06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 ŞUBAT 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Yeni Türk Borçlar Kanunu Tasarısı Çıkarılış amaçları ve hükümleri değişik yasalar asla bir birleri ile birleştirilemez ve her yasa “bağımsızlığını korumak” zorundadır. Kaldı ki, gerek kiralarla ilgili 6570 sayılı özel kanun ve gerekse faizle ilgili 3095 sayılı kanunlar “ekonomik ve sosyal” sebeplerle sık sık değişime uğrayan kanunlardandır ve bu nedenle de “ana kanun” (borçlar kanunu) içerisine alınmaları sakıncalıdır. PENCERE Türkiye Cumhuriyeti Başkalaşıyor... Franz Kafka’nın ünlü roman kahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisini yatağında sırtüstü yatan bir hamamböceğine dönüşmüş olarak bulur... Hamamböceğini sırtüstü çevirdiniz mi işi bitiktir.. Yüzüstü dönüp ayaklarını kullanabilmesi için çırpınır durur... Peki, Kafka’nın buluşu özgün müdür?.. ? Masal prensesinin öptüğü kurbağanın birdenbire yakışıklı bir prens oluvermesi özgün mü?.. Bizde ne örnekler var... Masal kahramanımız darı olsa, düşmanı tavuk olur, darı tilki kılığına girse, tavuk çoban köpeğine dönüşür, tilki serçeleşip göğe yükselmek için kanat çırpsa, çoban köpeği şahinleşiverir... Birdenbire ‘başkalaşmak’ son yıllarda Holivut filmlerinin en çok kullandığı yönteme dönüştü... İnsanların son teknolojiyle beyazperdede birdenbire kılık değiştirmeleri, canavarlaşmaları, sürüngenleşmeleri, şeytanlaşmaları, vampirleşmeleri, tek sözcükle başkalaşmaları artık sıradanlaştı... ? Peki, hayatta neler oluyor?.. Değişim doğanın yasasıdır... Değişme iki yönlü de olabilir... İyiye ya da kötüye doğru dönüşümün gelgitleriyle yaşam sürer gider... Mustafa Kemal Osmanlı subayıydı, çağdaş Cumhuriyetin kurucusu oldu... Galileo, Kant, Einstein gibi insanların yaşamları, beyinsel değişimin, dönüşümün, üretimin örnekleri olarak bizlere çok şey öğretir... Her şey değişir.. İnsan ve toplum.. İnsan da değişir.. Toplum da... ? Türkiye son yıllarda birdenbire değişiverdi... İnsanlar da toplum da sanki değişmiyor, başkalaşıyor... Köşebaşındaki evin bacak kadar kızı birdenbire türban takarsa, bu değişim midir?.. Yoksa başkalaşım mıdır?.. Çağdaş, laik, akılcı bir cumhuriyetin bireyleri, inançlarını vicdanlarında içlerken birdenbire akıllarını tesettür gibi sararak dinci bir Cumhuriyet olma yolunda siyasete alet ederlerse, bu değişim midir?.. Yoksa bir başkalaşım karşısında mıyız?.. ? Demokrasi nedir?.. Demokrasi, laiklik temelinde akılcı yöntemlerle tartışıp doğruyu aramanın siyasal rejimidir... Peki, insanların aklı değil dinciliği politikaya alet ettikleri bir toplumda, demokrasi nasıl yürüyecek?.. Türkiye’de tüm göstergeler son yıllarda insanın ve toplumun dincilik yolunda başkalaştığını vurguluyor... ? Evet, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti başkalaşıyor... Peki, ne olacak?.. Başkalaşmaya direnebilirsek... Değişime açılabilirsek... Türkiye kurtulur... Bunca Zaman Boşuna mı Geçti?.. Herkes din bilgini kesiliverdi! Kuran’ın şurasında böyle denilmekte, orasında şöyle buyrulmakta, sen bilmezsin ben bilirim, ben bunun okulunda okudum, sen nerden çıktın? Bir karmaşadır gidiyor... Bin dört yüz yirmi üç yıl önce yazılmış, bir değerli kitap... İslam peygamberinin insanlara öğütleri, yol gösterici sözleri, buyrukları... Bin dört yüz yirmi üç yıl sonra, içimizden bazıları yeniden çözümlemeye, değerlendirmeye, kendi anlayışlarına uygun buldukları, sandıkları yerleri, sözleri kendi kafalarına göre yorumlamaya, sonra da uygulamaya kalkışıyorlar!.. Dernekler, tarikatlar, çeteler, bilmem neler bu yolda savaş veriyor... Milyonlar, neredeyse milyarlar din, iman diye kurban edilmiş, edilmekte... Tarikatlar, mezhepler türlü türlü yorumlarla insanları birbirine düşman etmekte... ??? Yalnız bizde mi, yalnız İslam dünyasında mı? Hıristiyan dünyası da İsa’dan bu yana tam bir barışa kavuşmuş değil... Katolik, Protestan, Ortodoks, Anglikan, şu bu hâlâ gizli açık çekişmelerin içindeler... İngiliz Kralı Sekizinci Henry’den bu yana KatolikProtestan savaşı bitmiş değil! İrlanda’nın Protestanları ile bağımsız İrlanda yanlısı Katolikleri yüzyılı çok aşan kanlı kavgalarını bir türlü sona erdiremediler. Papalar geldi gitti, Hıristiyan yobazlık, İslamı hâlâ hoşgörüyle içlerine sindiremedi. Nerde bir kanlı olay olsa sorumlu Müslümanlardır anlayışı, 21. yüzyılın ana konusu olmakta... ABD Başkanı Bush’un “Bu bir Haçlı seferidir” sözünü unutmamalı... İsa’dan bu yana 2008 yıl geçmiş. Hz. Muhammet’ten bu yana tam 1423 yıl kitaplar yazılmış, incelemeler, yorumlamalar, neler neler yaşanmış, ama Hıristiyanlıkta da, Müslümanlıkta da hiç değilse önemli bir kesimin gözünde, yaşantısında binlerce yıl geride kalan, kalması gereken buyruklar, öğütler günümüzde de uygulanmakta, uygulanmak istenmekte, yasalarla, anayasalarla yeni bir yaşama kavuşturulmaya çalışılmakta... Akan kanlar dereleri, nehirleri, okyanusları doldurur. Bu din kavgası bitecek mi? Ne zaman? ??? Ben yıllar önce Hiroşima’lar Olmasın demiştim. Yüz bin kişi ölmüştü bir bombayla... “Bir Hiroşima Yeter” adını vermek istemiştim kitabıma. Şair dostum Dağlarca, “Olmaz bir Hiroşima yeter demek, Hiroşima’ları doğru görmek, benimsemek anlamına gelir. Sen Hiroşima’lar Olmasın demelisin” diye uyarmıştı. Gerçekten de yetmezmiş. Bir Hiroşima, şimdi binlerce, milyonlarca Hiroşima oldu! Daha da sürecek insanın insana kıyması!.. ??? Nerden nereye! Günümüz Türkiye’sinde başörtüsü, türban çekişmesinde, nice ünlü ünsüz kişilerin, sorumlu sorumsuz adamların Müslümanlık, din, Kuran, peygamber konularında çeşitli çeşitli yorumlarını dinliyoruz, okuyoruz. 1423 yıl geçmiş.. Boşuna mı geçmiş, boşuna mı? Yeniden yaşamaya mı başlayacağız... Binlerce yılların öncesini, kadınlarımızı kapatarak, çağa, uygarlığa ters birtakım koşullara uyarak, tüm halkımızı da çirkinliklere sürükleyip güzellik, iyilik, dostluklardan uzaklaştırarak!.. İsmail DOĞANAY Yargıtay Emekli Daire Başkanı ugünlerde, “yazılı” ve “görsel” basında sık sık yer aldığı üzere, Avrupa topluluğunun ısrarlı isteği doğrultusunda ve ellibir akademisyen ve uygulayıcı hukukçunun karışımından oluşan tasarı komisyonunun, altı yılı aşkın bir süreden beri hazırladığı anlaşılan, 650 maddelik, yeni “Türk Borçlar Kanunu” Adalet Bakanlığı tarafından, yasalaştırılmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sevkedilmiş bulunmaktadır. Tasarı komisyonu ilk defa 2/4/1998 tarihli Adalet Bakanı “oluru” ile yani “siyasi irade” ile oluşturulmuş ve daha sonra yine bakan olurları sonucu genişletilerek ellibir kişiye ulaşmış bulunmaktadır. Ancak, tasarının “sunuş” yazısı incelendiği takdirde de açıkça görüleceği üzere, gerek akademik hayatlarında ve gerekse hâkimlik hayatlarında, Borçlar Hukuku alanında eserleriyle haklı şöhret sahibi kimselerin tasarıya muhalefet etmek suretiyle komisyon çalışmalarını engelleyecekleri veya tasarıyı arzu edilen doğrultuda çıkaramayıp tabir caizse kendilerine “ayak bağı” (köstek) olacakları varsayımı düşüncesiyle, komisyona alınmadıkları açıkça anlaşılmaktadır. B lükte olan “Türk Ticaret Kanunu” da rahmetli hocam Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirş tarafından devletten hiçbir ücret almadantek başına hazırlanmış bir kanundur. Bilimsel gücüne güvenenler, ya tek başlarına veya en çok beş kişi, yan yana gelerek kanun tasarısı hazırlarlar, böylece, “manevi sorumluluk” belirginleşeceği gibi, bu şekilde hazırlanan bir yasanın başarısının “şerefi” onu hazırlayanlara ait olacağı gibi, başarısızlığının büyük “vebali” de, keza, onlara ait olur. Tasarının tartışılması Söz konusu tasarı ile ilgili olarak Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğü ile Yargıtay tarafından 17 Haziran 2005 tarihinde “Yargıtay Konferans Salonu’nda” müştereken (Türk Borçlar Kanunu Tasarısının Değerlendirilmesi) konulu ve bir tam gün süreli tartışmalı bir sempozyum düzenlendi. Tasarı komisyonu başkanı Prof. Dr. Turgut Akıntürk, sunulan iki tebliği dinledikten sonra henüz sempozyum sona ermeden ve bir mazeret de beyan etmeksizin sempozyumun “tartışmalar” bölümünü beklemeden, toplantı salonunu terk edip gittiği gibi, tasarı komisyonunun oluşumundan sona erdiği tarihe kadar geçen süre içerisinde, “görev almış görünen”, o günkü toplantı başkanı Yargıtay kökenli kişi de, “tartışmalar” bölümüne gelindiğinde, bu amaçla söz isteyenlere “zamanın daraldığı bahanesi ile” söz vermemiş ve bu suretle yapılan sempozyum toplantısı da “dostlar alışverişte görsün” toplantısından ileriye geçememiştir. Yakında yasalaşacak olan tasarı, böylece, kamuoyunda asla tartışılmamış bir tasarıdır. Yasa tasarısının 303382’nci maddeleri ile “kira sözleşmesi” hükümleri düzenlenmiş ve bu arada “İkinci Dünya Savaşı” yıllarında (19391945) ve savaşın oluşturduğu “olumsuz ekonomik şartların” cezai müeyyidelerle önlenmesi veya dengelenmesi amacı ile çıkarılan “Milli Korunma Kanunu” ve bu meyanda hava parası veya kararlaştırılmış kira bedelinden fazla para alan mal sahiplerine öngörülen bir yıl hapis ve ayrıca ağır para cezası hükümlerini içeren 6570 sayılı “Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun” hükümleri, yeni tasarının 327 ve müteakip maddeleri ile büyük ölçüde değişikliğe tabi tutulduğu halde, tasarının, yürürlükten kaldırılan yasalarla ilgili 648’inci maddesinde hiç belirtilmemiştir. Diğer taraftan, Borçlar Kanunu’nun ana hukuki ilkesi “akit serbestisi” (bk. m. 19 ve tasarı m. 26) olmasına rağmen, 6570 sayılı özel kanun “cezai hükümler” içeren ve bu nedenle de “kamu hukuku” amacı güden bir kanun olduğu için, her ikisinin birleştirilmesi kanun yapma tekniğine ve hukuk kurallarına, tümden aykırıdır. Diğer taraftan, yine tasarı (m. 5) ile 3059 sayılı “kanuni faiz ve temerrüt faizine ilişkin” özel kanunun da bağımsızlığına son verildiği halde bu durum yürürlükten kaldırılan kanunlarla ilgili tasarının 648’inci maddesinde asla belirtilmemiştir. Türk hukuk sistemi tıp alanında olduğu gibi bir “hukuk kodeks” sistemi yoktur. Çıkarılış amaçları ve hükümleri değişik yasalar asla birbirleri ile birleştirilemez ve her yasa “bağımsızlığını korumak” zorundadır. Kaldı ki, gerek kiralarla ilgili 6570 sayılı özel kanun ve gerekse faizle ilgili 3095 sayılı kanunlar “ekonomik ve sosyal” sebeplerle sık sık değişime uğrayan kanunlardandır ve bu nedenle de “ana kanun” içerisine alınmaları sakıncalıdır. Tasarının redaksiyonu Tasarı, “bölükpörçük” ve değişik kişiler tarafından kaleme alındığı ve topluca çalışılmadığı içindir ki, tasarının “birlik ve bütünlüğü” ve diğer bir deyişle “yeknesaklığı” sağlanamamıştır. Bu nedenle de, hazırlanan tasarıda “ne dil ve ne de kavram” birliği vardır. Kimi madde tasarısında, “icap” yerine “öneri” (m. 3), “zımnî kabul” yerine “örtülü kabul” (m. 6), “muvaza’a” yerine “danışıklılık” (m. 19), “icâzet” yerine “onam” (m. 46), “âriyet” yerine “kullanım ödüncü” (m. 383), “temerrüt” yerine “direniş” (m. 122), “akit yapma vaadi” yerine “önsözleşme” (m. 297), “rızada fesat” yerine “irade bozuklukları” (m. 23), deyimleri kullanılmış olmasına rağmen, diğer taraftan, “muâcceliyet, budlân, müteselsil, fesih...” gibi, bir kısım kavramlara hiç dokunulmamış ve nedenleri de açıklanmamıştır. Bu çelişkili kavram ifadesi, kanun tasarısı hazırlanırken veya hazırlık tamamen bittikten sonra, bir “redaksiyon” heyetinin oluşturulmamış olması ve tasarı maddelerinin “bölükpörçük” ve değişik kişiler tarafından kaleme alınmış olmasından kaynaklanmıştır, biz bu kanıdayız. Bizim kişisel kanımıza göre Borçlar Kanunu gibi “temel” bir kanunda yapılan hatalar, toplumda çok büyük yaraların açılmasına neden olur. Tasarının hazırlanması Bizce, komisyon üyeleri, şu anda Türkiye’de mevcut 47 hukuk fakültesi dekanlarına ve bu meyanda ilgili kurum ve kuruluşların temsilcilerine gönderilecek birer yazı ile seçim yolu veya inha suretiyle onların bildirdikleri isimlerle tasarı komisyonunu oluşturmak ve bu suretle de komisyonun hem siyasi otoritesini ve hem de Avrupa Birliği’nin istekleri doğrultusunda bir tasarı hazırlanmasından kurtarmak mümkün idi. Biz şahsen, tasarının en çok 45 kişiden oluşan bir heyet tarafından hazırlanması gerektiği kanısındayız. Nitekim Cumhuriyetin ilanından önce Borçlar Hukuku ile ilgili hükümleri içeren “Mecellei Ahkâmı Adliye” adlı kanun, Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında, beş kişiden oluşan bir heyet tarafından hazırlandığı gibi, 4721 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılan 1926 tarihli Türk Medeni Kanunu da İsviçreli Profesör Eugen Huber tarafından tek başına hazırlanmış bir kanun idi. Ayrıca, halen yürür Şark Kafası Abdullah TEKİN S on aylarda üzerinde çokça konuşulan laiklik kavramı, çok kısa bir tanımlamayla, şark kafasına karşı duruş sergileyen ve devrimci düzeni korumaya yarayan bir araçtır. Ancak burada ele alınıp tanımlanması gereken esas unsur laiklik değil, şark kafasıdır. Şark kafasının ne olduğunu iyi bilmeyen veya görmeyenler laiklik kavramının önemini anlamakta güçlük çekebilirler. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında kabuğuna çekilen ve son yıllarda iyice ortaya çıkan bu kafa ile mücadele edilmedikçe, gerçek laiklikten söz edilemez. Öbür türlü laikliği din ve devlet işlerinin ayrımı şeklinde basite indirgemek, “ statueque”cu bir tanımlama yapmaktan öteye gidemez. Son yıllarda boyut kazanan gericilik endüstrisi ortaçağ ortam ve koşullarının oluşması yolunda büyük çaba harcamaktadır. Bu çabaların sonucunda şark kafası yaygınlaşmaya başlamıştır. Şark kafası nedir? Şark kafası Batı uygarlığına ahlaksızlık diyen kafadır. Şark kafası yeniliklerde “Ulemaya sordunuz mu” diyen şeriat vizesine alışkın kafadır. Şark kafası ikili bir yaşam biçeminden vazgeçemeyen ve bunu “ takıyyeci ” bir yaklaşımla sürdüren bir kafadır. Okulun yanında medrese de olsun ister. Bu tür bir kafanın ödüncü po litikalar gütmesi, yapısının bir gereğidir. Bugün ülkeyi yönetenler can alıcı sorunları biçimsel ve salt siyasal ölçeklerle çözmeye çalışmaktadırlar. Oysa esas ele alınması gereken değerler sosyoekonomik ölçekler dikkate alınarak çözülmelidir. Ülkenin büyük sorunları var ancak şark kafası kafaların dışıyla ilgilendiği için bu sorunlarla ilgilenme öteleniyor. Şark kafasının giderek yayıldığı ve yaşama egemen olduğu bir dönemin içindeyiz. Yakın günlerde şarap yapılıyor gerekçesiyle üzüm bağları sökülürse kimse şaşırmamalıdır. Teke yöresindeki Yörüklerin güzel bir atasözü vardır: “Değirmenin dip çivisi çıkınca un yerine yarma atar.” Şimdilerde o ortamı yaşıyoruz. “Mavi Akım” projesindeki rüşvet skandalının içine batmış olan “yarma”lardan biri, olayı bir içki sofrasında kutlamaya çalışırlarken kendisine sunulan içkiyi reddetmiş, “İslamiyette içki haramdır, onun yerine mümkünse bana kadın gönderin” demiş. Bu yaklaşım, şark kafasını en iyi tanımlayan örneklerden biri olarak yaşam tarihine geçmelidir. Atatürk’ün ileri görüşlü ve büyük bir insan olduğu, ilk iş olarak şark kafasını değiştirme çabalarıyla, laikliği devrimlerin ana ekseni olarak saptayıp uygulamasında görülmelidir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle