03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 KASIM 2008 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE İslamcılık İktidarında Ahlaksızlık Fırtınası... Allı pullu, ekli mekli, dinci minci, laik maik, Feto- cu metocu medyamız eninde sonunda ve çoğunlukla bir noktada birleşti... Nedir o nokta?.. Hüseyin Üzmez!.. Kim bu kişi?.. Vakit gazetesi yazarı artık öylesine tanınıyor, öy- lesine meşhur oldu ki sorunun yanıtını bilmeyen yok... Peki, yalnız Üzmez olayı mı?.. Son dönemde medyamızda en çok pazarlanan ve en fazla reyting yapan haberlere dikkat ettiniz mi?.. Töre cinayetleri.. Cinsel sapıklıklar.. Kart heriflerin küçük çocuklara dönük saldırıları- nın salgınlaşması... Yolsuzluklar.. Dolandırıcılığın dincileşmesi.. Ve bu arada Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in anasıyla halleştiği 14 yaşında kıza sarkması... Peki, nasıl oldu da toplum son yıllarda bir ahlak- sızlık fırtınasının içine sürüklendi?.. Yalnız ahlaksızlık fırtınası mı?.. İslamcılık fırtınası dorukta... Dincilik ne kadar yoğunlaşıyorsa, din siyasete ne kadar alet ediliyorsa, Müslümanlığı pazarlayıp ikti- darı şavullayan akım ne kadar yayılıyorsa, ahlaksız- lık da o oranda artıyor... 21’inci Yüzyıl, Türkiye’de, Amerikancı İslamcılık- la siyasal iktidarın haşır neşir olduğu dönemi vur- guluyor... Hüseyin Üzmez olayı bu aşamanın çarpıcı bir ürü- nü... Ne var ki rezalet elle tutulurcasına somutlaşınca İslamcı iktidar partisinin kadınları da Üzmez’e karşı vaziyet almak zorunda kaldılar... Küçük çocukları, küçük kızları, küçük yurttaşları ko- rumak yolunda önlemler düşünülüyor... Olumlu bir gelişme... Ama, eksik... Neyin ne olduğunu anlayabilmek için Üzmez ola- yına yakından bakmak gerek.. Üzmez.. Üzmez’in eşi.. Küçük kızın annesi.. Ve 14 yaşında kız çocuğu.. İslamcılık kapsamında bu ilişkiler ne anlam taşı- yor?.. Türkiye’de bu tür ilişkileri meşru sayan dincilik ne âlemde?.. O n beş yõl gibi çok uzun bir zamana yayõlan Can Dün- dar’õn hazõrladõğõ “Mus- tafa” adlõ film, bilinç al- tõnda farklõ bir Atatürk port- resi oluşturmaya çalõşmaktadõr. Bu şe- kilde yapõlan Atatürk’le ilgili filmleri ha- zõrlayõp yayõmlamak, gerçekten büyük so- rumsuzluk sayõlmalõdõr. Tarihe karşõ, Türk ulusuna karşõ ve tüm insanlõğõn övünç kaynağõ olan büyük bir öndere ve lidere karşõ yapõlan bir sorumsuzluk- tur... Filmin adõndan başlayalõm: Can Dün- dar’õn en iyi yaptõğõ şey, aşõrmadõr. Sa- rõ Zeybek adõnõn da ilk olarak kendi ak- lõna geldiğini söylemişti zamanõnda. “Mustafa” adõ için “Benim aklıma geldi” dedi ama 1909 ile 1995 yõllarõ ara- sõnda yaşayan yazar Mehmet Rakım Ça- lapala’nõn, 1944 yõlõnda yazdõğõ “Mus- tafa: Atatürk’ün Romanı” adlõ eserini kendisi gibi herkesin unuttuğunu sandõ. Filmde tarihi ve siyasi konulara giril- diğinde birçok soru işaretiyle karşõlaşõ- yorsunuz. Dikkat çekici bölümlere göz at- makta yarar var. Film Atatürk’ün karga kovalamasõyla başlõyor. Atatürk’ün üç ya- şõnda ölen abisi Ahmet’in cesedi Sela- nik’teki mezarõnda çakallar tarafõndan ye- niyor. Can Dündar’õn yorumuna göre bu olay Atatürk’ün kader anlayõşõnõ derin- den etkiliyor. Atatürk küçükken hocasõ Kaymak Hafız’dan dayak yiyor ve hemen okul- dan ayrõlõyor. Ancak bu dayağõ hiç unut- muyor. Can Dündar’a göre yõllar sonra Atatürk’ün medreseleri kapatmasõ, Kay- mak Hafõz’dan rövanşõn alõnmasõ anla- mõna geliyor. Babasõ Ali Rıza Efendi’nin ölümünden sonra annesi Zübeyde Ha- nõm’õn tekrar evlenmesine tepki olarak Atatürk, askeri liseye yazõlarak evden uzaklaşõyor. Manastõr askeri okulunda Atatürk’ü canlandõran şahsõn seçimi de ince hesaplarõn sonucunda olsa gerek... Çanakkale’de Deniz Savaşlarõ’nda Atatürk yok ama cepheden Madam Co- rinn’e yazdõğõ mektuplar var. Atatürk İs- tanbul’da şatafatlõ bir hayat sürerken bütün parasõnõ tefecilere kaptõrmõş. Bu- nun üzerine Anadolu’ya geçmeye karar vermiş. Atatürk, Samsun’a gitmeden önce sarayda Vahdettin’le bir görüşme yapar. Bu görüşmede Vahdettin, Ata- türk’e; “Paşa, bu devleti siz kurtara- bilirsiniz ve kahraman olarak kitap- larda anılırsınız” diyor. Yani Vahdet- tin vatan haini değil ama nedense biz an- lamamõşõz... Bu konuşmadan iki ay son- ra Atatürk için çõkarõlan idam fermanõnõ hangi Vahdettin imzalamõştõ acaba? İn- gilizlerin Malaya zõrhlõsõyla ülkeden ka- çan Vahdettin değil miydi? Verilmek istenen imaj Filmde, Atatürk’ün İzmit’te bazõ ga- zetecilerle yaptõğõ görüşmede, Kürtlere özerklik verilmesi fikrinde olduğu orta- ya konuyor. Bu konunun arkasõ gelmiyor, Atatürk’ün bu konuyla ilgili düşüncele- rine hiç değinilmiyor. Atatürk’ün, cahillerin seviyesine in- mem diyerek sanki halkõ küçük gördüğü imajõ veriliyor. Atatürk 1930 yõlõnda halkõn arasõna karõştõğõnda herkesin mut- suz ve karnõnõ doyuramaz durumda ol- duğunu görüyor. Can Dündar’õn yorumu şöyle: “Çevresindeki dalkavuklar hal- kın ıstıraplarını Atatürk’ten gizleyip iyi göstermeye çalıştılar. Atatürk ger- çekle yüzleşince çok üzüldü ve sabaha kadar uyuyamadı.” Atatürk’ün manevi oğlu için gerçek oğ- luydu havasõ verilerek gayri meşru iliş- kilerinden çocuğu olduğu imalarõna yer veriliyor. En yakõn arkadaşlarõnõ bile gözünü kõrpmadan ölüme gönderen ve kendi heykellerini diktiren bir diktatör ol- duğu imajõ yaratõlõyor. Anlamsõz bir şekilde, Atatürk’ün ar- kasõnda uzun boylu adamlarõn olduğu bir fotoğraf gösterildikten sonra, bir Fransõz gazetesinde ne kadar kõsa boylu olduğu vurgulanõyor. TBMM’yi cuma günü namazdan son- ra, dua okutarak açtõğõ halde, son bö- lümde dinsiz olduğu vurgulanmaya ça- lõşõlõyor. Kendisi hakkõnda şeyhülislam tarafõndan verilen “dinsiz” fetvasõnõ yõkmak için, 22 Nisan olarak karar veri- len TBMM açõlõş gününü cuma gününe denk gelen 23 Nisan’a alõyor. Can Dündar’õn yorumuna göre, Atatürk ileride gerçekleştireceği amaçlarõna ulaş- mak için şimdilik böyle hareket ediyor. Atatürk için çevresinde kimse kalma- mõştõ ve yalnõz öldü denilerek kişiliğiy- le ilgili kuşkular gündeme getiriliyor. Ata- türk için günde bir büyük rakõ, üç paket sigara ve on beş kahve içiyordu denile- rek, içki düşkünü ayyaş bir portre çizil- miş. Devletle ilgili tüm önemli kararlarõn o meşhur içki masalarõnda alõndõğõ ifade edilerek ciddiyetten uzak bir tablo çizi- liyor. Zaten Atatürk son yõllarõnõ işsiz güç- süz, can sõkõntõsõnda balolar, davetler ve içki masalarõnda geçirmiş. Üstelik son sahnelerde çalgõcõya kadeh kaldõran iç- ki düşkünü yalnõz bir adamõn mizanseni yaratõlmõş. Daha bunun gibi akõlda kalmayan ni- ce sahneler var. Böylesine gerçekle ilgi- si olmayan mesajlarõn ustalõkla yerleşti- rildiği filmin, Cumhuriyetimizin 85. yõl- dönümünde gösterilmesi de farklõ bir an- lam taşõmaktadõr. Sayõn Prof. Dr. Özer Ozankaya, öğ- rencisi olan Can Dündar’a, Sarõ Zeybek ve Gölgedekiler filmleri için de buna ben- zer eleştirileri bizzat yüzüne karşõ söy- lediği zaman, “Aaa, hocam, bunlar hiç aklıma gelmemişti” yanõtõnõ almõş- tõ. Sayõn Ozankaya’ya göre “Mustafa” filmiyle ilgili benzer eleştiriyi yönelt- menin artõk yararõ yoktur. Çünkü Can Dündar’õn söz konusu davranõşlarõ bile- rek sürdürdüğü çok açõktõr. Devrimlerini yıkmaya çalışıyorlar Can Dündar bu filmi yapmadan önce “Nutuk” gibi, “Tek Adam” gibi kitap- larõ okusaydõ, belki tarihi değiştirerek ba- zõlarõna şirin gözükmekten kaçõnõrdõ. Ama belki de bu film özellikle yaptõrõ- larak Atatürk’ü sevenlerin bilinçlerini de- ğiştirmek, Misak-õ Milli sõnõrlarõndan vazgeçmek görevi üstlenilmiş olabilir. Emperyalizm işbirlikçileri, ulus devlet karşõtlarõ, şeriatçõlar ve numaracõ cum- huriyetçiler yõllardõr elbirliğiyle Ata- türk’ü aşağõlamaya, devrimlerini yõk- maya çalõşõyorlar. Armstrong’un “Boz- kurt” kitabõnda, Vamık Volkan’õn “Ölümsüz Atatürk” kitabõnda, İpek Çalışlar’õn “Latife” kitabõnda, Tolga Örnek’in “Gelibolu” filminde ve şim- di de Can Dündar’õn “Mustafa” fil- minde olduğu gibi... Ama hepsinin ve da- ha nicelerinin ortak bir noktasõ var: Ya- nõlõyorlar ve başaramayacaklar... Başaramayacaklar... Suay KARAMAN Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreteri Emperyalizm işbirlikçileri, ulus devlet karşõtlarõ, şeriatçõlar ve numaracõ cumhuriyetçiler yõllardõr elbirliğiyle Atatürk’ü aşağõlamaya, devrimlerini yõkmaya çalõşõyorlar. Bir kara kedi var. Adı Ka- ram. Uslu, sessiz, kendi dünyasında, hülyalı mı hül- yalı!.. Babasını da dedesini de tanırdım, onlar da böy- leydi... Bir kenara çekilir, beklerlerdi. Yiyecek bir şey verirsen, mırıldanarak te- şekkür ederlerdi. Başka ar- sız kediler gibi kapılara pen- cerelere asılıp yalvarmaz- lardı... Karam’a bir şeyler oldu son günlerde!.. Birden bir bağırma duyuyorsunuz. Bir kavga var sanıyorsunuz. Ke- dilerin kavgası çok görkem- lidir. O bağırır, öteki bağırır, sonunda bir tırmalaşma!.. Ama Karam, durduğu yer- de avaz avaz bağırıyor! Ba- kıyorsun kavga filan yok, feryat eden bizim Karam... Tam bir şeyler yerken, ya da ağaç altında uyurken, ya da damda gezinirken, bir feryat, bir haykırma... Bu işi bilenlere sorduk, bir hekim dost ilaçlar verdi, olmadı. Bir kötü hastalığı mı var, bir şey yutmuş da boğazında mı kalmış, ya da bir sevgiliye, bir dosta mı öf- kelenmiş! Kediler, apayrı bir evrenin yaratıklarıdır. Boşuna eski Mısır’da Tanrı saymamışlar, heykellerini dikip tapınma- mışlar! Doğuştan yetenekli- dirler. Her şeyi anlarlar, ama anlamaz geçinirler. Yalaka- lık yapmaktan da çekin- mezler; sorun, ekmek kav- gasıdır! Verirsin yerler, daha da isterler, ama karınları doydu mu sizinle işleri biter. Biraz şakalaşmaya kalkın, hemen tırnaklarını batırır- lar... Geçenlerde bir hanım sa- natçımız, AKP başbakanıy- la söyleşi yaptı. Güzel, sakin, sessiz, oldukça anlamlı bir TV görüşmesi... Altı yıldır hep bağırıp çağıran, zaman zaman ona buna meydan okuyan Başbakanımız me- ğer uslu bir kedi gibiymiş! Öyledir, kimi kişilerin iç dün- yaları tutarsızdır, değişiktir. Kimi zaman durgun bir de- niz, kimi zaman en azgın fır- tınaların koptuğu bir okya- nus!.. Günlerdir gazeteler bir ke- di edebiyatı tutturdular! Baş- bakan’ın en küçük toplantı- larda bile, en iri sesle, en ka- tı yüzle kendisine ters dü- şenler için yaptığı konuş- malar, hiç de bir kedi uslu- luğuna yakışmıyormuş!.. Karam geldi benim de ak- lıma.. bu yazıları okuyun- ca... Baktım ortada yok! Ko- nu komşu gezmesine mi gitmiş ne! Oysa hep bahçe- dedir. Öteki kediler gibi ka- pı kapı gezmez, dedim ya babasına dedesine çekmiş. Ama niye zaman zaman çıl- gınlar gibi bağırmak, ortalı- ğı yıkar gibi ordan buraya, ağaçtan dama fırlamak!.. Niye hem bir kedi usluluğu- nu yaşar, yaşamak ister, sonra da ona buna en kaba sözlerle saldırıya geçer? Hepimiz bir tür hayvana benzeriz! Yüzümüzle, dav- ranışlarımızla, konuşma bi- çimlerimizle! Ya ayı, ya tilki, ya tavşan, aslan, kaplan, timsah, köpek, kurt! ya da kedi... Bizim Karam’a baktıkça, arada bir onun içimizi par- çalayan acı mı acı feryatla- rını duydukça, ister istemez politika dünyamızda sık sık kopartılan umutsuz feryatları duyar gibi oluyorum. Yu- muşak sesle konuşan bir politikacı göremeyecek mi- yiz? Nerde, İsmet Paşa’nın, Bülent Ecevit’in bağırma- dan, çağırmadan, yaptıkla- rı konuşmalar, nerde şimdi- ki politikacıların iç karartan bağırışları?.. Derken, yine Karam’ın damların tepesinden yük- selen sesi, sanki etini kopa- rıyorlar, sanki bir yerine bı- çak sokuyorlar... EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Karam Niye Bağırıyor?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle