24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 28 EKİM 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Kürt siyasal hareketinde şiddeti yöntem olarak kulanan iki aşırı ucun benzer tek hastalığı kan akıtmak de- ğil!.. PKK ve Hizbullah’ın örgütlenme stratejisinde “ajan”kavramı önemli yer tutar! Kendilerinden olmayan, is- teklerine karşı çıkan ya da muhalif du- ran herkesi “ajan” diye damgalamak bu iki örgütün vazgeçilmez stratejisi- dir. PKK’de 300, Hizbullah içinde ise en az 40 militanın “ajan” suçlamasıy- la öldürüldüğü öne sürülür! Bey- koz’da ele geçirilen bilgisayar disketleri de, Hizbullah’ın yalnızca Diyarba- kır’da, memurdan işçiye, taksiciden tatlıcıya kadar 5 binden fazla insanı “ajan” diye fişlediğini gösterir! “Ajan”lık suçlaması bu örgütlerde kimi zaman öylesine çarpıcı biçimde kullanılır ki, paranoya tanımlaması bile hafif kalır. Kimbilir belki, “Güneydoğu’da bir kahvehanede oturan üç kişiden biri Hizbullahçı, biri PKK’liyse, diğeri ajan- dır” şeklindeki yaklaşımın ardında da bu paradoks vardır! Terör örgütlerinin istihbarat birim- leriyle ilişkilerini biraz abartılı anlatsa da, bu tanımlama durup dururken üre- tilmedi! Örneğin istihbaratçılarla en çok PKK ilişkilendirilir! Bunu biraz da Öcalan’a yönelik suçlamalar öne çı- karmıştır. Eski eşi Kesire’nin babasının MİT’çi olduğu iddiaları, yakın çevre- sinden Pilot Necati’nin istihbaratçı ol- duğuna ilişkin tartışmalar Öcalan’ı kuşkulu duruma düşürmüştür. “Er- genekon” tartışmaları sırasında “PKK’yi MİT kurdu” şeklindeki yayın- lar da Öcalan üzerindeki kuşkuları de- rinleştirmiştir. Öcalan’ı MİT’le ilişki- lendirenlerin başında Şeyh Sait’in torunu eski DYP milletvekili Abdül- melik Fırat gelir. Fırat bu iddiayı dünkü Sabah gazetesinde de gün- deme getirmişti. Örneğin, “PKK derin devlet tarafından kurulmuş bir orga- nizasyondur” demişti. Fırat, “Bu bağ- lantıyla ilgili size gelen somut bilgi var mı” sorusuna, “Ergenekon’da savcı bunun üzerinde çalışıyor. Bir şeyler or- taya çıkaracaktır” diye iddialı bir yanıt vermişti. Muhabir “Çok da somut şeyler yok” dese de Fırat, “Öcalan An- kara’ya geldiğinde MİT’te çalışıyor. Dö- nemin MİT yöneticisi, Öcalan ve ar- kadaşlarını Çubuk Barajı’nın kenarın- da topluyor. PKK son dönemde Jİ- TEM’le iç içe çalışıyor” diyerek iddia- larını sürdürmüştü. “Musa Anter’i PKK öldürdü”, “De- rin devlet bitmeden PKK bitmez” di- yen Fırat, röportajın sonunda haklı ola- rak “Bu bilgiler size nereden geliyor” sorusuna muhatap olmuştu! Ancak o, “MİT ve askerde bizim de tanıdıkları- mız var. Aralarında bizim tarafın ço- cukları var. Onlar da bize gerçekleri an- latıyor. O nedenle Öcalan’ın ilişkileri- ni biliyorum” yanıtıyla kendi derin ilişkilerini de açığa vermişti!.. Zaman gazetesi, Başbakan Erdo- ğan’ın Tunceli’de söylediği “Güneydo- ğu’nun silah değil fabrika sesine ihtiya- cı var” şeklindeki sözlerini pazar günü manşet yapmıştı. Bu iyi niyetli bir sap- tama olabilirdi, ancak söyleyeni vebal- den kurtaramıyordu! Harran topraklarını sulayacak Urfa tünellerinin temeli 3 Nisan 1977’de atılmıştı. PKK ise kısa sü- re sonra, 27 Kasım 1978’de tören ye- rine 200 kilometre uzaklıkta, Lice’nin Fis köyünde kurulmuştu. İlk kazmayı vuran Süleyman Demirel tünellerin 1984’te biteceğini açıklamıştı. Tünel bitmedi ama ne hikmetse PKK tam da o tarih- te eylemlere başladı!.. Rastlantıya ba- kın ki, GAP’ın en büyük ünitesi Atatürk Barajı’nın temelleri de henüz bir yıl ön- ce atılmıştı. GAP’a ilk kazmanın vurul- ması ve PKK’nin kurulmasının üzerin- den 30 yıl geçti. Güneydoğu’yu topye- kün kalkındıracak GAP’ta 20 yıl gecik- me var! Harranlı topraksızlar Karadeniz’e fındık toplamaya giderken yollarda ölü- yor. AP’sinden MSP’sine, ANAP’ın- dan DYP’sine hiçbir başbakan ne PKK’yi yok edebildi ne GAP’ı bitirebil- di!.. Son 6 yıldır iktidarda olan AKP’nin lideri ise yalnızca konuşuyor!.. Erdoğan Güneydoğu’ya hangi makineyi monte etti ki sesini duymak istiyor!.. Bu soru, “Leyleğin ömrü laklak bizimki cek cek...” diye süren GAP üzerine yazılmış ünlü bir şiiri de anımsatıyo! Entelektüel İnciler!.. “Apo ile Yeşil’in sistem içindeki sadece rolleri farklı. Apo’nun ro- lü kötü adamı oynamak. Daha doğrusu Komkar ve Rızgari’yi tasfiye için ör- gütlenmiş bir anti-Kürt hareketi, Kürt milliyetçiliğinin lideri oldu. Bu Moiz Kohen’in, Tekinalp adı ile Türk milli- yetçiliğinin fikir babası olması gibi bir şey. Ya da Ziya Gökalp gibi bir Kür- dün, Türk milliyetçiliğinin esasları(?!)nı yazıyor olmasından farklı değil.” Abdurahman Dilipak, Vakit “Türkiye’de sorun ‘Kürtlerle’ değil ‘Kürtlükle’dir... Elbette kültürel olan her şey politiktir. Ama buradaki tartışma siyasal üniter devlet ile fe- deratif yapı arasındaki çelişki ve etki- leşimdir. Kısacası iki taraf da Kürt’ten değil Kürtlükten bahsettiğini bilmek, Kürtler kültürel Kürtlüğe, Türkler siyasal Kürtlüğe biraz daha yanaşmak zo- rundadır. Demokrasi bunu zorunlu kılmaktadır!” Hasan Bülent Kahraman, Sabah e-posta: mfarac@cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ ‘MİT’çisin!..’, ‘MİT’çiyim!..’ Bir başka Güneydoğulu Ümit Fırat ise ise örgüte sampatiyle yaklaşan Ta- raf gazetesine konuşmuştu. O da tıpkı Abdülmelik Fırat gibi Barzani hayranlığını dışa vurmuştu. “Barzani ile barışık olmak Türkiye’nin Kürtlerle barışması anlamına gelir” biçiminde- ki uçuk yak- laşamının te- melinde işte o hayranlık yatıyordu! Taraf’ın Fı- rat’la ilgili “PKK muhalifi” tanımlaması doğruy- du! Ancak saptamalarındaki çarpıklık “Kürt entelektüeli” tanımlamasını hak etmediğini gösteriyordu! Şüphesiz Cumhuriyetçi geçinip PKK’cilik oy- nayan zavallıların ikiyüzlülüğüne düş- memişti! Ancak “MİT, Kürt sorununun çözümü konusunda daha gerçekçi” şeklindeki sözlerini neye dayandırdı- ğı da anlaşılamamıştı! Fırat, “Türki- ye’nin Kürt meselesinde PKK’siz ba- rışın olamayacağı bir noktaya geliyo- ruz” şeklindeki iddiasıyla muhalifi ol- duğu çevrelerin ağzına bir parmak bal çalmıştı! 1993 yılında Bingöl’de 33 erin öldürülmesi eylemi için “Derin devlet PKK’ye sahte enformasyon vererek yaptırdı” diyerek de “Ergenekon” fo- bisine kapıldığını göstermişti! Peki “PKK’yi dağdan indirmek için ne ya- pılmalı”ydı?.. Fırat bu soruya “Kürtlerin dağlarında her yere ‘Ne mutlu Türküm’ yazılmazsa, ‘Türk öğün, çalış, güven’ gibi laflar kaldırılırsa...” şeklinde Er- bakan tandanslı komik bir yanıt ver- mişti! Bu roportaj salt PKK’nin siya- sallaştırılmasına hizmet etmiyordu! “Kürt entelektüeli” Ümit Fırat’ın vizyon sıkıntısını da deşifre ediyordu! 27 Ekim 2008 (Evrensel Gazetesi) Makine Sesi!.. Sağırlar Diyaloğu!.. Medyadaki üçüncü “Kürt” röporta- jı dünkü Vatan’daydı. Diyarbakır Tica- ret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, PKK ve Kürtler konusunda ol- dukça karamsar bir tablo çizmişti. “Güneydoğu’ya 10 yıl pozitif ayrımcı- lık yapılmasını” istiyordu. “PKK bitiril- se bile Kürt sorunu devam eder” id- diasındaydı!.. Çünkü çözüm yöntemi- nin yanlış olduğunu savunuyordu! Ona göre OHAL de çare değildi, DTP’nin kapatılması da!.. Peki, “25 yıl- dır bu kadar karamsar olmamıştım” di- yen Kaya’ya göre çözüm neydi? Va- tan’daki röportajın başından sonuna kadar bu soru ısrarla deşilmişti. Meh- met Kaya’nın çözüm yolu ne aş, ne iş, ne ekonomi ne de siyasetti!.. Yalnız- ca “diyalog”dan söz ederken şöyle di- yordu: “Başbakan DTP Genel Başkanı’nın elini sıkıp sorunu görüşmediği zaman vali de burada belediye başkanıyla görüşmüyor. Emniyet müdürü beledi- yenin hiçbir birimiyle ilişkiye geçmiyor. Diyarbakır’da belediye ve kamu kuru- luşları hiçbir şekilde bir araya gelemi- yor!..” Ortada bir çelişki vardı; Öcalan avu- kat görüşmelerinde askeri ve sivil ke- simden çok sayıda kişinin kendisiyle diyaloğa geçtiğini anlatıp duruyor! Peki o zaman Güneydoğu’daki diya- loğu kimin kurşunu sağır ediyor?.. D emokrasimizin bir temel soru- nu da “Kürt sorunu”dur. Bü- yük bir gecikmeyle fark ettiği- miz bu sorunu, uzun bir süredir, kâh üstünde düşünerek, kâh dövüşerek ya- şõyoruz. Ne var ki, gerçekçi çözümler özgür bir tartõşma ortamõnõn eseri ola- bilir; bunu sağlamadõkça, daha da önemlisi, çözümler soyutta bõrakõlma- yõp yaşama geçirilmedikçe, demokrasi- miz “topal” olmaktan kurtulamaya- cak. Bütün bunlarõ hayat dayatõyor. Ama her şeyden önce, niçin böyle bir sorun var? Tarihten gelen ortaklık ve bütünlük Kürtler, Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda yaşayan; 15 milyon dolayõnda nüfuslarõyla bu bölgelerde çoğunlukta olan bir halktõr. Söz konu- su topraklar, ilk kez Selçuklularõn kul- landõklarõ bir deyimle, “Kürdistan”õn bir parçasõdõr; Kürdistan ise siyasal de- ğil coğrafi bir gerçeklik olarak, dört devlet, Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasõnda bölünmüş durumda. Öte yan- dan, Kürtlerin, İsa’dan önceye çõkan bir tarihi, ayrõ bir dili ve özgün bir ede- biyatõ vardõr. “Önasya’da yaşayan Türk asıllı bir kavim” ya da “dağlı Türk” gibi kimi -asõlsõz ve şoven- id- dialara karşõn Kürtler Türk de değiller; nasõl ki Türkler de Kürt değildir (Bkz. özellikle şu son iki eser: Naci Kutlay, 21. Yüzyıla Girerken Kürtler, Perî Yayõnlar, İstanbul, 2002; Hasan Ce- mal, Kürtler. Doğan Kitapçõlõk, İstan- bul, 2003). Öyle de olsa, Anadolu’nun o eşsiz mozayiğinde, onu daha da göz alõcõ kõ- lan apayrõ bir renktir bu halk. Türklerle ilişkileri söz konusu olduğunda da tür- külerimize kadar ortak olduğumuz, da- hasõ kõz alõp kõz verdiğimiz bir halktõr Kürtler; böylesi bir iç içe geçişin ve “bütünleşme”nin başka bir örneği de yoktur tarihte. Bütün bunlara karşõn, ne olmuştur tavrõmõz onlara? Pek yakõn tarihlere değin, -Türki- ye’de- hemen bütün iktidarlar, Kürtlere karşõ “ikiyüzlü bir politika” izlemiş; Kürtlerin varlõğõ resmi planda yadsõnõr- ken uygulamada tam tersi bir yol tu- tulmuştur. Gerçekten, bir yandan Kürt- lerden vergi ve asker alõr, seçimlerde oyu istenirken öte yandan Doğu’da ya- şayan yurttaşlar ulusal bütünlüğe karşõ bir konumda gösterilmiş ve kuşku ile bakõlmõştõr kendilerine; bu tutum, õrkçõ ve bölücü politikalara haklõlõk sağla- yan, bölgeye yönelik iktisadî, askeri, kültürel, eğitim ve güvenliğe değin bü- tün siyasetlere damgasõnõ vuran bir ba- kõş açõsõna, bir toplumsal değer yargõ- sõna yol açmõştõr. Bunun örnekleri uzun bir liste tutar... Bu örneklere bakõp sorulabilir: Kim- dir bölücü? Bizzat Türk burjuvazisi, onun yönetimi değilse kim? Cumhuriyet’in ilanõndan 15 ay sonra patlak vermiş bir ayaklanmanõn, Şeyh Sait Ayaklanmasõ’nõn (1925) ve onu izleyen başkaldõrõlarõn genç Cumhuri- yet yönetiminde yol açtõğõ kaygõlar el- bette önemlidir. Ancak, bunlarõn so- rumlularõ yakalanõp cezalandõrõldõğõna göre, ayrõca bütün bir halkõn sürgit “lanetli” olarak görülmesinin anlamõ ne? Hele çok partili döneme geçtikten sonra, aynõ ikiyüzlülüğü sürdürmenin anlamõ nedir? Demokrasi bir bütün- dür ve tüm ülkede geçerli olmak zo- rundadõr. Demokrasi gerçekten var idiyse, Kürtleri onun dõşõnda tutmanõn anlamõ neydi? İkiyüzlülük, ama niçin, ne adõna? Hem bölücülük yapmak, hem de bö- lücülük suçlamalarõyla Doğu’daki yurttaşlara karşõ sürekli bir düşmanlõk ortamõnõ yaratma politikasõnõn altõnda yatan, şu olmuştur: Türkiye’de demok- rasi yaşamõnõ “tehdit” altõnda tutarak “sınırlı” kalmasõnõ sağlamak! Bunun en çarpõcõ örneği, Türkiye İşçi Parti- si’nin (TİP) kapatõlmasõnõn gerekçesi- dir. Gerçekten, TİP hakkõnda, hemen “bölücülük” iddiasõyla, Anayasa Mahkemesi’nde dava açõlõr; ve parti 12 Mart faşist darbesinin arkasõndan ka- patõlõr. Parti kapatõlõrken TİP’li yöneti- ciler de iki suçlamadan mahkûm olu- yorlardõ, “Komünist” idiler ve “Kürt- çülük” yapmõşlardõ!.. 12 Mart’õn arkasõndan 12 Eylül as- keri müdahalesi de yine büyük ölçüde, demokratik yaşamõn zayõf halkasõnõ oluşturan Kürt ulusal demokratik hare- ketinin üstüne basarak gerçekleştiril- miştir: “Ülkenin bölünme tehlikesi” temasõ, milliyetçi şoven duygularõn egemen olduğu bir toplumda, hemen her kesimde yankõ bulmuş ve faşist darbe kamuoyunda “haklılık” kazan- mõştõr. Bütün bu olup bitenlerden çõka- rõlacak dersler nelerdir? T ürkiye’nin doğusu ve güneydoğusu, zengin yeraltõ ve yerüstü kaynaklarõna karşõn, ülkenin “mahrumiyet bölgesi”dir; dün öyleydi, bugün de böyledir. Bu “mahrumiyet”i rakamlara vurmak mümkün. Ama asõl önemlisi, nedenler ve çõkõş çareleri... Cumhuriyetin kalkõnma politikasõnda, ağõrlõğõn ba- tõya ve Marmara bölgesine verilmesi, nedenlerin ba- şõnda geliyor, öyle de olsa, 1927 sanayi sayõmõnda, Di- yarbakõr, iller arasõnda 7. sõrada idi; 1997 sõralamasõnda 57. sõraya düşer. Arada uzun yõllarõn ihmalleri yer alõ- yor. Bu savsaklamalar, yoksulluğa yol açarken bir gün teröre de kaynaklõk edecekti elbet. Gerçekten, Do- ğu’nun ve Güneydoğu’nun olduğu kadar, bütün bir ül- kenin belini kõran, sosyal ve ekonomik dengesini al- tüst eden, PKK terörü olmuştur. Bilanço korkunçtur: 30 bin insan ölmüş, 100 milyar dolar heba olmuştur. Bütün bunlara, Irak’a Amerikan saldõrõsõnõn eko- nomimize vurduğu darbeleri de eklemeli. Ancak, bir şeyler de yapmak gerekiyor. Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kalkõn- dõrõlmasõ için değil, bütün bir ülkeyi etkileyeceği için de bir şeyler yapmak. AKP hükümeti, gelişmelerin ye- terince bilincinde midir? Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan insanlarõn iş ve aş sorunu “inşallah ve maşallah”la çözülemez. Devle- tin, bu bölgelerde fabrika kurmasõ, işyeri açmasõ ise imkânsõz; çünkü parasõ yok! Yabancõ sermaye ve ül- kenin batõsõnda oluşan sermaye de bu bölgelerde ge- lip yatõrõm yapmaz. Bu durumda, tek çözüm, bölge- deki girişimcileri desteklemek, bölge halkõnõ yatõrõma ve üretime yönlendirmektir. Yatõrõm ve üretim de sa- dece fabrika kurarak olmaz; tarõmsal yatõrõm ve üre- tim de sanayi yatõrõm ve üretimi kadar önemlidir. Acõdõr, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hayvan- cõlõk ve tarõmsal üretim ölmüştür; kör topal da olsa, Doğu ve Güneydoğu insanõna iş ve aş sağlayan sistemi biz kendimiz çökerttik! Şimdi, hemen yapõlmasõ gereken, bu sistemi yeni- den kurup işletmek olmalõ! Bunu yapacak olan da dev- lettir, hükümettir. Sistem, ayaklarõ üzerine tekrar di- kildiğinde, Doğu ve Güneydoğu insanõnõ hem yatõrõ- ma hem üretime itecektir. Sõradan teşviklerle de ye- tinmemeli! Umut verici başlangõçlar da görüyoruz... Bu arada, GAP’õ hõzla bitirip üretime açmalõyõz! Böylece, Doğu’yu ve Güneydoğu’yu kurtaracak ve yollarõ açacak olan, daha büyük çapta üretim etkin- likleridir. Daha şimdiden bir “ulusal dava” bo- yutlarõna bürünen bu konunun üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Öte yandan, Türkiye’deki demokratik açõlõma, Türkiye’nin Kürtleri de yardõmcõ olmalõdõrlar: Doğru düzgün işleyen bir demokrasinin “in- şa”sõna katõlma; bir de, kuracaklarõ partilerin, “Kürtlerin partisi” olmaktan çõkõp bütün Tür- kiye’ye açõlmalarõ... Bu son halde, “milli birlik ve beraberlik” daha da gelişecek, “ülke bütünlüğü” ve “üniter devlet” ilkeleri güç kazanacaktõr. Günümüzde, Anayasa Mahkemesi’nde davasõ olan Demokratik Toplum Partisi’ni de (DTP) işte bu ilke- ler adõna kapatmamalõ. DTP kapatõlõrsa, sevineceklerin başõnda -hiç kuşkusuz - PKK olacaktõr... Doğu’yuveGüneydoğu’yukalkındırmak YARIN: 1923 DEVRİMİ BİTMEDİ... O R T A K D E R S L E R B aşta şu: Kürt sorunu çözü- lürse, sadece Kürtler için çözülmüş olmayacak; de- mokrasiyi bir güvenceye bağla- yacağõndan, Türkler için de çö- zülmüş olacak. Türk ve Kürt demokratlarõnõn ortaklaşa gerçeğidir bu! Burada, sosyal demokratlara daha da önemli görevler düşmek- tedir, Kürt sorunu söz konusu ol- dukça, Türkiye “sağ”õnõn tutumu nedir, ne olabilir, bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur; bir bö- lümü, bir “eşkıya” edebiyatõnõ uzun bir süre daha sürdürmeye so- yunurken bir bölümü soruna, din ve inanç açõsõndan yaklaşacaktõr, nitekim öyle oluyor. Burjuvazinin sosyal demokrat kanatlarõ ise ko- nuya, mümkün olan gerçekçilik- le bakmalõdõrlar; en başta da şu - çok kez şoven ve kaba- milliyet- çi alõşkanlõğõ terk etmeliler! Aynõ şeyi niçin Kürtlerden de beklemeyeceğiz? Çünkü, 80 ve 90’lõ yõllarda PKK’nin bir sõğ, ufuksuz ve he- sapsõzca davranõşõnõn maliyeti, Kürt-Türk 30 bin ölüdür. Bu acõlarõ yeniden yaşayamayõz! Ama her şeye karşõn sormuş da olalõm: Kimdi asõl yaratõcõsõ o kanlõ terörün? Yeniden hatõrlata- lõm: Türk aydõnlarõ gibi Doğulu aydõnlar da 1960’lõ yõllarda de- mokrasiye büyük umutlarla ve içtenlikle sarõlmõşlardõ. Ne var ki, TİP’in getirdiği demokrasi anla- yõşõnõn desteksiz bõrakõlmasõ; ar- kasõndan, Kürt sorununu yok sa- yan bir demokrasi anlayõşõnõn yaygõnlõk kazanmasõ, sonra da 12 Eylül rejiminin düpedüz õrkçõ, fa- şist ve vesayetçi tavrõ, bu aydõn- larõn bir bölümünü umutsuzluğa, giderek terörcü savrulmalara it- miştir. Özetle, Türk burjuvazisi, ektiklerini biçmiştir Doğu’da! Ama onca acõlara sarõp sarma- layarak şunlarõ da öğretmiştir olan biten: Ne yönden gelirse gelsin, ne adõna olursa olsun, terörün sağla- yacağõ hiçbir şey yoktur. Öte yan- dan, Kürtler ve Türkler arasõnda bir birlik olacaksa, “sevgiye, eşitliğe ve kardeşliğe dayalı bir birlik” olacaktõr! Bu beraberlik üstelik mümkündür ve Kürt sorunu, çö- zülmez bir sorun değildir. Ama na- sõl? Abdullah Öcalan’õn yakalan- masõnõn ardõndan PKK terörünün sona ermesiyle, Kürt sorunu gün- demden düşer gibi oldu; ne var ki, Irak savaşõyla, sorun yine güncellik kazandõ ve çözülünceye kadar da gündemde kalacağa benzer. Şunu da görmek gerekir: Kürtlerin mü- cadelesi, PKK’nin kişiliğine in- dirgenip bir terör olayõ olarak gösterilmeye çalõşõlmõştõr; oysa sorun PKK’den önce vardõ, PKK sahneden çekilse de sorun varlõğõnõ sürdürecek. PKK’nin sahneden çekilişi ise bir süreç içinde ola- caktõr; siyasetçiler, devletin ilgili birimleri, medya ve aydõnlar bu sü- reci doğru okumalõdõrlar (Bkz. Ruşen Çakır, “PKK’nin Direnç Noktası”, Vatan, 8.9.2008). Bir gerçek de şudur: Kürt soru- nunu çözmek, aynõ zamanda Tür- kiye’de demokrasiyi sağlõğõna ka- vuşturmak, onu sağlam temeller üzerine oturtmakla eşanlamlõdõr. Böylece, her iki sorun, etle tõrnak gibi birbirine bağlõdõr: Kürt soru- nu çözülmeden özgürlükçü bir demokrasinin kurulmasõ müm- kün olmadõğõ gibi, çağdaş bir de- mokrasi kurulmadan da Kürt so- runu çözülemez (Bkz. özellikle Tarık Ziya Ekinci, Vatandaşlık Açısından Kürt Sorunu ve Bir Çözüm Önerisi, Küyerel Yayõn- larõ, İstanbul, 1997; Demokrasi, Çokkültürlülük ve Bir Yargısal Serüven, Küyerel Yayõnlarõ, İs- tanbul, 1999). Önümüzde açõlan dönem de al- tõn değerindedir... Özgürlük ve kimlik Başta özgürlükler ve “kimlik sorunu” geliyor. Anayasadan kaynaklanan şu acayiplikler sõrõ- tõyordu: “Kanunla yasaklanmış herhangi bir dil”le düşünce açõk- lamasõ ve yayõm yasaklanmõştõ (m. 26, 28). Burada kastedilen, as- lõnda Kürtçe idi ve elbette bir il- kellikti; çünkü dil, yasaklama kal- dõrmaz. Bu, anayasa değişiklikle- ri sõrasõnda kaldõrõlõp atõlõrken “ölüm cezası” ayõbõ da -ilke ola- rak- hukukumuzdan temizlen- miştir. Bir de bütün ülke çapõnda eği- tim konusunda dil konusu önem- lidir: Üniter yapõlõ devletlerde, eğitimde, tek bir dil kuralõ uygu- lanõr. Örneğin Fransa’da, doğu- sunda, Alsace ve Lorraine için de eğitim dili Fransõzcadõr. Türki- ye’de de bu kural adõna Türkçe olacaktõr. Ama bu kural, Kürtçe- nin başka alanlarda kullanõlmasõ ve eğitimini dõşlayamaz, dõşlama- malõ. Hem, bu konuda çoğu so- runlar, Avrupa Katõlõm Ortaklõğõ Belgesi ile gündeme girmiştir. PKK terörü savsaklanmaya gel- mese de teröristlere bir “eve dö- nüş” kapõsõ daha açmak da öne- mini sürdürüyor. Öte yandan, sayõsõ 100’ü aşmõş üniversitelerimizden birinde, ör- neğin Diyarbakõr’da, bir Kürt Etüdleri Enstitüsü gösterebilir mi- siniz? Ya da bir üniversitenin ta- belasõnda Kürt kültüründe yeri olan birinin adõ niçin yoktur? Ah- medi Hani, üç yüz yõl önce yaşa- mõş çok ünlü bir Kürt şairidir; Ağ- rõ ilinde doğmuştur. Ağrõ Üni- versitesi’ne onun adõ neden veril- mez de “İbrahim Çeçen Üni- versitesi” olur? Kimdir bu İbrahim Çeçen? Ama sadece bunlar da yetmez: Doğu ve Güney- doğu, kalkõn- m a y õ ve gö- nenci de bekliyor... Kürt sorununu yeniden düşünmek Tunceli’de Mart-Nisan 1937’de isyan çıkaran Seyit Rıza, oğlu ve kayınbiraderi. Doğu ve Güneydoğu’da yaşam koşulları hep zorlu olmuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle