28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2008 SALI 4 HABERLER İran, kış ortası gazı yine tamamen kesti, hükümetin 1 yıldır hiçbir şey yapmadığı ortaya çıktı DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Ahı Gitmiş Vahı Kalmış DP Parti kongrelerimizin durumu demokrasi adını verdiğimiz çok partili rejimin de ne yana seyrettiğinin göstergesidir. Gelişmiş demokrasilerde, parti kongre ya da kurultayları, uzun hazırlıklar neticesinde hazırlanmış yeni programların tartışıldığı, partinin kısa ya da orta erimde politikalarının oluşturulduğu, bu arada organların seçimini de içeren şenlikli toplantılardır. Eskiden benzeri kongre ya da kurultaylar bizde de olurdu. Son zamanlarda ise şenlik yalnızca yöneticilerin seçimleriyle sınırlı kalır, kongreler seçim maddesi dışında önem taşımaz hale gelir oldu. Yeni Demokrat Parti’nin 4. Olağanüstü Kongresi de onlardan biriydi. Genelde inişe geçmiş partilerin kongrelerinin hepsinde olduğu gibi, salonun dışına taşmayan bir coşkunun sergilendiği 4. Olağanüstü Kongre’nin en önemli yanı, Çiller yanlısı Süleyman Soylu’nun, Ağar’ın desteklediği Çağrı Erhan’a fark atarak, genel başkanlık koltuğuna oturmasıydı. DP’nin yeni Genel Başkanı Soylu’yu kutluyoruz ama, bu seçimin Türk siyaseti açısından herhangi bir önem taşımadığını da belirtmek gerektiğini düşünüyoruz. Gerçekten de artık DP tarihi misyonunu tamamlamış bir partidir, bundan sonra da, siyaset sahnesinde marjinal kalacak gibi görünmektedir. ??? Adalet Partisi’nden başlayarak, DP’nin devamı olarak siyaset sahnesinde boy göstermiş ve “geçiş dönemlerinin” güç koşullarında bile bunların üstesinden gelerek, Türkiye’nin yazgısında söz sahibi olmuş olan partilerin başarılarında, siyaset tarihimizin “karizmatik” liderlerinden Süleyman Demirel’in büyük katkısı olmuştur. Ama Süleyman Bey’in tıpkı aynı yöntemle kendisini kurtarırken, partisini batıran Turgut Özal gibi, Başbakanlık’tan Çankaya’ya dikey geçişi, kendisine kimi çevrelerin umut bağladıkları “Sarışın Kadın”ın oturduğu koltukları dolduramayan tutumu DP çizgisindeki son parti DYP için sonun başlangıcı oldu. Ağar ile Mumcu’nun 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesindeki DP çatısı altında birleşme girişimlerinin fiyaskosu ise, hem ANAP ile DYP’yi tasfiye etmiş, hem de bu vesile ile DP’nin adı etrafındaki büyüyü silmiştir. Ağar’ın acemi manevraları olmayıp, DYP kendi adıyla seçime katılsaydı, belki Demirel’in geçmiş “köylü” politikalarının etkisiyle yine de barajı geçerdi. ??? Ama.. DYP barajı geçseydi pek bir şey değişir miydi? Sanmıyorum. DP’nin bundan sonra yapacağı ataklar, parti içinde belirli bir toparlanma sağlarsa, bu kuruluşun ülkenin yazgısında söz sahibi olması sonucunu doğurur mu? Toparlanma gerçekleşse bile koşullara DP’nin ayak uydurması söz konusu değil. İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulmuş olan DP, Türkiye’nin çok partilileşerek, “Batılılaşması” değilse bile “Batıcılaşması” sürecinin partisiydi. DP Türkiye sağının bu işlevini yerine getirmek üzere kolları sıvadı ve Tek Parti’nin 2. Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz zorluklarının da etkisiyle geniş kitlelere hoş gelmeyen politikalarına tepki gösteren halktan büyük destek gördü. DP çizgisi uzun süre etkisini korudu, bir ara 12 Eylül’ün de katkısıyla yerini bugünkü AKP’nin öncüsü ve habercisi olan ANAP’a bıraktıysa da, Süleyman Bey’in çabalarıyla yine de siyaset sahnesinden silinmedi. Artık bütün bu koşullar değişmiştir. Türkiye’nin küreselleşmeye eklemlenme sürecini tamamlamak üzere bulunduğu dönemin partisi, artık AKP’dir. İçerde “ılımlı İslam”ı egemen kılarken, ne varsa babalar gibi satmaya hazır, BOP’un koordinatörü AKP bugün artık orta sağın koltuğu altına sığınmış değil, onun kalıntılarını da kanatları altına almış bir partidir. Bu demek değildir ki, AKP siyasi yelpazenin merkezine oturmuştur. Olay aslında siyasetin ortasına dinci sağın oturmuş olmasıdır. Artık orta sağa gereksinim yok. DP’ye de yer yok. DP, Türkiye’yi bugüne getiren süreci başlatarak tarihi misyonunu tamamlamış ve tarihteki yerini almış durumda. Böyle olunca da, genel başkanının kim olduğu ne fark eder ki?... Doğalgazda bildik kriz ? Tahran, Ankara’nın tüm uyarılarına karşın, geçen hafta 2 milyon m3’e kadar düşürdüğü doğalgazı tamamen kesti. Türkiye, Cezayir ve Nijerya’dan sıvılaştırılmış doğalgaz alma yoluna gidecek. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İran’dan gelen doğalgazda, her kış yaşanan sıkıntı yeniden gündemde. İran bir kez daha Türkiye’ye verdiği gazı kışın en çetin döneminde kesti. Hükümetin geçen yıldan bu yana çözüm için hiçbir adım atmaması ve Rusya’nın gönderdiği gazda da düşüş meydana gelmesi, Türkiye’yi doğalgaz kriziyle karşı karşıya bıraktı. BOTAŞ yönetimi ise açığı, daha fazla sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) alarak çözmeye çalışıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, “Durumu yönetiyoruz. İranlılar da gaz akışını arttıracaklarını söylediler’’ dedi. Türkiye’ye verdiği gazı kademeli olarak azaltan ve son olarak yaklaşık 2 milyon metreküpe kadar düşüren İran, yapılan tüm görüşmelere karşın doğalgazı tamamen kesti. İran geçen Açık 35 milyon metreküpü buldu Reuters’in haberine göre, Enerji Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili, Türkiye’nin İran’dan kaynaklanan gaz açığını kapatmak için Rusya’dan ek gaz talep ettiğini ifade ederek, “Ancak soğuk hava nedeniyle Rusya bunu karşılayamıyor. Ayrıca Rusya’dan gelmesi gereken gaz miktarında da günlük 5 milyon metreküplük bir azalma söz konusu” dedi. Enerji Bakanlığı yetkilisi, İran’dan Türkiye’ye gaz akışındaki sorunun öngörülenden uzun süreceğini belirterek ek doğalgaz sağlaması yönünde talepte bulunulan Rusya’nın bunu karşılayamadığını söyledi. İran’dan kaynaklanan 30 milyon metreküplük gaz açığıyla birlikte Türkiye’nin kontrata bağlı olan gaz ihtiyacında günlük 35 milyon metreküplük bir eksikliğin ortaya çıktığını bildiren yetkili, “Gaz ihtiyacının karşılanması için ek tedbirler uygulanacak. Doğalgazla elektrik üreten şirketlerden en geç yarın alternatif yakıtlara geçmesi istenecek” dedi. Aliağa olmak üzere Türkiye’deki çeşitli santrallara aktarımının yapılacağı belirtildi.İran kaynakları ise kesintiyi İran’ın kuzeyi ve Türkmenistan’da kış şartlarının çok ağır olmasına ve kendi aldıkları doğalgaz miktarının da düşmesine bağlıyorlar. Bakan Güler, önceki gün yaklaşık 10 günden beri aşırı soğuklar nedeniyle İran’dan gelen doğalgazda önemli miktarda düşüş yaşandığını, Ukrayna üzerinden gelen gazda da bir miktar azalma olduğunu söylemişti. Bakan Güler, “Şimdiye kadar sorunu kendi imkânlarımızla çözmeye çalıştık. İranlı bakan ve müsteşarlarla konuyu görüştük. Fakat devreye girmesi için artık konuyu sayın Başbakanımıza istirham edeceğim. Depolarımızı devreye soktuk’’ demişti. yıllarda da kış aylarında Türkiye’ye verdiği gazı kesmişti. Gaz deposu olmadığı için açık Rusya’dan karşılanmaya çalışılmıştı. Sıkıntının konutlara yansımaması için de BOTAŞ sanayi bölgelerine verdiği gazı bir süreliğine durdurmuştu. BOTAŞ yetkilileri İran’dan bir süredir kısıtlı gelen gazın dün sabah kesilmesi üzerine gerekli önlemlerin alındığını, arztalep dengesinin kurulduğunu ve gaz arzının sorunsuz devam ettiğini söylediler. Ayrıca Cezayir ve Nijerya’dan sıvılaştırılmış doğalgaz alınarak başta Marmara Ereğlisi ve ‘Hiçbir adım atılmadı’ Enerji Uzmanı Necdet Pamir ise gaz kesintisinin çok önceden öngörülebilir bir sorun olduğunu, ancak geçen yıldan beri bu konuda hiçbir adım atılmadığına dikkat çekti. Türkiye’nin doğalgaza çok bağımlı, kaynak çeşitlendirmesini tamamlayamamış bir ülke olduğuna dikkat çeken Pamir, var olan depolardaki gazın Türkiye’yi toplam 27 gün boyunca idare edebileceğini, bunun da çok küçük bir miktar olduğunu vurguladı. Pamir, şöyle konuştu: “Çok daha önce Azerbaycan ve Irak’tan kaynak çeşitlendirmek gerekiyordu. Şimdi 1.6 milyar metreküplük bir depomuz var. Ege Gaz’dan da 1.1 milyar sıvılaştırılmış doğalgaz alınacak. Bu depoların toplam miktarı Türkiye’nin bir yıllık harcamasının ancak yüzde 7’si ediyor. Bir ülkenin arz güvenliği için en az yüzde 30’luk bir depo kapasitesine sahip olması gerekiyor. Ancak yapılmaya bugün başlansa bile en az 10 yılda inşa edilir.” Pamir, doğalgaz sıkıntısının çözülmesi için bunun dışında, doğalgaz kullanımının nüfusa oranı ile doğalgazdan elektrik üretiminin azaltılması, Irak ve Arap doğalgazının bir an önce bağlanması, Azeri doğalgazının arttırılması ile tutarlı ve uzun soluklu bir politika izlenmesi gerektiğini söyledi. Enerji uzmanı Pamir, tüm bunların yanı sıra BOTAŞ yönetim kuruluna halen atama yapılmaması nedeniyle karar alamadığına, bu nedenle de sürecin yavaşladığına dikkat çekti. 20032007 DÖNEMİ İLK ZAFER ÇİLLER’İN Satışlarda Şener’in imzası yok ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in, eski Özelleştirme İdaresi Başkan Yardımcısı Kenan Işık’la birlikte hazırladığı “Türkiye’de Özelleştirme Uygulama ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi” konulu makalede, özelleştirme politika ve uygulamalarını 1984 yılından itibaren masaya yatırırken son dönem satışlarında imzası bulunmayan biri olarak “objektif değerlendirmeler yaptığı” ifade edildi. Özelleştirme İdaresi’nin 58. ve 59. hükümetlerde önce halen TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Şener’e bağlandığı, daha sonra da kendisinden alındığı bildirildi. Özelleştirme Yüksek Kurulu üyeliğini de bırakan Şener’in, 20032007 dönemindeki özelleştirme ve satış kararlarının hiçbirinde imzasının bulunmadığı belirtildi. Eski bakan Şener’in, makalede özetle şu noktalara vurgu yaptığı kaydedildi: Döviz getirisi olmayan, sadece içerde kazandığı parayı kâr transferi şeklinde dışarı çıkaran yabancı yatırımlar, sonraki yıllara cari açığa yeni yapısal bir unsur ilave etmektedir. Telekomünikasyon, bankacılık, sigortacılık, enerji, ulaştırma, şans oyunları, gayrimenkul, perakende ticaret benzeri sektörler bu açıdan önemlidir. Geleceğe yönelik olarak, özelleştirme stratejisinin bu sorundan bağımsız olarak belirlenmesi gerekir. Nitekim 2002 yılında 89 milyon dolar olan kâr transferinin cari açığa katkısı 2007 Ekim ayı itibarıyla 1.5 milyar doları aşmıştır. DP’de Ağar dönemi sona erdi AYŞE SAYIN TBMM Başkanı Köksal Toptan, dün Kilis’ten gelen öğrenci ve öğretmenleri kabul etti. (Fotoğraf:AA) Toptan: Anayasayla türban sorunu çözülemez ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Başkanı Köksal Toptan “türban sorunun anayasayla çözülemeyeceğini, anayasada ‘türban serbesttir’ diye bir hüküm olamayacağını” bildirdi. TBMM Başkanı Toptan, dün CNNTÜRK’ün sorularını yanıtladı. DTP’nin, PKK’ye “terör örgütü’’ dememekte ısrar ettiği anımsatılarak yöneltilen bir soru üzerine Toptan, “Şu ana kadar Meclis’teki çalışmaları beni rahatsız etmedi. Ancak Meclis dışındaki söylem ve eylemleri halkı olduğu gibi beni de endişeye sevk ediyor’’ dedi. Toptan, “yeni anayasa, türban sorununa çözüm bulmalı mı’’ sorusuna, “Böylesine iddialı, böylesine kapsamlı bir anayasa önerisinin yahut çalışmasının, bir noktaya, türban noktasına indirgenmesi beni rahatsız ediyor. Anayasayla bana göre türban sorunu çözülmez. Ben, eğitim kurumlarında, özellikle yükseköğrenimde türbanın yasaklanmasını doğru bulmuyorum. Ama şu anda iç hukukumuzu, hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi boyutu da olan, uluslararası hukuku da ilgilendiren böyle bir iç düzenlememiz de var. Ama bunun aşılabileceğini düşünüyorum. Kamu alanını düzenleyen devlet, kendi çalışma alanını tanzim ederken birtakım kurallar koyabilir. Koysun anlamında söylemiyorum, ama koyabilir’’ yanıtını verdi. Toptan bir başka soru üzerine “Anayasada ‘Üniversitelerde türban serbesttir’ diye bir hüküm olmaz. O zaten anayasa tekniğine de uymaz. Ama anayasanın getireceği, benim söylediğim sonucu doğurabilecek düzenleme yapılabilir mi hukuken? Onu bilmem’’ dedi. Toptan, 301. madde tartışmalarıyla ilgili olarak “Aslında 301. madde zararlı bir madde değil. Ancak Türkiye, uygulamanın başında, 301’in uygulanmasından kaynaklanan birtakım sorunlar yaşadı” derken Orhan Pamuk ve Hrant Dink davalarının anımsatılması üzerine “İşte oralarda uygulama hatası vardı’’ dedi. asirmen?cumhuriyet.com.tr SAKARYA EMNİYET MÜDÜRÜ Basına fişleme tehdidi SAKARYA (Cumhuriyet) Sakarya Emniyet Müdürlüğü’ne yeni atanan Faruk Ünsal, kentteki yerel gazete ve televizyonların temsilcilerini yapacakları haber konusunda dikkatli olmaları yönünde uyardı. Ünsal’a gazeteciler tepki gösterdi. Bir ay önce göreve başlayan Emniyet Müdürü Ünsal, yerel gazeteler ve televizyonların temsilcileriyle kahvaltılı basın toplantısı yaptı. Toplantıya 8 yerel gazete ve 2 yerel televizyon temsilcisi ile bazı ulusal gazetelerin muhabirleri katıldı. Ünsal, daha önce Sakarya’daki olaylar ve emniyetle ilgili yayımlanan haberleri göstererek “Bu haberlerin kime faydası olacak? Hırsızlık artmış, yazılmış. Bunu okuyan hırsız sevinir. Biz de bundan sonra gazetecilere yaptıkları haberlere göre bakacağız. İyi haberler yapanlar ile aleyhte haber yapanları da aynı değerlendirmeyeceğiz” dedi. Ünsal’ın bu sözlerine toplantıda bulunan gazeteciler tepki gösterdi. Sakarya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sezai Matur, Ünsal’ın gazetecileri “polis yanlısı” ve “polis karşıtı” diye sınıflandırdığını vurgulayarak “Uzun yıllar Ankara’da görev yapan Ünsal’ın bu ifadesinden anladığım, akredite gazetecilik anlayışını yerele de getirmek istediği” dedi. ANKARA Demokrat Parti’nin (DP) “emanetçi” adayların yarıştığı önceki günkü kongresinde parti yönetimine de Genel Başkan Süleyman Soylu’yu destekleyen eski DYP Genel Başkanı Tansu Çiller damgasını vurdu. Mehmet Ağar’ın genel başkanlığı döneminde de Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi olan ve daha sonra Ağar’a bayrak açan Salim Ensarioğlu, Veysi Şahin ve Ayla Özbek Soylu yeni listede de yer alırken Çiller’in kurmay ekibinden Turhan Güven, adaylıktan son anda vazgeçip Soylu’ya destek veren gazeteci Nevval Sevindi, 22 Temmuz seçimlerinde aday olan eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, GİK’e giren yeni isimler oldu. Yeni GİK’te Çiller döneminde il başkanlığı yapan çok sayıda isim yer alırken eski milletvekillerinden İbrahim Konukoğlu, Erdoğan Sezgin, Necati Yöndar, Nevzat Ceylan da GİK’e girdi. Soylu’nun Merkez Karar Kurulu’nda (MKK) ise ilginç isimler dikkat çekti. 1999 seçimlerinde Çiller tarafından İstanbul’dan milletvekili adayı yapılan Nakşibendi tarikatının Menzil kolunun önde gelen isimlerinden Maşuk Nas, 2004 yerel seçimlerinde AKP’nin seçimlere katılmaması nedeniyle desteklediği ANAP Giresun Belediye Başkan adayı Süleyman Köprülü MKK’de yer alırken Yüksek Haysiyet Divanı’na AKP Sultanbeyli kurucu ilçe başkanı Furkan Barutçu, Çiller ailesinin aile dostu Atay Şevkatlioğlu, 2004’te AKP’den Çatalca belediye başkan adayı olan Ahmet Rasim Yücel de girdi. Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaret ettiği Amerika Birleşik Devletleri, kamuoyu araştırmalarına göre halkımızın en sevmediği devlet. Hatta bir tespite göre dünyada ABD’nin en sevilmediği ülke Türkiye. Bu antipatinin son yıllarda, Irak’ın işgaliyle birlikte hızla arttığı da ayrı bir gerçek. ABD, toplumun önemli kesimi tarafından sevilmez ama, Türkiye’de etkili ve yetkili yerlerde olanların çoğu da ABD’yle derin ilişkilere sahiptir. ABD bir dünya devidir; ekonomisiyle, askeri gücüyle, kültürel hegemonyasıyla üstünlüğünü kabul ettirir. Halkı ABD’yi sevmeyen bu ülkenin güçlülerinin ABD’yi sevmesi, garip bir paradoks oluşturur. Belki de dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar çelişmeli bir durum yoktur. Halkı hiç sevmez, yöneticileri ise çok sever. ??? Haksızlık etmeyelim, yöneticiler ABD’yi ne kadar seviyor tam da bilemeyiz. Çünkü onlar siyasi ve askeri olarak Washington ile ilişkileri iyi tutmayı isterler. Bu ilişkinin iyi olması iktidar ABDTürkiye İlişkileri sahiplerine iyi gelir. Bu yolla kendilerini “güven”de hissettikleri bile söylenebilir. Son yıllarda Türkiye’nin, dünyanın bu en büyük süper gücüyle ilişkileri çok inişli çıkışlı bir yol izledi. Bu konuda en büyük iniş çıkışlar ise geçmişte ABD’ye yakın olan kesimlerde yaşandı. Örneğin Türkiye merkez sağı, hatta milliyetçi sağı, hatta İslamcı sağı ABD’yi pek severdi. “Komünizm”e karşı sağ ABD’yi çok dost bilirdi. Solcular ve sosyalistler ABD aleyhtarı gösteriler yaptıklarında buna sağcılar çok sinirlenirler ve bu tür mitinglere gösterilere saldırmaktan mutluluk duyarlardı. Sağcı iktidarlar da onların bu saldırılarını sempatiyle karşılar, saldırganlar “Sağcılar bana suç işliyor dedirtemezsiniz” diyen başbakanların desteğini arkalarında bulurlardı. Tabii, ABD ile ilişkilerinde iniş çıkışlar yaşayan güçlerden birisi de ordu oldu. Türk ordusu bir NATO ordusu olarak Sovyetler’e karşı kurulan ileri karakolun en vurucu gücüydü. Türk subayları ABD akademilerinde eğitim alıyorlar ve “komünizm”le mücadele ruhuyla eğitiliyorlardı. Her türlü araç, mühimmat desteği de ABD’den geliyordu. ??? Önce milliyetçilerin bir kesimi ABD’ye kızmaya başladı. ABD bir dünya devi olarak belli alanlarda stratejisini değiştirip, Kürt meselesinde, Kıbrıs konusunda ve tabii Ermeni sorununda resmi Türk tezlerinden farklı bir siyaset geliştirince milliyetçiler sinirlendiler. “Komünizm”e karşı dost gördükleri ABD şimdi pek de dost sayılacak bir yerde değildi. İslamcıların bir kesimi de benzer bir gerekçeyle, geçmişte dinsiz, Allahsız komünistlere karşı dost gördükleri ABD’yi İsrail’e destek verirken gördüklerinde öfkelendiler. Tepki gösterdiler. Arap ülkelerinde siyasi İslamcı akımlar ABD yanlısı yönetimlerle çatışma halindeydiler. Bu durum Türkiye’deki İslamcıları etkiliyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri de, başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi konuda ABD ile farklı bir tutum içine girdi. “Çuval geçirme” bu ilişkideki önemli kırılma noktalarından birisi haline geldi. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri açısından ilişki farklı boyutlardaydı. Sonuç olarak Türkiye bir NATO ülkesiydi, Türk ordusu da NATO ordusu. Burada köklü bir kopuş mümkün görünmüyordu. İnişli çıkışlı ilişkiler zaman zaman sertleşse de ana rotasını değiştirmiyordu. ??? Bu noktada solun büyük çoğunluğunda köklü bir değişiklik olmadı. Ancak geçmişte sol içinde yer alan Kürtler antiamerikan cepheden koptular. Onların çoğunluğu ABD’nin bölgedeki yeni projelerini kendileri açısından bir fırsat olarak görüyorlardı. Bu nedenle artık “antiemperyalist” cephede yoktular. Liberaller sayıca güçlü olmasalar da, fikri etkileri nedeniyle ABD aleyhtarı cepheye yakın durmadılar. İş dünyasıyla birlikte “Batı cephesi”ni savundular, ABD’yi de bu cephenin bir parçası olarak kabul ettiler. ??? TürkiyeABD ilişkilerinde en kritik değişim “antiemperyalizm” cepheleşmesinde yaşanıyor. Geçmişte sırf solun bulunduğu bu cephede özellikle milliyetçiler saf tutmaya başladılar. Ancak bu antiemperyalist cephenin demokratik özelliğini büyük ölçüde ortadan kaldırırken milliyetçi yönünü, otoriter yönünü güçlendirdi. “Demokrasi ve özgürlük hedefi olmayan bir antiemperyalizm, koyu bir milliyetçiliğe ve otoriter bir baskı rejimine yol açar” diyen İranlı özgürlükçü muhaliflerin durumu, Türkiye için önemli bir örnek olarak önümüzde duruyordu. ??? Bu konudaki tahlilleri burada bitirmek mümkün değil. Yer bitti. Daha sonra devam etmek üzere... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle