24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 ARALIK 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Pabuç ve Etik PENCERE ‘Bu Komiser Neden Önemlidir?’ Yazımızın başlığı Oray Eğin’in 15 Aralık 2008 günlü yazısının başlığıdır... Peki, kim bu komiser?.. Adı Emrullah Uslu imiş... Üstelik Taraf gazetesinde köşe yazarı imiş... Hem komiser.. Hem köşe yazarı.. Allah Allah... Bu komiserden yalnız Oray Eğin Akşam’da söz açmadı, Hürriyet’in 2 Aralık günlü, Aydın- lık’ın 7 Aralık tarihli sayılarında da Emrullah Us- lu (nam-ı diğer Emre Uslu) hakkında bilgiler ve- riliyor... Bilgileri aktaralım: ? Emrullah 8 yıldır Amerika’da yaşıyor... Nasıl?.. ? 3 ayda bir gönderdiği “Okyanus ötesi uç- ması sakıncalıdır” içerikli raporlarla ikameti uzatılıyor... ? Komiser, devletten maaş alıyor mu?.. ? Almıyorsa nasıl yaşıyor?... ? Amerika’da yaşayan komiser bir gazetede köşe yazarlığı nasıl yapıyor?.. Sorular önemli; ama, Oray Eğin’in yazısındaki şu satırlar daha önemli: “... Emrullah Uslu adlı piyon (...) ona tahsis edi- len köşede, ortağı Önder Aytaç’la beraber sis- tematik olarak Türk Ordusu’nu yıpratan yazılar kaleme almaktadır.” Peki, Taraf gazetesinde komiser Emrullah’la birlikte aynı köşeyi paylaşan Önder Aytaç kim?.. 9 Aralık 2008 günlü Sözcü gazetesinde Emin Çölaşan diyor ki: (Komiser Emrullah’la birlikte Taraf gazete- sinde aynı köşeyi paylaşan) “Önder Aytaç denilen arkadaş Polis Akademisi’nde öğretim üyesi, polis yetiştiriyor.” Ne diyelim?.. “Bu ne acayip bilmece Ne gündüz biter ne gece...” Üstelik bu işlerin tümü dolaşıyor, geliyor, do- lanıyor, Ergenekon davasına çıkıyor... Bugünlük yalnız soru işaretlerine takılalım, ye- ter... S on yõllarda Atatürk’le ilgili as- lõ faslõ olmayan bilgiler Türk hal- kõna sunuluyor. Bu kasõtlõ saf- satalarla halkõn Atatürk’ü yan- lõş algõlamasõ amaçlanõyor. Bü- tün bunlar bu konuda düşüncelerimi yaz- maya yöneltti. Atatürk’le ilgili, pek bilinmeyen, görüş ve düşüncelerini içerdiği için aşağõda, Mehmet Tevfik Bey’in (Biren; 1867- 1956) hatõralarõndan alõntõlar yapacağõm. Mehmet Tevfik Bey, Osmanlõ hükümeti- nin son döneminde aslen ve İstanbul hü- kümetinin sona erdiği 2 Kasõm 1923’e ka- dar vekâleten Maliye Nâzõrlõğõ’nõ ifa etmiş; TBMM hükümetince emekliye sevk edil- dikten sonra, 1943 yõlõna dek Yüksek Mühendis Mektebi’nde ordinaryüs profe- sör karşõlõğõ müderris unvanõyla iktisat ve idare hukuku derslerini vermiş bir bilim ve siyaset insanõ. Siyasetin hiçbir oyununa gel- meyen, bir ihtisas adamõ olarak kalmayõ ter- cih eden bir insan. Büyükbabamla olan iş- leri dolayõsõyla her karşõlaşmamõzda ben- de hayranlõk duygusu uyandõran ve beni et- kileyen bir örnek insan. Özellikle, gerçek devlet adamõ olmak isteyenlerin, Tevfik Bey’in hatõralarõnõ okumalarõnõ salõk ve- ririm. Ölümünden sonra torunu Rezan Hür- men Hanõm tarafõndan derlenip yayõm- lanmasõ sağlanan hatõralarõnda (Bir Dev- let Adamının, Mehmet Tevfik Bey’in (Biren), II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke Devri Hatıraları, Arma Ya- yõnevi, iki cilt, İstanbul, 1993.) Mehmet Tevfik Bey, yakõn tarihimizin bulanõk bi- linen kimi olaylarõnõ gerçekçi bir yakla- şõmla yazmõş; II. Abdülhamit, Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşa hakkõnda nesnel değerlendirmelerde bulunmuş. Örnekse, Mustafa Kemal Paşa için yaptõğõ bazõ tes- pitleri şöyledir: “…1919 Mayıs ayı ibti- dalarında Vükelâ Meclisinde müzake- re olunan işlerden biri de Mustafa Ke- mâl Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliğine tâ- yini ve kendisine verilmek üzere, müs- veddesi evvelden hazırlanmış olan tali- matnamenin mütelaa ve tetkiki olmuş- tu. Ben Mustafa Kemâl Paşa’yı yakın- dan tanımak şerefine nail olmuş değil- dim .…. sadece Anafartalar’daki büyük muvaffakiyetini zamanında bittabî duy- muş ve İttihad ve Terakki’ye mensub olan bir dostumdan senâsını işitmiş- tim…… bu kadar yetersiz malumat, Pa- şa’nın günün birinde Avrupalı düş- manlarımızın planlarını alt üst ve Cum- huriyet idaresi tesis edebileceği tasavvur ve tahayyüllerde bulunmak için kâfi de- ğildi. Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliğine tâ- yinini ben o zaman pek tabii görmüş, sa- dece kendisine verilmek istenen tali- matnamenin Paşa’ya vâlilere emirler vermek selahiyetine tazammum edişini garip bulmuştum …… Hasılı karar ve- rildi ve Mustafa Kemâl Paşa’nın me- muriyetine mutazammın irade 30 Nisan 1919’da sadır oldu. ….… İşin içyüzüne çok sonra vâkıf oldum. Mevzuubahis ta- limatnanameyi bizzat Mustafa Kemâl Paşa’nın tertib ve teklif eylediğini, Or- du müfettişliğini, İstanbul’da bir müd- detten beri hazırlamakta olduğu planın tatbiki için kabul ettiğini ve hatta Har- biye Nezâretine getirilmek istendiği halde, ordu müfettişliği ile Anadolu’ya gitmeyi tercih ve iltizam eylemiş bu- lunduğunu duydum. Mustafa Kemal Pa- şa’nın Harbiye Nâzırlığı ile, hatta Sad- razamlıkla İstanbul’da kalması, yaptı- ğı büyük işleri muvaffakiyetle tamam- layabilmesine imkân vermeyebilirdi. Vakıa Anadolu’daki faaliyetinin o kadar büyük bir zaferle neticeleneceği o sıra- da ümit ve tasavvur edilemezdi, lâkin ne olursa olsun Anadolu’da faydalı işler gö- rebileceği muhakkaktı…” (Cilt: 2, ss. 170- 4.) “Aynı gün (19 Mayõs 1919 kas- tediliyor) Mustafa Kemâl Paşa Sam- sun’a çıkmıştı, lâkin biz bu günün ne de- recede tarihî bir ehemmiyete haiz ola- cağını tabii ki henüz hatır ve hayali- mizden dahi geçiremiyorduk” (Cilt: 2, s. 183, dipnot.) İngilizlerin kuklası Öte yandan, İngilizlerin kuklasõ olan Sul- tan Vahdettin, bir süre sonra, Mustafa Ke- mal Paşa’ya olağanüstü yetkiler verip Anadolu’ya göndermesinin ne denli büyük bir hata olduğunu algõlamõş, onun Perso- na non grata / İstenmeyen insan oldu- ğunu Sadrazam Damat Ferit Paşa ile Da- hiliye Nazõrõ Adil Bey’e bildirerek, Pa- şa’nõn der-dest edilip İstanbul’a gönde- rilmesini buyurmuştu. (Cilt: 2, ss. 255-7.) Tevfik Biren Bey, Vahdettin hakkõnda da şöyle yazõyor: “… Damat Ferit Paşa’yı sadarete getirip bu adamı şidettle ilti- zamda ısrar etmesi, kendisinde var ol- duğunu tasavvur ettiğim dirayetle hiç kabil-i telif değildi. Vakıa zekâsı Sultan Hamid’in malul, lâkin esasen çok yük- sek zekâsı kadar olmamakla beraber, di- ğer bütün şehzadelerin, muhtemelen hepsinden üstün ve delilikten tamamen salim görünüyordu. Ne faide ki, kötü bir mizacın tesiri altında bulunan bir zekâ, menfi neticeler tevlit etmekten hiç hâlî kalmıyor.” (Cilt: 2, s. 160.) Örgütlenme yeteneği Herhangi bir insani eylemin sonuçlarõ ge- lecekle ilgilidir. Gelecek ise belirsizdir. Ön- ceden tam doğrulukla, kesinlikle belirle- nemez; sadece kestirilebilir (öndeyi, pre- diction). Nihai gerçeği hiçbir zaman bile- meyiz. Bu yüzden risk ya da tehlike, anõ- lan belirsizliğin doğal sonucudur. Tüm in- sani etkinliklerin, planlamalarõn, tasarõm- larõn yapõsõnda kendiliğinden kaçõnõlmaz biçimde var olan gizil (potansiyel) bir un- surdur. Şu halde, olabilir eylemlerden bi- rinin seçilmesi ve gerçekleşmesine karar verilmesi, onunla ilgili riskin göze alõnmasõ anlamõna gelir. Bütün bunlarõn bilincinde olan Mustafa Kemal Paşa, günün siyasal durumunu (konjonktür) değerlendirdi ve eyleme geç- ti. Olağanüstü bir örgütleme yeteğine sa- hipti. Yer yer düşmana karşõ direnen hal- kõ örgütledi ve yönlendirdi, düzenli bir or- du kurdu ve savaş başladõ. Bize karşõ ko- nulmaz düşüncesindeydi düşman. Ama bir insan karşõ konulmaz olana karşõ çõkma- dõkça, onun ne denli karşõ konulmaz ol- duğunu nasõl bilebilir. Riski göze aldõ, kar- şõ konulmaza karşõ konulabileceğini gös- terdi. Bağõmsõzlõk Savaşõ kazanõldõ. Tür- kiye Cumhuriyeti kuruldu. Yazõyõ sona erdirdiğim zaman şu soru geldi aklõma: Bugün cumhurbaşkanı ve başbakan Atatürk sayesinde o koltuk- larında oturduklarını biliyorlar mı acaba? Mustafa Kemal Paşa’nõn Vahdettin’le İlişkisi… Altay GÜNDÜZ Prof. Y. Müh. İTÜ, YTÜ E. Öğretim Üyesi İngilizlerin kuklasõ olan Sultan Vahdettin, bir süre sonra, Mustafa Kemal Paşa’ya olağanüstü yetkiler verip Anadolu’ya göndermesinin ne denli büyük bir hata olduğunu algõlamõş, onun Persona non grata / İstenmeyen insan olduğunu Sadrazam Damat Ferit Paşa ile Dahiliye Nazõrõ Adil Bey’e bildirerek, Paşa’nõn derdest edilip İstanbul’a gönderilmesini buyurmuştu. BAĞDAT’ta yaşanan sahne unutulmaz; açtığı tartışma da bitmez. Bir başka pabuçlu sahne daha var yakın tarihte: Sovyet lideri Kruşçev’in Birleşmiş Milletler Genel Ku- rulu’nda pabucunun tekiyle önündeki sıraya vurup kürsüdeki konuşmacıyı protesto edişi. O da çok tar- tışılmıştı; “Koskoca bir devletin en yetkili kişisine ya- kışır mı bunu yapmak?” diyenler oldu. Üstelik, ülke- lerin önemli kişilerce temsil edildiği, dünyanın en an- lamlı salonlarından birinde işlenmişti bu ayıp. Ama, Bağdat’taki sahne çok daha ilginç. Bir ke- re, failin adı Muntazar. Kökü “nazar” olan ve “in- tizar” edilen, “beklenen” anlamına gelen bir kişi. İsa- bet almamış olsa da yüzüne iki pabuç fırlatılan kişi de bir devlet başkanı. Büyük ABD’nin başkanı olmasa, diyelim Pasifik’teki bir adacık devletinin cumhur- başkanı da olsa, bizde ve çok ülkede, yapılan hare- ket hep suç sayılır. Ama, tam bu noktadan başlayarak sorulacak yı- ğınla soru var: Başkan, resmi konuk mu? Yoksa ça- ğırılmadığı halde, işgal kuvvetinin başkomutanı olu- şuna güvenip ansızın geliveren bir küstah mı? Buna müsaade eden, hatta birlikte basın toplantısına çı- kan da kendi hukukuna göre suçlu sayılmaz mı? Pabuç fırlatanın yaptığı suçsa, onun lehine bulu- nacak “hafifletici sebepler” saymakla bitmez: Her- hangi bir devletin vatandaşı, ülkesine savaş açıp top- raklarını işgal etmiş, yüz binlerce insanını öldürtmüş, birbirine düşürmüş ve sonra da akıl almaz bir yüz- süzlükle “veda etmeye” gelmiş birine rastlayınca tep- ki göstermeden durabilir mi? Hele işgal sırasında ai- lesine zulmedilmişse... Ama Milliyet’in Ankara temsilcisi Fikret Bilâ konuya meslek açısından bakıyor: “Yaptığı, gazetecilik mes- leğinin sağladığı olanakları kötüye kullanmak. Gaze- teci kimliğiyle basın toplantısına girip saldırıda bu- lunmak olmaz.” Yine de bu olay gösteriyor ki, bazı durumlarda ge- nel ahlakın ya da bir mesleğin kuralları para et- miyor. Galiba, dine küfür gibi, işgal de bunlardan bi- ri. Ne denirse densin, Bush’un yalana dayalı bir iş- gal yüzünden kendi kişiliğinde vatanına hakaret edilmesine yol açmış bir başkan olması önemlidir. Herhalde, Obama’nın işbaşına gelmeden öğren- diği ilk ders bu olmalı. Fakat şu nokta daha önemli: Her ülkenin tarihin- den ve koşullarından gelen bir “devlet politikası” var- dır. Şimdiden çevresine Bush döneminin bazı sal- dırgan ve tutucularını almakla suçlanan yeni ABD Baş- kanı, üç aşağı beş yukarı ABD’nin “devlet politikası”nı yürütmek zorunda kalacak. Ekonomisi otomotiv sanayii gibi bazı çarkların dönmesine bağlı olan ve bu nedenle onları döndürmek için dünyada savaş- çı bir kabadayılığın elebaşısı olarak davranan bir dev- letin politikası. O halde Obama da bir yerlerde eski pabuç biriktirmekte olanların bulunduğunu unut- mamalıdır. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle