05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 ŞUBAT 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Türk işçisi Avrupalıya göre yılda 1152 saat fazla çalışıyor. 3 kişilik iş ise 2 işçiye yaptırılıyor ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK 13 İş değil, modern kölelik ? Dünyanın en çok resmi tatil yapan ülkelerinden biri olduğu öne sürülen Türkiye’de, asıl fatura “işçi”ye çıkıyor. AB’de fazla mesailer de dahil 48 saati aşamayan haftalık çalışma süresi Türkiye’de 72 saati bile buluyor. Ekonomi Servisi Yüksek boyutlardaki işsizliğin oluşturduğu “tehdit” nedeniyle milyonlarca işçi sigortasız çalışmaya razı olurken, hizmet, ticaret, turizm gibi sektörlerde ise yasal olmayan fazla çalışma sürelerine itiraz edemeyen işçilerin Avrupa’da aynı işi yapan işçiye göre yüzde 50 daha fazla süreyle çalıştırıldığı belirlendi. Böylece bu sektörlerde normalde 3 işçiyle yapılması gereken işlerin, 2 işçinin yasaya aykırı biçimde fazla çalıştırılması yoluyla yaptırıldığı bildirildi. Hakİş’in hazırladığı “İşsizlik Kıskacındaki Modern Kölelik: Fazla Çalışma” raporuna göre; Türkiye’de çalışma saatlerinin haftada en fazla 45 saat olarak belirlenmesine rağmen, mesailerle birlikte ortalama çalışma süresi 50 saat oluyor. Ancak bu süre bazı sektörlerde 72 saate ulaşıyor. AB standartlarında ise ortalama çalışma süresi, fazla mesailer de dahil, 48 saati aşamıyor. Türkiye’de imalat sanayii işçisinin haftalık çalışma süresi 52.1 saatle rekor bir düzeye ulaşırken, aynı süre Yunanistan’da 42.7, İrlanda’da 39.1, AB ortalamasında ise 38.5 saat düzeyinde bulunuyor. Türk işçisi imalat sanayiinde çalışma saatlerinde rekor kırarken, hizmet, ticaret ve turizm gibi birçok sektörde de günde 12 saate, haftada 72 saate ulaşan çalışma süreleri uygulanıyor. AB’de 2 bin 304 saat olan fazla mesailer de dahil yıllık yasal çalışma süresi, Türkiye’de 2 bin 430 saate ulaşıyor. Ancak uygulamada ise yasadışı ve yasal fazla mesailer de dahil bu süre imalat sanayiinde 2 bin 500 saate; hizmet, ticaret ve turizm gibi sektörlerde ise 3 bin 456 saate ulaşıyor. Büyük Birleşme Ülke siyasetinde bir “büyük birleşme” gerçekleşiyor. İslamcı sağ ile aşırı milliyetçi sağ birleşiyor. Cumhurbaşkanı seçiminde başlayan nişanlılık süreci, türban anlaşmasıyla dönüşü olmayacak bir evlilikle noktalanıyor. Varılan birliktelik uzun yılların gelişmelerinin niteliksel dönüşümüdür. ??? Osmanlı’nın son on yıllarında ortaya çıkan başlıca düşünce akımları, İslamcı, milliyetçi, Osmanlıcı ve çağdaşlaşmacı olarak dörde ayrılıyordu. Aslında İslamcılık ve Osmanlıcılık birbirine çok yakındı ve esas olarak “geçmişe” bakıyordu. Toplumun gönenci ve iyiliği için geçmişin güzel günlerine dönülmeliydi. Eğer İslamın ilke ve kuralları, yani Kuran’ın hükümleri tam olarak uygulanırsa, mükemmel bir toplum oluşabilirdi. Buna karşılık milliyetçiler, “İslamı bir tarafa bırakıyor”, onun yerine Türk kültürünü öne çıkarıyor ve bunu Orta Asya’dan çok tanrılı dönemlerden başlatıyordu. Milliyetçilerin bir bölümü yayılmacı Turan ülküsünü; “gerçekçi” denilebilecek kesimi de barışçı ve Türkiye odaklı bir çizgiyi yeğliyordu. O yıllarda bir adı da Batılılaşma olan çağdaşlaşmaysa, başta Fransa olmak üzere, Avrupa ülkelerinin örnek alınmasıyla ülkenin gelişebileceğini savunuyordu. “Cumhuriyet”, çağdaşlaşmacı ve barışçı milliyetçi akımların birleşimi olarak doğdu. Ancak, özellikle de Avrupa’da ırkçılığın yükseldiği 1930’lu ve 40’lı yıllarda, milliyetçiliğin yayılmacı kanadı, CHP’nin tek parti yönetimiyle açıkça ters düştü. İslamcı ve Osmanlıcı akımların esas gövdesi, doğası gereği, çağdaşlaşmayı ve Cumhuriyeti hiçbir zaman içine sindiremedi; “isteyerek” onaylamadı. Çok partili yaşama geçildikten sonra milliyetçiler, değişik adlar altında ayrı parti kurmayı denedilerse de bunların önemli bir bölümü Demokrat Parti’de siyaset yaptı. İslamcılar da Demokrat Parti’den yararlandı; Cumhuriyetle barışık olmamaları nedeniyle milliyetçiler kadar erken davranamadılar. İslamcılar ancak, 1970’lerde partileştiler. Siyasetin özgürleştiği 1960’ların ikinci yarısından sonra, dinci sağ ile milliyetçi sağ birbirinden ayrı siyasal hareketler olarak doğdu ve öyle yol aldı. Ayrılık doğaldı çünkü bu ikilinin düşünsel kökenleri birbirinden çok farklıydı. İslamcılar, kapatma ve açılmalarla yaşanan bir partileşme sürecinden sonra merkeze yönelme çabalarına girdiler ve AKP olarak yollarına devam ediyorlar. Aşırı milliyetçiler ise, 1960’lardan sonra, geçmişte İslamcılığı yadsıyan düşünsel kökenlerini bir tarafa bırakarak Türkİslam “sentezciliğini” öne çıkardılar ve “vurucu” özellikler sergilediler. İki aşırı sağcı akımın, dinci ve milliyetçi sağın, tarihsel olarak ayrı partilerde örgütlenmesi, artılarıyla ve eksileriyle ayrı bir değerlendirme konusudur. Ancak, aşırı sağın bu “ayrılığının”, Türkiye siyasetinin işleyişi yönünden, özellikle de demokratik dengeler açısından, olumlu etkileri olduğu söylenebilir. Dinci sağ, siyasal boşluktan da yararlanarak, 2002’de tek başına iktidar oldu. Merkez sağın, yani DYP ve ANAP’ın Demokrat Parti adıyla birleşmesinin “bilinmeyen/açıklanmayan nedenlerle” çökmesi/çökertilmesi sonucu, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden AKP güçlenerek çıktı; vuruculuktan arındığını söyleyen MHP de üçüncü sırada Meclis’e girdi. İslamcı ve sentezci milliyetçilerin, önce cumhurbaşkanı seçimi, şimdilerde de türban işbirliği, Türkiye siyasetinde yepyeni bir sayfadır. Son elli yıl boyunca ayrı olan dinci ve aşırı milliyetçi sağın bu çok duyarlı iki konuda birleşmesiyle, Türkiye siyaseti, “köklü bir biçimde” nitelik değiştirmektedir. Bu ikili, yani birleşik aşırı sağ, yüzde 60 dolayındaki seçmen desteğine sahip olduğu varsayımıyla, gerçek özelliklerini sergilemeyi sürdürecek iç ve dış politikada, aşırı sağcı bir iktidarın yapacaklarını yapmaya çalışacaktır. Bu işbirliği, özellikle eğitimde ve devlet olanaklarından yararlanmada çok daha ileri noktalara taşınacaktır. Ek olarak, diğer ülkelerin deneyimlerinin kanıtladığı gibi, bu birleşmenin uzun dönemde milliyetçileri zayıflatacağı ve İslamcıların egemenliğini pekiştireceğini söylemek hiç de yanlış olmaz. ??? Bu büyük birleşme ve gidiş, çağdaşlaşma ve demokratikleşme açısından hiç de sağlıklı değildir; giderek tehlikelidir; çünkü dizginsiz ve dengesizdir; karşısında toplumu kucaklayan doğru dürüst bir muhalefet partisi yoktur. Bu nedenle, CHP, üst yönetimini ve yönetim anlayışını bütünüyle değiştirmeli ve güçlenmelidir. Yakında yapılacak olan CHP Kurultayı, demokratikleşmeyi, çağdaşlaşmayı ve solda birliği öne çıkararak partinin halkla bütünleşmesini sağlayacak yeni bir yönetimi iş başına getirmelidir. CHP’ye gönül ve destek verenlerin tarihsel, toplumsal ve siyasal sorumluluğu bunu gerektirmektedir. [email protected] İşçilerden grev çağrısı Tersane İşçileri Birliği Derneği’nin (TİBDER) Beyoğlu’nda düzenlediği yürüyüşte grev çağrısında bulunuldu. “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni”, “Tersanede grev, tersanede direniş” sloganları atan, “Sigortasız çalışmaya, iş cinayetlerine karşı örgütlü mücadeleye” pankartı açan işçilere hitaben konuşan TİBDER Başkanı Zeynel Nihadi oğlu, “20012006 yılları arasında 32, son 7.5 ayda da 14 işçi arkadaşımız iş cinayetlerine kurban gitti” dedi. İkinci TİBDER kurultayında grev kararı aldıklarına değinen Nihadioğlu taleplerini şöyle sıraladı: “Her tersaneye koruyucu donanımlar, revir, ambulans ve acil müdahale doktoru sağlansın. ‘İşçi sağlığı ve iş güvenliği’ eğitimi verilsin. 7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası uygulansın. İş cinayetlerinin sorumluları yargılansın. Kansere neden olan ‘grit tuzu’ yasaklansın.” (MEHLİKA AKGÜN) Yoksulun enflasyonu ikiye katlandı Ekonomi Servisi Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Birleşik Metalİş Sendikası tarafından yapılan araştırmaya göre, ocak ayı için ortalama yüzde 0.80 olarak açıklanan enflasyon, en yoksul yüzde 20’lik kesim için yüzde 1.74 olarak gerçekleşti. Araştırmada, yıllık enflasyonun da en yoksul yüzde 20’lik kesim için yüzde 10.11 oranıyla, en zengin yüzde 20’lik kesimin yüzde 8.55’lik enflasyonunun üzerinde gerçekleştiği belirtildi. Temel Harcama Endeksi’nin yıllık yüzde 15.01 oranında artış gösterdiği ifade edilen araştırmaya göre yıllık fiyat artışları kiralarda yüzde 16, ekmekte yüzde 20, toplu ulaşımda yüzde 9.8, oranında gerçekleşti. Mobil imza dünyaya örnek oldu İSTANBUL (AA) Turkcell ve Bankalararası Kart Merkezi (BKM) işbirliğiyle, Turkcell mobil imza müşterileri, başka bir şifre almaya gerek kalmadan kredi kartlarıyla mobil imzalarıyla internetten alışveriş yapabilecek. Projeyle, mobil imza, dünyada ilk kez kredi kartıyla internetten yapılan alışverişlerde kullanılacak. İşbirliği, internet üzerinden yapılan alışveriş işlemlerinin güvenliğinin arttırılması için geliştirilen sistem olan 3DSecure sistemiyle mobil imza teknolojisini bir arada kullanıma sunuyor. Sisteme üye olacak bankaların müşterilerinin, kredi kartlarında bu imkânı kullanabileceği işbirliği projesi kapsamında, mobil imza kredi kartıyla internetten yapılan alışverişlerde de imza ve şifre yerine geçecek. Sistemi kullanacak müşteriler, alışveriş yaparken işlemlerini internetten ayrıca bir şifre girerek onaylamak yerine, Turkcell mobil imzayla cepten onaylayabilecek. Bunun için kredi kartı bilgisi alışveriş sitesinde kullanıldığında, işlem tutarı kredi kartı hesabına yansımadan önce kredi kartı sahibince mobil imzayla onaylanacak. Turkcell ve BKM’nin işbirliğiyle, mobil imza dünyada ilk kez kredi kartıyla internetten yapılan alışverişlerde kullanılacak TÜSİAD’dan Meclis’e ArGe mektubu Ekonomi Servisi TÜSİAD, “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nı değerlendirerek ArGe merkezinin tanımında yer alan unsurların yeniden gözden geçirilmesi, söz konusu tanımdaki ArGe personeli sayısı koşulunda indirime gidilmesi, teknoparkların da tasarı kapsamına alınması uyarısında bulundu. TBMM Plan Bütçe Komisyonu Başkanı Sait Açba’ya gönderilen mektupta, tasarıda “ArGe Merkezi”nin tanımında yer alan “en az 50 tam zaman ArGe personeli istihdam etme” kıstasının gözden geçirilmesi gerektiği kaydedildi. Chip&Pin’e eşdeğer Turkcell Katma Değerli Servislerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Cenk Serdar (sağda), işbirliğinin, bankalar açısından chip&pin’e eşdeğer olmasından dolayı kredi kartı sahteciliğine karşı etkin önlem oluşturma, üye işyerinden gelen teyit riskini mobil imza sertifika sağlayıcıya devretme gibi faydaları bulunduğunu söyledi. BKM Bilgi İşlemden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Mert Gülçür, Türkiye’de şu anda aktif olarak 10 bin civarında kuruluş ve işletmenin eticaret yaptığını, 3DSecure sistemini kullanan işyeri sayısının ise 1186 olduğunu kaydetti. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com misinin 1970’lerde girdiği yapısal krizden çıkamadığının bir kanıtıdır. Şu basit soruyu sormak yeter: Ya bu kredi köpüğü olmasaydı? ABD, GSMH’sinin yaklaşık yüzde 72’sini tüketim harcamaları oluşturuyor. ABD hane halkın tasarrufları uzun süredir çok düşük, hatta negatif oluğundan, bu tüketim harcamaları krediye dayanıyor. Tüketici kredilerine, kredi kartlarına, 1990’larda borsanın zenginlik etkisi de eklenmişti. Kredi köpüğü, 2000’li yıllarda da ev fiyatları yükselirken insanların evlerinde oluşan değeri düşük faizli ipoteklerle paraya çevirerek, harcamalarını güçlendirmeleriyle daha da büyüdü. Bu tüketim, başta Çin ve Asya ülkelerinin ihracatını emiyordu... Bu ülkeler ihracat gelirlerini, yeniden ABD piyasasına göndererek, yeni kredi olanakları yaratıyorlardı. Yeni mali enstrümanlar, kredi riskini, verenden piyasaya transfer ediyor, kredi vermek kolay ve adeta risksiz hale geliyordu. İşte son 10 yılda ABD’nin ve Dünya ekonomisinin sözde güçlü büyümesi bu saadet zincirine dayanıyordu. 1980’lerde TINA (başka seçenek yok) sloganıyla başlayan neoliberal kriz yönetimi, 1990’ların sonunda artık ancak NINA (ne geliri var ne varlığı…) kredileriyle ayakta durmaya çalışıyordu. Sonunda korkulan oldu zincir kırıldı. Bu, herkesi son dakikaya kadar, birilerini hâlâ, inkâr noktasında paralize edecek kadar büyük korkunun arkasında, 1970’lerden bu yana bir türlü temizlenemeyen, gittikçe büyüyen aşırı üretim/kapasite) talep yetersizliği sorunu bir depresyon tehlikesi var. Kredi köpüğü, sanayilerin bu aşırı üretim/talep yetersizliği sorunu yokmuş gibi yaşamalarına, sorunlarını sürekli ertelemelerine olanak sağladı. 19902006 arasında, kredi üzerinden yaratılan finansal enstrümanların hacmi dünya hasılasının yüzde 27’sinden, yüzde 772’sine yükseldi. Bu dönem boyunca, madencilik sektöründen otomobile, demir çelikten kimyaya, mikro çipten, fiber kabloya, cep telefonuna kadar yeni kapasiteler kurulmaya devam edildi. Şimdi kredi köpüğü delinirken ilk darbeyi inşaat sektörü, bankalar yiyor, ama tüketici talebi gerilemeye devam edecek, ekonomiler yeniden talep yetersizliği sorunuyla yüzleşmek zorunda kalacaklar. Enflasyonun başını kaldırdığı bir dönemde yeni bir kredi köpüğü yaratmak da olanaklı değil. Şimdi sisteme yeniden çeki düzen vermek; kapasite fazlasını toplumsal sarsıntılara yol açmadan eritmeye çalışmak gerekiyor. Ancak bu süreci küresel çapta düzenleyecek bir siyasi iktidar, mali irade yok. İş yine ulus devletlere, merkez bankalarına kalıyor. İyi de sermaye hareketlerinin, ticaretin serbest ve denetimsiz olduğu bir ortamda, bu düzenlemeyi yapmaya çalışan hükümetler, kendi ülkelerindeki kapasite sorununu nasıl yönetecekler? Talep destek politikaları, ya yerli sanayi ve iş olanaklarını korumak yerine, ithalatı körükler, başka ülkelerdeki fazla kapasitenin yaşamasına yardımcı olursa? Örneğin ABD’nin durumunda, yükselen güçlerin daha da güçlenmesine katkıda bulunursa? Bu kriz öyle birkaç bankanın iflasıyla, üç dört günlük dalgalanmayla aşılacak gibi değil. Ekonomik olanla jeopolitik olan da iç içe girmeye başladı… DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA G7 toplantısında da saptandığı gibi, kriz, genişlemeye, yeni piyasalara, bölgelere bulaşmaya devam ediyor. ABD Merkez Bankası’nın ani ve büyük faiz indiriminin bir haftadan fazla etkisi olmayacağını aktarmıştım. “Süper Salı” başkanlık ön seçimleri yapılırken borsalar son bir yılın en büyük düşüşünü yaşadılar. Çarşamba günü, Financial Times, uluslararası muhasebecilik şirketi Price Water House’un genel müdürü Samuel DiPiazza’nın ağzından, krizin mali sektörden, sanayi şirketlerine sıçramaya başladığını aktarıyordu. Perşembe günü Reuters, ABD ekonomisindeki gerilemenin derinleştiğini yazıyor, cuma günü, Wall Street Journal’da Carrick Mollencamp, krizin Avrupa bankalarına sıçramak üzere olduğunu haber veriyordu. Dahası krize ilişkin önceki yıldan bu yana yaptığı öngörüler hep gerçekleşen ekonomist Nouriel Rubini, “sistemik mali çöküş senaryosunun güçlendiğine” inanıyordu. The Economist’e göre, ABD ekonomisinin mali motoru bozulmuştu, iyileşmeye başlamadan önce, giderek daha da kötüleşecekti (08/02). vaatlerinden biri, toplumun en üs kesiminde oluşacak zenginliklerin, aşağıya doğru sızacağına ilişkindir. Mali piyasalarda bir sözüyle, dövizlerin yönünü değiştirebilen, mültimilyarder Buffet, 11 Aralık’ta Hillary Clinton’la çıktığı bir basın toplantısında şöyle diyordu: “Başıma yukarıdan bir itfaiyeci hortumu tutuldu, ama aşağıya bir damla bile sızmadı. Geçen 78 yılda süper zenginler büyük olanaklar elde ettiler, Amerikan işçisine bir şey düşmedi. Süper zenginler açısından harika bir dönem oldu. Ama eğer yukarıdan aşağıya sızıntı teorisine inanıyorsanız, 1987’den bu yana aşağıya hiçbir şey sızmadı” (Associated Press, 11/12/07). 1987, borç krizinin nihayet çözümlendiği, IMF ve Dünya Bankası’nın yeni edindikleri güçle, o yıl merkezde krize giren mali sermayeye yeni alanlar açmak için çevre ülkelerin piyasalarına, sistemli bir biçimde musallat olmaya başladıkları, Asya krizine giden yolun ilk taşlarının döşendiği yıldır. Milyarder spekülatör Soros’un saptamasıysa daha uzun bir dönemi kapsıyor. Soros’a göre “Bugünkü kriz daha önceki, 4 ile 10 yıllık devreler halinde yaşanan krizlere bazı açılardan benziyor. Ancak çok derin bir fark da var: Bugünkü kriz uluslararası rezerv para olan dolara dayalı bir kredi genişleme döneminin sonunu vurguluyor… Bu 60 yıldan fazla süren bir süper büyümenin sonunda oluşan bir krizdir” (Financial Times, January 23, 2008) Kriz Üstüne Uzun Dönemli Bakış Financial Times’ın ekonomi editörü Wolf da artık mali sektörü denetlemenin yollarını tartıştığı yazısında, soruna uzun dönemli bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Wolf, “Geçen 30 yıllık dönemde mali sistemin en önemli özelliği, kriz yaratma becerisi ve yarattığı özel kazançlarla, gündeme getirdiği kamusal riskler arasındaki oransızlıktır” saptamasını yaptıktan sonra sunduğu bir grafikle, 1982’den bu yana mali sektörün kârlarının toplam özel sektör kârları içindeki payının yüzde 5’ten yüzde 41’e çık Garanti’den yeni kredi kartı Ekonomi Servisi Garanti Bankası, “Bonus Platinum Card’’ adıyla yeni bir kredi kartı hizmete sunacak. Garanti Bankası’ndan yapılan yazılı açıklamada, bankanın, Bonus Card ile American Express’in sunduğu hizmetleri birleştirdiği bildirildi. American Express logosuyla kullanıma sunulacak Bonus Platinum Card’ın, diğer Bonus Card çeşitlerine oranla daha yüksek seviyede bonus kazandırırken, tüm dünyada geçerli American Express ayrıcalıklarından da yararlandıracağı kaydedildi. Kriz ve ‘uzun dönem’ “Sistemik” çöküş olur mu bilemeyiz, ama krizin daha uzun süre bizimle birlikte olacağı kesin. Bu yüzden, biraz da uzun dönemli hareketlere bakmaya çalışmakta yarar var. Dünyanın önde gelen, spekülatörlerinden Soros ve Buffet’in krizlere ilişkin kimi saptamaları, Financial Times’ın baş ekonomisti Wolf’un mali piyasalarla ilgili kaygıları, böyle bir bakış açısının giderek önem kazandığını gösteriyor. Bu tür yorumların neoliberalizmi ve küreselleşmeyi hedef alması da ayrıca ilginç. Örneğin, neoliberalizmin (serbestpiyasa vb..), küreselleşmenin en önemli Araç telefonu yerine uydu Ekonomi Servisi Araç telefonu sisteminin, Telekomünikasyon Kurumu’nun kararı doğrultusunda Türk Telekom tarafından 31 Aralık 2007 itibarıyla kapatılması nedeniyle yaklaşık 15 bin civarında araç telefonu abonesi seçeneksiz kaldı. Sorunu çözmek için Thuraya Uydu Telefon Sistemi’nin Türkiye’deki servis sağlayıcısı olan ve Telekomünikasyon Kurumu’ndan aldığı GMPCS ruhsatı ile kişisel uydu iletişim hizmeti veren Teknomobil A.Ş., kullanıma kapatılan araç telefonlarını uydu telefonları ile değiştirmek için bir kampanya başlattı. Thuraya Uydu Telefonlarının, hizmetine son verilen araç telefonu abonelerinin ihtiyaçlarını hem teknik, hem de ekonomik açıdan karşılayacağı belirtildi. tığını, halbuki katmadeğer içindeki payının yüzde 8’den ancak yüzde 16’ya yükseldiğini gösteriyor (05/02). Diğer bir deyişle 1980’lerden bu yana dünya ekonomisi küreselleşme esas olarak mali sektöre çalışmış. Şimdi mali sektör çökerken haliyle tüm ekonomiyi de peşinden götürüyor. Ya kredi köpüğü olmasaydı? Aslında bu kredi krizi dünya ekono CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle