börülcesi, sarmaşık, kazayağı, kaya koruğu, çiriş, ışkın, hodan, madımak gibi ürünler bir bir hesaplanıp milli gelire eklendi. Böyle olunca bugüne değin emsali görülmemiş bir artışla 2007 yılı milli gelirimiz fevkalade yükseldi. Bununla da yetinmeyen memleket sevdalısı yönetenlerimiz nüfusumuzu 73 milyondan 70 milyona indirince de, kişi başına düşen yıllık gelir Sürç Selim Sümen: “Aslında Başbakan’ın dili sürçtü; bir erkeğin her eşinden en az üç çocuğu olmalı demek istemişti.” Sapık Avni Kurtuldu: “Bütün başlar örtüle. Zira sapık dost başa, düşman ayağa bakar!” acayip yükseldi. Şimdi tutun bakalım Türkiye’yi tutabiliyorsanız, inanmayan aldığımız gemiciklere, yaptırdığımız villalara baksın!” Bülent Soylan da, kişi başına düşen gelirdeki artıştan kendi payına düşen miktarı günde 1 dolar taksit ve sıfır faizle isteyen yurttaşa vereceğini söylüyor: “Devletin bahşettiği zenginliği, gereksinimi olanlarla paylaşmaya karar verdim. İsteyen vatandaş, Türkiye İstatistik Kurumu’na başvurup benim payıma düşen artışı benim hesabımdan alabilir. Sıfır faiz günde 1 dolarla geri ödemeye de üç ay sonra başlayabilir.” Merak edenler için, rakamlarla oynayan kurumun başında Ömer Demir adında biri var; adam, başbakanın istediği gibi üç çocuklu! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Belediye Katliamı (2) Dengesiz kalkınma politikalarıyla nüfusu 2 binin altına “düşürülen” 862 belediyenin kapatılmasına tepkimizi sürdürüyoruz. Bu yazı kaleme alınırken Çankaya’nın tutumu henüz netleşmediğinden, sözümüz yine bu akıldışı yasayı “akıl” edenlerle, demokrasi düşmanlığını demokrasi adına “onaylayan”lara... Önce “ikinci”lerden başlayalım. Siyaset ‘Kul’ları Bir tasarı Meclis’te 3 gün görüşülmesine rağmen hiç değişmeden yasalaşıyorsa, demokrasinin ürünü olabilir mi? Üstelik, demokrasi kültürünün okullarını ortadan kaldırıyorsa! Böylesi “dediğim dedik” bir TBMM kararının, halkın “özgür iradeli” temsilcilerince mi, yoksa parti başkanına bağlı “siyaset kulları”nca mı alındığını söylemeye gerek yok. BelediyeBir ‘köy’ manzarası! leri kapatma yasası, adeta şeriat devletini çağrıştıran “onaylanma tarzı”yla da insanı ürpertiyor. Geleceğin hukukçuları, TBMM’deki “aldırılmayan” eleştirileri ve değişiklik önerilerini de okuduklarında, iktidar milletvekillerinin tasarıya “firesiz” oy vermeleri için ne denli çağdışı bir dayatmayla “yüce Meclis”in iradesine müdahale edildiğini görüp belki de şöyle yorumlayacaklar: “19. yüzyılın krala bağlı parlamentosu, 21. yüzyılda yeniden yaşanmış...” Oysa, geçen yazımızda da (09 Mart) anımsattığımız, 1930’un 1580 sayılı Belediye Yasası, “tek parti”li Meclis’e rağmen birçok maddesi değiştirilerek onaylanmıştı. Hükümet tasarısındaki, belediye meclislerinin “başkanın emri”yle toplanacağını öngören maddede bile “emir”in yerine “davet” sözcüğünün konulması, bugünden çok daha demokratik bir anlayışın ürünüydü. İnsan, o destansı anlayış ile şimdiki duruma bakınca, merak ediyor. Sakın Başbakan’ın şu şaşırtıcı “ordu sevgisi” de istediği yasanın aynen çıkmasını sağlayan “emirkomuta” düzenine “hayran”lığından olmasın? Siyaset ‘Kurnaz’ları İkinciler, yani böyle bir yasa yı akıl edenler ise tarihin en ünlü siyaset kurnazları arasında şimdiden yerlerini aldılar... Bakın, tasarının “gerekçesi”ne neler yazmışlar; “Doğal kaynakların ve çevrenin korunmasını, bu belediyelerin yetersiz kapasiteleri ile gerçekleştirmeleri mümkün görülmemektedir...” Ne demeli bilmem ki.. Oysa insana “kardeşim” deyip sorarlar: Antik kentleri baraj göllerine kim gömüyor; üzerlerine otel, fabrika izinlerini kim veriyor; su havzalarındaki kaçak yerleşmeleri kim “belediye” yapıyor; 2B ile orman işgalcilerine “tapu satma”ya kalkışanlar kimler; göl kenarındaki yargının “dur” dediği fabrikalara kimler “kurtarma yasası” çıkardılar?.. Aynı gerekçe metnine göre, belediyeler “borçlu”larmış; onlara kaynak aktarmak devlete “zarar” veriyormuş; “halka hizmet” edemiyorlarmış... Metinden belediyeyi çıkarıp “hükümet”i koyun; fark var mı? Yine insana, bu kez “bak arkadaşım” bile demeden sorarlar: Siz değil misiniz bu ülkeye dış borç rekorunu kırdıranlar; siz değil misiniz yandaşınız belediyelerin hesaplanamayan borçlarını görmeyenler?.. TOKİ ‘Köy’lerde! Yasanın “kapatma listesi” inceledikçe neler çıkıyor neler... Örneğin “Başbakanlık”a bağlı TOKİ’nin, hesaplayıp kitaplayıp “konut ihtiyacı artıyor” diyerek toplu konut inşaatlarını başlattığı belediyeler bile aynı Başbakanlık’ça “köy”leştirilme listesine alınmışlar! Ardından gerekçeye de şunu yazmışlar: “Mahalli idarelerimizin kökleri Cumhuriyet öncesine dayanmaktadır. Demokrasimiz geliştikçe mahalli idarelerimiz de gelişmektedir...” Eh... Bu “gerekçe”(!) karşısında da insana artık soru bile sormazlar, sadece “Bak seeen!” deyip susarlar... Bakalım bütün bunlara “tarafsız” Çankaya ne diyecek? Cumhuriyet tarihinin belki de en “cumhuriyet bilinci yoksunu” yasası, Cumhurbaşkanı’nın, “emir kulu” milletvekillerinden farkını gösterebilmesi için eşsiz bir fırsat yaratıyor... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Mart www.mumtazarikan.com ekinci?cumhuriyet.com.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Kocaeli ilinde, kayak 1 merkezi olan 2 bir dağ. 2/ 3 Yüce, yüksek... Sakat 4 kimse. 3/ 5 Halk arasın 6 da yağmura 7 verilen ad... Eski Mısır’da 8 güneş tanrısı. 9 4/ Tıp dilinde 1 2 3 4 5 6 7 8 9 frengiye verilen ad. A 5/ Yapım... Kısa ve 1 D Ü Z E N C E İ Z A N kestirme yol. 6/ Te 2 O V A L A P İ K O kerleğin çıkmaması 3 L E H için at arabasının 4 U Z M A N M A T E T İ K E T dingiline takılan de 5 K E V S mir bilezik. 7/ Af 6 M A T E Ş A H İ D E yonkarahisar’ın bir 7 A Y ilçesi... Bir nota. 8/ 8 K A H İ R E E R Bir tür hafif ve kaba 9 Z E N L İ V A ayakkabı. 9/ Cılız, zayıf... Üstü kapalı olarak anlatma. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Muş kentine 30 km. uzaklıkta, kayak merkezi olan bir dağ... Bir cetvel türü. 2/ Karışık renkli... ABD’de yayımlanan, dünyanın en ünlü mizah dergilerinden biri. 3/ Bir izin belgesi gerektiği durumlarda iznin verilmesi nedeniyle alınan para. 4/ Özellikle ilik örmekte kullanılan ince ipek kordon. 5/ Acınma, yerinme... Dokusunda çoğunlukla gümüş ve altın renginde tel bulunan kumaş. 6/ Küçük kareli kumaş. 7/ İlave... İzmir’in Tire ve Ödemiş ilçelerine özgü bir tür bilye oyunu... Nikel elementinin simgesi. 8/ Yunan mitolojisinde kavga tanrıçası... Alanya ilçesinde bir çay ve mağara. 9/ Bir ilacın yerine, o ilaçla aynı koşullarda ve aynı biçimde verilen etkisiz ve zararsız madde. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle