29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 ARALIK 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bölge Kimden Sorulur? İSTANBUL, dış politikanın yeniden oluşması- na ilişkin olaylardan birine daha sahne oluyor şu günlerde. Pakistan’ın Asif Ali Zerdari ile Afga- nistan’ın Hamit Karzai’si Türkiye’ye geldiler ve yarın buranın devlet başkanıyla “Üçlü Doruk” ma- sasına oturacaklar. İlk Doruk sayılmaz bu. Birincisini Cumhur- başkanı Ahmet Necdet Sezer düşünmüş ve 29- 30 Nisan 2007’de başlatmıştı. Üçlüden değişen, yalnız o değil. Pakistan’ın başındaki Beşiktaşlı General Pervez Müşerref ABD’nin istediklerini tam yapmayınca çekilme- ye zorlandı, öldürülen Benazir Butto’nun yeri- ne de eşi Zerdari geçti. Karzai ise, Washington’la iyi geçinmeyi ve huzursuz Afganistan’ı yönetmeyi sürdürüyor. Uçaktan bakınca bile insanı ürküten Hindikuş Dağları’nın iki yanındaki komşular bunlar. Tali- ban o dağların kuzeyindeki düzlükleri kasıp ka- vururken, zirveler El Kaide’nin elebaşlarını ba- rındırmakta. NATO’yu zorlayarak yanına aldığı ül- kelerin askerlerine rağmen Taliban’la başede- meyen ABD, dağlardan inerek dünyanın başına musallat olanları durduramadığı için, Pakistan’a kızıyor. Galiba, tarihsel nedenlerle Ankara’da bu iki ül- ke için eskiden beri beslenen sıcak duygular bir yana, yalnızca terör konuşulsa da her ikisinin der- dini en iyi anlayabilecek tek devlet yine herhal- de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Böyle bir üçlü Doruk, bu bakımdan düşünülebilecek en doğru yöntem oluyor. Olay, “Ön Asya” coğrafyasına uzanan boyut- larıyla, Türk diplomasisinin oynayabileceği en doğru rol açısından da düşündürücü değil mi? Ulaşım ve iletişimdeki teknolojik sıçramaların ge- tirdiği kolaylıklar devletler arası politikada coğraf- yanın ağırlığını büyük ölçüde azaltmış olsa da, değişmeyen düstur şudur: Bir ülkenin coğraf- yadaki konumu tarihsel yakınlıklarla da pe- kişmişse, böyle bir ülkenin bu durumu değer- lendirmeden durması büyük bir yanlışlık olur. Şu konumuna bakın Türkiye’nin: Öyle bir ülke ki, hem Asya’da hem Avrupa’da, hem Avrupa Konseyi’nin hem İslam Konferansı Örgütü’nün üyesi, hem devleti lâik hem halkı Müslüman, hem Balkanlı hem Ortadoğulu, hem Karadenizli hem Akdenizli. Listeyi uzattıkça uzatabilirsiniz. Böyle bir ülke, yüzüne çarpılan AB kapısı önün- de beklemek ya da ABD’nin Ortadoğu taşeronluğuna soyunmak yerine, tam ortasında durduğu coğrafyanın koşullarını geçmiştekinden çok daha kullanarak “bölge merkezli bir dış po- litika”yı benimseyemez mi? Son zamanlarda ken- diliğinden, usulca ve olayların itişiyle gerçek- leşmekte olan da budur belki. Zamanla, herke- se “Bu bölge Türkiye’den sorulur” dedirtmemiz gerekmez mi?.. [email protected] PENCERE Tesettür Tefrikası... Yazımızın başlığı az buçuk Osmanlıca... Eskiden gazetelerde roman yayımlanırdı; o gün- lerin deyişiyle ‘tefrika’ edilirdi... Her gün kısa bir bölümü okunan romanın ta- dına nasıl varılırdı, bilemem... Şimdi gazetelerimizdeki kimi konular, tefrika edi- len romanlara dönüştü... Tesettür bunlardan biri... Fransa’da okuyan Belgin Doğru ile Esma Nur Kavacı beden eğitimi derslerine türbanla girmek için diretmişler... Bu nedenle okuldan kovulmuşlar... Kızlar Fransız yargısına başvurmuşlar... Fransız yargısından olumsuz karar çıkınca, bu kez de davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkeme- si’ne götürmüşler... Sonuç?.. AİHM, öğretim kurumlarında dinselliği vurgu- layan giysilerin laiklik ilkesine ters düştüğünü be- lirterek, kızları düş kırıklığına uğratmış... Çoktan beri izlediğimiz tesettür romanının ga- zetelerde yayımlanan son tefrikası böyle... Öteden beri süregelen tesettür davası AİHM’de görülen davalarla da bitmez... Bugün koskoca İslam coğrafyasında iki salgın var: Tesettür.. Ve terör.. İkisi de politikayla aşna fişne konular... Tesettür kavgası ve salgını Türkiye’de büyük çapta geçerli... Öylesine ki, CHP bile, bu olumsuz gerçeğin al- tında ezilerek, çarşaflı kadınlarla flört etmeyi par- tinin seçim siyasetine dönüştürdü... İlginç bir gelişme... Ancak CHP’nin bu girişimi ne sonuç verecek?.. Bilinemez... Şunun şurasında yerel seçimlere dört ay kal- dı... Seçimde tesettürcü AKP’nin oy oranı düşecek mi?.. Çarşaflı seçmenlere göz kırpan CHP’ninki yükselecek mi?.. Hiç kuşkusuz sandıkta belirlenecek oy oranları yalnız tesettür üzerine varsayımlara ya da yo- rumlara dayandırılamaz... Soru işaretleri seçimden sonra da sürecektir... Peki, üstünde soru işareti bulunmayan gerçek nedir?.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gerçeğin altını son kararıyla bir kez daha çizmiştir... Tesettürün dinsel içeriği ayan beyandır... Kadını erkekten aşağı gören, iki cins arasındaki eşitsizliği vurgulayan, insan haklarına ters düşen tesettürün demokrasiye aykırı olduğunu söylemek ise bir bilimsel gerçeği açıkça dile getirmektir... Ne yazık ki her bilimsel gerçek sandıkta oy ge- tirmiyor... T artõşma, doğrularõn elde edilme amacõna yönelmesi gereken cid- dî bir demokratik yöntemdir. Üze- rinde kuşkular doğmuş alanlarõ ay- dõnlatmak için veya yeni düşün- ce ufuklarõ bularak kesin yargõya ulaşõlmayõ sağlamak bakõmõndan açõlan tartõşmalar ya- rarlõdõr. Ama akõl ve bilimin somut süzgeç- lerinden geçerek, tarihsel deneyimlerle des- teklendikten sonra toplumca kabul görmüş ve uygarca başarõlar kazanmõş konularda tartõş- ma yersizdir. Çünkü doğru, tek yanlõ ger- çektir. Halktan yana gerçekleştirilen ve tüm öğe- lerinde; çağcõllaşmayõ, ilerici ve toplumcu il- keleri hedef edinmiş eylemselliği içeren Ke- malist ideoloji’nin temel özellikleri, “de- mokratik özgürlük” savõyla tartõşma gün- demine getirilmektedir. Anayasada yer alan başlangıç ilkeleri ve “değiştirilmesi teklif da- hi edilemeyen” maddelerin birlikte korun- duğu devrim yasalarının eleştirisi yapõl- maktadõr. Halkõn dirlik ve esenliğini sağlayan ulusal değerlerle donatõlmõş ve evrensel ge- lişme ölçütleriyle örtüşen devrimci bir nos- yon, nesnel kõstaslar dõşõ ve “kamu zararı ” pahasõna tartõşmaya açõlmaktadõr. Kötücül amaçlõ olumsuz uğraş, bu kez tam esastan ve köktendeğişimci bir tavõrla kotarõlmaktadõr. Aslõnda bir yergiler dizisi, bir karalamalar bileşkesi ve bir karşõdevrim arayõşõ niteliğinde olan ve “tartışma” adõyla sunulan çabalarõn demokrasiyle ilgisi yoktur. Antiemperyalist ve tam bağõmsõzlõktan yana düşünceyle öz- deşleşmiş devrimsel temelleri yõkmakla iliş- kisi vardõr. Onun için de anayasaya temel oluş- turan tarihsel ve siyasal olguyu irdelemek zo- runluluk taşõmaktadõr. Gerçekler Halklarõnõn varlõğõna kastedenleri, “insa- fa getireceklerini” savunan işbirlikçi ay- mazlarla, yandaş çõkarcõlar çok görülmüştür. Halbuki; bireysel, zümresel veya hanedanlõ- ğa dayalõ yönetimleri sömürgeci destekler- le ayakta tutmak düşüncesi bile alçaltõcõ bir davranõştõr. Daha da fenasõ, işgalciyle ortak- laşa silaha sarõlarak tam bağõmsõzlõk yanlõ- larõna cephe almaktõr. Fransõz Vichy ve Norveç Quisling yönetimlerinin İkinci Dün- ya Savaşõ’ndaki faşistlerle işbirlikçi rolleri neyse Osmanlõ mütareke hükümetlerinin Da- mat Ferit ve Anzavur Ahmet’lere değin uzanan işlevleri de odur. Mustafa Kemal’in önderliğindeki direnişin karakteriyse; tam ba- ğõmsõz, halkõ özgür ve geleceğini kendisi çi- zebilen onurlu bir ülke yaratmaktõr. Anado- lu İhtilali, İstanbul’daki yönetim anlayõşõna uygun davranarak Petain veya Quisling benzerlerine yardõmcõlõk veya yaranõcõlõk mõ yapmalõydõ? Veya kurulan devrimci Cum- huriyetin ilkeleri, anayasal esaslardan uzak mõ tutulmalõydõ? “Başlangıç” maddesinde; “Devletin bö- lünmez bütünlüğü, Atatürkçü ulusalcılık, devrim ve ulusal istenç” belirleyen bir ana- yasa; “Tasa ve kıvançta ortaklık, barış, la- iklik, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması” gibi ölçütlerden konu açõyorsa üze- rinde şu şekilde durulmalõdõr: Eğer, belirtilen öğeler daha da pekiştirilecekse sorun yoktur. Ama var olan nitelemeler kaldõrõlarak; tari- hin gerilerine, ilkellik ve bağnazlõklarõna dönülmek istenilirse ortada toplumsal alanõ ilgilendiren “vahim bir tertip” var demek- tir. Çünkü; “Değiştirilmesi teklif dahi edi- lemeyen” devrimci anayasal hükümleri; baş- langõç ilkeleri ve devrim yasalarõyla birlikte tartõşmaya açanlar, Cumhuriyet hukukunu; devletin şekli, dili, bayrağõ, marşõ, başkenti ve tüm çağcõl nitelikleriyle tartõşmak iste- yenlerdir. Kurtuluş Savaşõ başõndaki; “Biz adam olmayız, bizim yönetilmemiz gereklidir” di- yen idare-i maslahatçı ve boyun eğiciliğe tes- lim olmuş zihniyetin uzantõlarõ, Ulusal Ege- menlik erkini hanedanlara bağlõ kõlmak iste- yen eğilimi taşõrlar. Kendi halklarõna saygõ- sõz, aile egemenliğine yeniden biat etmeye ça- lõşanlarõn Cumhuriyet rejimiyle gönülden bağlarõ olabilir mi? “Tam bağımsızlık” idealine uyum sağ- layamayanlar, dõş dünyaya hizmet edenler, dünya barõşõnõ bozmak için kurulan saldõrgan paktlara girenler, “üs” ve “tesis” adõyla ya- bancõ ülke güçlerine yer ve yurt verenler, uluslararasõ ilişkilerde eşitlik ilkesini yadsõ- yanlar 1919 ruhundan esinlenen anayasal esin kaynağõndan rahatsõz olmazlar mõ? “Küreselleşme” adõyla kapitalist dün- yanõn maddesel çõkarlarõyla içli dõşlõ olan- lar, ABD ve AB cenahõndan; fon, yardõm ve destek adõyla nemalananlar, “antikapi- talist” olduğunu beyan eden Atatürk’ü dõşlayanlar, “sosyal devlet” tanõmõndan çe- kinmezler mi? “Milletlere mal olmuş veya olmamış devrimler vardır” diyenler; “Sevr’i bir ka- rış genişletti diye resimleriyle ve heykel- leriyle her gün karşımızdadır” şeklinde- ki yaklaşõmlarõyla Lozan’a tavõr koyanlar, 24 Temmuz l923 tarihinde hukuken onay- lanan yeni bir devletin ve onun yeni içeri- ğini belirleyen anayasal temellere soğuk bak- mazlar mõ? Kamu iktisadî kurumlarõnõ kapatanlar, liman ve tersaneleri satanlar ve “karşılık- lılık” ilkesine uymadan topraklarõ peşkeş çe- kenler, l961 ve hatta 1982 Anayasasõ’nõn özelleştirmeye cevaz vermeyen yapõsõnõ budayan, şu anki yaklaşõmõ destekleyenler değiller midir? “Hurafe ve safsatalarla” halkõ kandõran- lar, din ve vicdan özgürlüğünü oya dönüş- türenler, Atatürk ilkeleriyle ilişkileri bulun- mayanlar bağnazlõktan ötede neyi tartõşma- ya açmaktadõrlar, o belli değil midir?.. Anayasada sõralanan; “Öğrenim birliği, şapka giyilmesi, tekke ve zaviyelerin ka- patılması, medeni nikâh, yeni rakam ve harflerin kabulü, lakap ve unvanların kaldırılması ve bazı kisvelerin giyileme- yeceğine” ilişkin devrim yasalarõndan han- gisi toplumsal gelişmelere aykõrõdõr da tar- tõşõlacaktõr? Cumhuriyet’in; “Ulusal dayanışma ve adalet anlayışına, insan haklarına saygı- lı demokratik” yapõsõnõ niteleyen içeriği mi anayasa yoluyla tartõşmaya açõlmalõdõr? Ne yazõktõr ki, “mazlum uluslara” direnç örneği olmuş, Anadolu’da ulusal devlet kurarak yüz- yõllarõn “bedbahtlığını” üzerinden atabilmiş devrimci ve antiemperyalist bir Cumhuriyet, bugünleri görmüştür.1925, 1930 ve 1945 yõl- larõnda çok partili sisteme öncülük yapan de- mokrat anlayõşõn “halkçı-devletçi” yaklaşõm esaslarõ bir kenara itilmiştir. Sonuç Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Sava- şõ’ndaki; tam bağõmsõz ve antiemperyalist ni- telikli bir kalkõşmayõ, uygarlõğa dayalõ ulu- sal onurla birleştirmiş ilerici ve toplumcu bir kimlikle doğmuştur. Ama her yol ve yön- temden kamu zararõna yararlanan dõştaki düş- manlarla; neoliberal, çağcõllõğa karşõt, ayrõmcõ ve tutucu içteki kötücül bağdaşõklarõndan çok çekmiştir. l9l9 tarihinden öncesinde kalan- lar yeniden güçlenmişlerdir. “Hürriyet ve İtilâf” uzantõlarõ Cumhuriyet’in yakasõndan düşmemişlerdir. Karşõdevrim, kara yazgõ ol- muştur. Ulusun “makûs talihinin” demokratik bir özümsemeyle Cumhuriyet ve devrime sa- hip çõkõlarak “yenileceğine” her şeye kar- şõn inanõyoruz. Devrimi Anayasada Tartõşmak... Ertuğrul KAZANCI Eğitimci-Hukukçu Anayasada sõralanan; “Öğrenim birliği, şapka giyilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatõlmasõ, medeni nikâh, yeni rakam ve harflerin kabulü, lakap ve unvanlarõn kaldõrõlmasõ ve bazõ kisvelerin giyilemeyeceğine” ilişkin devrim yasalarõndan hangisi toplumsal gelişmelere aykõrõdõr da tartõşõlacaktõr? E konomi, insanlarõn sonsuz gereksinim- lerini karşõlayacak olan kõt kaynaklarõn den- geli olarak dağõlõmõnõ in- celeyen sosyal bir bilim dalõdõr. Böyle bir amacõ olan ekonomi bilimine dayana- rak, bir toplum ekonomi- sinin genel çizgileriyle üre- tim, ticaret ve finans sek- törlerinden oluştuğu söy- lenilebilir. Finans sektörü, ekono- minin diğer sektörleri olan üretim ve ticaret sektörle- rine fon, diğer bir deyişle para ve sermaye sağlayan aracõ bir sektördür. Mali sektör veya kredi piyasalarõ olarak da anõlõr. Bu sektör, fon sağlama işlevini tasar- ruf fazlasõ olan kişi ve ku- rumlardan çeşitli finans araçlarõnõ (enstrümanlarõ- türev ürünleri) kullanarak elde eder. Karşõlõğõnda ise tasarruf sahiplerine faiz, kâr payõ, kâr vb. kazançlar sunar. Böylece, fon fazla- sõ olan kişi ve kurumlardan fon açõğõ olan kişi, kurum ve devletlere kaynak ak- tarmõş ve katma değer ya- ratmõş olur. Bu işlevi ile sektörün bir ekonomide üretilen ve ticarete konu olan mal ve hizmet hacmi ile bu hacmin parasal tutarlarõ olan katma değerle doğru orantõlõ ola- rak fon yaratmasõ ve ak- tarmasõ ekonomik istikra- rõn sağlanmasõ ve sürdü- rülmesi açõsõndan gerekli- dir. Oysa, sektörün günü- müzde, ABD’de mortgage (tutsat konut kredi sistemi) kredilerinde olduğu gibi fon sağlanan varlõk değer- lerinin olmasõ gerekenin 3-4 kat üzerinde belirlene- rek ve kredilerin geri öde- nebilirliği ölçülmeden da- ğõtõlmasõ sonucunda karşõ- lõğõ olmayan fon kaynağõ yaratmasõ söz konusudur. Bu haliyle sektör, eko- nominin gerçeklerinden koparak, türev ürünlerle kendi içinde oluşturduğu karşõlõğõ olmayan fon kay- naklarõyla adeta bir başka ekonomi gibi işlev üstle- nerek diğer sektörler üze- rinde hâkimiyet kurmuş ve ekonomide istikrarsõz- lõk yaratmõştõr. Nitekim, bu durum, 2007 yõlõ ortalarõnda ABD’nin ulusal ekonomi- sinde, finans sektöründen başlayarak reel sektörü ve Avrupa Birliği ülkeleriyle birlikte küresel ekonomiyi de peşinden sürükleyerek kapitalizmin ekonomik kri- zine dönüşmüştür. Bu, üre- tim sürecinde yer alan emek, toprak, girişimci ve sermaye faktörlerinin, üre- tilen değerlerden aldõklarõ payõn, finans sermayesi le- hine orantõsõz olduğu, diğer bir deyişle üretilen katma değerin faktörler arasõn- daki dağõlõmõnõn yüksek düzeyde sosyal adaletsiz- lik içerdiği anlamõna gel- mektedir. İçinde yaşadõğõmõz kü- resel ekonomik kriz; kapi- talist emperyalizmin küre- selleşme adõ altõnda, insan emeğinin ürettiği maddi değerlere, insan emeğine oranla olmasõ gerekenden fazla değer vermesinin fi- nans-kapital aracõlõğõyla dünyaya dayatõlmak isten- mesinin krizidir. Bu ne- denle, üretim sürecinde asõl faktör olan insanõn be- densel ve beyinsel emeği- ne verilecek değer ile diğer deyişle emek-değer politik çözüm yöntemleriyle uzun vadeli, derinliği ve geniş- liği olan anlamlõ bir çözü- me kavuşturulabilir. Ali ATEŞ 39YTL’YE SADECE AVEA’DA Renkli ekran FM radyo ve kulakl k Çift SIM Kart Çift SIM Kart ve Kayan Kapak Çift SIM Kart ve TV Faturas zaher yöne 500 kontör+her yöne 500 SMShediye! Fatural ya 3 ay boyunca %50 indirim + her yöne 150 SMS hediye! Kat l m için kampanyal cihazlardan biri ile birlikte yeni bir bireysel Avea hatt almak gereklidir. Fatural da sunulan avantajlar HerYöne300, HerYöne500, HerYöne1000 tarifeleri için geçerlidir. Faturas z hatlarda her yöne 500 kontör ve 500 SMS hediyeleri aktivasyondan itibaren 7 gün içinde en az 100 ve üzeri kontör yüklemesi yap ld nda geçerlidir. Fatural hatlarda kullan lmayan hediye SMS’ler fatura dönemi sonunda, faturas z hatlarda ise kullan lmayan dakika ve SMS’ler 30 gün sonunda silinecektir. Kampanyada sat lan cep telefonlar ndaki tüm sorumluluk üretici ve ithalatç firmaya aittir. Kampanya stoklarla s n rl d r. Finans Sektörü: Bir Başka Ekonomi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle