29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2008 SALI 2 “Her yazar hapis yatmalı...” Sevgili Ali Sirmen, “En az altısekiz ay yatmalı, iyidir, çok yararlıdır yazarlık adına. Bütün gün düşünceleriyle baş başa kalacak adam, düşünün ne güzel bir şey yazarlık için. Tatil gibi, bir yandan da. İşin şakası bir yana, yazarlığı perçinler...” İki yıl mı, üç yıl mı?.. Barış Davası sanıklarındandı, Maltepe, Sağmalcılar vb. yatmadığı yer kalmadı. Ama boşa geçirmedi günlerini. Yeni bir yazar yarattı; Samim Lütfü adında... Ali’nin içindeki edebiyatçı kişiliği... Cezaevinde yatan kişinin basında yazması yasaktır. Ama bunun çaresi, başka bir ad kullanmaktır. Bu konuda Çetin Altan’dan, Rıfat Ilgaz’dan daha kimlere kadar pek çok yazar sayabilirim. Ali de Samim Lütfü olarak yıllar süren hapisliğin acısını, varsa da tadını bu takma adla yazdığı birbirinden anlamlı denemelerle çıkardı. Yazarlığından yoksun kalan okurlarını yalnız bırakmadı. O kadar ki, hapisten çıktıktan sonra kendi adıyla yazmaya başladığında kimi okurlarından “Nerde Samim Lütfü, onu da gazetenin kadrosuna alsanız olmaz mı” diyenler çoktu... ??? Benim de uzunca bir süre hapiste kalmamı istiyordu Ali!.. Üç aylık bir kapatılmayı bana yakıştıramıyordu. Biliyordu hapislikten çekindiğimi, ne yapalım ki kısmette yokmuş, bana üç aylık, o da geceden geceye bir cezalandırma uygun gördüler. Savcılara çok gittim, OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Sevgiliye Mektuplar...’ ama olmadı işte! Dostoyevski, Gorki, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Dinamo, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Dağlarca, Sabahattin Ali, Çetin Altan, İlhan Selçuk vb. yazarlar hapislerin, daha da beteri türlü işkencelerin içinden geçmişlerdir. Kitapları, anıları, romanları ortada! Daha kimler kimler yok ki!.. ??? “Sevgiliye Mektuplar” (Ali’nin Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı). Kimdir bu sevgili diye soranlar öyle çok ki! Ben sormadım, bildiğim için!.. Düşle gerçek arasındayızdır hep... Hele yazmak, yaşantınızın ayrılmaz bir parçası ise!.. Bir sevgiliniz vardır, olmuştur. Belki birden de çok. Bilinçaltındakileri kendimiz de bilemeyiz, ancak sezinleriz. O sevgililer zamanla uçup da gitmez. Yaşadıkça siz uzaklaşırsınız ötelere, ama sevgilerimiz oldukları yerde kalırlar, zaman bir şey yapmaz onlara... ??? Sait Faik ne demişti: “Bir insanı sevmekle başlar her şey.” Önce bir insanı, sonra sevgiye değer başkalarını... Ali Sirmen’in “Sevgili”si de böyle biri işte... İzmir’de bir okur hanım ne demiş: “Çok teşekkür ederim, her hafta bana bir mektup yazıyorsunuz.” Daha çok sevenleri, sevdikleri, sevgilileri olacak Ali’nin mektuplarını özlemle bekleyen... Türban ve Kamu Yöneticileri Hamdi YAVER AKTAN Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi amu yönetiminde türbanın referans haline gelmesine ve örgütsel yapının da odak olmasına karşın kamuoyu araştırmaları eşliğinde türbanlıların artıp artmadığı meleklerin cinsiyeti tartışmasına dönüştürülerek gerçeklerin üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Kimileri, kırsal kesimden kente göç olgusuyla türbanın görünür olduğunu, kimileri de kadının modern yaşama girmesine olanak sağladığını vb. toplumbilimsel (!) açıklamalarla siyasal simge haline gelmiş olan türbanın tehlike oluşturmadığını kanıtlama çaba PENCERE Demokrat Parti Kongresi?.. DP (Demokrat Parti, eski Doğru Yol Partisi) pazar günü kongresini yaptı... Yeni genel başkanını seçti... Eski Genel Başkan Mehmet Ağar giderayak konuşurken askere çatmış; gazeteler böyle yazıyorlar... ? Cumhuriyet’in dünkü başyazısında şöyle bir tümce vardı: “Meşhur BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ve ‘Ilımlı İslam devleti’ tasarımıyla özdeşleşen Amerikan siyaseti Türkiye’de merkez sağı, yalnız iktidardan değil, iç siyasetten de tasfiye etti...” Ne demek istiyordu başyazı?.. ? Türkiye’de geçerli siyaset sözlüğüne göre son dönemin merkez partileri hangileriydi?.. Soldakileri bir yana bırakalım, sağda iki merkez partisi vardı: DYP.. ANAP.. Mesut Yılmaz ANAP Genel Başkanı olarak Ecevit’in başbakanlığında iktidara ortaktı... Amerika, Irak harekâtında DSPANAPMHP koalisyonundan istediğini alamayınca ne yaptı?.. Yeni bir iktidar oluşturdu... Bu iktidarın adı AKP... ? ABD, AKP’yi iktidara geçirmekle kendine göre çok iyi iş yaptı, bir taşla birkaç kuş vurdu... Türkiye’deki antiamerikan İslamcıların icabına baktı; Erbakan Hoca’yı yalnızlaştırdı... Merkez sağı tasfiye ederek BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında kendisine hizmet edecek ılımlı İslamcı partiyi iktidara oturttu... Türkiye’de ülkenin çıkarlarını koruyup savunacak ulusalcıları ister merkez sağda olsunlar, ister merkez solda dağıtıp etkisizleştirdi... ? Celal Bayar’ın bir meşhur lafı vardır; aşağı yukarı şöyledir: Her kuş, kanadına neyin kuvvet verdiğini bilmeli... BOP’un ılımlı İslam tasarımından önce Türkiye’deki merkez sağın kanadına kim kuvvet veriyordu?.. Bir merkez sağ politikacısı, her şeyden önce dünyada, Amerika’da ve Türkiye’de nelerin değiştiğini düşünmeli, eski çamların bardak olduğunu görmeli... Yoksa Mehmet Ağar gibi her şeyi askerden bilir... ? Türkiye’de geçerli çok partili rejimin elbette merkez sağa gereksinmesi var... Ama merkez sağdaki politikacı yeni merkez sağın eskisi gibi olamayacağını artık görmeli... Üç gücün analizinde gerçekçi olmalı: Asker.. Sermaye.. Amerika.. DP’nin son kongresinde konuşulanlar ise soyut mu soyut laflardan öteye geçememiş... K sına girmektedirler. Oysa kırsal kesimde simgesel giysilerin bulunmadığı ve Cumhuriyetin kazanımlarıyla kadının esasen toplumsal yaşamı içinde bulunduğu unutulmaktadır! Bu bağlamda rektörlerin türban yasağını uygulamamaları halinde haklarında soruşturma açılmaması ya da aynı yöneticilerin kendi hallerine bırakılmaları durumunda yasağın kendiliğinden ortadan kalkacağı gibi hukuk dışı çözümler ciddi bir biçimde en yetkili kişilerce önerilebilmekte ve dahası Anayasa Mahkemesi kararlarının üniversite dışında alındığından, hukuk sistemi göz önünde bulundurulmadan, söz konusu kararların önemli görülmemesi gerektiği ifade edilebilmektedir. Üstelik bu şekildeki söylemler konunun teknik ayrıntısını bilemeyecek kişilerden de gelmemektedir. Anayasaya göre hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel niteliklerindendir. Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına bağlı, onun devrim ve ilkelerine dayanan demokratik ve laik bir hukuk devletidir. Yükseköğretim Yasası’nın 4. ve 5. maddeleri de yükseköğretimin amacı ve ana ilkelerinin Atatürk devrimi ve ilkeleriyle milliyetçiliğine bağlı olarak yapılacağını öngörmektedir. Yükseköğretim Yasası’nın ek 16. maddesinin “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inançlar sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” biçimindeki düzenlemesi, Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 tarih ve 1989/12 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Yüksek mahkeme, laiklik ilkesini odak alarak yasağın kaynağının anayasada olduğunu vurgulamıştır. İptal kararından sonra aynı yasaya bu kez 25.10.1990 tarih ve 3670 sayılı yasanın 12. maddesiyle “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” şeklindeki ek 17. madde eklenmiştir. Anılan bu düzenlemeyle ilgili açılan iptal davasında, Anayasa Mahkemesi, getirilen düzenlemin “dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması ve dinsel nitelikli giysileri kapsamayacağını” açıklayarak yo rumlu ret kararını vermiştir. Mahkeme, 9.4.1991 tarih ve 1990/36 esas ve 1991/8 sayılı kararında “yürürlükteki kanun” ibaresinden sadece yasal düzenleme değil, başta anayasa olmak üzere yürürlükteki hukuk düzeninin anlaşılması gerektiğini belirterek laik hukuk devrimine vurgulama yapmıştır. Aynı kararda, normatif düzenlemeden dinsel inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılmasının anlaşılması halinde anayasanın 153. maddesine aykırılık oluşturacağı da açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerinin bağlayıcı olması ve mevcut düzenlemenin de yorumlu ret kararındaki gibi anlaşılmasının gereksinmesine ve bu kararların anayasaya göre “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri” (ay. m. 154/son) bağlamasına ve genel olarak da mahkeme kararlarına uyulmasında zorunluluk bulunmasına ve kararların değiştirilemezliği ile yerine getirilmesinin hiçbir suretle geçiktirilemezliğine karşın (ay. 138/son) uymak ve uygulamakla yükümlü olanların kararları önemli görmemelerinin yanı sıra daha ileri giderek söz konusu kararlara karşı yöneticilerin de uymaması yönünde telkinde bulunmaları, geliş amaçlarına uygun olsa bile, anayasal ilkelere ters düşmektedir. Hangi gerekçeyle ya da güdüyle olursa olsun yargı kararlarına karşı direnç göstermek, kararları uygulamakla yükümlü olanlara haklılık kazandırmaz! Kaldı ki Yargıtay’a göre yargı kararlarını uygulamamak şöyle dursun, kararların uygulanmasını geciktirmek ya da şeklen uygular görünerek hukuksal sonuçlarını etkisiz kılmayı amaçlamak kararlılıkla suç sayılmaktadır. Öte yandan, yasal düzenlemenin anayasaya uygun yorumlanmasının zorunlu bulunması ve anayasadaki laiklik ilkesi gereği 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 217. maddesinin “Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde... cezalandırılır” şeklindeki içeriği karşısında kararları uygulamakla yükümlü olmayanların kararlara uyulmaması gerektiği yolundaki söylemlerinde suç işleme özgürlüklerini kullandıkları da kabul edilmelidir! ‘Utanmaya Davet...’ Mustafa AKSOY oğu Perinçek “Ermeni soykrımı uluslararası bir yalandır” dediği için İsviçre’de yargılanmış ve ceza almıştı. Karar üst mahkeme tarafından 26.12.2007 tarihinde onaylandı. Bunun üzerine Perinçek: “Bu karar İsviçre için yüz karasıdır, İsviçre’yi utanmaya davet ediyoruz” dedi. 21. yüzyılda bir ülkeyi, bir insanı utanmaya davet etmek durumunda kalmış olmamız çok düşündürücü... İnsanlık bunca yılda geldiği yolu bir anda silecek mi?.. Son yıllarda gerek devlet adamlarının, gerek bilgisine, ilmine inanılan birçok insanın sözlerini dinlediğimizde, yazılarını okuduğumuzda ilk aklımıza gelen “Bu adam hiç utanmaz mı” sorusudur. Örneklemeye kalksak bu D sayfalar yetmez. Son yıllarda ülkemizdeki saçmalıklar, aşağılamalar, tepeden bakmalar, akı kara göstermeler, başkalarını hiçbir şey bilmez sanmalar, yıkmaya çalıştığı makama koşar adım gitmeler neyle açıklanabilir? Utanmazlıkla... Doğu Perinçek’i ne kadar desteklediğimiz utanma göstergemizdir. Atalarımız, “Adam adamdan korkmaz, utanır” demişler. Nâzım Hikmet: “...Pamuk işleyenlere gitmek için/Toroslar’dan bir kerre olsun geçemedim diye/utanıyorum” dedi. Adamlık mı öldü, yoksa korku mu çok büyük? En büyük korku ölümdü, onu da cennetle halletmiştik!.. Emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinde utanma yoktur. Yani utanma yitti. Saygı da... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle